“Ayışığında “Çalışkur” yalnız Haldun Taner’in değil, ilk kez 1954’te yayımlandığı göz önüne alınırsa, edebiyatımızın da en özgün ve öncü sayılabilecek öykülerinden. Taner, ince mizahını adeta bir öykü dersi vererek konuşturuyor.
“Bu kuruluş ve belgeleme, herhangi bir edebiyat ürününde sanatçının yazdığıyla sıradan okuyucunun zevk ölçüleri arasındaki büyük farkı bir eğleni havası içinde göstermesiyle tipik ve orjinaldir.” (Behçet Necatigil)
“Modern deneyci bir edebiyat yapıtıdır “Ayışığında “Çalışkur”. Üstelik Batı edebiyatındaki okunması ve anlaşılması güç deneysel metinlerin aksine inanılmaz derecede eğlencelidir. Ancak ilk başta çok kolay görünen bu metin, farklı okumalara olanak veren ve farklı konulara açılım sağlayan bir çalışmadır. Bu metni okumak, kişinin çevresini saran ideolojik söylemleri de okumasına olanak veren, düşünsel bir alıştırma niteliği taşımaktadır.” (Murat Gülsoy)
İçindekiler
Ayışığında “Çalışkur”
Ayışığında “Çalışkur” • 9
Hikâyenin Tepkileri • 28
Sonuç
Ayışığında “Çalışkur” • 41
Epilog • 88
Sonucun Tepkileri
Birkaç Mektup • 93
Ayışığında “Çalışkur”
Ay, iri ve toparlak, Maltepe sırtlarından doğuverdi.
Yassıada üstlerinde bir yıldız, onun çıkışı ile rahatı kaçmış gibi, olduğu yerden kaydı, gökyüzünde ışıklı bir yol çizerek gözden kayboldu.
Eylülün on ikisi olmasına rağmen hava pekâlâ da ılıktı.
Bekçi Zülfikar ayın doğduğunu görünce paketi çıkarıp bir sigara yaktı. Güneşin batışında bir, ayın çıkışında iki, su kenarında üç, mangal başında dört, illa cıgara içmek iktizadır sanıyordu.
Yola vuran gölgesine baktı. Boyu kısa olduğu halde gölgesi yerde uzuyor, boyun kısmı karşı kaldırımda acayip bir çıkıntı yaptıktan sonra duvarın dibine kadar varıyordu.
Köşeyi döndü. Laf olsun diye, düdüğü ağzına götürüp iki kere öttürdü.
Gece sessiz ve sakin. Denizin üstü sandallar sandallar…Açıkta biri denize girmiş, kulaçlarının sesi öyle belirli ki…
Zülfikar yürüdü. Altı çivili yeni kunduralarının asfalt üstünde çıkardığı erkekçe sesten hoşlanıyordu. Boş arsaları, bakla tarlasını, Amerikan kampını, doktorun evini geçti, caddeye saptı. “Çalışkur” apartmanının önüne gelince yavaşladı.
“Çalışkur” apartmanının gölgesi de yere gerçektekinden çok daha iri ve heybetli vurmuş. Sırf gölgesine bakan, onu pekâlâ küçük çapta bir Hilton oteli sanabilir.
Kapıcı katından bir çocuk ağlaması geliyor. Yine Saime’nin piçi olacak.
Kunduraları yeni olduğundan Saime onun ayak sesini tanıyamamıştı. Düdüğü duyunca, başını yer katından uzattı.
“Al gütür şu yumurcağı Bekçi emcesi,” dedi, “gene bana gahır veriy, uyumiy.”
Bekçi, başparmağı yeni kayışının tokasına takılı, eli göbeğinin üstünde, karşı kaldırımda öyle heykel gibi duruyor.
“Alacan değel mi? Ha alacan?”
“Alacam,” dedi bekçi, “susmazsa garagola götürecem.”
Çocuk sinmiş, korkulu gözlerle bir bekçiye bir anasına bakıyor. Birden yumuk ellerini kadının boynuna dolayıp göğsüne büzüldü.
Anası yumuşayıvermişti:
“Get Zülfikar emcesi get” dedi. “Get de sen ırsızları gatilleri götür garagola. Ben paşa oğlumu virmem sağa.”
Paşa oğlu, getti mi diye bekçiden yana bakıyor. Yaşları sümüklerine karışmış, kıvırcık saçları terden, alnına yapışmış.
Kadın çocuğu usulca yatağa bıraktı. Çocuk yapma bebek gibi, hemen gözlerini kapadı. Sonra açtı. Yine kapadı. Aça kapaya, uyuma taklidi yaparken yaparken, biraz sonra gerçekten uyuyakaldı.
Çocuk uyuyunca kadın kapının önüne çıkmış, duvarın dibine çömelmişti:
“Bir cigara vir Zülfikar” dedi.
“Buyur.”
Zülfikar kibrit de çıkarıyordu. Kadın onun elinden sigarasını alıp kendininkini ondan ateşledi.
Bekçi ile memleketli oluyorlardı. Kocası İlyas bir alacak yüzünden, yanında çalıştığı ciğerciyi vurup da mapusa girince onu bu kapıcılığa Zülfikar kayırmıştı.
“Neredeydin dün gece?” dedi.
“İzinliydik ya” dedi bekçi. “Düğüne gettik, Selami Çeşme’ye…”
“İçtin mi gene? Eğlenmişsinizdir herhal.”
“He! Eğlendik eğlenmesine. Salacak’tan saz takımı da getirmişler.”
Tek tük gelip geçenler görmesin diye, kadın daha siper bir köşeye büzüldüğünden, Zülfikar da ister istemez çömelip ona sokulmuştu.
“Çengi de var mı idi?”
“A-ah, emme Harmandalı oynadı üç gişi. Gelin tarafı oluyorlarmış.”
Bir müddet sustular.
Yandaki apartmana adını veren ulu çınarın yaprakları denizden gelen bir meltemle hafif hafif titriyor… Yere döne döne kuru bir yaprak düştü.
Kadın, bekçiye doğru derin bir soluk verdi. Onun ılık nefesini Zülfikar ta burnunda, bıyıklarında hissetmişti.
“Sonbahar da geliyor gayrı” dedi. “Sen bakma havaların yaz gibi gettiğine. Bu yıl birden patlayacak gış.”
Sonra bu sözlerini beğenmediğinden:
“Bak bu ayakkabılarılan gayışı böğün virdiler” dedi. “Gelecek ay da yeni uniforma dağıtacağlarmış.” “Demukratlar eyi çalışıyor” diye arkasını getirecekken baktı ki, Saime yeni kayışını tutmuş oynuyor. Zülfikar’ın içi gıcıklandı, bir tuhaf oldu.
Kayışın taze deri kokusu kadının hoşuna gitmiş olmalı idi.
Saime’nin uzun parmakları usul usul bütün kemeri dolaştı, sonra omuz kayışına tırmanıp ensede karar kıldı.
Zülfikar iyiden iyiye huylanmıştı. Ayağa kalktı.
“Yapma gız, bir gören olur” dedi.
“Gel öyleyse aşşağı.”
Kapıcı katına inen merdivenin ampulü bir aydan beri bozuktu.
Bereket yine ayışığına…Bir de ayak alışkanlığına…
Gökyüzünde yükselen ay, şimdi artık ortalığı iyiden iyiye aydınlatmaya başlamıştı. Ayın önünden hızla, tül gibi bir bulut geçti.
Çalışkur apartmanının taraçasında Gülseren Çalışkur, bir şezlonga uzanmış, ağzında fondan, bir yandan ayışığını seyrediyor, bir yandan köpeği Dodo’yu okşuyordu. Bir hariciyeci dostları bu köpeği Gülseren’e hediye ederken, “Belki ara sıra sana beni hatırlatır” demişti.
Dündar Çalışkur, içerde, şirketinin idare heyeti raporunu inceleyip, birtakım notlar çıkarıyor.
Karısı, Dündar’ı ağzında puro, kolları sıvalı, böyle harıl harıl çalışırken, o Amerikalı businessman haliyle, çok ama çok-çok şeker bulur. Nitekim imrendi, geldi, adamı ensesinden öpüverdi.
“Gelsene dışarı, bak ne güzel mehtap.”
“Şimdi geliyorum cicim. Az bir şey kaldı.”
“Yeniden rapora dönüyordu ki, Gülseren kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzerek:
“Söndürürüm ama elektriği” dedi. “Söndürüyorum işte.”
“Yapma Gülseren.”
Söndürürüm söndüremezsin derken, telefon.
“Allo” dedi Dündar. Alıcıya büroda alışık olduğu gibi, kulağı ile boynu arasına sıkıştırıp bir elinde rapor, öbüründe kalem, yazmaya devam ederek:
“Allo!” dedi. “Ha, sen misin Mufahham?”
“Benim” dedi Mufahham. “Yarın şantiyeye hareket ediyorum.
Kontrol mühendisine altın dolmakalem, karısına da İngiliz kumaşı tayyörlük aldık. Başka bir direktifiniz var mı?”
“Var ya” dedi Dündar Çalışkur. “Dün az daha unutuyordum.
Gidince söyle kuzum Galip Bey’e, nahiye müdürünün cipi vardı ya satılık, onu dört bine alıversinler.”
Mufahham:
“Beyefendi ben o cipi gördüm” dedi. “Pek hurda bir şey, bin lira bile etmez.”
Dündar kızar gibi oldu:
“Sana ne söylüyorsam onu yap. Galip Bey’e söyle, dört bine alsınlar o kadar” dedi, kapadı.
Gülseren başucunda gülümsüyor:
“Sen herkesi kontrol mühendisi mi zannettin?”
“Ne gibi?”
“Ya kabul etmezse?”
“Orası hiç belli olmaz. Verenin bir yüzü kara, almayanın iki.”
Balkonda yalnız kalan Dodo sıkılmış olacak ki, boynunu yukarı kaldırıp aya doğru uzun uzun, dolu dolu havladı.
Dışarda ay çıkmışmış, ayışığı denize vurmuşmuş, arka taraça püfür püfür esiyormuş… Basketçi Erdal’la arkadaşlarının umurlarında bile değildi. Tıkılmışlar içeri salona, geçmişler ses makinesinin başına, Erdal’ın bir hafta önce “kız”ına çaktırmadan yatakta çektiği ateşli bir sevişme sahnesini dinliyorlar.
Vural:
“İtsin ulan, it!” dedi. “Buna itoğlu itlik denir. Söylemezsem namussuzum Günnur’a.”
Gürültülü gürültülü gülüyorlar. Erdal Vural’ın kafasını boyunduruğa aldı, kıstırıyor. Vural Erdal’ı belinden yakaladı. Şakadan boğuşuyorlar. Vural Erdal’ın en yakın arkadaşıdır. Vural Erdal’a “itoğlu it” der, Erdal Vural’a “Pezevengin tohumu”. Pek anlaşmışlar.
Babaları da öylesine…
Söz Günnur’dan Güler’e, Güler’den Gülderen’e, Gülderen’den Suna’ya atladı.
Cengiz:
“Bırak ulan serseriyi” dedi. “Belden aşağı şöyle bir yoklayalım dedik. Vay efendim vay. Meğer grekoromenci geçiniyormuş orospunun kızı. ‘Bana bak evladım,’ dedim, ‘ben yemem bu numaraları.’ Sungur’la Acısu’daki hadiseyi bilmiyoruz sanıyor.”
Erdem:
“Sungur’u şişirdi o çoktan” dedi. “Şimdi Modaspor’dan Sekban’la nişanlanıyormuş.”
“Hayrını görsün. Tepe tepe kullansın.”
Bu sefer de Özgür çamur attı:
“Hadi ulan, çakal” dedi. “İpek gibi kız pekâlâ. Sana yüz vermedi diye, değil mi?”
Yine kapıştılar. Bu defa da Cengiz’le Özgür. İtişip kakışma, sövüşüp gülüşme, Erdal’ın anası ile babası Tarsus’la Akdeniz gezisine çıktıklarından, ev onlara kalmış. Gençlik işte, ekip halinde eğleniyorlar.
İçerde yalnız Erdal’ın büyükbabası var.
Büyükbaba, her gece olduğu gibi odasına çekilmiş, elektrikleri söndürmüş, elinde dürbün karşı pencereleri gözetliyordu. Soyunan kadınları gözetlese yine bir dereceye kadar. Ama onun aklı fikri bacak kadar çocuklarda.
Yeni verdikleri kayışını düzelterek dışarı çıkan bekçi bir müddet etrafa bakındı. Sonra demin geldiği yoldan geri gitti. İki yüz adım kadar yürüdükten sonra karşı kaldırıma geçti. İki düdük daha öttürdü. Sonra, yeni geliyormuş gibi, ağır ağır yine Çalışkur’un
önüne doğru geldi ama hiç durmadan geçti. Tam köşeyi dönüyordu ki, birinci katın yan penceresinde dürbünlü ihtiyarı gördü. İhtiyar da onu görmüştü. Bekçi selam aldı. Büyük beye ayrı bir saygısı vardı. Damat da eli açık adamdı ya, ama ne de olsa, büyük beyin hali başka idi. Bayramdı, seyrandı der, her fırsatta Zülfikar’ı görürdü.
İçerden hâlâ Erdal’la arkadaşlarının iri iri gülüşleri geliyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAyışığında “Çalışkur”
- Sayfa Sayısı104
- YazarHaldun Taner
- ISBN9789750833229
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Köpek Kalbi ~ Mihail Bulgakov
Köpek Kalbi
Mihail Bulgakov
“Bilin ki korkunç olan, artık onda köpek değil, insan kalbi olmasıdır. Hem de doğada bulunan en berbatından!” Şarik, bir sokak köpeğidir. Bir gün yaralanınca...
- Perili Evin Gizemi ~ Henriette Wich
Perili Evin Gizemi
Henriette Wich
Kim var orada? Gerçekle hayalin kesişme noktasında 100 küsur yıllık bir sırrı gün yüzüne çıkaran Perili Evin Gizemi, iki kardeşi zamana karşı yarıştıran “sihirli” bir serüven....
- Nakil ~ Halit Ziya Uşaklıgil
Nakil
Halit Ziya Uşaklıgil
Türk edebiyatının usta kalemlerinden Halid Ziya Uşaklıgil, henüz çocukken Gedikpaşa Tiyatrosu’nda seyrettiği oyunlar vesilesiyle Fransız kültürü ve edebiyatıyla tanışır; bu tanışıklık İzmir Rüşdiyesi’nın sıralarında...