Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bavul
Bavul

Bavul

Nuray Kaya

Kalbin de bir belleği vardır. Ne unutur, ne unutturur; er geç kusar içindekileri. Bir bavula kaç hayat sığar? Gitme vakti geldiğinde zamanı geri çevirmek…

Kalbin de bir belleği vardır. Ne unutur, ne unutturur; er geç kusar içindekileri.
Bir bavula kaç hayat sığar?
Gitme vakti geldiğinde zamanı geri çevirmek mümkün müdür?

Peki, biten aşklarınızı emanet edebileceğiniz bir yer var mıdır yeryüzünde?
Doğru zaman, doğru insan ve doğru aşk var mıdır sahiden?

Geçmişiyle geleceği arasında sıkışıp kalan Elif, hayatını yoluna koymak için bir yolculuğa çıkar. Geçmişi kendisiyle yüzleşmek, geleceği cevaplar bulmak için kapısında beklerken, tek isteği hayatının geri kalanı için doğru kararı verebilmektir.

Bavul sizi aşk, hüzün ve umut dolu bir yolculuğa çıkarmak için kapınızda bekliyor olacak.

“Kapı eşiklerini ekvator çizgisine benzetirim. Hangi tarafın kışa yakın durduğu değişebilir. Bazen yaşananların şiddeti de eşikteki mevsimi değiştirebiliyor. Eğer eşikten atlama vakti gelirse adım atacağı yeni eşik kadar geride bıraktığı mevsime de dikkat etmeli insan.”
“Giden kalandan her zaman daha şanslıdır. Gidenin söyleyecek cümleleri varken kalan suskunlaşır ve ne yazık ki gidenin hayatında yeni başlangıçlar, kalanın hayatındaysa mazi vardır.”

***********************

Elif, kendi hayatı için bu kadar da olmaz ki diye düşünene kadar, hikâyelerin sadece senaristlerin ya da yazarların hayal gücünün ürünü olduğunu sanırdı. Beyaz perdeye aktarılan sahnelerin yahut satış rekorları kıran kitapların gerçek yaşamdan izler taşıyacağına pek ihtimal vermezdi. Aslında kendi halinde bir kadındı. Hırsları hiçbir zaman gözünü kör etmemişti. Tek istediği mutlu, sakin ve huzurlu bir hayat sürmekti. Otuz dört yıllık yaşamında bilerek ve isteyerek kimseyi incittiğini hatırlamıyordu. Sağduyu sahibi biriydi. Gerçek bir dost, mükemmel bir âşık, iyi bir öğretmen ve hayırlı bir evlattı ama bazen mutlu olmak için bunlar yeterli olmayabiliyordu.

Ankara’nın ahşap evlerinden birinde başlayan hikâyesi onu şehri yarim dediği İstanbul’un koynuna sürüklediğinde bu kentte yaşayacaklarını daha önce başka birinden duysa asla inanmaz, olacaklara ihtimal vermezdi. Tıpkı en yakın arkadaşı Akel’le birlikte büyüdüğü başkentin kendine özgü mahallelerinden birinde yaşadıklarına aklının hâlâ yetmediği gibi.

Nereden nereye, diye düşünüyordu. Hayatın kendisini daha ne kadar savuracağını düşünürken aynaya yansıyan siluetine alaycı bir bakış attı. Bu sırada iç sesi Dora da hemen arkasın da belirdi. Aynı kadına ait iki ayrı siluet, iki farklı dünya gibi birbirine zıt özellikler taşıyordu. Dora’nın da Elif gibi aynı renkte uzun siyah saçları ve gözleri vardı. Vücut ölçüleri hatta o an üzerlerinde bulunan çizgili gömlek bile aynıydı. Onu sadece Elif görebiliyordu. Bir süre öylece bakıştılar. Elif, mantık yönü kuvvetli olan Dora’yla ne kadar çok kavga etti ğini düşünüyordu ve Dora uzun bir aradan sonra, bedenin de yaşadığı kadına karşı ilk kez bu kadar sert davranıyordu. Elif’in aynaya yansıyan görüntüsüne bakarak konuşuyordu. Onu acıtacak tüm sözleri biliyor, bunu ustaca hatta zaman zaman küstahça dile getiriyordu. Dora vurdukça Elif sarsılıyor; Elif sarsıldıkça her ikisi de daha çok içe kapanıyordu. Dora, nedense çok öfkeliydi ve dili zehir gibiydi. “Elif, koskocaman kadınsın! Seni ne zaman yaşına uygun bir davranış içinde göreceğim?” derken sitemkârdı. Elif ise yaşananların şaşkınlığı içindeydi. “Lütfen sus! Halimi görmüyor musun?” diyen sesi üzgündü ama bu Dora’nın umurunda değildi. “Hayır efendim susmuyorum! Yeter ya! Senin saçmalıklarının faturasını neden her seferinde ben ödemek zorun dayım?” dedi ve devam etti, “Elif sana söylüyorum, konuş benimle. Susmak gibi bir lükse sahip değilsin.”

Elif, ne kadar zamandır bu haldeydi bilmiyordu. Saatin kaç olduğu, vaktin gündüze mi, geceye mi yakın durduğu umurunda değildi. Bir bitişi yaşıyordu. Her seferinde bir öncekine göre daha yüksekten düşmeye alışık hali, bu kez gerçekten ölümcül bir düşüşün koynunda kalakalmıştı. İçin den Fuat, Yaman, Kerem isimlerini geçirirken üzgündü. Değer verdiği hiçbir adamın hayatına ait olamadığını düşündü. Köksüzdü o. Dora ise bu köksüzlük içinde sesine ses veren, onun inadına konuşan tek sesti.

Dora’nın, “Elif, her seferinde hayatını -yani hayatımızı- daha keşmekeş bir hale nasıl getirebiliyorsun; bunu nasıl başarıyorsun gerçekten merak ediyorum?” diyen sesi hayat belirtisiydi. Elif, Dora’nın iğneleyici dili ve aynaya yansıyan öfkeli hali karşısında daha fazla susamadı. Başını hemen arkasında duran iç sesine çevirerek, “Dora senin derdin ne? Başarıymış! Eğer hayatımı berbat hale getirmem bir başarıysa kusura bakma ama bunda benim kadar senin de payın var,” diye çıkıştı. Elif’in sözleriyle iş çığırından çıktı ve Dora, ipleri koparan kelimeleri sıralamaya başladı. İki eliyle Elif’i geriye doğru itti. “Yine başa dönüyoruz öyle mi? Yine suçlu benim!” dedi. Birkaç saniye bekledi, söyleyeceği cümleleri toparladı ve Elif’in gözlerinin içine bakarak devam etti. “Gel gitler yaşayan, ne istediğini bilmeyen sensin, suçlu benim öyle mi? Hiç kusura bakmayın Elif Hanım, varlığınız bile koca bir saçmalıkken faturayı yine bana yıkamayacaksınız.” Dora’nın sözleri kurşun yarası gibiydi. Özellikle son cümlesi Elif’i taşan bir nehrin içine atıvermiş gibiydi. Dora’nın söz lerini sayıklıyordu.

“Varlığın koca bir saçmalıkken… Varlığın koca bir saçmalıkken… Varlığım… Saçmalık…”

Bir nehre batıp çıkıyor gibiydi. Kalbinin ritmi bozulmuş, nefesi düzensizleşmişti. Aslında sadece yüzünü yıkıyordu. Avucuna öyle çok ve sık aralıkla su dolduruyordu ki kendi ni azgın bir nehirde boğuluyormuş gibi hissediyordu. Soğuk suyun, teniyle buluştuğu her yeni an , “Saçmalık! Varlığım koca bir saçmalık!” diye bağırıyordu. O bunları sayıklarken, Dora sadece olanları izliyordu. Başını kaldırıp yeniden aynaya baktığında kulağına gelen sesle irkildi.

“Elif, canım lütfen aç şu telefonu. Elif… Elif orada olduğunu biliyorum. Bir saate kadar yanındayım,” diyen tele sekreterdeki sese uzanacak durumda değildi. Onun yüzüne serptiğini zannettiği su aslında yatağını vıcık vıcık yapan teriydi. Uyur uyanık bir halde gördüğü rüyayı düşünüyordu. Dora da ortalarda yoktu. Zaten Elif’in de Dora’yla konuşacak, daha doğrusu onunla kavga edecek hali kalmamıştı. Bir insanın kalbiyle mantığı bu kadar mı zıt düşerdi! Kendisinden bir tane daha olmasına da dayanamıyordu. Ayrıca Dora’nın onu hiçbir özelliği ve amacı olmayan saçma sapan biri olarak görmesine de gerçekten çok kırılmıştı. Sahici bir paylaşımın olduğu hayatı kurmak için nasıl çabaladığını, yaşadığı ilişkilerde ne kadar özenli olduğunu bildiği halde niye böyle acımasız davranmıştı? Dora’yı karşısına bu denli sert bir tavırla diken şey ne olabilirdi? Üstelik geçmiş ilişkilerinde neler yaşadığını en çok o bilmiyor muydu? Ruhu karanlığa bürünürken yüzünü ay ışığına döndü, tekrar uykuya daldı.

Dora’da benzer duygular içindeydi. O da Elif’e ilk defa bu kadar acımasız davranmıştı. Onu ilk kez bu kadar incitmişti. Peki neden? Dora’sız Elif, Elif’siz Dora olmayacağına ve yaşananlar her ikisine de doğrudan etki edeceğine göre bu çatışma kime ne fayda sağlayabilirdi? Pişmandı. Gerçekten ileri gitmişti. Bu iniş çıkış gereksizdi ve sorunu daha karmaşık hale getirmekten başka bir işe de yaramıyordu.

Elif mutlu olmayı hak eden iyi kalpli birisiydi. Çatışmaları, kavgaları, kırgınlıklarına rağmen insanlardan nefret edemeyecek kadar sağduyu sahibiydi. Hatta hırsın, insanı kötü niyetli birine dönüştürebilme ihtimaline karşı yuvadaki miniklere hayata azimle sarılmayı öğretecek kadar hassas bir öğretmendi. Bunu Dora biliyordu.

Elif, yorgun ve umutsuz bir şekilde uyumaya çalışıyordu. Zihninin dağınıklığı yüzüne yansımıştı. Akan makyajı, gözyaşları sayesinde yüzünde kendine göre bir harita çizmiş, burası benim krallığım, demeye başlamıştı. Gözlerinden daha siyah olduğunu adeta haykıran o güzelim saçları ise Elif’teki çöküşü en iyi şekilde anlatıyordu. Bir manken ölçüsünde olmasa da ona yakın fiziğiyle örtüşen havalı saçları sönüp gitmişti. Yataktaki tedirgin uykusu, bir aşkın bedenden gittiğinde geriye nasıl bir enkaz bıraktığının kanıtıydı. Dora ürkmüştü. O, Elif’in önceki ayrılıklarının da tanığıydı ama bu farklıydı. Aşkın sadece bedenden gidişine ilk kez şahit oluyordu. Demek ki bu ayrılığı diğerlerinden farklı kılan buydu. Öncekiler gibi ruh ve bedenin aynı oranda yok olmadığı bir durum söz konusuydu. Evet, Elif’in aşksız bedeni enkaza dönüşmüştü ama Dora hem bedeni yeniden aşkla donatmak, hem de aşkı ruhta özgür kılmak için çabalamaya kararlıydı. Belki de ikisini karşı karşıya getiren buydu çünkü Elif’in anahtarı Dora’daydı ve Dora, Elif’in mantığına en çok yatan adamı kaybetmesine izin vermeyecek, bu duruma seyirci kalmayacaktı. Kerem’in hayatlarından çıkıp gitmesine müsaade etmeyecekti. Onun Elif’e duyduğu öfkenin temelinde de bu ilişki yatıyordu. Dora, oturduğu sandalyenin karşısındaki yatakta boylu boyunca uzanan kadını izlerken Elif bir kez daha irkildi. Bu ne gürültüydü böyle? Savaş mı çıkmıştı? Hem telefon, hem kapı zili aynı anda birbirinden kötü ve farklı melodilerle çalıyordu. Eğer duruma hemen müdahale etmezse gecenin bu vaktinde komşular tepesine dikilebilir, darmadağın halini görebilir ve en kötüsü de kendisine acıyabilirlerdi. Hayır, buna izin vermeyecekti. Kimsenin haddine değildi ona acımak. Hem onlara neydi ki âşıktı işte. O tüm duyguları, hakkıyla yaşacak kadar aşkta cesur bir kadındı. Bir eliyle zile basıp öbür eliyle kapıyı yumruklayan da Akel’den başkası değildi. Kaygıyla, “Elif canım, aç kapıyı. Telefonu da açmıyorsun. Bana gece gece çilingirci aratma. Hadi hayatım,” diye sesleniyordu. Demek bunca gürültü patırtının sebebi oydu. Elif’in öbür yarım dediği, can dostu yine en zor anında ona kapının eşiği kadar yakındı. Saatlerdir kendini gömdüğü yataktan bir anda fırladı. Kapı aralığından sızan ışığa odaklanarak karanlık koridordan geçti. Anahtarı çevirdiğinde zil sustu, telefon ses sizliğe büründü. Kapı açıldı, koridor aydınlandı. Evet, gelen Akel’di. Bunca saattir onu merak eden tek kişi karşısındaydı. Elif, öylece duruyordu. Sadece ona bakıyor ama ne ileri ne geri adım atabiliyordu. Bir eli, duvardan destek alarak bede nini ayakta tutmaya çalışırken, diğer eli güç bela kalkıyordu. Güçlükle, “Akel, sarıl bana, öyle bir sarıl ki tüm yaralarım iyileşsin,” dedi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıBavul
  • Sayfa Sayısı2011
  • YazarNuray Kaya
  • ISBN9944824538
  • Boyutlar, Kapak13,5×21,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviSepya / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur ~ Faruk DumanVe Bir Pars, Hüzünle Kaybolur

    Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur

    Faruk Duman

    “Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur” masalların ve geleneksel anlatıların izini süren ve doğadaki senfoniyi aktararak özgün bir anlatı dili geliştiren Faruk Duman romancılığında önemli...

  2. Arafta Yedi Gece ~ Cihan ÇetinkayaArafta Yedi Gece

    Arafta Yedi Gece

    Cihan Çetinkaya

    Kaygı yarın ve esaret de dün demek; her ikisi de ölerek kavuştular hürriyete nihayet. Lakin yarım kaldı sevda, yarım kaldı aşk; dünyada her ne...

  3. Canistan ~ Yusuf AtılganCanistan

    Canistan

    Yusuf Atılgan

    Yusuf Atılgan’ın tamamlamadan bıraktığı üçüncü romanı Canistan, ölümünden çok sonra, ilk kez 2000 yılında yayımlandı. Romanın coğrafyası yine Manisa; ama bu kez dönem farklı. Anadolu’nun işgal edildiği, direniş çetelerinin kurulduğu yıllar, anasını bırakıp köylere, çiftliklere çalışmaya giden çalışkan, işbilir köylü çocuğu Selim…

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur