İroninin Karanlık Tonlarıyla Boyanmış Bir Dünya!
Psikoloji olmasaydı herkes aynı hataya düşmeye devam edecekti, birbirine kibar davranma hatasına.
Bagombo Enfiye Kutusu, Vonnegut’un İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaleme aldığı, içindeki karanlık, komik ve sarsıcı sesi ilk kez duyuran öykülerini bir araya getiriyor. Bu öykülerde aynı zamanda başyapıtı Mezbaha Beş’i yaratan zekânın, bakış açısının ve tekniğin temelleri atılırken baş döndürücü bir hızla gerçekleşen toplumsal ve teknolojik ilerlemeye de eleştiriler getiriliyor.
“Havalı Bir Yazar; Hem Gösterişten Uzak Hem Tutkulu Hem de Çok Komik!”
İçindekiler
Önsöz …………………………………………………………………….. 11
Giriş……………………………………………………………………….. 17
Thanatosfer……………………………………………………………… 31
Hafıza Güçlendirme Tekniği ………………………………………. 51
Makul Fiyat……………………………………………………………… 57
Paket Hayat……………………………………………………………… 71
Yeteneksiz Çocuk……………………………………………………… 91
Zavallı Küçük Zengin Kasaba ……………………………………. 105
Hatıra……………………………………………………………………. 121
Jolly Roger’ın Seferi………………………………………………….. 133
Özel Tasarım Eş ……………………………………………………… 145
Azimli İkinci Sınıf Öğrencisi …………………………………….. 161
Bagombo Enfiye Kutusu…………………………………………… 177
Kobalt Mavisi Canavar …………………………………………….. 191
Noel Baba Nick’in Hediyesi ……………………………………… 205
Bedava Danışman……………………………………………………. 219
Der Arme Dolmetscher ……………………………………………… 235
Kızlardan Nefret Eden Çocuk …………………………………… 243
Oğlum Benim ………………………………………………………… 259
Aşk Gecesi …………………………………………………………….. 277
Yar Bana Bir Hayal ………………………………………………….. 295
Kaçaklar………………………………………………………………… 307
2BR02B…………………………………………………………………. 325
Adsız Âşıklar Derneği………………………………………………. 335
Hal Irwin’in Sihirli Lambası ……………………………………… 351
Dergi Öykücülüğü Kariyerime Dair Sonsöz ………………… 359
Önsöz
Kurt Vonnegut Mezbaha Beş, Kedi Beşiği, Şampiyonların Kahvaltısı ve Mavi Sakal gibi güçlü yapıtları sayesinde 20. yüzyılın ikinci yarısının en iyi Amerikan romancılarından biri olarak geniş çapta tanınmıştı. Kısa öykü yazımındaki hünerleri ise daha az ilgi gördü. Vonnegut’un öyküleri kariyerinin ilk on yılında ve daha sonrasında da dönemin önde gelen dergilerinde geniş bir okur kitlesi tarafından hayranlıkla okundu. Ellilerde ve altmışların başında Collier’s, The Saturday Evening Post, Cosmopolitan, Argosy, Redbook ve başka dergilerde yayımlanan birçok öykü yazdı. Yirmi üç öyküsü Maymun Evine Hoş Geldiniz kitabında bir araya getirildi; şimdi de diğer öykülerini tek bir ciltte toplayıp yayımlıyoruz.
Vonnegut’un öyküleri kuşe kâğıda basılan yüksek tirajlı dergilerin halihazırdaki okur kitlesine ulaştı ve bu dergilerin revaçta olduğu dönem boyunca da rağbet gördü. Zekice ve ustalıkla yazılmış, tekdüzelikten uzak öykülerdi bunlar. Öyküler, Maymun Evine Hoş Geldiniz’de toplanmış ya da antoloji olarak derlenmiş halleriyle de okurunu buldu. Popüler edebiyat ürünü olarak bu öykülerin başarısı, enerji, mizah ve kavrayış derinliğinde saklı. Maymun Evi’nde yer almayan bu yirmi küsur öykünün bir kitapta toplanması önemli, çünkü bunlar da en az saygın romanları kadar Vonnegut edebiyatının bir parçası. Zamanla iyice geliştirdiğine tanık olduğumuz yazma yeteneğini bu öyküler sayesinde olgunlaştıran Vonnegut, ele aldığı konuları ve yazım tekniklerini daha sonraki yapıtlarında derinleştirerek kullanmıştır.
Vonnegut kısa öykü yazmaya, 1940’larda Schenectady, New York’ta bulunan General Electric şirketinin halkla ilişkiler biriminde çalışırken başladı. Daha evvel gazeteciliği denemişti: Indianapolis’teki Shortridge Lisesi’nde okuduğu yıllarda (1936-1940) okulun günlük gazetesi olan The Cornell Daily Sun’da hem baş editörlük yapmış hem de düzenli olarak yazılar yazmıştı. Üniversitedeyken de The Cornell Daily Sun’da çalışmıştı. Köşe yazılarında da karakterler yaratmıştı, olgunluk dönemi eserlerinde açıkça gözlenen mizahi yaklaşımın ve nüktedan put kırıcılığın tohumlarının da burada atıldığı söylenebilir. Sonra savaş başlamış ve başyapıtı olan Mezhaba Beş’in temelini oluşturan acıklı olaylar dizisiyle Vonnegut’un yazarlık yolunun taşları döşenmişti.
Savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde içlerinde kısa öykülerin de yer aldığı çok sayıda popüler dergi yayına girdi. Kırkların sonları, ellilerin başlarında televizyon henüz evlere girmemişti, insanlar eğlenceli bir şeyler okumak istiyorlardı. Vonnegut 1949 yılında “Barnhouse Etkisi Üzerine” adlı öyküsünü Collier’s dergisine gönderdi. Derginin editörü Knox Burger, yazarın adını Cornell’deyken kampüsün mizah dergisi The Widow’ın editörlüğünü yaptığı zamanlardan hatırladı ve öyküyü dikkatle okudu. “Barnhouse”, birkaç düzeltmenin ardından Vonnegut’un basılmaya değer görülen ilk öyküsü oldu. Burger, Vonnegut’u genç yazarlara rehberlik etme konusunda deneyimli olan yayınevi temsilcileri Kenneth Littauer ve Max Wilkinson’la da tanıştırdı. Onların iyi öykü yazma konusunda verdiği tavsiyeler çok değerliydi (Vonnegut’un bu kitaba yazdığı önsözde bahsettiği sekiz kural bu öğütleri temel almıştır). Kısa sürede arka arkaya birçok öyküsü yayımlanan ve kemik bir okur kitlesinin oluştuğunu gören Vonnegut, General Electric’teki işinden ayrıldı, Cod Burnu’na taşındı ve kendini tamamen yazmaya verdi.
Bu kitapta Vonnegut’un İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadıklarından esinlenen öyküler de yer alıyor. Mezbaha Beş’in temelini oluşturan olaylar artık herkesçe biliniyor: Vonnegut, Bulge Çarpışması’nda Almanlar tarafından esir alınmış, savaş tutsağı olarak Dresden’de tutulmuş, şehir ağır hava bombardımanı altındayken yer altında bir mezbahada esir hayatı yaşamış ve Nazi’ler bozguna uğratıldıktan sonra Amerikan güçlerine ulaşmadan önce mültecilerle dolup taşan Almanya’da kısa bir süre dolaşmıştı. “Der Arme Dolmetscher”, “Hatıra” ve “Jolly Roger’ın Seferi” öyküleri savaş sonrası dönemi, oranı anlatıdan anlatıya değişiklik gösteren bir hiciv ve keder karışımıyla ele alır.
