Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bavula Sığmayan
Bavula Sığmayan

Bavula Sığmayan

Nermin Yıldırım

Başımı göğe kaldırıyorum, Şimal Yıldızı’nı arıyor gözlerim. O kayıp. Bense birilerinin giderken ardında bıraktığı çığlık gibi hayattayım. Romanlarıyla okuru renkli yolculuklara çıkaran Nermin Yıldırım,…

Başımı göğe kaldırıyorum, Şimal Yıldızı’nı arıyor gözlerim. O kayıp. Bense birilerinin giderken ardında bıraktığı çığlık gibi hayattayım.

Romanlarıyla okuru renkli yolculuklara çıkaran Nermin Yıldırım, bu defa el ele tutuşan öykülerden oluşan büyüleyici bir dünya kuruyor. Çocukluk düşleri, gençlik hevesleri, ihtiyarlık özlemleri, gidenler, kalanlar, bekleyenler, arayanlar, en karanlık dehlizlerde bile bir umut ışığı bulanlar, düşmemek için birbirine tutunanlar, her şeye rağmen hayata inananlar, bu buruk ama görkemli şölende bir araya geliyor.

Bavula Sığmayan görünenin ötesine geçip insana ve yaşadıklarımıza farklı perspektiflerden bakmamızı sağlayan geniş bir panorama sunuyor bizlere. Nermin Yıldırım’ın duyarlı bakışı, etkileyici diliyle dokuduğu derinlikli hikâyeler, yüreklere dokunurken, tekrar tekrar okuma isteği yaratacak, uzun süre hafızalardan çıkmayacak.

1.KISIM

BABAN BENİ ALDATIYOR

1

Gecenin ikisinde zırıldayan telefonu sersem sepelek açıp annemin, “Baban, baban…” diye titreyen sesini duyunca. dehşetle inledim.

“Ne oldu babama?!” “Belgin, baban…”

“Anne söyle, ne oldu?”

Gelecek kara habere tahammül gücü bulabilmek için nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Kısa bir sessizlik oldu. Zaman bir an için durdu. An, annemin çırpıntılı sesinde parçalanarak tuzla buz oldu. Kol kola girdiklerinde akıl almaz anlamlar taşıyan sözcüklerin cüretkâr uğultusu kulaklarıma doluştu.

“Baban beni aldatıyor.”

Münasebetsiz bir eşek şakasıyla sınandığımdan kuşkulanarak telefonun ışıklı ekranına öylece bakakaldım. Annemin ağlamaklı sesi hattın öbür ucunda sayıklamalarına devam ediyordu. Telefonu kulağımdan biraz daha uzaklaştırdım. Mesafeye rağmen bana ulaşmayı beceren sesin acılı azmine bakılırsa, yo, ortada şaka maka yoktu. Geriye tek bir mantıklı seçenek kalıyordu: Kâbus görüyordum!

Bu fikri çabucak benimsedim. Ola ki hâlâ uyuyorsam, aman uykum açılmasın, sakın uyku perilerim kaçmasın diye yatağın içine gizlenip yorganı boğazıma kadar çektim. Ne var ki annemin telefonun ucunda köpürmeyi sürdüren koloratur soprano sesi büsbütün şiddetlendi, şirretlendi.

“Kime diyorum Belgiiin?!”

Çaresiz. yüzüme su çırpılmışcasına ayılarak kendime geldim. Yorganı aşağı indirdim ve yatakta doğrulup her bakımdan daha oturaklı bir pozisyona geçtim. Korka korka telefonu kulağıma yapıştırdım yeniden. Annem karşı tarafta nöbet geçirmekle meşguldü. Nöbetini canlı yayında geçirme tercihine ve her şeye rağmen evladını olup bitenden sakınan ağırbaşlı sözlerine bakılırsa, benden destek talep ediyordu.

“Ay tansiyonum çıktı, bu yaşımda bunlarıda mı görecektim? Belgiiin, ben burda neler çekiyorum, sen orda uyuyor musun Belgiiin? İşitiyor musun Belgiiiiiiin?”

“Burdayım annecim.”

Annem sözcükleri tren vagonları gibi ardı ardına sıralayıp her vagonda beddua limitini bir nebze daha artırarak, kocası olacak o adama gece yarısı gelen sessiz telefonlardan, donu düşesice o adamın ceketinden topladığı sarı saçlardan, teneşirlere gelesice o adamın telefonu alıp alıp tuvalete kapanmalarından, dar mezara giresice o adamın geceleri eve geç gelip sabah kahvaltıya bile kalmadan erkenden çıkmalarından dem vurarak anlatmayı sürdürüyordu. Nedense en çok bu kahvaltı meselesine alınmış görünüyordu.

“Hayır yani karşılıklı oturup bi rafadan yumurta yiyemeyeceksek niye emekli olduk biz, niye! Bunca yıl dairede ayrı, evde ayrı niye saçımı süpürge ettim ben o cibiliyetsize! Niyeee! Niyeee!”

Karşı taraftan gelen mesajlar karışıktı. Oysa annemi memnun edecek hızda konuşlanabilmek için bir an evvel anlamam lazımdı. Benden tam olarak ne bekleniyordu? Babamın onu başka bir kadınla aldatmasına mı, yoksa rafadan yumurta yerken yalnız bırakmaşına mı daha çok bilenmem gerekiyordu? Annemin her fırsatta ibraz ettiği Saçını Süpürge Etme Bildirgesi’nin ilk kez tapudaki memuriyetini de kapsayıvermesinin aktüel gündemimizle ne tür bir alakası bulunuyordu?

Her şey bir yana… Evet evet, hepsi bir yana… Nasıl yani ya? Benim kafasında saç kalmamış, bulmaca çözmekten başka dişe dokunur eğlencesi olmayan, diş demişken, gece yatarken dişlerini kavanoza bırakan ihtiyar babacığım sahiden annemi aldatıyor muydu? Aldatmak derken, ayıptır düşünmesi, tam olarak ne yapıyordu? Kiminle yapıyordu? Zihnime doluşan katlanılmaz hayalleri geldikleri bilinçaltı çöplüğüne geri yollamak için gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Skandal görüntüler üçer beşer dağıldı. En nihayet ilk şoku atlatmayı başarınca, kontrolü ele almaya çalışarak, hattın öbür ucunda kendini paralamakta olan yakın akrabama, “Anne!” diye bağırdım. “Biraz sakin olur musun lütfen? Babam yetmiş dört yaşında.”

“Eeee ne var yani, ben de altmış sekizim. Sen bize yaşlı mı demek istiyorsun?”

Az evvel ateşlere gelesice kontenjanından itin mabadina soktuğu, “o adam”la yeniden biz olabilme sürati karşısında saygıyla eğildim. Evlilik dedikleri delilik, tam da böyle bir kara delikti. İnsan her yaşta ebeveyninden bir şeyler öğrenmeye devam ediyor. Annem yine iki ara bir derede dersimi vermişti. Kaşla göz arasında konu babamın ihanetinden sapıp benim saygısızlığıma gelmek üzereydi. Ama bu topa hiç girmedim. Yetmiş dört yaşındaki, kalp, damar, şeker ve son olarak şimdi bir de uçkur problemleri yaşayan babamın marifetlerinin faturasını bizzat ödeyecek değildim.

Tüm hayatımı gece yarısı telefonlarından korkarak geçirdim. Nedendir bilmem ama hep ebeveynimin, en azından ikisinden birinin acı haberini böyle zamansız bir komünikasyon faciasıyla alacağıma dair paranoyakça bir his besledim.

Fakat madem babacığım yatağında saygın bir biçimde ölmek yerine başkasının yatağında fındık kırmak suretiyle bir gece yarist telefonuna sebep olmayı becerdi, ben de kendisine ona göre muamele ederim. Annemin Zeus’a rahmet okutacak şimşeklerini üstümden uzaklaştırıp derhal asıl muhatabına, babama çevirdim.

“İnanamıyorum anne, sana bunu nasıl yapar? Nasıl bir adam bu?”

Böylece annem düğmesine basılmış oyuncak gibi, ortaya saçmak için can attığı Saçını Süpürge Etme Bildirgesi’nin basamaklarını sıralamaya başladı.

Annem, evimizin demir leydisi, yarım iş sevmez. Sağ olsun, hikayeyi ilk tanıştıkları günden aldı, eksiksiz biçimde günümüze kadar getirmeyi başardı. Ben de kırk iki yıllık evliliğinin yürek paralayan klimakslarını belki milyonuncu defa dinleme fırsatı buldum böylece.

Bu eserin bir de babam versiyonu vardır ki onu da çocukluğumdan bu yana en az bir o kadar dinlemişimdir. Raşomon anlatım tekniğine yakın bulduğum, anlatıcının perspektifiyle şekillenen hikâye geleneğinin nadide örneklerini temsil eden bu iki versiyon da az çok ezberimdedir. Az çok diyorum, çünkü eserin sanat tarihi açısından en büyük önemi Gaudi’nin bitmeyen kilisesi Sagrada Família misali her yıl ucuna yeni taşlar örülmesi. bu nedenle her dile gelişinde biraz daha değişmesidir. Anlatıcıların mübalağa, mütalaa, bilinç akışı ve çamur atma gibi kadim anlatım teknikleriyle zenginleştirerek, gerçek bir sanat eserine yaraşır şekilde ustaca yeniden yorumladığı hikâye, zamanın, ihtiyarlığın ve destek vermesi gereken aktüel bağlamların da etkisiyle, her anlatılışında biraz daha, biraz daha, biraz daha eğilip bükülse de, işte bu bizim hikâyemizdir neticede. Ama yanlış anlaşılmasın. Öyle saf, öyle temiz filan değildir. Olsa olsa, gençlik sarhoşluğuyla birbirine âşık olduğunu sanıp evlenen, sonra da azıcık bile benzeşmediklerini fark eden, fakat bu tahsil sürecine iki çocuk sıkıştırmayı becerdikleri için evliliklerini bitirmemenin bahanesi olarak her fırsatta onları ileri süren iki basiretsizin. emsallerine sık rastlanabilecek sıradan hikâyesidir.

“Burama kadar geldi artık. Bak öldürücem ben bu adamı!” “Anne adam yetmiş dört yaşında zaten. Boşanmayı dene istersen. Sonra bir ara nasılsa o kendi ölür.”

“Ne biçim konuşuyorsun sen baban hakkında! Koparırım senin o dilini!”

Annemi sakinleştirmek için attığım adım yine kırk iki yıllık evlilik dinamiklerine, aile müessesesinin kütleli kara deliklerine takılıyor. Kabahatler Kanunu’nun en birinci maddesiyle cezalandırılıyorum. Kırk katır mı kırk satır mı gibisinden pedagojik açıdan ince düşünülmüş seçenekler arasında ring seferi yapan annem, en nihayet kalemi kırıp dilime biber sürmeye karar veriyor. Zira Aile Birliği Bildirgesi’nin ilk ve en önemli kuralı göz göre göre çiğnendi. Ataya laf edildi. Şu saatten sonra dilimi eşekarısı soksa yeri. Yüz yüze olsaydık kuşkusuz o arıya bir terlik ve iki çimdik de eşlik ederdi.

Annem malum bildirgenin en yılmaz savunucularından biridir. Kocasını bir tek kendi gömebilir. Çocukken de böyle yapardı. Mesela o gün kafası mı kızdı, babam sofradan kalkar kalkmaz arkasından atıp tutmaya başlardı. Adamın bütün kirli çamaşırlarını ortaya döker, abimle benim tedirgin bakışlarımıza aldırmaksızın meseleyi. “Kendi kıçını yıkamayı bile beceremez bu, donunda bokla gezer. Ah ben neler çektim neler düzlemine sürüklemekte sakınca görmezdi. (Kendisinin gerçek bir pedagoji sevdalısı olduğunu söylemiştim değil mi?)

Sonra da abim ya da ben, çoğunlukla da annemin gözüne girmek maksadıyla, babamı herhangi bir konuda tenkide teşebbüs edecek olsak, terlikler havada uçuşurdu. Vay babaya kötü laf edilir mi? Biricik yuvamızın duvarlarında yazılı olmayan kural şuydu: Annem söylenecek, biz dinleyeceğiz, ancak ona hak verip kafa sallama görevimizi ifa ederken duyduklarımızdan…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye Roman (Yerli)
  • Kitap AdıBavula Sığmayan
  • Sayfa Sayısı232
  • YazarNermin Yıldırım
  • ISBN9786051924991
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviHep Kitap / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Unutma Beni Apartmanı ~ Nermin YıldırımUnutma Beni Apartmanı

    Unutma Beni Apartmanı

    Nermin Yıldırım

    Annesinin sesini ilk kez kırk üç yaşında, o da bir telefon konuşmasında duyan bir kadının hikâyesi bu. Yıllar sonra hiç beklenmedik bir zamanda ve...

  2. Rüyalar Anlatılmaz ~ Nermin YıldırımRüyalar Anlatılmaz

    Rüyalar Anlatılmaz

    Nermin Yıldırım

    Pilar, aniden ortadan kaybolan kocası Eyüp’ün başına kötü bir şey geldiğinden şüphelenmektedir. Çünkü kocasının habersiz ortadan kaybolması için bir sebep yoktur. Polisi arayan Pilar...

  3. Dokunmadan ~ Nermin YıldırımDokunmadan

    Dokunmadan

    Nermin Yıldırım

    Adalet, yirmi dokuz yaşında genç bir kadın. Hayata ve insanlara dokunmadan, ne mutlu ne mutsuz, öylesine yaşayıp gitmektedir. Ta ki doktoru, ölümcül bir hastalığa...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kurtlar Yolu “Gohor” ~ Aşkın GüngörKurtlar Yolu “Gohor”

    Kurtlar Yolu “Gohor”

    Aşkın Güngör

    “Çağdaş edebiyatımızın kazançlarından olan ‘Gohor’ serisi, biçim ve içerik olarak içinde yaşadığımız ‘uzam’ı da sorgulamaya açıyor.” Mavisel Yener, Cumhuriyet Kitap Kıyamet sonrası” diye nitelendirilebilecek karanlık...

  2. Anamı da Aldım Geldim ~ Muzaffer İzgüAnamı da Aldım Geldim

    Anamı da Aldım Geldim

    Muzaffer İzgü

    Kitaplarıyla milyonlarca okura ulaşan, adı edebiyat ve sinema ödülleriyle anılan ve ülkemizin en çok okunan yazarı MUZAFFER İZGÜ’nün parmakları yine Türkiye’nin nabzında. Muzaffer İzgü,...

  3. Nevbahar ~ Hıfzı TopuzNevbahar

    Nevbahar

    Hıfzı Topuz

    Üst üste birçok baskı yapan Meyyale romanının ardından ailenin sonraki kuşaklarını Nevbahar’da anlatan Hıfzı Topuz, bu kez Osmanlı’nın çöküşünden 1950’lere kadar uzanan bir panorama çiziyor. Savaşlar, sürgünler, evlilikler, aşklar ve bağımsızlık mücadelesinin gizli kahramanları...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur