“Modiano, Fransa’nın en önemli yazarlarından biri. Her eseri ‘çoksatar’ olmaya aday.”
Jean Charbonneau, Agnionline
“New Yorker’ın illüstratörü Sempé, hassas çocukluk günlerimizi sinematografik renklerle süslerken yine çok başarılı.”
Publishers Weekly
2014 Nobel Edebiyat Ödüllü Fransız yazar Patrick Modiano ve “Pıtırcık” serisinin dünyaca ünlü çizeri Jean-Jacques Sempé, Paris’in nostaljik sokaklarından New York’un gökdelenlerle dolu geniş caddelerine uzanan sıcacık bir öyküde buluşturuyor bizi: Babam ve Ben.
Biraz yaramazlık, renkli hayaller ve bolca dans… Dünyaya bir çift gözlüğün ardından bakan kahramanımız Catherine, bu özelliğinden ötürü kendini bir hayli ayrıcalıklı hissediyor. O iki ayrı dünyayı keşfetmenin mucizesini yaşayan şanslı kişilerden. Gözlüklerini taktığında algıladığı gerçek dünya ile çıkardığında gördüğü tatlı, bulanık ve pürüzsüz dünya onu uçsuz bucaksız hayallere sürüklüyor. Üstüne üstlük bir rüyadaymışçasına dans ettiği bu hayal dünyasını babasıyla paylaşmak, Catherine’i her şeyden, hatta ileride annesi kadar iyi bir dansçı olma arzusundan bile daha çok mutlu ediyor.
Amerika’da yaşayan annesinden uzaktaki küçük bir kız çocuğunun “kahraman” babasıyla Paris’te geçirdiği çocukluk günleri, kimi zaman komik kimi zaman duygu yüklü anılara dönüşüyor…
Gerçek dünya bir parça sıkıcı mı?
Catherine’in peşine takıl, sen de dünyaya başka bir gözle bak.
New York’ta bugün kar yağıyor. 59. Cadde’deki evimin penceresinden, yönetmekte olduğum dans okuluna bakıyorum. Bale kıyafetlerinin içindeki öğrenciler, camlı kapının ardında, puante* ve entrechats** yapmayı kestiler. Asistanım olarak çalışan kızım gevşemeleri için onlara caz müziği eşliğinde birkaç adım gösteriyor. Birazdan yanlarına gideceğim. Öğrenciler arasında gözlüklü küçük bir kız var. Derse başlamadan önce, gözlüklerini benim onun yaşlarındayken Madame Dismaïlova’nın sınıfında yaptığım gibi, sandalyeye bıraktı. Gözlüklerle dans edilmez. Madame Dismaïlova’yla çalıştığım dönemde, hiç gözlük takmamaya çalıştığımı hatırlıyorum. İnsanlar ve nesneler keskinliklerini kaybediyor, her şey netliğini yitiriyordu; sesler bile gittikçe daha boğuk bir hal alıyordu sanki.
Gözlüksüz gördüğüm dünyanın girinti ve çıkıntıları yoktu; yanağımı da yadığım ve sonunda üzerinde uyuyakaldığım büyük bir yastık kadar yumuşaktı. “Neyin hayalini kuruyorsun Catherine?” diye sorardı babam. “Gözlüklerini takmalısın.” Sözünü dinlerdim, böylece her şey alışılmış ciddiyetine yeniden kavuşurdu. Gözlüklerimle dünyayı olduğu gibi görürdüm. Hayal kurmak güçleşirdi. Burada, New York’ta, birkaç yıl boyunca bir bale grubunun üyesiydim. Ardından, annemle birlikte bir dans dersi yürüttüm. Daha sonra o emekli oldu, ben de yoluma yalnız devam ettim. Şimdilerde kızımla çalışıyorum. Aslında babamın da emekli olması gerek, ama o bu konuda bir türlü karar veremiyor. Babamın tam olarak ne iş yaptığını hiçbir zaman çözemedim. O ve annem bugünlerde Amerika’da, küçük bir evde birlikte yaşıyorlar. Aslında bizimle ilgili söylenecek çok bir şey yok. New York’un sıradan insanlarıyız. Biraz tuhaf olan tek şey Amerika’ya taşınmamızdan önce 10. bölgede* geçirdiğim çocukluğum. Bundan neredeyse otuz yıl önceydi, babam ve ben ikimizdik.
Babamın her akşam saat yedide kepenklerini indirdiği bir çeşit dükkânın üst katında yaşıyorduk. Taşra tren istasyonlarında valizlerin emanet bırakıldığı yerlere benziyordu bu dükkân. Her zaman üst üste yığılmış kutular ve paketler olurdu. Yer seviyesindeki geniş kefesiyle büyük ağırlıkları taşımak için tasarlanmış terazinin ibresi üç yüze kadar çıkabiliyordu. Bu terazinin bir şey tarttığını hiç görmedim. Babam hariç. Ortağı Bay Casterade’ın olmadığı ender zamanlarda terazi kefesinin ortasına geçer; elleri ceplerinde, başı eğik, hareketsiz ve sessiz bir biçimde öylece dururdu. Hatırlıyorum, ibresi altmış yediyi gösteren terazinin kadranına düşünceli bir biçimde gözlerini diker ve bazen beni yanına çağırırdı: “Geliyor musun Catherine?” Terazinin üstüne çıkar, ona katılırdım. İkimiz, babamın elleri omzumda, kıpırdamadan dururduk. Bir fotoğrafçının objektifine poz verir gibi bir havaya bürünürdük. Gözlüklerimizi çıkarırdık. Etrafımızdaki her şey yumuşak ve sisli hale gelir zaman dururdu. Kendimizi çok iyi hissederdik.
Bir gün, babamın ortağı Bay Casterade bizi terazinin üstünde yakalamıştı. “Ne yapıyorsunuz orada?” diye sormuş ve büyü bozulmuştu. Hızla gözlüklerimizi geri takmıştık. “Gördüğünüz gibi tartılıyoruz,” demişti babam. Bize cevap vermeye tenezzül etmeyen ortağı da sinirli adımlarla en dipteki iki büyük ceviz masanın ofis sandalyeleriyle karşılıklı durduğu cam bölmenin ardında kaybolmuştu. Bay Casterade, annemin gidişinden sonra babamla çalışmaya başlamıştı. Annem, Amerikalı’dır. Yirmi yaşındayken, Paris’e turneye gelen bir dans topluluğunun üyesiymiş. Babamla tanışmış ve evlenmişler, annem de Paris’teki müzikhollerde dans etmeye devam etmiş: L’Empire, Le Tabarin, L’Alhambra… Bütün bu gösterilerin program broşürlerini sakladım, hâlâ bende duruyor. Annem ülkesini özlüyordu, hatırlıyorum. Birkaç yıl sonra, Amerika’ya dönmeye karar vermişti. Babam da ona “işlerini” hallettikten hemen sonra yanına geleceğimize dair söz vermişti. En azından babamın bana yaptığı açıklama bu şekildeydi. Ancak daha sonra annemin gidişinin başka nedenleri olduğunu anladım.
Babamla her hafta zarflarının kenarında kırmızı-mavi çizgileriyle Amerika’dan gelen mektuplar alıyorduk. Annemin mektupları genelde şu şekilde biterdi: “Catherine, sana sıkıca sıkıca sarılıyorum. Hep seni düşünen annen…” Ve evet, annem çoğu kez yazım hataları yapardı. Babam bana ortağı Raymond Casterade’dan bahsederken “Kanca” lakabını kullanırdı. “Catherine’ciğim, öğleden sonra seni okuldan almaya gelemem. Tüm akşamı Kanca’yla çalışarak geçirmem gerekiyor.” Bay Casterade kahverengi saçlı, siyah gözlü, çok uzun gövdeli bir adamdı.
Bu uzun ve dik gövde onun bacak hareketlerini saklardı; yürümek yerine patenle, hatta buz pateniyle kayarak gittiği rahatlıkla söylenebilirdi. Daha sonraki günlerde, babamın onu sekreter olarak işe aldığını öğrenmiştim. Dilbilgisi iyi olan birini arıyormuş ve Bay Casterade gençliğinde edebiyat fakültesinde okumuş. “Kanca” daha sonra ortağı olmuştu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıBabam ve Ben
- Sayfa Sayısı96
- YazarPatrick Modiano
- ISBN9789944698580
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kızılbenek ~ Dilek Yazar
Kızılbenek
Dilek Yazar
İkisi de uzaklardan geliyor. Biri kızıl benekli yavru zürafa. Olay Afrika’da geçiyor. “Candost” adlı öyküde ise kocaman gözlü, dört kollu, akıllı bir uzaylının dünya...
- Dağa Çıkan Kurt ~ Halide Edib Adıvar
Dağa Çıkan Kurt
Halide Edib Adıvar
“Uşak’a girerken düşündüm, Anadolu’da geçen yıllarımda yüz evden otuz eve eriyerek dağılan, ölen, erkeksiz ve kimsesiz köylerde Himmet çocuğun eşlerine rastlıyor, onlara memleketin hayat...
- Serçeler Ölürse ~ Sibel Öz
Serçeler Ölürse
Sibel Öz
Öyküleriyle birçok ödül kazanmış olan Sibel Öz, NotaBene yayınlarından çıkan “Kıyıya Vuran Dalgalar-F Tipi Öyküler” isimli öykü kitabını da derlemişti. Öykülerini biraraya topladığı ikinci...