Birçok öykü elliler Amerika’sında yaşamış insanların tutum, davranış ve uğraşlarına hayranlık uyandırıcı derinlikte bir ışık tutar. General Electric’in sloganı olan, “En önemli ürünümüz ilerlemedir,” cümlesi o günlerin iyimserliğini ve savaş zamanının her şeyi başarma istekliliğini özetler nitelikteydi. Bilim ve teknolojinin gündelik hayatı kolaylaştırmayı sürdüreceğine dair yaygın bir inanç vardı. Ortalama ailelerin mutlu yuvalarda refah içinde yaşadığı, teknolojik aletler sayesinde hayat standartlarının yükseldiği istikrarlı bir toplum varsayımı, bu öykülerin temelini oluşturmaktadır. Vonnegut bu aşırı iyimser tasavvuru mercek altına alarak baş döndürücü hızla gerçekleşen ilerlemenin insani bedelleri olabileceğini göstermiştir. “Paket Hayat” öyküsündeki ev sahipleri, yüksek gelirli ailelerin yaşadığı nezih bir semtteki, teknolojik alet edevatla dolu yeni evlerinin parıltısının altındaki kırılganlığın farkına vararak eski, sağlam evlerine dönmeye karar verirler. Aynı şekilde “Zavallı Küçük Zengin Kasaba”nın sakinleri de müteahhitlerin vaat ettikleri şaşaalı, yeni yaşam tarzından vazgeçerek eski, mütevazı hayatlarını sürdürmeyi seçerler. Bu izlek Vonnegut’un ilk romanı Otomatik Piyano’da (1952) ve daha sonraki kitaplarında da sıkça tekrarlanır.
Özenti tavırlar bu öykülerde asla hoş karşılanmaz. Çalım satan insanların foyası çoklukla ortaya çıkarılır, genellikle çocuklar tarafından. “Noel Baba’nın Hediyesi” öyküsündeki kibirli mafya babası çocuklarca darmaduman edilir. “Bagombo Enfiye Kutusu”ndaki övüngen askerin gerçek yüzünü dokuz yaşındaki bir çocuk gözler önüne serer. Bazense özentilik “Bedava Danışman” öyküsündeki yıldız oyuncunun öz değerlilik duygusunu yitirmemek için kendine bir rol uyduran kocasının durumunda olduğu gibi bir hayata tutunma çabası olarak karşımıza çıkar. “Özel Tasarım Eş”in Kitty Cahoun’u tasarımcı kocasının kendisine biçtiği sahte “Falloleen” rolüne başkaldırır. “Kobalt Mavisi Canavar” öyküsündeki genç Kia’nın ithal spor arabasıyla daha elit bir dünyanın parçası olma çabası hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Bu öyküler Gece Ana’daki uyarının ilk tahayyülleri gibidir: “Mış gibi yaptığımız şeye dönüşürüz, o yüzden hangi role büründüğümüze çok dikkat etmeliyiz.”
Tıpkı romanlarında olduğu gibi öykülerinde de karakterlerin meslekleri kimliklerinin belirleyicisi konumundadır, en azından erkekler için böyledir durum. Romanlarda da sıkça karşımıza çıkan baba-oğul ilişkileri de hem ebeveynin hem de çocuğun kişiliğini şekillendirir: Bakınız “Benim Oğlum”. Buradaki ilişki fena halde rahatsızdır, bu rahatsızlığın bir kısmı babanın oğlunun kimliğini belirlemeye çalışmasından, bir kısmı ise oğlunun gözündeki olası imgesinin yarattığı tedirginlikten kaynaklanır.
Öykülerdeki güncellikten en uzak noktanın kadınların toplumsal rolleri olduğu söylenebilir. Sonuçta o dönemde evli kadınların büyük bir çoğunluğu ev dışında çalışmadıklarından, nasıl giyineceklerini, nasıl yemek pişireceklerini, evlerini nasıl döşeyeceklerini, misafirlerini nasıl ağırlayacaklarını, nasıl annelik yapacaklarını bu öykülerin yayımlandığı dergiler belirliyordu. Ellilerde yazılmış bu metinlerin kadın sorunlarına Galápagos ya da Mavi Sakal romanlarının duyarlılığıyla yaklaşması beklenemezse de öykülerde yine de o yönde bir eğilim sezilmektedir. “Aşk Gecesi” ve “Yar Bana Bir Hayal” gibi romantik öykülerde dahi erkek dünyasında, kadının omuzlarına yüklenen ağır beklentiler gözler önüne serilir. 1963’te yayımlanan “Adsız Âşıklar Derneği”, yeni yeni filizlenen kadın özgürlüğü hareketinin toplumda yarattığı tuhaflıkları mizahi bir dille ele alır.
Kısa öykü, karakterlerin birkaç cümlede betimlenmesini gerektirir, bu öykülerde Vonnegut’un birkaç paragrafta hayli özgün bir kişilik yaratmaktaki ustalığı da göze çarpıyor. Bu özellik karakterin genelde verilmek istenen mesajın gerisinde kaldığı romanlarda da gözleniyor. Gerçekten de Gece Ana’nın Howard Campbell’ı ya da Mavi Sakal’ın Rabo Karabekian’ı gibi psikolojik olarak daha karmaşık karakterlerin bile fiziksel özelliklerinden çok az bahsedilmiştir. Bu öykülerdeki bazı kişiler –üç cümlede tasvir edilen lise bandosu şefi George M. Helmholtz gibi– romanlardaki karakterlerin öncülleri olarak kabul edilebilirler.
Birçok öyküde münasip anlatıcı vardır, ek pencere satıcısı ya da finans danışmanı gibi toplumun farklı kesimleriyle iletişim halinde olan kimselerdir bunlar. Bu insanlar “Özel Tasarım Eş” ve “Bedava Danışman” öykülerinde olduğu gibi zengin ünlülerin evlerine girebilir ve oraya dair gerçekçi gözlemlerini dile getirebilirler. Bu anlatıcılar hikâyeye yakın bir dost samimiyeti katarlar, yalnızca varlıklarıyla sahici kılarlar onu. Gündelik hayatın tuhaflıklarını dengeleyen bir sağduyuları vardır, alaycı yorumları ve müstehzi yaklaşımlarıyla öyküye mizah katarlar.
Vonnegut’un mizahi öyküleri, en önemli temsilcisi Mark Twain olan, abartılı, gerçekçilikten uzak gülmece unsurlarıyla öne çıkan Amerikan “tall tale” hikâyeciliği geleneğine dahildir. Maymun Evine Hoş Geldiniz’de yer alan “Tom Edison’ın Şakacı Köpeği” bu türün tipik örneklerindendir. Bu kitaptaki “Hafıza Güçlendirme Tekniği” ve “Makul Fiyat”ın da ani ve fıkramsı sonları var. Vonnegut’un bilimkurgu öykülerinde mizaha yer vermesi ise edebiyatta pek rastlanmayan bir durum. Sık sık bilimkurgu klasiği olan başka gezegenler ve buralarda yaşanan tuhaf olayları komik boyutlarıyla işler. “Thanatosfer” öyküsü bu mizahi bilimkurgu kategorisine dahildir, uzay yolculuğu (o zamanlar henüz heyecan verici bir hayalden ibaretti) ölülerin “yukarıda bir yerlerde” olduklarına dair geleneksel inançla birleştirilmiştir. Öyküde mizahla hüznün bir arada işlenmesi de Vonnegut edebiyatının özelliklerinden biridir. Otomatik Piyano ve Titan’ın Sirenleri romanları da bilimkurgu türünde yazılmıştır, kurgu aynı anda hem komik hem de acıklı olarak nitelendirilebilecek olaylar dizisiyle örülüdür; keza Maymun Evine Hoş Geldiniz’deki “EPICAC” adlı klasik kısa öykü de benzer özellikler taşır.
Televizyon Vonnegut’un kısa öykü yazarlığının son bulmasına sebep oldu. Öyküleri hiç sektirmeden satın alan dergiler okurlarını ve reklam gelirlerini kaybetmeye başladılar. Dergi okurları eğlenceyi televizyonda aramaya başlarken dergilerin can damarı olan reklam verenlerse bu yeni iletişim kanalının cazibesine direnemediler. Bazı dergiler yayın hayatına son verdi, bazıları tarz değiştirdi, bazılarıysa küçüldü. Vonnegut roman yazmaya yöneldi; karton kapaklı kitaplarla başlayıp –Titan’ın Sirenleri (1959) ve Gece Ana (1961)– Kedi Beşiği’yle (1963) ciltli basımlara geçti. Şu âna kadar yazdığı on dört romanın hepsi basılmaya devam etmektedir.
Daha önce de söz ettiğim gibi, Maymun Evine Hoş Geldiniz’de (1968) yirmi üç öykü bulunuyor. Bunlardan on bir tanesi artık basımı bulunmayan ve bulunması epey zor olan Canary in a Cat House [Kedi Evindeki Kanarya] (1961) kitabında yayımlanmıştı. O kitapta olan, ancak Maymun Evi’nde yer almayan “Hal Irwin’in Sihirli Lambası”nı da bu derlemeye dahil ettik; fakat yazarın özgün halinden farklı bir yorumuyla. Diğer öyküler hâlâ kitaplaştırılmadı. Bir kitap çalışması için (The Short Fiction of Kurt Vonnegut [Kurt Vonnegut’un Kısa Öyküleri], Greenwood Press, 1997) tozlu arşivlerde gezinirken Vonnegut’un The Saturday Evening Post, Collier ve başka dergilerin ciltlenmiş sayılarında yer alan öykülerini buldum. Bu darmadağınık eserlerin tıpkı Maymun Evine Hoş Geldiniz gibi bir derlemede toplanmayı hak ettiklerine kanaat getirdim. Elbette Kurt Vonnegut’un da coşkumu paylaşması beni çok mutlu etti.
Edebî ayrıntılarla ilgilenenler için garip bir bilgi: “Der Arme Dolmetscher” öyküsü Maymun Evine Hoş Geldiniz kitabının telif hakları sayfasında yer almasına ve taslak metinde de bulunmasına karşın baskıya alınmamış. Alıntıda The Atlantic Monthly dergisinde “Das Ganz Arm Dolmetscher” adıyla yayımlandığı belirtilmiş, fakat esasında Atlantic daha kısa ve dilbilgisel olarak doğru olan ismi kullanmış. Başka bir tuhaflık: 1955’in Temmuz ayına kadar yayımlanmamasına rağmen çok daha önce kabul edilmiş, ön açıklamada Vonnegut’un General Electric’te çalıştığı yazıyor, oysa şirketten 1950 yılında ayrılmıştı.
Peter Reed
GİRİŞ
Minnesota Üniversitesi İngilizce Bölümü’nden kadim dostum ve eleştirmenim Profesör Peter Reed, çok eskiden yazdığım bu öyküleri bulup ortaya çıkarmayı görev edindi kendisine. Yoksa bir daha gün ışığı görecekleri yoktu. Bana kalsa hayatımın o dönemine ait tek bir kâğıt parçasını bile saklamazdım. İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler hepsi. Yalnızca ailemi geçindirme kaygısıyla yazdığım öyküler.
Peter’ınki akademik bir araştırmaydı. Fakat ben ondan bir adım daha ileri giderek, benden çok ona ait olan bu derlemeye gayriresmî bir önsöz yazmasını rica ettim.
İyi ki varsınız Dr. Reed demeliyim sanırım.
Bu derlemedeki öyküler ve bundan önce Maymun Evine Hoş Geldiniz adıyla yayımlanan ve hemen hemen buradakilerle aynı nitelikte olan yirmi üç öykü, bu ülkedeki dergi öykücülüğünün altın çağı sona ermek üzereyken yazıldı. Bu tür öyküler elli yıl boyunca, hemen hemen 1953’e kadar, benimki dahil milyonlarca evde çok sevilen hafif eğlence araçları olarak tüketildiler.
Şimdi bu ihtiyar adamın, bütün hafiflikleri, saflıkları ve acemiliklerine karşın ilk öykülerinden bazılarının, içinde bulunduğumuz hoyrat çağda da birilerinin hoşça vakit geçirmesini sağlamasını ummaktan başka bir şey gelmez elinden.
Aşağı yukarı aynı zamanlarda yazdığım romanlarım çok geç de olsa eleştirmenlerin beğenisini kazanmasaydı, bu öyküler hiçbir şekilde yeniden basılmazdı. Çocuklarım büyümüş, ben orta yaşa gelmiştim. Çoğu miadını çoktan doldurmuş, içleri tıka basa edebiyat ve reklamla dolu dergilerde yayımlanan bu öykülerin ömrünün ateşböceklerininki kadar olmasını bekliyordum.
Yazdığım her şeyin hâlâ piyasada olmasını tek bir yayıncının emeklerine borçluyum: Seymour “Sam” Lawrence (1927-1994). Kitaplarımın baskılarının tükendiği ve beş parasız halde Cod Burnu’ndaki ailemi geçindirmek için onları geride bırakarak bir başıma geldiğim Iawo Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık atölyelerinde öğretmenlik yaptığım sıralarda Sam, çok cüzi bir miktar ödeyerek benden umudu çoktan kesen yayınevlerinden kitaplarımın –hem ciltli hem ciltsiz basımlarının– telifini satın aldı. Sonra da onları tekrar halkın miyop gözlerine sokuverdi.
CPR! Ölü bir yazarı canlandırmak için bir nevi kardiyopulmoner resüsitasyon yaptı!
Böylece dirilen bu Lazarus, Sam için Mezbaha Beş’i yazdı. O kitapla ünlendim. Ben bir hümanistim, dolayısıyla ne kendim ne de başka biri için bir ahiret tasavvuru içinde olmam mümkün değil. Buna karşın beş yıl önce New York City Harvard Kulübü’nde Sam için düzenlenen anma töreninde şu cümleyi bütün kalbimle inanarak söyledim: “Sam artık cennette.”
7 Ocak 1998’de tesadüfen Mezbaha Beş’in geçtiği Dresden’e döndüm. Orada yüz kadar başka Amerikalı savaş tutsağıyla birlikte tutulduğum ve bu sayede yüz otuz beş bin civarında insanın boğularak ya da yanarak hayatını kaybettiği yangın fırtınasından kurtulduğum mahzene tekrar indirdiler beni. Bombardıman, “Elbe’nin Floransa’sı”nı pütürlü ay yüzeyine çevirmişti.
Bir kez daha o mahzendeyken şöyle bir düşünce geçti aklımdan: “Bu kadar uzun yaşadığım için, Atlantis’i dalgaların altında sonsuza dek yok olmadan önce gören birkaç kişiden biri gibiyim.”
Kısa öyküler, olması gerektiği kadar kısa olsa da muazzam olabilir. Bazıları lisedeyken aklımı başımdan almıştı. Ernest Hemingway’in “Francis Macomber’ın Kısa Mutlu Yaşamı”, Saki’nin “Açık Pencere”si, O. Henry’nin “Büyücünün Hediyesi” ve Ambrose Bierce’ın “Owl Creek Köprüsü’nde Bir Olay”ı aklıma ilk gelenler. Bu ve diğer derlemedeki öykülerinse müthiş olmak gibi bir iddiaları yok, öyle bir kaygıyla yazılmadılar zaten.
Ancak benim öykülerim de televizyonun henüz evlere girmediği, bir yazarın uysal dergi okurlarının hoşuna giden öyküler yazarak ailesini geçindirebildiği ve ciddi romanlar yazmak için kendine zaman yaratabilecek parayı kazanabildiği zamanların izini sürmek açısından ilginç olabilirler. 1950’de tamzamanlı olarak serbest çalışıyordum ve hayatım boyunca bunu sürdürebileceğimi düşünüyordum.
Bu hayat planından gayet hoşnuttum. Sonuçta Hemingway Esquire’a, F. Scott Fitzgerald The Saturday Evening Post’a, William Faulkner Collier’a, John Steinbeck ise The Woman’s Companion’a öyküler yazmışlardı!
Benimle ilgili istediğinizi söyleyebilirsiniz, The Woman’s Home Companion1 dergisinde hiç yazmadım, fakat yazmaktan mutluluk duyacağım zamanlar oldu. Aklımdan geçen şu düşünceyi de eklemek istiyorum: Bir kadının kocası işte, çocukları okuldayken tek başına eve tıkılması aptal olduğu anlamına gelmez.
Bu kitabın yayımlanması vesilesiyle bir kısa öykünün üzerimizde yaratabileceği ve böylelikle onu bir romandan, bir filmden, bir tiyatro oyunundan ya da bir televizyon programından farklılaştıran o özel ve yapıcı etkiden söz etmek istiyorum.
Fakat ne demek istediğimi anlatabilmem için beni çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Indianapolis’teki evimde, bir önceki Büyük Buhran’ın ortasında hayal etmenizi istiyorum. Bir önceki Büyük Buhran 24 Ekim 1929’da borsanın iflasıyla başlayıp Japonların 7 Aralık 1941 günü bize bir iyilik yapıp sırf eğlencesine yıllardır Pearl Harbor’da uyuklayan savaş gemilerimizi bombalamasıyla sona erdi. O zamanlar herkesin dilindeki adlarıyla sarı benizli piç kuruları Büyük Buhran’dan ölesiyle sıkılmışlardı. Biz de öyle.
Şimdi yeniden 1938 senesinde olduğumuzu hayal edin. On altı yaşındayım. Shortridge Lisesi’ndeki başka bir berbat günün ardından eve dönmüşüm. Ev kadını olan annem The Saturday Evening Post’un yeni sayısının sehpanın üzerinde olduğunu söylüyor. Hava yağmurlu ve benim hiç arkadaşım yok. Ama bir dergiyi açmak televizyonu açmak gibi değil. Kalkıp onu sehpanın üzerinden almam lazım, yoksa orada öylece yatmaya devam edecek. Dergilerin kendiliğinden kalkıp ayağımıza gelecek halleri yok sonuçta.
Dergiyi aldıktan sonra yetmiş iki kilo et ve kemikten oluşan ergen delikanlı vücudumun rahat edebileceği bir koltuk bulup oturmam lazım. Ardından ilgimi çeken bir öykü adına rastlayana kadar parmak uçlarımı derginin satırları arasında gezdiriyorum.
Amerikan dergi hikâyeciliğinin altın çağında öyküleri resimleyen çizerler de en az onları yazanlar kadar çok para kazanıyordu. Çoğu zaman da en az onlar kadar, hatta daha da ünlüydüler. Norman Rockwell çizerlerin Michelangelo’suydu.
Okumaya değer bir öykü ararken araba, sigara, el kremi vesaire reklamlarını da görüyordum. Böylesi kallavi yayınları ayakta tutan okurlardan ziyade reklam veren şirketlerdi. Hepsine müteşekkirim. Bunun karşılığında benim yaptığım inanılmaz şeyi düşünsenize: Zihnimi açıyorum!
Bununla da kalmıyorum. Zihnim alev almışken sizin de şu anda yaptığınız mucizevi şeyi yapıyordum sevgili okur: Düzleştirilmiş ve beyazlatılmış ağaç hamurundan yapılmış bir tabaka üstündeki yirmi altı fonetik sembolden, on rakamdan ve taş çatlasın sekiz noktalama işaretinden oluşan, soldan sağa giden tuhaf dizilimlerden anlam çıkarıyordum!
Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum: Okurken nabzım ve soluk alıp verişim yavaşlıyor. Lise sorunlarımı unutuyorum. Uykuyla dinginlik arasında hoş bir sedayla salınıyorum.
Buraya kadar tamam mı?
Ama biraz sonra, bir kısa öyküyü okumak ne kadar sürüyorsa o kadar, diyelim ki on dakika sonra koltuktan fırlıyorum. The Saturday Evening Post’u başka biri daha okusun diye tekrar sehpanın üstüne koyuyorum.
Tamam mıyız?
Derken mimar babam işten, daha doğrusu o sarı benizli piç kuruları Pearl Harbor’ı henüz bombalamadıklarından işsizlik dolu bir günden çıkıp eve geliyor. Ona hoşuna gidebileceğini düşündüğüm bir öykü okuduğumu söylüyorum. Hâlâ ergen popomun izini ve sıcaklığını taşıyan koltuğa oturmasını söylüyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıBagombo Enfiye Kutusu
- Sayfa Sayısı358
- YazarKurt Vonnegut
- ISBN9789750764202
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çok Özel İsimler Sözlüğü ~ Müge İplikçi
Çok Özel İsimler Sözlüğü
Müge İplikçi
Çağdaş edebiyatımızın önemli ve özgün yazarlarından Müge İplikçi, Çok Özel İsimler Sözlüğü’nde, bizleri kadınlara, çocuklara, gençlere ve tabii ki erkeklere doğru kısa mesafeli bir...
- Kaygı Veren Dostluklar ~ Carlos Fuentes
Kaygı Veren Dostluklar
Carlos Fuentes
Meksika’nın en saygın yazarlarından Carlos Fuentes, altı öyküden oluşan Kaygı Veren Dostluklar ile yaşam ve ölüm denen iki değişmezin arasında sıkışıp kalan varlıkların; hayaletler,...
- Kızım Nerdesin? ~ Aytül Akal
Kızım Nerdesin?
Aytül Akal
Anne, büyüdüğümün farkında mısın? Anne, kimse odama girmesin! Anne, sen uzaydan mı geldin? Alo anne, ben âşık oldum!.. Her kitapta, genel bir çatı öykü...