Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ayrılışın Hatırası
Ayrılışın Hatırası

Ayrılışın Hatırası

Abdulrazak Gurnah

2021’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Abdulrazak Gurnah, ilk romanı Ayrılışın Hatırası’nda bile dört dörtlük bir romancı olduğunu gösteriyor. Abisinin ölümünden sorumlu tutulan Hasan, bir…

2021’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Abdulrazak Gurnah, ilk romanı Ayrılışın Hatırası’nda bile dört dörtlük bir romancı olduğunu gösteriyor.

Abisinin ölümünden sorumlu tutulan Hasan, bir yandan da alkolik ve tacizci babasının zorbalıklarına katlanmaya çalışır ve başına gelenleri bir nevi kadercilikle kabul eden annesinden yardım umar. Tüm zorluklara bir de ülkesinin çalkantılı politik atmosferinin getirdiği belirsizlikler eklenince işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alır. Girdiği üniversite sınavının sonuçları bir türlü açıklanmayınca, yurtdışına gitmeyi ve orada okumayı kafasına koyar. Bunun için gereken parayı, Nairobi’de yaşayan zengin dayısından istemeye karar verip düşer yollara.

Afrika’nın asla dillendirilmeyen, dillendirilmedikçe insanların hayatını her yönden kuşatan dertlerini gözler önüne seren olağanüstü bir roman Ayrılışın Hatırası.

“Ayrılışın Hatırası, Gurnah’ın geliştirmeye devam ettiği bir örüntü oluşturdu: Eve dair bir klostrofobi ile sürgünde olmanın getirdiği yalnızlık arasında durmaksızın mekik dokumak.”
Julıan Lucas

*

1

Annem arka bahçedeydi, ateşi yakıyordu. Mırıldandığı duanın bir kısmını işittim dışarı çıkarken. Kömürü tutuşturmak için başını maltızın üstüne eğmiş, usulca üflüyordu. Bir tencere su ayağının dibinde hazırdı. Annem etrafa bakınca, ateşin yüzünü kararttığını, gözlerini yaşarttığını fark ettim. Ekmek almak için para isteyince, dikkatini ateşe vermişken rahatsız edilmek hoşuna gitmemiş gibi kaşlarını çattı. Elbisesinin üst kısmına elini sokup içine parasını koyduğu düğümlü mendilini çıkardı. Elime bıraktığı bozukluklar vücudunun sıcaklığıyla ılınmıştı ve köşesiz oluşlarıyla yuvarlak ve yumuşak bir his veriyorlardı.

“Çok geç kalma,” dedi ve yüzüme bakmadan tekrar ateşe döndü. Ona veda etmeden çıktım evden, ama arkamı döner dönmez üzüntü duydum böyle yaptığım için.

O sırada otuzlu yaşlarının başındaydı, fakat daha yaşlı görünüyordu. Saçları şimdiden ağarmıştı ve yıllar çökertmişti yüzünü, acıyla yıpratmıştı. Bakışları genelde sitemkârdı ve küçük ihmalkârlıklar bile gözlerini öfkeyle dikip bakmasına yetiyordu. Bazen yavaşça ve isteksizce de olsa bir tebessümle canlanıyordu yüzü. O söz konusu olunca, kendimi suçlu hissediyordum, ama yine de yetişkin bir erkek olmaya geçişimi kutlamak için gülümsemiş olabileceğini düşündüm.

Evin yanından inen dar, karanlık sokak boyunca yürüdüm. Ağır çiy havadaki tozu çökertmiş, yol kenarındaki kulübelerin teneke çatılarını parlatmıştı. Yol, çukurlar yüzünden delik deşik olmasına karşın, iki yanında sağlı sollu uzanan kulübelere kıyasla daha düzgün ve sağlam görünüyordu. Burası işçilerin ve ipsiz sapsızların yaşadığı, kart fahişelerin ve süslü püslü homoseksüellerin iş tuttuğu, sarhoşların ucuz tende1 için geldiği, ne idüğü belirsiz seslerin geceleri sokaklarda acıyla inlediği Kenge’ydi. Bozuk yoldan sarsılarak ve gacırdayarak boş bir otobüs geçip gitti. Yeşil-beyaza boyanmıştı; farları sabah ışığında zayıf ve sarıydı.

Mzambarau ağacını çevreleyen meydan günün bu erken saatinde boştu. Yeşil camiden mırıl mırıl ibadet sesleri geliyordu, müminler toplanıp korunaklı bir grup oluşturmuştu. Uzakta bir horoz ötüyordu. Taşların sivri uçları meydandaki toprağı delip çıkmıştı; dikkatsiz ayaklar için tehlike teşkil ediyordu. Toprak yağmurlarla birlikte ot bürümüş arazilere dönüşecekti, ama şu an kurak mevsimin ortasıydı.

Kenge denize çok yakındı. Deniz havası şehirde daima hissediliyordu. Havanın boğucu olduğu günlerde insanların burun deliklerine ve kulaklarına tuz yapışıyordu. Ilık sabahlarda deniz esintisi çıkar, güne başlarken şehrin kalbini ferahlatırdı. Geçen yıllar boyunca köle tacirleri yürümüştü bu sokaklarda. Ayakları çiylerin ıslaklığında serinlemiş, kalpleri kötülükle kararmış bu kişiler yanlarına ganimet olarak aldıkları sıra sıra gençleri denize doğru sürerdi.

Yemenli dükkâncı bana ekmeği hiç konuşmadan verdi. Uzattığım parayı almadan önce ellerini bir dilenci gibi hürmetle gömleğine sildi. Yüzünde yaltaklanan bir gülümseme vardı, ama ağzının içinde bir küfür geveledi.

Eve gittiğimde babam namaz kılıyordu. Arka bahçede yere oturmuş, bacaklarını altında katlamıştı. Gözleri kapalıydı, başını göğsüne eğmişti. Yumruk yaptığı elleri dizlerinin üstündeydi, sağ elinin işaretparmağı yeri gösteriyordu.

Ekmeği dilimledim, sonra gidip kız kardeşlerimi uyandırdım. Babaannemin odasında birlikte uyuyorlardı, bu odanın duvarları daima buram buram koltukaltı ve ter kokardı. Babaannemin küçülmüş bedeni kat kattı, kolu yatağın yanından sarkmıştı. Zekiye onun yanında yatıyordu. İki kız kardeşimden büyük olanı oydu, uyanmıştı bile. Saide’yi uyandırmak hep daha zordu. Onu sarsınca sırtını dönüp öbür tarafa kayarak huzursuzca homurdandı. Bu hareketi gıcık etti beni ve en sonunda omuzlarından tutup salladım onu.

“Eh! Ne yapıyorsun sen?” diye çıkıştı babaannem, Saide’nin sızlanan sesine uyanmıştı. “Yavaş. Hepimizi öldürmek mi istiyorsun? Dikkatli olsana. Duyuyor musun beni?”

Bi Mkubwa derdik ona, Büyük Hanım. Narin ve nazik görünürdü, ama hiç merhameti olmayan, zalim biriydi. Ben dönüp giderken, onun arkamdan söylendiğini duydum.

“İnsan bir şey der. Bir selam sabah eder. Gel buraya!” dedi ve birden, “Arsız velet! Beni ne sanıyorsun? Gel buraya!” diye sesini yükseltti. Arka kapının önünde durdum, bağırışının kesilmesini bekledim. Babama yakındığını duydum, sesi acı çeken birinin sesi gibi yükselmişti.

Babam hâlâ bahçede, önümde oturmuş namaz kılıyordu. Annem ona baktı, ama o etrafındaki bağırış çağırışa gözlerini kapamıştı. Bana dönüp başını salladı annem. İşte yine başlıyor. Kitaplarımı almak için aceleyle içeri girdi ve beni bir an babamla baş başa bıraktı. Bana bir dilim ekmek verdi ve bir fincan çay için de bozuk. Bu, on beşinci doğum günümün sabahıydı.

Beş yaşından beri gittiğim Kuran kursunda erkek çocukların on beş yaşında Allah’a hesap verecek yaşa geldiğini öğrenmiştim. Kız çocukları bu olgunluğa dokuz yaşında erişiyor. Vücut salgılarıyla ilgili bu. Allah öyle buyurmuş.

“On beş yaşına geldiğinde,” demişti babam, “artık her şey seninle Allah arasındadır. Allah’ın melekleri işlediğin her günahı amel defterine yazar. Kıyamet günü, yaptığın kötülük ve iyilikler kıyaslanır. Allah’ın buyruklarına uyarsan cennete gidersin. Günah işlersen cehennemde yanarsın. Kemiklerine kadar yanarsın, sonra tekrar vücuda gelirsin ve tekrar yanarsın. Bu sonsuza dek sürüp gider. Allah’tan başka tanrı yoktur ve Muhammet onun elçisidir. Günde beş vakit namaz kılmalıyız, ramazanda oruç tutmalı, her sene zekât vermeli ve Allah bize imkân vermişse hayatımızda en az bir kere Mekke’ye gitmeliyiz. Cehennemi yedi kat yaratmıştır Allah. En alt kat yalancılar ve ikiyüzlüler içindir, dindar gözüküp kalplerinde şüphe olanlar için.

Bir kâfir ya da yabani olarak doğmadığın için, O’nun hikmetini ve ilmini sana öğretebilen bir ailen olduğu için Allah’a her gün şükretmelisin. Sen bir müminsin, Allah’ın kulusun. Birkaç yıl içinde on beşine gireceksin, erkek olacaksın. O’na şimdiden itaat etmeyi öğren, yoksa sonsuza dek cehennem ateşinde yanarsın.”

On beş yaşına girdiğim gün her sabah olduğu gibi yine aynı otobüs beni okula götürdü. Yine aynı yüzler vardı otobüste; yine aynı kızlar bizden ayrı, erkeklerin varlığından duydukları sıkılgan huzursuzluk içinde bir arada oturuyordu. Onların arasında beğendiğim kızı aradı gözlerim. Saçları omuzlarına dökülmüştü. Arzularımı gülünç kılan bir resmiyet taşıyordu duruşu. Yanındaki kız daha munis görünüyordu. İkisi de önümde oturuyordu ve ben adlarını sormaya bile cesaret edemiyordum. Kanımın kaynadığı düşlerle dolu geceleri düşündüm… Erkek olduğum günün sabahı.

Okuldan dönerken beyaz badanalı loş camiye girdim. Yerler cemaatin oturması için canlı renklerle dokunmuş bir halıyla kaplanmıştı. Kalabalığın arasına karışıp Allah’la hesap defterimi açtım.

Yeri sert sert çiğneyen ayakların kaldırdığı toz bulutları sarmıştı etrafı. Ağaçlar öğlen güneşine dik dik bakıyordu. Sıcağın etkisiyle azap çeken deniz döne döne kavrulup buharlaşıyor, sise ve pusa dönüşüyor, güneşin ardından gelen serinlikle koyulaşıyordu.

Rıhtıma yaklaştıkça balık pazarının kokusunu duydum. Bazı balıkçılar hâlâ oradaydı. Balıkçıların çoğu gece çalışır, öğlen ezanıyla birlikte eve gidip yatardı. Her gece küçük kayıklarını suya indirip gözden kaybolurlardı. Bazıları birkaç gün boyunca dönmezdi ve sonra büyük bir mücadele sonucu yendikleri bir köpekbalığı ya da kılıçbalığıyla çıkıp gelirlerdi. Küçükken bunun şanlı ve özgür bir hayat olduğunu, erkeğe yaraşır bir hayat olduğunu düşünürdüm.

