Öyküler hayatın ta kendisidir. Hayat, kimi zaman okumayı sökemeyen bir kız çocuğunun harflerle yaşadığı mücadelede, kimi zaman dokunaklı bir abla kardeş dayanışmasında, kimi zamansa ilerde hangi mesleği seçeceğine bir türlü karar veremeyen bir çocuğun rüyalarında çıkar karşınıza. Sizi şaşırtabilir, üzebilir, kızdırabilir hatta keyiflendirebilir ama mutlu etmeyi asla ihmal etmez. Ne de olsa çikolata tadında maceralar ya da hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak türden afacanlıklar daima öykülerde yaşanır…
Çocuk ve gençlik edebiyatımızın usta yazarı Aytül Akal, Babam Duymasın adlı kitabında kaleme aldığı öykülerin satır aralarında, hayatın karmaşıklığını yeni yeni keşfetmeye başlayan çocukların sıklıkla karşılaştıkları sorunları gündeme taşırken, bu yolda karşılarına çıkan engelleri daha kolay aşabilmeleri için onlara küçük önerilerde bulunmayı ihmal etmiyor. Aile ve arkadaşlık ilişkileri, okul, ev ve günlük yaşam hakkında birbirinden renkli sekiz öykünün yer aldığı Babam Duymasın hayat kadar sıcak ve gerçekçi bir kitap…
BABAM DUYMASIN
Neden okula gitmem gerekiyormuş hiç anlamıyorum… Üstelik okul sabah başlıyor diyorlar ama beni gece uyandırıyorlar. Kalkıp giyinmemi, sonra da kahvaltı etmemi istiyorlar. Gece gece kahvaltı edilir mi hiç? Ama büyüklerin düşüncelerini de, neyi neden istediklerini de anlamak zor. Her şeyin en beğenilmeyecek, en kötü, en işe yaramazını seçerler, üstelik herkesin onların seçimlerine uymasını beklerler.
Okula gitmek için sabah adını verdikleri karanlıkta uyanmak da onların bu saçma isteklerinden biri işte. Güneşin aklına sabah olduğu, ancak ben ablamla okul yolundayken gelir. Hızla gökyüzünde yükselir, karanlıkta gizlenmiş, gölgede kalmış her yeri çarçabuk aydınlatarak unutkanlığını gizlemeye çalışır. Okula yürüyerek gidiyoruz. Çok uzak sayılmaz ama çok yakın da değil. Bazen yolda yürürken, okula nasıl vardığımı hiç anlamıyorum. Ayaklarım kendiliğinden yürüyor olmalı, çünkü ben mışıl mışıl uyuyorum. Ben sınıfta otururken kendimi, baharda bir türlü çiçeklenemeyen kuru ağaçlara benzetirim. Ya da bal yapmak için çiçek bulamayan arılara…
Hayvanat bahçesinde daracık kafesleri içinde sabırsızlıkla dönüp duran kaplanlar da, bana okuldaki sıramda otururken hissettiklerimi hatırlatır. Sınıf penceresinden görünen ağacın yaprakları ılık bir esintiyle tatlı tatlı sallanırken, kuşlar, dalların en uç, en zayıf yerlerine konup bir aşağı bir yukarı yaylanarak eğlenirken, gökyüzündeki bulutlar pikniğe gitmek üzere yola koyulurken, bana kıpırdamak bile yasak.
Silgiyi havaya atıp tutmak, kalemlerin ucunu kırıp kırıp yeniden açmak yasak… Defter sayfalarını küçük küçük koparıp avucuma doldurduktan sonra üfleyerek nasıl uçuştuklarını izlemek yasak… Konuşmak, gülmek, uyumak, hepsi yasak! Hayal kurarken bile gözlerim açık olmalı. Sıkıntıyla oturup, öğretmenin mırıl mırıl anlattıklarını dinliyorum. İçimde bir şeyler uyuyor, ama ben, gözlerimi kocaman kocaman açıp öğretmene bakıyormuş gibi yapıyorum. Okul açıldıktan birkaç hafta sonra öğretmenimiz, okumayı sökenlere kırmızı kurdele takacağını söyledi. Heceleyenlerin sayısı hızla arttı. Sonunda, önümde oturan Murat, kurdelesini aldı.
Ardından Mehmet, Nazlı ve Gülay… Anneannem böyle arka arkaya gelişen olaylar karşısında, “Çorap söküğü gibi gitti,” der. Bizim sınıfta da böyle oldu. Kimin çorabı söküldü bilemem ama, nerdeyse bütün arkadaşlarım art arda kırmızı kurdelelerini aldılar. Bir ben almadım. Aman, almazsam almayayım, ne olacak ki! Kırmızı kurdeleymiş, mavi kurdeleymiş; kim istiyorsa o alsın. Benim tek istediğim, ağaçlara tırmanmak, bahçede oynamak, duvara tırmanıp, “Hoop!” diye yere atlamak…
Ders arasında oyun oynamamız için ara veriyor gibi yapıp ardından ders zilini hemencecik çalıyorlar. O kadarcık süre içinde ancak oyun kuruluyor, oynamaya fırsat kalmıyor. Ben derslerde pencereden dışarıya bakarım. Ağaçlar hep beni çağırır. “Gel!” diye fısıldarlar. “Bak, dallarımızı uzattık. Tırman!” Kuşlar, gözdağı vermek için uçup gidecekmiş gibi yapar, sonra tekrar aynı dala konup gelip gelmediğime bakarlar.
Gidemem… Okul açılalı epey oldu. Bütün birinci sınıf öğrencileri, kırmızı kurdelelerini aldılar. Kırlarda birbiri ardına açan gelincikler gibi okul bahçesinde salınıp duruyorlar. Bir benim kurdelem yok. Peh, olmasın! Kırmızı kurdele almayı kim ister? Ben bahçeye çıktığımda herkes beni büyük sınıf öğrencisi sanıyor, n’aber? Uzun boylu olduğumdan değil… benim kırmızı kurdelem yok da ondan. Okumayı henüz sökmedim. Çünkü ben… Ben tembel bir öğrenciyim. Öğretmenim öyle diyor. Bir keresinde, annemi çağırmamı söyledi. Annem hasta değildi ama öğretmene, “Annem hasta, gelemiyor,” dedim; anneme öğretmenin notunu iletmedim. Bir keresinde de, “Bak, babana söylerim haberin olsun!” dedi.
Aman sakın haa! Babam duymasın! Çok kızar. O beni, “Akıllı kızım! Çalışkan kızım!” diye sever. O gün okulda kendimi çok garip hissettim. Hiç böyle olmamıştım. Sanki bir hayalete dönüşmüşüm de ayaklarım yere basmadan, kayarak yürüyormuşum gibi… Eve dönerken yol boyunca, her zamanki gibi kaybolmuş numaraları yaparak ablamın yüreğini hoplatmayı canım istemedi. Tüm yapraklarını dökmüş bir saksı ağacı gibi suskun ve neşesizdim. – Bu kızın nesi var böyle? Evdekiler, sessiz ve uslu durduğumda, hep hasta olduğumu düşünürler. O defa da öyle oldu. Doktor önce karnımı mıncıkladı, kulağımı çekti, ağzımı açıp dilimi kurcaladı. Sonra, başımda bekleyen anneme dönüp:
– Ağır bir hastalık bu, dedi. Difteri… Üstelik bulaşıcı… On gün evde yatması gerekiyor. Benim yerimde Nazlı ya da Filiz olsa, hemencecik üzülüp ağlarlardı. Derya da ağlardı. Ben? Ben, sevincimden uçmak üzereydim! On gün tatil ha! On gün boyunca daracık bir sırada oturup öğretmenin tahtaya çizdiklerini deftere geçirmek yerine, yatağıma uzanıp güzel güzel oyun oynayacaktım.
Hastalığımın ilk günü, hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Sabah uyandığımda, güneş doğmayı akıl edeli çok olmuş, gökyüzünde şımarık şımarık parlıyordu. Annem, – Uyandın mı canım? dedi. Bir şey ister misin? Neler istemem ki! Çikolata, şeker, leblebi, dondurma, fıstık… Annem bunları veremeyeceğini söyledi; doktor izin vermezmiş. Öyle olsun… Kızarmış ekmek, limonata, pirinç lapası da güzel.
Babam işe gitmeden önce televizyonu yatağıma yakın bir yere taşımış. Ben uyurken fark etmemişim bile. Uzaktan kumandayı da baş ucuma koymuş. Yaşasın, bugün televizyonun tek komutanı benim! Ordan oraya kanalları değiştirip durdum. İnsanlar bir masanın çevresinde yan yana oturup hızlı hızlı bir şeyler anlatıyorlar. Çok can sıkıcı! Hiç tanımadığım şarkıcılar şarkı söylüyorlar. I-ıh, şarkılarını hiç beğenmedim. Bazı kanallarda da film başlamış. Amaaan, şimdi filme takılsam, sonuna kadar izlemem gerekecek. Ya üzücü bir konu olursa… Hele bir de korkutucuysa!.. Aman aman kalsın! Zaten ben oyun oynamak istiyorum…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıBabam Duymasın
- Sayfa Sayısı64
- YazarAytül Akal
- ISBN9789944699600
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Margaret Teyzemin Aynası ~ Walter Scott
Margaret Teyzemin Aynası
Walter Scott
Sir Walter Scott, bu derlemedeki iki öyküsünü 1828 yılının sonunda hazırlanan, katkıda bulunan yazarlar arasında Mary Shelley, Thomas Moore, William Wordsworth gibi isimlerin olduğu...
- Burun ~ Nikolay Vasilyeviç Gogol
Burun
Nikolay Vasilyeviç Gogol
Burun, Rus gerçekçiliğinin öncüsü Gogol’ün monarşinin hüküm sürdüğü çarlık döneminde kaleme aldığı Petersburg Öyküleri derlemesi içinde yer alan öykülerden biri. Ait olduğu yüzü terk...
- Kör Pencerede Uyuyan ~ B. Nihan Eren
Kör Pencerede Uyuyan
B. Nihan Eren
“Kör Pencerede Uyuyan” Ecel teri kumsalın ortasından bir bıçak gibi geçiyordu. B. Nihan Eren’den “Gece”li “Gün”lü öyküler YKY’den çıktı. Daha önce yine YKY’den çıkan...