Elmas da sargılı kollarını bebeğe uzatmıştı. Canını yakmaktan korkarak usulca bırakmıştı Bayram, oğlunu Elmas’ın kucağına. Şimdi burun burunaydılar Elmas’la Öksüz. Bir dişi hayvanla yavrusu gibi koklaşıyor, burunlarını birbirine sürütüyor, birbirlerinin boynuna gömülüyor ve tuhaf mırıltılar çıkartıyorlardı. Bebenin küçük elleri, Elmas’ın saçlarında, Elmas’ın dudakları bebenin yüzünde dolaşıyordu. Elmas, ne diğer hastaları ziyaret edenlerden ne de Bayram’dan hiç utanmadan, hiç gocunmadan, memesini çıkarıp bebenin ağzına vermişti. Bebek mutlu bir kedi yavrusu gibi guruldayarak şapır şupur emiyordu süt akıtmayan, kuru memeyi. Kadınla çocuk birbirleriyle iç içe geçmiş, tek vücut olmuş gibiydiler.Köprü.. Olağanüstü bir bürokratın, otuz yıl bekledikten sonra kavuşulan bir köprünün ve doğunun töreye teslim olmuş insanların öyküsü. Ayşe Kulin’in kaleminden.
VALİ, BAYRAM VE ÖKSÜZ (1993)
Üç günden beri dur durak tanımadan esen deli rüzgâr birden kesiliverince, kar, Munzur ve Keşiş dağlarının koynuna sereserpe uzanmış Erzincan’ın üstüne, tül cibinlik gibi inmişti. Karla kaplı çıplak ağaçlarından, saçakları buz tutmuş evlerine kapanmış insanlarına, dam altlarına sığınmış bezgin sokak köpeklerine kadar tüm canlılarıyla uzun bir kış uykusuna dalmış gibiydi şimdi şehir.
Erzincan’ın ne zaman ne yapacağı belli olmazdı. Ne istediğini hiç bilmeyen şımarık bir kadın gibiydi. Karın bembeyaz örtüsü altında uyuşmuş yatadururken, birdenbire miskinliğinin öcünü almak ister gibi çalkalamaya başlardı kalçalarını. O böyle beşik gibi sallandı mı, nice dağların yamaçlarını tutan kar, yükseklerden aşağılara iner, ovalarda çağıldayan akarsularla buluşur, yerle gök birbirine geçerdi. Toz, duman, çığlık ve kar arasında savrulurdu canlar. Üstelik daha çok da yeniydi böylesine kudurup azması. Evleri yerle bir etmiş, kurbanlarını yutmuş, tüm hırsını kustuktan sonra, durulmuştu. Erzincanlılar, bir süre sessiz kalacağını bilirlerdi şehirlerinin. Tekrar ne zaman azacağı pek belli olmazdı ama… Daha değil… daha değil. Onca cana kıydıktan, onca ocağı söndürdükten, onca binayı, ağacı devirdikten sonra, iyice yorgun düşmüştü şehir. Dinlenme sürecindeydi. Belki de o yüzden, gevşek bir miskinlik içindeydi Erzincanlılar.
Buza kesmiş kentin sokaklarını koşarak geçen köylü, göğsüne bastırdığı yüküyle şimşek gibi daldı taş binanın kapısından. Nefes nefese ve soğuğa rağmen ter içindeydi. Gövdesinden yükselen sıcaklık ve ekşi koku. Hoş Ali ile İsmail’in yüzüne, keskin bir bıçak gibi çarptı.
“Vali nirde?” diye sordu kapı girişini tutanlara. Hoş Ali başıyla yukarı katı işaret etti. Adam merdivenlere hamle etti hemen. Geniş beyaz basamakları üçer dörder atlayarak çıkmaya başladı. “Hop! Hop! Yavaş ol ula, aburaya gel, yükünü göster önce,” diye bağırdı İsmail.
“Bırah getsin. Gızar şimdi yugardaki,” dedi Hoş Ali.
Az mı zılgıt yemişlerdi yukardakinden, vatandaşı sorgu sual ettikleri için. Neresinden çıkıyor bunca ses bu ufak tefek gövdenin diye düşünürdü Hoş Ali, yukarıdaki kükrediği zamanlar. Şu binanın kapısından içeri, bina vilayet binası oldu olalı, denetim yapılmadan kimseler bırakılmazken, bu tutturmuştu odamın kapısı açık duracak, her gelen ille de engellenmeden merdivenleri çıkıp yanıma girecek, diye. Acayip adamdı vesselam. Keyfi meyfi kalmamıştı, vali makamında odacı ya da nöbetçi olmanın. Her önüne gelen hışır hışır girmeye başlamıştı makama, kapı ardına kadar açık durduğundan, vuracak kapı bile bulamaksızın.
İlk geldiği günlerde söylediklerini ciddiye almamış, yine eski tas eski hamam davranmışlardı cümle kapısındaki nöbetçiler. Ama, çabuk öğrenmişlerdi. Atik tavırları, cin bakışlı gözleri, kızıla çalan kahverengi saçlarıyla, aceleci bir genç tilkiyi andıran adam, her sözün arkasında duruyor, emirleriyle kesin itaat istiyordu. Asabiydi, birazda çatlaktı, kesin!
“İyi de, göhsünün üstünde bir poh sahlirdi. Sileh mileh olmesin?” dedi İsmail endişeli bir sesle.
Hoş Ali, “Ben azardan neyi bıhtım gayri, aga. İstirsen sen düş herifin peşine,” der demez, atıldı İsmail. Ama köylü çoktan uçup gitmiş, görünmez olmuştu yukarı çıkan merdivenlerde.
Vali, koltuğunda sol yanına doğru kaykılmış, sol omzuyla kulağının arasına sıkıştırdığı telefonda konuşurken, bir eliyle önündeki defteri karıştırıyor, diğer eliyle de not alıyordu küçük bir kâğıda. Hoş Ali’nin hep arkasından konuştuğu gibi, “Gıçına da bi zurna dagsa da çalsa barim,” dediği pozdaydı tam. Tek bir iş yaptığı görülmemişti ki hiç… On işi birden yürütürdü illa. İçeri gireni hemen fark edemedi bu yüzden. Ancak, masasının üzerine adeta fırlatılan bohçanın gürültüsüyle başını kaldırınca gördü gözlerinden ateş ve acı fışkıran köylüyü. Omzundan düşen telefonu zor yakaladı ve önünde dikilen adama baktı, gözlüklerinin üstünden.
“Hayrola hemşerim?” dedi.
İsmail tam o anda daldı içeri ve valinin önündeki masada duran alacalı bez yığınını kapmak istedi. Köylü göğsünden itekledi İsmail’i.
“Bombe filen mi goydin ula sen bu çaputa?” diye avaz avaz bağırdı İsmail.
Vali de ayaklanmıştı şimdi. Aynı anda Hoş Ali yanında bir iki kişiyle odada bitmiş, köylüyü derdest edivermişlerdi.
“Ne bu? Bomba mı var burada? diye sordu vali, gözleriyle çıkını işaret ederek ve sakin olmaya çalışarak. Çıkından yükselen tuhaf koku tüm odayı tutmuştu. Valiye yanıt vermek İstermişçesine, ince, keskin hır ses yükseldi bezlerin arasından. Herkes susup kulak kesildi.Önce bir hayvan iniltisini andıran çığlık, giderek çok ince bir insan sesine dönüştü ve doldurdu odayı.
“Nedir bu?” diye sordu vali.
“Bebedür,” dedi köylü.
Odadakiler ferahladılar ve yavaşta, masanın üzerinde duran bohçaya yaklaştılar. İsmail uzak durmaya çalışarak, elini uzatıp bohçayı kurcaladı. Aralanan bezlerin içinden, yeni doğmuş bir bebenin kurabiye büyüklüğündeki yüzü gözüktü…
“Köprü” için 4 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKöprü
- Sayfa Sayısı240
- YazarAyşe Kulin
- ISBN9789752892637
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tehlikeli Şarkılar ~ Tuna Kiremitçi
Tehlikeli Şarkılar
Tuna Kiremitçi
Başkomiser Perihan Uygur yine şehrin tekinsiz sokaklarında… Ünlü romancı Nadir Surkultay’ın eski eşi ve çevirmeni Alman vatandaşı Eva Surkultay Balat’taki evinde ölü bulunur. Başta...
- Düşte Kördüğüm – Bir 28 Şubat Romanı ~ Mehmet Kara
Düşte Kördüğüm – Bir 28 Şubat Romanı
Mehmet Kara
Rektörün ancak kendine yetecek kadar yayınları vardı. Fakat çevresinde bülbül gibi şakıyan, kalabalık “Sayın”ları vardı. Hepsi birden fark edilmese de üniversitenin kadrosu epeyce kalabalıktı....
- Üçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD’yi İşgal Ettiğinde) ~ Burak Turna
Üçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD’yi İşgal Ettiğinde)
Burak Turna
2006 yılında yayınlandıktan sonra dünya çapında medyanın ilgi odağı olan Üçüncü Dünya Savaşı insanı hayrete düşüren öngörüleri ve kurgusuyla Epsilon Yayınları imzasıyla okuruyla buluşuyor!...
Türkiye gerçeklerini anlatan güzel bir kitap…
Güzel bir kitap…
Güzel bir kitap..
Dili gayet akıcı ve sürükleyici. İki gecede bitirmiştim. Bu arada babam kitap okumayı sevmez ama ona okutabildiğimiz nadir kitaplardandı.