Denizden esen tuzlu rüzgâr vuruyordu yüzüme. Kıvrılan dalgakıran boyunca uzanan iskelenin kokusu toynakların gürültüsüne karışıyordu. Adalardan gidecek sığırları yüklüyorlardı orada. Besi hayvanları çeçesineği yüzünden adalarda rahat edemiyordu. Bu yüzden yerli tüccarlar her ay yaşlı ve hastalığa yakalanmış sığırları Arap yelkenlilerine yükleyip karşı kıyıya geçiriyordu.

Yaşlı Bakari’yi balçığa dönmüş sahilden merdivene doğru yürürken gördüm. Küçükken bana denizi ve balıkçıları anlatırdı Bakari. Hep nazikti bana karşı. Bazen eve götürmem için bir dilim kızarmış manyok ya da biraz balık verirdi. Denizin onu korkuttuğundan bahsederdi. İnsanların aslında denizi hiç bilmediğini söylerdi. “Bir canavardır deniz,” derdi. “Derin mi derin, öyle derin ki inanamazsın. İçinde dağlar, ovalar ve pek çok insan kalıntısı var. Avlanan köpekbalıkları. Su kuşlarının tiz çığlıkları. Bir ölüm çukurudur deniz.” İncinmiş ve deforme olmuş bir kas gibiydi vücudu. Bir an gözlerini kısarak baktı bana, ardından gülümsedi.

“Nasılsın?” diye sordu. “Annen, baban nasıl?”

“Ehlen mzee Bakari, iyiler.”

“Ya okul? İyi gidiyor mu? Bir gün doktor olacaksın,” dedi ve gülümsedi.

“Bir sorun yok.”

Başını sallayarak onayladı.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hacılar Yolu ~ Abdulrazak GurnahHacılar Yolu

    Hacılar Yolu

    Abdulrazak Gurnah

    Hacılar Yolu, aşk ve ırkçılık gibi iki uzak ucu aynı merkezde buluşturmayı başaran bir başyapıt. İngiltere’deki hayatında aşağılanmayla, yoksullukla mücadele eden Daud, bir yandan...

  2. Kumdan Yürek ~ Abdulrazak GurnahKumdan Yürek

    Kumdan Yürek

    Abdulrazak Gurnah

    Kumdan Yürek, 1960’ların Zanzibarı’ndan 1990’ların Londrası’na uzanan yürek parçalayıcı bir sürgün, göç ve ihanet hikâyesi. Anne-babasının geleneksel Zanzibar toplumunda ayrı olmalarına anlam veremeyen Salim,...

  3. Dottie ~ Abdulrazak GurnahDottie

    Dottie

    Abdulrazak Gurnah

    Dottie, İngiltere’de yaşayan siyah bir kadının engelleri bir bir aşarak kendi yolunu çizmesinin romanı. Annesinin ölümünün ardından, daha on yedi yaşında olan Dottie, kardeşleri...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çöl ~ J.M.G. Le ClézioÇöl

    Çöl

    J.M.G. Le Clézio

    Zamanın dışında, insanların tarihinin dışında kalmış bir ülkeydi burası, belki de dünya kurulduğunda diğer ülkelerden ayrı düşmüş, hiçbir şeyin doğup ölemediği bir ülke. Yıl...

  2. Ye Dua Et Evlen / Bir Aşk Hikayesi ~ Elizabeth GilbertYe Dua Et Evlen / Bir Aşk Hikayesi

    Ye Dua Et Evlen / Bir Aşk Hikayesi

    Elizabeth Gilbert

    BİR AŞK… İKİ BOŞANMA… BİR EVLİLİK.. Evliliğe küsmüş bir kadın ve bir erkeğin evliliğe giden yolda sıcak ve duygusal aşk hikâyesi BÜTÜN DÜNYA ONU...

  3. Yılan ve Zambak ~ Nikos KazancakisYılan ve Zambak

    Yılan ve Zambak

    Nikos Kazancakis

    Ruhumun içerisinde beliriverdin, biliyordum geleceğini. Bekliyordum da Seni. Tıpkı kışın donmuş ve ıssız, acı çekerek bekleyen yeryüzü gibi Seni bekliyordum. Sen baharsın, ağır ağır...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur