“Benim portre yazarlığıma her defasında bir açılıp kapanma, daralıp genişleme hareketinin ritmi eşlik eder. Bu ritmi arar, mütemadiyen hissetmeye çalışırım yazarken. Portresini çıkaracağım insana ritim tutarak bakarım. Sempati, antipati ve en iyisi empatinin de ritmi bu olmalı.”
Ahmet Tulgar’dan, “şahsiyat”la değil, toplumsal ruh halimizle uğraşan portreler. Kaygıların, öfkelerin, hayal kırıklıklarının, utançların, kederlerin, beri yandan hayranlıkların, sevinçlerin, tesellilerin, dert ortaklıklarının portreleri. Memleketin bir meşrepler haritası. Huylarımızın aynaları. Başlı başına, edebî zevkle okunacak denemeler.
İÇİNDEKİLER
Giriş: Bakışın Ritmi……………………………………………………………………………………………………9
Yılbaşı Dansözü – Cuntanın İletişim Uğrağı:
Nesrin Topkapı…………………………………………………………………………………………………………… 13
Diyetisyenin Antibilimsel Anlatısı…………………………………………………………… 17
Tabaklanmış Haz ve Şiddet…………………………………………………………………………… 21
Ahiretbilim Olarak Sosyal Medya……………………………………………………………. 27
Şokopop’un Politikleşen Magazin Gıybetleri………………………………. 31
TÜSİAD’ın Burnu……………………………………………………………………………………………………. 37
Güler Sabancı’nın Pandomim Dansı…………………………………………………….. 41
Çaresiz Müteahhitin Estetikle Kavgası: Ali Ağaoğlu………….. 45
Oyunla ya da Hayatla Oynayan Adam: Acun Ilıcalı………………. 51
Hep İstemeye İstemeye: Aydın Doğan………………………………………………. 57
Mitolojik Servetin Dünyevi Hobisi: Ali Koç………………………………….. 63
Sisteki Silüet: Aziz Yıldırım………………………………………………………………………….. 67
Bir Futbol Ütopisti: Aykut Kocaman…………………………………………………… 73
Şenol Güneş’in Fiziki Haritası…………………………………………………………………….. 81
Eski Futbolcu Olarak Milletvekili Portresi:
Alpay Özalan…………………………………………………………………………………………………………………. 85
Boşnak Mavisi: Saffet Susiç………………………………………………………………………… 89
Hükümetin İktidar Bankası,
Siyasetin Damga Pulu: Devlet Bahçeli………………………………………………. 91
Akordeon İçin Bir Siyasi Bolero: Ahmet Davutoğlu…………….. 95
Bir Siyasi Relansman Kampanyası: Ali Babacan……………………… 99
Kendini Fizikle Ölçen Siyasetçi: Bülent Arınç…………………………103
Binali Yıldırım’ın Yaygısı……………………………………………………………………………….107
Kılıçdaroğlu’nun Dijital Sessizlikleri…………………………………………………111
Fizikçi ve Akrobat: Muharrem İnce……………………………………………………115
Ekrem İmamoğlu Estetiği…………………………………………………………………………….119
Güzelliği Anlamanın Bir Yolu: Yılmaz Güney…………………………….123
Teslim Töre: Mitolojik Kahramanın
Dünyevi Ahlâkı…………………………………………………………………………………………………………127
Şiirsel Biyolojik Hüzün: Can Yücel………………………………………………………131
Dünyayla Sevişmiş Bir Çocuk: Ali İsmail………………………………………135
Siyasette Neşe Bulmak: Selahattin Demirtaş…………………………..139
Devran ve Yediveren İnziva…………………………………………………………………………143
Kimyanın Peşinde Bir Seri Katil Figürü: Vedat Milor……..149
Kurucu Şirret: Tuğrul Eryılmaz………………………………………………………………153
Etkin Titreme: Türkan Şoray…………………………………………………………………….157
Alpay ile Farklı Mevsimlerde: Alpay Nazikioğlu…………………….161
Kadir İnanır’ın Gülümsemesi…………………………………………………………………….167
Bir Simülasyon Olarak Yıldız Tilbe………………………………………………………173
Selda ile Üç Dönem: Selda Bağcan……………………………………………………..177
Piyanoya Eğilmek: Fazıl Say………………………………………………………………………181
Şarkı Yazarı Olarak Yazar: Bruce Springsteen………………………..185
Kevin Spacey’nin Gülümseyen Sırrı…………………………………………………..193
Ezhel, Şanışer ve Diğerlerinde Arzu Dil………………………………………….197
Krizin Fırsatı ya da Yurt İçi Egzotizmin Sınırları:
Özcan Deniz…………………………………………………………………………………………………………………201
Ricat ve Miskinliğin Arabeski: Ferdi Tayfur………………………………205
Sosyolojik ve Bedensel Bir Kasılma Hâli:
Orhan Gencebay……………………………………………………………………………………………………..211
Bir Güzellik Meselesi: Hülya Avşar……………………………………………………..219
Ajda’yı Operasyondan Kaçırmak……………………………………………………………225
Erkek Senaristin Yanlış Hesabı: Mustafa Ceceli…………………..229
Cunta Hıçkırığı: Emel Sayın………………………………………………………………………233
Zamane Kahramanları Susmayan Kahkahaya Karşı:
Hülya Koçyiğit – Selim Soydan………………………………………………………………..237
Sınıflararası Bir Fantezide Gizlenenler:
Seda Sayan…………………………………………………………………………………………………………………..241
Giriş:
Bakışın Ritmi
Benim portre yazarlığıma her defasında bir açılıp kapanma, daralıp genişleme hareketinin ritmi eşlik eder. Bu ritmi arar, mütemadiyen hissetmeye çalışırım yazarken. Portresini çıkaracağım insana ritim tutarak bakarım. Sempati, antipati ve en iyisi empatinin de ritmi bu olmalı. Ara Güler’in yayın yönetmeni olduğu İz adlı fotoğraf dergisine bir dönem metinler yazdım. İşte bu dergi için Portredeki Hikâye başlıklı bir metin yazarken, benim zaten fotoğrafta gördüğüm, hatta sokakta yanımdan geçen, bir toplu taşıma aracında rastladığım, bir kafede karşısındaki masaya oturduğum bir yüze, hatta ve elbette vücuduna da –tümden– hep bu ritimle baktığımı fark ettim. O metinde şöyle diyordum:
Portre; kadrajlar çerçeve içine alırken, bizi hikâye ile baş başa bırakır. Her portre bir hikâyedir. Portre daralırken hikâye genişler, uzar, derinleşir. Portrenin kadrajı, hikâyenin genişliğine, uzunluğuna; iki boyutluluğu da derinliğine işaret eder.
Portre, daraldıkça genişleyen, uzayan, derinleşen görüntüdür. Portre, fonu azaltır, daraltırken, gerideki, arkadaki hikâyeyi, geri planı, geri planda neler olduğunu, daha önceden neler olduğunu, bu portre öncesi olanları öne çıkarır bir yandan da. Portre bize bir bakışı, bir çehreyi sunarak bizi bir hikâye dinlemeye davet eder. Portreler kadrajın içine sadece insanı alarak (her) insanın hikâyesinin ne kadar uzun ve geniş, ne kadar derin olduğunu anlatır. Anlatacak ne çok şeyi olduğunu gösterir. Dinleyecek ne çok şey olduğunu. Portre bizi empatiye çağırır. Sempatiye çağırır. Ortaklıklarımızı düşünmeye. Ve her birimizin biricik hayatlarını, biricik hikâyelerini tasarlamaya. Bu kitabın okurunun her defasında bu ritmi de hissetmesi dileğimdir. Sempati, elbette bazen antipati ama her hâlükârda nihayet empatinin ritmini… Son tahlilde “Voleybol” adlı öykümde geçen diyalogdaki gibi:
“İnsan işte,” dedi Hüseyin.
“Evet,” dedim, “zor ama güzel bir durum.”
Saffet Susiç, Türkân Şoray, Emel Sayın, Selda Bağcan, Kevin Spacey portreleri Henüz Zaman Var’da yer almıştı. Bruce Springsteen portresi Notos’ta çıktı. Diğer yazılar Cumhuriyet Pazar eki ve T24 internet gazetesinde yayımlanmıştı. Bu yazıları güncellemeye kalkmak, zorlama olacak, evet, “ritimlerini” bozacaktı, dokunmadım. Yayına hazırlık aşamasında bir yandan da yeni portreler yazdım bu kitap için: Orhan Gencebay, Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Vedat Milor, Tuğrul Eryılmaz ve “Şokopop”… Seneler içinde yazdığım portrelerden bir derlemeyi, yenilerini de ekleyerek kitap yapmayı bana teklif eden Tanıl Bora’ya ve kitabın oluşum aşamasında yeni portre önerileriyle ilgisini esirgemeyen Aksu Bora’ya buradan da teşekkür ederim.
Yılbaşı Dansözü –
Cuntanın İletişim Uğrağı:
Nesrin Topkapı
Nesrin Topkapı ne bir kişi ne bir beden ne de bir danstı öncelikle. Nesrin Topkapı, devlet ile toplumun bir iletişim uğrağıydı (“moment”) o yıllarda. Hatta devletin toplumla kurduğu hiyerarşik iletişimin biçimine dair koreografik bir gösterge… Televizyonda yayımlanan eğlence programlarını, şarkı sözlerini, müziğin türünü bile kat kat sansür kurullarıyla denetleyen ceberut devletin tam o sırada, yeni yıla beşon dakika kala alicenaplığı tutar, sofradaki gençlere o geceye mahsus birer bardak bira izni veren otoriter baba misali ekrana dansöz (oryantal) çıkarır, bütün bir yıl kendisine itaat etmiş alt ve orta sınıfları devlet aklınca ödüllendirirdi. Ekrandaki dansözün bedensel vibrasyonları ve kösnül tremololarından çok daha şiddetli hissedilen o birkaç dakikalık resmi ve suni özgürlük zelzelesi o zamanlar öyle geniş ve derin bir krater oluşturmuştu ki, öncülü ve ardılı bütün diğer dansözler Nesrin Topkapı ismi tarafından emilip gittiler.
Dansöz imgesi ile Nesrin Topkapı isminin bitiştiği o yerde devletin bütün bir yıl çocuk yerine koyduğu yurttaş da kararsızdı artık: Ekranda gördüğü bir eğlence unsuru, bir gösterirepertuvarı, bir şehvet faktörü müydü; yoksa iki kadeh yuvarlamış devlet babanın bıyık altından anlık hoşgörüsü, bir resmî görevin ifası, halk için kısa bir özgürlük avuntusu mu? Nesrin Topkapı, 1978’i 1979’a bağlayan gece de TRT ekranına çıkmıştı ama onun Türkiye’yi sarsan esas çıkışı 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki ilk yılbaşı gecesi oldu. Yılda bir kez “konser” adı altında kışlalara erler için bir tür striptizci ama daha çok bir genital teşhircisi getiren, ordusunu “Aç, aç,” diye bağırtan bir kültürle yetişmiş cunta şefleri, sadece erkekleri ya da erkekliği hedefi ya da muhatabı yapma idealiyle ülkeyi kışla ya da garnizona çevirirken, militarist maşizminin bu gereğini de devletin resmi kanalına taşımayı uygun görmüş, ancak halk üzerinde parklarda el ele dolaşan genç çiftleri evlilik cüzdanları yanlarında değilse gözaltına alacak, travestileri kamyon kasalarında şehir dışına taşıyıp saçlarını kazıdıktan sonra yol kenarına bırakacak kadar yoğun bir beden ve haz tahakkümü uyguladığı için de karanlık niyetleri ekranın kadrajından bir türlü kaybolmamış, halk Nesrin Topkapı’nın teninin parıltısından çok cuntanın beşibiryerdesinin riya dolu gölge tiyatrosunu izlemişti.
Stüdyoda payetler, pullar ve boncuklar, parlatıcı krem ve ipek ten rengi külotlu çorap ve bütün bunların açıkta bıraktığı bir nebze çıplaklığın güçsüz ışığında devletin anatomipolitik kodeksinin dışına çıkmak, tahakkümünü dağıtmak için çaresizce devinen, sınırlarını genişletmek için zorlanan bir beden, umarsız bir sarsılma, titreme koreografisi vardı o anda. Beden görünmez duvarlara çarpıyor, yılansı kıvrılmalarla sansür talimatnamesinin gediklerinden sıyrılıp çıkmaya çalışıyordu sanki. Bileklerinde aksesuar olarak ince bilezikler yerine kelepçe vurgusunu arttıran enli payet bileklikler vardı. Elinde bastonsu uzun bir değnekle çıkmıştı ekrana Nesrin Topkapı ve dansı boyunca bu değnek elinden düşmemişti. Eğer o sırada sahnede imgesel bir partneri vardıysa bu dansözün, işte bu fallik cisim buna işaret ediyordu: Kıvrılan, eğilip bükülen köleleştirilmiş bedenin karşısındaki sertleşmiş iktidar.
Devlet, resmî izinli yılbaşı dansözünün çaresizce dönüp dururken açılan, saçılan eteklerinden ekran başındaki alt ve orta sınıfların üzerine tehditler savuruyor, o geceki göstermelik hoşgörüsünün hesaplı dekoltesinden hiyerarşik niyetini belli ediyor, sahnedeki cariyenin bu umarsızlık koreografisiyle topluma karamsarlık zerk ediyordu. Yılbaşı dansözü, esas hedef kitlesi erkeklerden müteşekkil askerî cunta için bir halkla ilişkiler fonksiyonu, bir iletişim uğrağıydı. Ancak dansöz sivil alanda da, yani genel olarak da bir iletişim uğrağı olarak işlev görür; fakat bu defa erkek ile kadın arasında…
Dansözün dansına başlamasıyla heteroseksüel seyirci çift arasında da sessiz ve endirekt bir diyalog başlar. Erkek ve kadın, dansözün parlayan bedeninin üzerinden birbirlerine imalı mesajlar gönderiyorlardır şimdi artık. Erkek, dansözün devinimlerinde, kasılmalarında, titremelerinde, o abartılı bedensel imalarında kendisinin bir kadın üzerindeki etkisinin, fırsatını bulduğunda yanındaki kadının da hizmetine sunacağı etkisinin ne olacağını gösteriyordur dolayımlı olarak. Kadın ise, erkeğin isterse kendisinde bulacaklarını, yanındaki erkeğe sunabileceği bedensel olanaklarını yine aynı imalarda, aynı devinimlerde dansöz üzerinden işaret etmiş oluyordur. Seyirciler birbiriyle ilgilidir şimdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıBakışın Ritmi
- Sayfa Sayısı245
- YazarAhmet Tulgar
- ISBN9789750529153
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Komşular ~ Tahsin Yücel
Komşular
Tahsin Yücel
Türk edebiyatının unutulmaz öykülerinin yazarı Tahsin Yücel bir kez daha birbirinden farklı ve gerçek karakterlerle çıkıyor karşımıza: Kavgadan uzak durmak istemesine rağmen her gün...
- Arı Fısıltıları ~ Menekşe Toprak
Arı Fısıltıları
Menekşe Toprak
İşittiğini tanımlamaya kalkışsa, ufak tefek, zayıf bir gövdenin çıkarabileceği bir ses bu, derdi… Derviş’e öyle geldi ki, bir soru soruyordu bu ses. “Ellerim nerede?”...
- Otel Paranoya ~ Hakan Bıçakcı
Otel Paranoya
Hakan Bıçakcı
“Klozete peruk atmak yasaktır.” Tuhaf bir otel, zevksiz ve tenha, küflü odalar, kemiklere iyi gelen asansör havası, dumanı tüten çorbalar, ağrı kesiciler, yılan balıkları...