Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Goriot Baba
Goriot Baba

Goriot Baba

Honore de Balzac, Tahsin Yücel

Balzac’ın dehasının doruğundayken kaleme aldığı Goriot Baba, aşk, nefret, iktidar hırsı, sınırsız ihtiras gibi saplantılı duyguların romanıdır aslında. Yaşlı Goriot, Paris’te tutunmaya kararlı genç…

Balzac’ın dehasının doruğundayken kaleme aldığı Goriot Baba, aşk, nefret, iktidar hırsı, sınırsız ihtiras gibi saplantılı duyguların romanıdır aslında. Yaşlı Goriot, Paris’te tutunmaya kararlı genç Rastignac ve şeytani Vautrin’in hikâyesini anlatır. Bir babanın, kızları için bulunduğu özverilerin derin bir ıstıraba dönüşmesinin yanı sıra iktidar, güç, para ve umursamazlık sarmalının doğurduğu “burjuva trajedisi”ne odaklanır. Gerçekçilik akımının başyapıtı sayılan eser, büyük yükseliş ve düşüşlerin yanı sıra renkli karakterleriyle, Restorasyon dönemi Paris’inin toplumsal hayatına gerçekçi yaklaşımıyla ve Balzac’ın anlatım ustalığıyla dünya edebiyatının kült romanları arasında yer alır. Goriot Baba, Balzac’ın anıt yapıtı “İnsanlık Komedyası”nın ilk kitabıdır. Türkiye’den 20 çağdaş fotoğrafçı Can Klasikleri’nin bu özel dizisi için 20 kitabın kapak fotoğrafını özgün yorumlarıyla hazırladı.

­Sunuş

Bü­yük Fran­sız ro­man­cı­sı Ho­noré de Balzac’­ın ün­lü ya­pı­tı İn­san­lık Güldürüsü’­nün ol­duk­ça tu­haf bir yaz­gı­sı var­dır. Balzac bir­kaç ya­pı­tı­na, bir­kaç kah­ra­ma­nı­na, bir­kaç gö­rü­şü­ne gö­re yar­gı­la­nır ço­ğu kez, ya­pı­tı­nın bü­tün­cül özü­ne pek de uy­gun düş­me­yen özel­lik­ler­le ta­nım­la­nır; bu­nun ka­çı­nıl­maz so­nu­cu ola­rak, okur­la­rın bü­yük ço­ğun­lu­ğu, İn­san­lık Gül­dü­rü­sü adını ta­şı­yan bir anıt ­ya­pı­tın var­lı­ğı­nın bi­lin­ci­ne bi­le var­maz­lar. Ör­ne­ğin bi­zim ül­ke­miz­de, Bal­zac’­ın bü­yük ya­pı­tı­nın bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nun di­li­mi­ze çev­ril­miş ol­ma­sı­na kar­şın, İn­san­lık Gül­dü­rüsü’­nün bü­tün­lü­ğü göz önü­ne alın­ma­dı­ğın­dan, Bal­zac ve ya­pı­tı ko­nu­sun­da bil­gi­le­ri­miz ek­sik, yar­gı­la­rı­mız da­ya­nak­sız kal­mış­tır. Oy­sa Balzac’­ın en öz­gün, en önem­li yan­la­rın­dan bi­ri, olduk­ça kı­sa bir ya­şam sü­re­si­ne sığ­dır­dı­ğı, iri­li ufak­lı sek­sen se­kiz an­la­tı­yı ken­di­le­ri­ni aşan ve an­lam­lan­dı­ran bir bü­tü­nün, baş­ka bir de­yiş­le bir üstyapıtın ya­pı taş­la­rı ola­rak kur­muş ol­ma­sıdır. Ge­nel­lik­le ba­ğım­sız ya­pıt­lar ola­rak oku­nan bu an­la­tı­la­rın her bi­ri ay­nı za­man­da bü­tü­nün bi­rer par­ça­sı, üstyapıtın bi­rer bö­lü­mü­dür. Bu bö­lüm ya da par­ça­la­rın tü­mü, ev­ren­sel ta­rihin be­lir­li bir dö­ne­mi­ni, on do­ku­zun­cu yüz­yı­lın ilk ya­rı­sı­nı ve dün­ya­nın be­lir­li bir ül­ke­si­ni, Fransa’­yı kap­sa­yan ama ya­şan­mış ger­çek­le öz­deş­leş­mek­ten çok, onun bir tür ay­na­sı ni­te­li­ği­ni taşı­yan, ken­di ta­ri­hi, ken­di coğ­raf­ya­sı, ken­di “soy­lu­la­rı ve kenter­le­ri, es­naf­la­rı ve köy­lü­le­ri, po­li­ti­ka­cı­la­rı ve züppeleri”, da­ha da önem­li­si,“ken­di ya­sa­la­rı, ken­di fel­se­fe­si, ken­di bi­li­mi” bu­lunan, ala­bil­di­ği­ne öz­gün ve bü­tün­cül bir ro­man ev­re­ni oluş­tu­rur. Ken­di baş­la­rı­na de­ğil de bu bü­tün açı­sın­dan ele alın­dık­la­rı za­man, par­ça­lar hem bi­çim, hem içe­rik açı­sın­dan yep­ye­ni bir gö­rü­nüş ka­za­nır. Ör­ne­ğin Balzac’­ın ken­di­ne öz­gü bir bi­çe­mi bu­lun­ma­dı­ğı ya da olay­la­rın akı­şı­nı ke­se­rek ken­di ki­şi­sel görüş­le­ri­ni sı­ra­la­dı­ğı sa­vı, ke­sin­lik­le boş­luk­ta ka­lır. Söy­le­mek bi­le faz­la, ço­ğun­luk­la ay­rı ay­rı ya­yım­lan­dıkla­rı­na gö­re, İn­san­lık Güldürüsü’­nü oluş­tu­ran an­la­tı­la­rın her bi­ri ay­nı za­man­da ken­di ken­di­ne ye­ter­li, ba­ğım­sız bi­rer ya­pıt gö­rü­nü­mü su­nar. Ör­ne­ğin Eugénie Gran­det ya da Go­riot Baba her­han­gi bir ro­man gi­bi oku­na­bi­lir; Eugénie Gran­det ya da Go­riot Ba­ba’­yı oku­mak­la da Bal­zac’­ın ro­man­cı­lı­ğı ko­nu­sun­da bir yar­gı­ya, hem de olum­lu bir yar­gı­ya va­rı­la­bi­lir. Ne var ki, söy­le­di­ği­miz gi­bi, için­de yer al­dık­la­rı bü­tün ışı­ğın­da de­ğerlen­di­ril­dik­le­ri za­man, bu ya­pıt­la­rın yep­ye­ni bo­yut­lar ka­za­nacak­la­rı, Balzac’­ın bü­yük­lü­ğü­ne ye­ni ka­nıt­lar sağ­la­ya­cak­la­rı da kuş­ku gö­tür­mez. Bu göz­lem­ler, is­ter is­te­mez, bir­ta­kım so­ru­lar ge­ti­rir usumu­za: Bir bü­tün söz ko­nu­su ol­du­ğu­na gö­re, bu bü­tü­nün bi­rer par­ça­sı­nı oluş­tu­ran an­la­tı­la­rın be­lir­li bir dü­zen, be­lir­li bir sıra uya­rın­ca okun­ma­la­rı ge­rek­mez mi? Bu ya­pıt­la­rın be­lir­li bir dü­ze­ne, be­lir­li bir sı­ra­ya gö­re okun­ma­sı ge­re­ki­yor­sa Balzac’­ın ya­pıt­la­rı­nın, ör­ne­ğin eli­miz­de bu­lu­nan şu Go­riot Baba’­nın bağım­sız ola­rak ya­yım­lan­ma­sı bir çe­liş­ki de­ğil mi­dir? Yok­sa Goriot Baba’­nın ay­rı­ca­lık­lı bir du­ru­mu mu var­dır? He­men be­lirt­mek ge­re­kir ki Balzac’­ın yüz el­li do­lay­la­rı­na ulaş­tır­ma­yı ta­sar­la­yıp da an­cak sek­sen se­ki­zi­ni ya­za­bil­di­ği bu ya­pıt­la­rın okun­ma­sın­da bir sı­ra iz­le­mek ge­rek­mez; –bir baş­ka yer­de de söy­le­di­ği­miz gi­bi– an­la­tı­la­rın her bi­ri, bü­yük ya­pı­nın bi­rer ka­pı­sı­nı oluş­tu­rur bir ba­kı­ma; han­gi ka­pı­dan gi­rer­sek gire­lim, ken­di­mi­zi ya­pı­nın oda­ğın­da bu­lur, bu­ra­dan is­te­di­ği­miz bi­çim­de, is­te­di­ği­miz ye­ri­ne geçe­bi­li­riz. Hiç kuş­ku­suz, her ka­pı de­ğiş­tir­me­miz­de za­man için­de de yer de­ğiş­ti­ri­riz, bü­yük bir ola­sı­lık­la da “bir ya­şa­mın baş­lan­gı­cın­dan ön­ce ortasında”­bulu­ruz ken­di­mi­zi,“do­ğu­mun öy­kü­sün­den ön­ce ölü­mün öyküsü”­ çı­kar kar­şı­mı­za; ama Mic­hel Butor’­un söy­le­di­ği gi­bi, İn­san­lık Güldürüsü’nde “an­la­tı­lan olay­la­rın bü­tü­nü de­ğiş­mez ka­lır. Gir­di­ği­miz ka­pı han­gi­si olur­sa ol­sun, geç­miş olan hep ay­nı şeydir.”­Üs­te­lik, Bal­zac böy­le­si­nin da­ha do­ğal ol­du­ğu­nu, gerçek ya­şam­da da olay­la­rın öy­kü­sü­nün bi­ze bu bi­çim­de, dü­zen­siz ola­rak ulaş­tı­ğı­nı ke­sin­ler: “Hiç­bir şey tek par­ça de­ğil­dir bu dün­ya­da, her şey mo­zaik­tir. An­cak geç­miş za­ma­nın öy­kü­sü ta­rih sı­ra­sıy­la an­la­tı­la­bi­lir, bu dü­zen yü­rü­yen şim­di­ki za­ma­na uygulanamaz.”­Bu ne­den­le, Bal­zac da­ha çok içe­ri­ğe da­ya­nan bir bö­lüm­le­me uy­gu­lar; ama, doğ­ru­su­nu söy­le­mek ge­re­kir­se bu bö­lüm­le­me de ol­duk­ça yü­zey­sel, ol­duk­ça say­ma­ca ka­lır. Ya­pı­tı­nın ge­re­ğin­ce an­la­şı­lıp de­ğer­len­di­ril­me­si için, şu ya da bu dü­ze­ne gö­re, ama tü­müy­le okun­ma­sı ilk ko­şul ola­rak ka­lır. İn­san­lık Güldürüsü’­nü oluş­tu­ran bir­bi­rin­den il­ginç an­latı­la­rın ço­ğu kez da­ğı­nık, ba­ğım­sız bir bi­çim­de ya­yımlan­ma­la­rına ge­lin­ce, yal­nız bi­zim ül­ke­miz­de de­ğil, Fran­sa da işin için­de ol­mak üze­re, her yan­da sür­dü­rü­len bir tu­tum. Bu­nun ne­deni­ni an­la­mak da zor de­ğil. Bir kez, her an­la­tı­nın ken­di ken­dine ye­ter­li gö­rün­me­si, –bü­tü­nün za­ra­rı­na bi­le ol­sa– böy­le bir tu­tu­mun sa­kın­ca­sı­nı azal­tı­yor; son­ra, he­le bu bü­yük ya­pı­tın Fran­sız­ca­’dan baş­ka bir dil­de ya­yımlan­ma­sı söz ko­nu­su olun­ca, bin­ler­ce say­fa­lık bu ro­man­lar ve öy­kü­ler top­la­mı­nı be­lir­li bir dü­zen için­de sun­mak, ya­yın­cı­la­ra için­den çı­kıl­ma­sı zor bir sorun ola­rak gö­rü­nü­yor, bu so­run­lar­la bo­ğuş­mak­tan­sa bü­tü­nün be­lir­li par­ça­la­rıy­la ye­ti­ni­li­yor. Ne olur­sa ol­sun, ge­rek ken­di ken­di­ne ye­ten bir ro­man, ge­rek­se İn­san­lık Güldürüsü’­nün bir par­ça­sı ola­rak, Go­riot Ba­­ ba’­nın Bal­zac an­la­tı­la­rı ara­sın­da ay­rı­ca­lık­lı bir yer tut­tu­ğu kuşku gö­tür­mez. İlk ba­kış­ta, bi­raz yü­zey­sel bir bi­çim­de, “Bal­zac romanı”­di­ye ad­lan­dı­rı­lan ör­nek­çe­ye uy­ma­sı bir ya­na, kur­gusuy­la, ko­nu­suy­la, ki­şi­le­riy­le, içer­di­ği dün­ya gö­rü­şüy­le, ger­çekten il­ginç bir ro­man­dır Go­riot Ba­ba; yal­nız­ca il­ginç ba­ba ti­piyle de­ğil, an­la­tım us­ta­lı­ğıy­la da, öte­ki kah­ra­man­la­rıy­la da bi­zi sü­rük­ler. Öte yan­dan, çok iyi bi­lin­di­ği gi­bi, Balzac’­ın ka­fa­sın­da İn­san­lık Güldürüsü’­nü oluş­tur­ma dü­şün­ce­si, Go­riot Baba’­yla bir­lik­te do­ğmuştur. Bu da, is­ter is­te­mez, Go­riot Baba’­yı bir odak-ya­pıt du­ru­mu­na ge­ti­rir: İn­san­lık Güldürüsü’­nün bir­li­ği­ni sağ­la­yan baş­lı­ca özel­lik­le­rin­den bi­ri, bu bü­yük ya­pı­tın sa­yı­la­rı üç bi­ne ula­şan ki­şi­le­ri­nin önem­li bir bö­lü­mü­nün bir­çok parça­da ye­ni­den kar­şı­mı­za çıkması­dır; bun­la­rın önem­li bir bö­lümü –ve ge­nel­lik­le en il­ginç­le­ri– de İn­san­lık Gül­dü­rü­sü’ne Goriot Baba’­dan da­ğı­lır: Ras­tig­nac, Bianc­hon, Vaut­rin, Gob­seck, Nucin­gen, Markiz de Trail­les, Madam de Beauséant, Madam de Lan­geais ve da­ha bir­çok­la­rı, baş­ka ya­pıt­lar­da, da­ha de­ği­şik olay­lar, da­ha de­ği­şik ko­şul­lar için­de, de­ği­şik yön­le­riy­le ta­nı­yaca­ğı­mız, ün­lü Bal­zac ki­şi­le­ri­dir. Bu özel­li­ği göz önü­ne alı­nın­ca İn­san­lık Güldü­rü­sü’nün eş­siz ev­re­ni­ne gir­mek için en el­ve­riş­li ka­pı­nın Go­riot Ba­ba oldu­ğu söy­le­ne­bi­lir.

TAHSİN YÜCEL

I
Sıradan bir pansiyon

Madam Vauquer yaş­lı bir ka­dın­dır, kız­lı­ğın­da “de Conf­lans” so­ya­dı­nı ta­şı­mış­tır, kırk yıl­dan be­ri Paris’­te Quar­tier Latin i­le Saint-Mar­ceau ara­sın­da, Neu­ve-Sainte-Ge­ne­viè­ve Sokağı’­nda kü­çük bir pan­si­yon iş­le­tir.“Vauquer Pansiyonu” adıy­la ta­nı­nan bu pan­si­yon, er­kek­le­re de, ka­dın­la­ra da, genç­le­re de, yaş­lı­la­ra da açık­tır ya bu say­gı­de­ğer ku­ru­mun tö­re­le­ri ko­nu­sun­da en ufak bir dedi­ko­du çık­ma­mış­tır. Ne var ki otuz yıl­dan be­ri genç bir kim­se­nin otur­du­ğu da ol­ma­mış­tır bu­ra­da; genç bir adamın böy­le bir yer­de otur­ma­sı için, ai­le­sin­den çok az bir pa­ra al­ma­sı ge­re­kir. Bu­nun­la bir­lik­te, 1819’­da, ya­ni bu dra­mın baş­la­dı­ğı sı­ra­da, za­val­lı bir kız­ca­ğız ka­lı­yor­du bura­da. “Dram”­di­yo­ruz. Ya­şa­dı­ğı­mız bu gö­zü yaş­lı ede­biyat ça­ğın­da, hem ya­lan yan­lış, hem de ge­re­ğin­den faz­la kul­la­nıl­ma­sı yü­zün­den, iyi­ce göz­den düş­müş olan bu sözü yine de kul­lan­mak ge­re­ki­yor bu­ra­da. Öy­kü­müz sözcü­ğün ger­çek an­la­mın­da “dramatik” ol­du­ğu için mi? Hayır. Ki­tap oku­nup bi­ti­ril­dik­ten son­ra, için için ya da açık açık bir­kaç dam­la göz­ya­şı dö­kül­me­si­ne yol açar bel­ki de on­dan. Paris’­in dı­şın­da an­la­şı­la­bi­le­cek mi bu ki­tap? Orası kuş­ku­lu. Göz­lem­ler­le, yer­sel renk­le do­lup ta­şan bu “sahnenin” özel­lik­le­ri an­cak Mont­mart­re ve Mont­rou­ge te­pe­cik­le­ri ara­sın­da, her an dö­kül­me­ye ha­zır al­çı ve sı­va yı­ğın­la­rın­dan, ka­ra ça­mur de­re­le­rin­den olu­şan bu ün­lü va­di için­de de­ğer­len­di­ri­le­bi­lir. Ger­çek acı­lar­la, ya­lan­cı se­vinç­ler­le do­lup ta­şan bir va­di­dir bu­ra­sı, öy­le kor­kunç bir çal­kan­tı için­de­dir ki, bu­ra­da şöy­le azı­cık sü­rek­li bir he­ye­can uya­na­bil­me­si için, göz­le­ri yu­va­la­rın­dan dı­şa­rı uğ­ra­ta­cak bir şey­ler ol­ma­sı ge­re­kir. Bu­nun­la bir­lik­te, şura­da bu­ra­da rast­la­nan ki­mi acı­lar, kö­tü eği­lim­ler­le erdem­le­rin yı­ğı­lı­mı yü­zün­den öy­le bü­yük, öy­le çar­pı­cı bir ni­te­li­ğe bü­rü­nür ki ben­cil­lik­ler, çı­kar­lar du­ru­ve­rir, acı­ma du­yar in­san, ama edi­ni­len iz­le­nim ça­bu­cak ye­ni­lip bi­ti­rilen, lez­zet­li bir mey­ve­dir. Ne var ki, uy­gar­lık ara­ba­sı, tıpkı “Tanrı Jagannatha’nın ara­ba­sı” gi­bi, öte­ki­ler ka­dar kolay ezil­me­ye­rek te­ker­lek­le­ri­nin dön­me­si­ni en­gel­le­yen bir yü­re­ğe rast­la­dı mı he­men par­ça­la­yı­ve­rir onu, şan­lı yü­rü­yü­şü­nü sür­dü­rür.1 Siz, bu ki­ta­bı apak el­le­rin­de tutan­lar, “Bel­ki bi­raz eğ­len­di­rir beni,”­di­ye­rek yu­mu­şa­cık kol­tuk­la­rı­na gö­mü­len­ler, siz de böy­le ya­pa­cak­sı­nız iş­te. Go­riot Baba’­nın ses­siz mut­suz­luk­la­rı­nı oku­duk­tan son­­ ra, duy­gu­suz­lu­ğu­nu­zu ya­za­rın sır­tı­na yük­le­ye­rek onu abart­ma­cı­lık­la dam­ga­la­yıp şii­re kaç­mak­la suç­la­ya­cak, ye­me­ği­ni­zi iş­tah­la yi­ye­cek­si­niz. Ha­yır, ha­yır! Şu­nu bi­lin ki bu dram ne bir düş ürü­nü, ne de bir ro­man­dır. All is true,2 bu dram öy­le­si­ne ger­çek ki öğe­le­ri­ni her­kes ken­di evin­de, bel­ki de ken­di yü­re­ğin­de bu­la­bi­lir.

Bu gös­te­riş­siz pan­si­yo­nun iş­le­til­di­ği ya­pı Madam Vauquer’­in ken­di ma­lı­dır. Neu­ve-Sain­te-Ge­ne­viè­ve Soka­ğı’­nın alt ya­nın­da, top­rak yü­ze­yi­nin Ar­ba­lè­te So­ka­ğı’­ na doğ­ru al­çal­dı­ğı yer­de­dir. Bu al­çal­ma öy­le bir­den­bi­re, öy­le sert bir bi­çim­de baş­lar ki at­lar bu­ra­dan en­der ola­rak çı­kıp iner­ler. Bu du­rum bu­ra­sı­nı sa­rı renk­le­re bu­la­yıp her şe­yi kub­be­le­rin­den yan­sı­yan, so­murt­kan renk­ler­le ka­rar­ta­rak ha­va ko­şul­la­rı­nı de­ğiş­ti­ren iki anıt, ya­ni Valde-Grâce ile Panthéon ara­sın­da sı­kış­mış olan bu so­kaklar­da kol ge­zen ses­siz­lik için el­ve­riş­li­dir. Kal­dı­rım­lar kuru­dur bu­ra­da, de­re­ler­de ne ça­mur, ne su var­dır, du­var dip­le­rin­de ot­lar yük­se­lir. Bu­ra­da en kay­gı­sız in­san bi­le ra­hat­sız, ge­lip ge­çen­ler hü­zün­lü, ev­ler kas­vet­li mi kasvet­li­dir, yük­sek du­var­lar ha­pis­ha­ne ko­kar, bir ara­ba se­si bir olay olur.Yo­lu­nu şa­şı­rıp da bu­ra­ya düş­müş bir Pa­ris­li kü­çük pan­si­yon­lar ya da okul­lar, düş­kün­lük­ler ya da sıkın­tı­lar gö­rür yal­nız­ca, can çe­ki­şen yaş­lı­lı­ğı, ça­lış­mak zorun­da bu­lu­nan, tut­sak edil­miş, şen genç­li­ği gö­rür. Paris’ ­in hiç­bir sem­ti böy­le­si­ne ür­kü­tü­cü, hat­ta, çe­kin­me­den söy­le­ye­lim, böy­le­si­ne bi­lin­me­dik bir yer de­ğil­dir. Özellik­le Neu­ve-Sain­te-Ge­ne­viè­ve So­ka­ğı, tunç­tan bir çer­çeve, bu an­la­tı­ya uy­gun dü­şen tek çer­çe­ve­dir. Dü­şün­ce­yi böy­le bir an­la­tı­ya ha­zır­la­mak için ne ka­dar ko­yu renk, ne ka­dar ka­ran­lık gö­rüş kul­la­nıl­sa az­dır; yol­cu catacombe’ ­lara1 iner­ken ışık ba­sa­mak ba­sa­mak aza­lır, kı­la­vu­zun şarkı­sı za­yıf­lar ya, tıp­kı öy­le. Kar­şı­laş­tır­ma ye­rin­de­dir. Kuru­muş yü­rek­ler gör­mek mi da­ha ür­kü­tü­cü­dür, bo­şal­mış ka­fa­tas­la­rı gör­mek mi, kim ka­rar ve­re­bi­lir?

Vauquer Pansiyonu’­nun ön bö­lü­mü bir kü­çük bah­­ çe­ye ba­kar; böy­le­lik­le Neu­ve-Sain­te-Ge­ne­viè­ve So­ka­ğı’ ­yla dik bir açı oluş­tu­rur, bu­ra­da de­rin­le­me­si­ne ke­sil­miş gö­rü­nür. Ön du­var bo­yun­ca, ev ile bah­çe ara­sın­da, bir ku­laç ge­niş­li­ğin­de, ka­ba çakıltaş­la­rı dö­şe­li, çu­kur bir yer, onun önün­de ise, ak­lı, ma­vi­li, bü­yük çi­ni sak­sı­la­ra di­kilmiş sar­dun­ya­lar­la, zak­kum ve nar ağaç­la­rıy­la çev­ri­li, in­ce ve kum­luk bir yol var­dır. Üze­rin­de,şöyle bir yazı bulunan bir levhanın olduğu bü­yük bir ka­pı­dan gi­ri­lir bu yo­la:

VAUQUER PANSİYON
Her iki cinsten ve öbür insanlar için

Gün­düz­le­ri, cırt­lak çın­gı­rak­lı, ka­fes par­mak­lık­lı bir ka­pı­dan ba­kı­lın­ca so­ka­ğın kar­şı­sı­na dü­şen du­var­da, semtin bir res­sa­mın­ca ye­şil mer­mer bi­çi­min­de bo­yan­mış bir ke­mer gö­rü­nür. Bu res­min can­lan­dır­dı­ğı gi­rin­ti­nin al­tında, bir Eros hey­ke­li yük­se­lir. Sim­ge me­rak­lı­la­rı, bu heyke­lin pul pul ol­muş ci­la­sı­na ba­kın­ca ora­dan bir­kaç adım öte­de der­di­ne ça­re bu­lu­nan bir Pa­ris aş­kı­nın bir söy­le­nini bu­lur­lar bel­ki bun­da.1 Oturt­ma­lı­ğın al­tın­da­ki şu ya­rı ya­rı­ya si­lin­miş ya­zıt, 1777 yı­lın­da Paris’­e dön­müş olan Voltaire’­e gös­te­ri­len coş­ku­lu bağ­lı­lık ne­de­niy­le ya­pıl­mış ol­du­ğu za­ma­nı anım­sa­tır.

“Kim olur­san ol, iş­te efen­din:
es­ki, şim­di­ki ya da ge­le­cek­te­ki.”

Ka­ran­lık çö­ker­ken, par­mak­lık­lı ka­pı­nın ye­ri­ni tam bir ka­pı alır. Ge­niş­li­ği ön du­va­rın uzun­lu­ğu­na eşit olan kü­çük bah­çe, so­kak du­va­rı ile kom­şu evin or­tak du­va­rı ara­sın­da ka­lır, sar­ma­şık­lar­dan oluş­muş bir ör­tü sar­kar, onu bü­tü­nüy­le sak­lar, ge­lip ge­çen­le­rin ba­kış­la­rı­nı Paris’ ­in ol­duk­ça il­ginç bir gö­rü­nü­mü­ne çe­ker. Bu du­var­la­rın her bi­ri, cı­lız ve toz­lu ürün­le­ri Madam Vauquer için her yıl bir kor­ku ve pan­si­yo­ner­le­riy­le bir ko­nuş­ma ko­nu­su olan, di­zi di­zi mey­ve ağaç­la­rı ve as­ma­lar­la ör­tü­lü­dür. Her du­var bo­yun­ca, şöy­le böy­le yet­miş iki ayak uzun­luğun­da, da­ra­cık bir ağaç­lık­lı yol var­dır, sık ıh­la­mur ağaçla­rıy­la son bu­lur. Madam Vauquer, kız­lı­ğın­da “de Conflans” gi­bi bir soy­lu ad ta­şı­mış ol­mak­la bir­lik­te, müş­te­rile­ri­nin dil­bil­gi­sel uya­rı­la­rı­na da al­dır­ma­dan, inat­la ık­lamur der bun­la­ra. İki yan yol ara­sın­da, öre­ke bi­çi­min­de bu­dan­mış mey­ve ağaç­la­rı, ku­zu­ku­la­ğı, ma­rul ve may­danoz­lar­la çev­ri­li bir en­gi­nar ev­le­ği bu­lu­nur. Ih­la­mur ağaç­la­rı­nın al­tın­da, çev­re­si­ne is­kem­le­ler di­zil­miş, ye­şil bo­ya­lı bir yu­var­lak ma­sa du­rur. Ya­zın en sı­cak gün­le­rinde, kah­ve iç­mek için ke­se­nin ağ­zı­nı aça­bi­le­cek öl­çü­de pa­ra­lı müş­te­ri­ler, bu­ra­da, yu­mur­ta­dan civ­civ çı­kar­ta­bile­cek sı­caklıktaki ha­va­da kah­ve­le­ri­nin ta­dı­nı çı­ka­rır­lar. Üç kat yük­se­len, yu­ka­rı­sın­da da ça­tı oda­la­rı bu­lu­nan ön bö­lüm, mo­loz taş­lar­la örül­müş, Paris’­in bü­tün ev­le­ri­ne iğ­renç bir ni­te­lik ve­ren şu sa­rı renk­le ba­da­na edil­miş­tir. Her kat­ta be­şer pen­ce­re var­dır, bun­lar da ufak cam­la­ra bö­lün­müş­tür, hiç­bi­ri ay­nı bi­çim­de açıl­ma­mış ol­du­ğundan, pan­jur­la­rı bir­bi­ri­ne yan ba­kar. Evin yan­la­rın­da ikişer pen­ce­re var­dır, alt kat­ta­ki­ler de­mir par­mak­lık­lar­la süs­lü­dür. Ya­pı­nın ar­ka­sın­da aşa­ğı yu­ka­rı yir­mi ayak geniş­li­ğin­de bir av­lu bu­lu­nur; do­muz­lar, ta­vuk­lar, tav­şanlar kar­deş kar­deş ge­çi­nir­ler bu­ra­da, dip­te de odun­luk ola­rak kul­la­nı­lan bir sun­dur­ma yük­se­lir. Bu sun­dur­ma ile mut­fak pen­ce­re­si ara­sın­da, üze­ri­ne tek­ne­nin bu­la­şık su­la­rı dö­kü­len yi­ye­cek do­la­bı du­rur. Bu av­lu­dan da dara­cık bir ka­pı açı­lır Neu­ve-Sain­te-Ge­ne­viè­ve Sokağı’­na; aş­çı ka­dın, or­ta­lı­ğı has­ta­lık sa­rar kor­ku­suy­la, bu batakhaneyi bol suy­la yı­ka­ya­rak çöp­le­ri bu­ra­dan dı­şa­rı koyuve­rir.

Do­ğal ola­rak pan­si­yon iş­let­me­si­ne ay­rı­lan alt kat, so­ka­ğa ba­kan iki pen­ce­rey­le ay­dın­la­nan ve cam­lı bir kapı­dan gi­ri­len bir ilk oday­la baş­lar. Bu sa­lon, ba­sa­mak­la­rı bo­ya­nıp par­la­tıl­mış taş ve tah­ta­lar­dan olu­şan bir mer­dive­nin sa­han­lı­ğıy­la mut­fak­tan ay­rı­lan ye­mek oda­sı­na açılır. Bir­bi­ri­ni iz­le­yen do­nuk ve par­lak çiz­gi­li, kıl ku­maşlar­la kap­lan­mış kol­tuk ve is­kem­le­ler­le dö­şen­miş olan bu sa­lon ka­dar hü­zün ve­ri­ci bir şey yok­tur. Or­ta­da Sain­te-An­ne mer­me­rin­den bir yu­var­lak ma­sa du­rur, onun üstün­de de bu­gün her yan­da rast­la­nan, ak por­se­len­den bir çay ta­kı­mı var­dır, yal­dız­lı çiz­gi­le­ri ya­rı ya­rı­ya si­lin­miş­tir. Dö­şe­me­si ol­duk­ça bo­zul­muş olan bu oda­nın du­var­la­rı dir­sek yük­sek­li­ği­ne ka­dar tah­tay­la kap­lan­mış­tır. Du­varla­rın ge­ri ya­nı­nı da Telemakhos’­un1 baş­lı­ca sah­ne­le­ri­ni can­lan­dı­ran, bil­dik ki­şi­le­ri renk­li ola­rak su­nu­lan, par­lak bir du­var kâğı­dı ör­ter. Ka­fes­li pen­ce­re­ler ara­sın­da­ki çerçe­ve, Kalypso’­nun Odys­se­us’un oğ­lu­na ver­di­ği şö­le­nin tab­lo­su­nu su­nar pan­si­yo­ner­le­re… Bu re­sim, tam kırk yıldan be­ri, genç pan­si­yo­ner­le­rin şa­ka­la­rı­na yol açar: Yokluk yü­zün­den ye­mek zo­run­da kal­dık­la­rı ak­şam ye­meğiy­le alay et­tik­çe du­rum­la­rı­nın üs­tün­de bu­lun­duk­la­rı­nı sa­nır­lar. Hep te­miz olan oca­ğı an­cak önem­li gün­ler­de ateş ya­kıl­dı­ğı­nı gös­te­ren taş şö­mi­ne, ka­fes için­de, yıp­ranmış, yap­ma çi­çek­ler­le do­lu olan iki va­zoyla süs­lü­dür; ma­vim­si mer­mer­den, zevk­siz­lik ör­ne­ği bir du­var saa­ti de bun­la­ra eş­lik eder. Bu ilk oda­dan, dil­de bir kar­şı­lı­ğı bu­lun­ma­yan, ama “pan­si­yon ko­ku­su” di­ye ad­lan­dı­rıl­ması ge­re­ken bir ko­ku ya­yı­lır. Ka­pa­lı­lık, küf­len­miş­lik, acılaş­mış­lık ko­kar; üşü­tür ada­mı, bu­ru­na nem­li ge­lir, giy­sile­re iş­ler; ye­mek ko­ku­la­rı sin­miş­tir her ya­nı­na; pis pis mut­fak ko­kar, düş­kün­ler yur­du ko­kar. Genç, yaş­lı, her pan­si­yo­ne­rin nez­le­li ha­va­sın­dan bu­ra­ya ka­tı­lan mi­de bu­lan­dı­rı­cı te­mel öğe­le­ri ölç­mek için bir yol bu­lun­say­dı, bu oda bel­ki o za­man be­tim­le­ne­bi­lir­di. Ama bu dümdüz çir­kin­lik­le­re bak­ma­yın siz, bu sa­lo­nu bi­ti­şi­ğin­de­ki ye­mek oda­sıy­la kar­şı­laş­tı­rır­sa­nız, onu yük­sek çev­re­den bir ka­dı­nın oda­sı ka­dar zevk­li ve hoş ko­ku­lu bu­lur­sunuz. Baş­tan ba­şa tah­ta kap­la­ma­lı olan bu oda, bir zaman­lar tek bir ren­ge bo­yan­mış­ken, bu­gün be­lir­siz bir renk al­mış, üze­ri­ni ör­ten kir ta­ba­ka­la­rı tu­haf desenler çiz­miş­tir. İki ya­nın­da ya­pış­kan bü­fe­ler, bun­la­rın üze­rinde de ke­nar­la­rı diş diş, do­nuk sü­ra­hi­ler, ma­den pe­çe­te bilezikleri,Tour­nai por­se­lenin­den ma­vi ke­nar­lı ta­bak yığın­la­rı var­dır. Bir kö­şe­de göz göz bir ku­tu, nu­ma­ra­lı gözler­de de her pan­si­yo­ne­rin ye­mek ya da şa­rap le­ke­le­ri­ne bat­mış pe­çe­te­le­ri du­rur. Şu kı­rı­lıp bo­zul­mak bil­me­yen, her yan­dan atıl­mış olan Incu­rables’daki1 uy­gar­lık ka­lın­tıla­rı gi­bi eş­ya­lar gö­rür­sü­nüz bu­ra­da. Ör­ne­ğin yağ­mur yağın­ca için­den bir Fran­sis­ken pa­pa­zı çı­kan bir ba­ro­met­re, hep­si de yal­dız çiz­gi­li, ka­ra ve ci­la­lı tah­ta çer­çe­ve­li, insan­da iş­tah bı­rak­ma­yan, tik­sin­di­ri­ci gra­vür­le­ri; ba­kır kak­ma­lı, ba­ğa­dan bir saat çer­çe­ve­si; ye­şil bir so­ba, toz­ları ile yağ­la­rı bir­bi­ri­ne ka­rış­mış Ar­gand gaz lam­ba­la­rı, yemek­ten ye­me­ğe ge­len, şa­ka­cı bir müş­te­ri­nin par­ma­ğı­nı siv­ri bir ka­ma gi­bi kul­la­na­rak üze­ri­ne adı­nı yaz­ma­sı­na el­ve­re­cek de­re­ce­de kir­li bir mu­şam­bay­la kap­lı bir uzun ma­sa, to­pal is­kem­le­ler, hiç­bir za­man kay­bol­ma­yıp açılan, yü­rek­yarası ha­sır pas­pas­lar, son­ra de­lik­le­ri kı­rıl­mış, men­te­şe­le­ri sö­kül­müş, tah­ta­la­rı kö­mür­leş­miş, za­val­lı ayak tan­dır­la­rı. Bu eş­ya­la­rın ne ka­dar es­ki, ne ka­dar çatlak, çü­rük, tit­rek, eri­miş, kol­suz, kör, sa­kat ve can çe­ki­şir du­rum­da bu­lun­du­ğu­nu açık­la­mak için, ace­le­ci in­san­ların ba­ğış­la­ma­ya­cak­la­rı ve öy­kü­ye du­yu­lan il­gi­yi azal­tacak be­tim­le­me­le­re gi­riş­mek ge­re­kir­di. Kır­mı­zı dö­şe­me taş­la­rı ov­ma ya da bo­ya­ma so­nu­cu oluş­muş va­di­ler­le dolu­dur. Kı­sa­ca­sı, şiir­siz bir yok­sul­luk ege­men­dir bu­ra­da; çir­kef de­ğil, le­ke­ler­le, de­lik­ler­le, pa­çav­ra­lar­la de­ğil, sa­çak sa­çak bir çü­rü­müş­lük­le be­lir­le­nen, tu­tum­lu, özen­li, lif lif ol­muş bir yok­sul­luk.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıGoriot Baba
  • Sayfa Sayısı304
  • YazarHonore de Balzac
  • ÇevirmenTahsin Yücel
  • ISBN9789750738197
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Otuzunda Kadın ~ Honore de BalzacOtuzunda Kadın

    Otuzunda Kadın

    Honore de Balzac

    İLK YANLIŞLIKLAR 1813 yılının nisan ayı başlarıydı. Paris’in semaları bulutsuz, kaldırımları çamursuzdu. Paris’te böyle güzel görüntüler, ender de olsa görünürdü. Saatler öğleden öncesini gösteriyordu....

  2. İki Yeni Gelinin Anıları ~ Honore de Balzacİki Yeni Gelinin Anıları

    İki Yeni Gelinin Anıları

    Honore de Balzac

    Balzac’ın mektup-roman tarzında kaleme aldığı yapıt, dostlukları okul yıllarına dayanan iki yakın arkadaş Louise ve Renée’nin farklı şehirlerdeki ailelerinin yanına dönmelerinin ardından birbirlerine yazdıkları...

  3. Vadideki Zambak ~ Honore De BalzacVadideki Zambak

    Vadideki Zambak

    Honore De Balzac

    Balzac, Vadideki Zambak romanını 1835 yılında, 36 yaşındayken, ölümünden on beş yıl önce kaleme almıştır. Ölümünden bir yıl önce eşi Hanska’ya yazdığı bir mektupta,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kısa Kes ~ Leigh RussellKısa Kes

    Kısa Kes

    Leigh Russell

    Masumiyetini yitirmiş bir adam, vahşi cinayetler işleyen bir katil… Kimliğini saklayabilen usta bir oyuncu ve her an, her yerde sizinle birlikte. Gölgeler içinde kaybolmuş...

  2. Hayal Avcısı ~ Laura KinsaleHayal Avcısı

    Hayal Avcısı

    Laura Kinsale

    Çölün, savaşın, kilometrelerin ve hatta ölümün bile engel olamadığı bir aşk… Korkusuz tavırları ve inatçı yalnızlığıyla Lord Winter, kalbindeki tutkuları iyi gizleyen bir gezgindir....

  3. İçinde Aşk Saklı ~ Judith McNaughtİçinde Aşk Saklı

    İçinde Aşk Saklı

    Judith McNaught

    Whitney’in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney’in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur