Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ayı
Ayı

Ayı

William Faulkner

Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından William Faulkner’dan bir doğa destanı… Yıllardır vurulamadığı için ormandaki avcıların boy hedefi haline gelen ve artık bir efsaneye dönüşen…

Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından William Faulkner’dan bir doğa destanı…

Yıllardır vurulamadığı için ormandaki avcıların boy hedefi haline gelen ve artık bir efsaneye dönüşen Koca Ben adındaki ayı, çocukluğundan beri Isaac’in çevresine ve doğaya bakışını derinden etkilemiştir. Onu vurmak ormanın hâkimiyetini ele geçirmek, insanın doğaya egemen olmasını sağlamak anlamına gelecektir. Avcıların arasında büyüyen ve zamanla kendisi de başarılı bir avcı olan Isaac, yirmi bir yaşına geldiğinde, ormanın kendisine miras kalan kısmının yönetimini devralma göreviyle karşı karşıya kalır… Nobelli yazar William Faulkner Ayı’da, insanların kendi varoluşlarını sürdürmek uğruna doğayla kurdukları netameli ilişkiyi ele alıyor.

“Faulkner, Avrupa ve Latin Amerika avangardlarının anlamak için eğitim aldığı, Amerika’nın kurmaca tarihindeki en radikal yenilikçi.”
J.M. COETZEE

İÇİNDEKİLER
ÖYKÜYE DAİR GÖRSELLER……………………………………………………………………………………..7
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………… 11
ÖNSÖZ / MURAT BELGE…………………………………………………………………………………………… 25

Ayı

1

Bir adamla bir köpek de vardı bu seferinde. Koca Ben’i, yani ayıyı sayarsak iki hayvan ve iki adam, Boon Hogganbeck’i sayarsak, ve Sam Fathers’da akan kanın birazı da onda vardı, Boon’daki bu kanın daha bayağılaşmışından bile olsa ve yalnız Sam ve Koca Ben ve melez köpek Lion lekesiz ve bozulmazdı.

On altı yaşındaydı. Altı yıldır bir erkek avın avcısı olmuştu. Altı yıldır konuşmaların en iyi çeşidini dinlemişti. Yaban üzerine konuşmaydı bu, büyük ormanların, herhangi bir yazılı belgeden daha büyük ve eski; yabanın bir parçasını satın aldığını sanacak kadar budala beyaz adamın, satmak için herhangi bir parçasını kendininmiş gibi gösterecek kadar insafsız kızılderilinin; Binbaşı de Spain’den de kendini sahibiymiş gibi göstermeye çalıştığı kâğıt parçasından da daha büyük, böyle olmadığını bilerek; Binbaşı de Spain’in satın aldığı yaşlı Thomas Sutpen’dan da daha yaşlı, ki o da böyle olmadığını biliyordu; Chickasaw reisi, yaşlı Sutpen’in toprağı satın aldığı Koca Ikkemotubbe’den bile koca, o da kendi sırasında biliyordu böyle olmadığını. Adamlarındı, beyaz ya da kara ya da kızıl değil adamların, avcılarındı, katlanacak isteme ve dayanıklılığa ve hayatlarını sürdürecek akçakgönüllülükle becerikliliğe sahip olan, kendine karşı getirilip yerleştirilmiş ve kabartmaları çıkarılmış köpeklerle ayıların ve geyiklerindi; yaban tarafından ve yabanın içerisinde bütün üzüntüleri boşaltan ve hiç aman vermeyen eski ve hafifletilmez kurallara göre eski ve bağışlamasız yarışmanın içine düzenlenmiş ve zorlanmış; – bütün avların en iyisi, solumanın en iyisi ve sonsuza kadar en iyisi dinlemenin, sesler dingin ve yüklü ve bilinçli somut doldurulmuş hayvan kafaları arasında geçmişe bakış, hatırlayış ve kesinlik için –raflarda tüfekler ve kafalarla postlar– şehir evlerinin kitaplıklarında ya da pamuk çiftliği evlerinin çalışma odalarında ya da (hepsinden daha iyisi) el sürülmemiş ve hâlâ-sıcak etin henüz asılı durduğu ve hayvanı vuran adamların evlerle ocakların olduğu zamanlarda ocaklarda yanan kütüklerin ve olmadığı zaman da gerilmiş katranlı muşambaların önünde yığılmış odunun dumanlı alevinin çevresinde oturdukları avlanma kamplarının kendilerinde. Her zaman bir şişe bulunurdu, öyle ki yürek, beyin, yiğitlik, kurnazlık ve çabukluğun o ince ateşli anları, kadınlarla oğlanlarla çocukların değil, yalnız avcıların içtiği kahverengi sıvıya toplanmış ve damıtılmış gibi görünürdü ona ve avcılar döktükleri kanı değil yabanıl ölümsüz ruhun yoğunlaşmış bir halini içerlerdi, ölçülü içerlerdi, alçakgönüllülükle hatta, içtiğinden kurnazlık ve güç ve hız elde etmeyi uman putperestin aşağılık ve temelsiz umuduyla değil, bu erdemleri selAmlamış olmak için. Bu yüzden bu aralık sabahında bunun viskiyle başlaması ona yalnız doğal değil, aynı zamanda uygun da göründü.

Bunun bundan çok daha önce başlamış olduğunu sonradan anladı. Yaşını ilk olarak ikievli sayıyla yazdığı ve yeğeni McCaslin’in onu, alçakgönüllü ve dayanıklı kalmak karşılığında yabandan bir avcı adını ve durumunu kazanabilmesi için kampa, büyük ormanlara ilk olarak getirdiği gün başlamıştı bile. Daha o zaman, görmeden bile önce, neredeyse yüz mil kare tutan bir bölge içinde kendine bir ad, yaşayan bir adam gibi belirli bir ün kazanmış olan bir ayağı tuzakta sakatlanmış kocaman kocamış ayının mirası ona kalmıştı: –yıkılıp talan edilmiş buğday ambarlarının, yakalanıp ormana sürüklenen ve parçalanıp yenen yavru ve yetişmiş domuzlar ve hatta danaların ve darmadağın edilen kapanlarla tuzakların ve ezilip öldürülmüş köpeklerin ve iki adımlık uzaklıktan atılıp gene de bir çocuğun bir borudan üfleyeceği bir avuç bezelyeden fazla etki göstermeyen saçma ve hatta karabina kurşunlarının uzun efsanesi– çocuk daha doğmadan önce başlayan bir vurup kırma ve yıkma koridoru ve bunun içinden hızlı değil ama, bir lokomotifin insafsız ve karşı durulmaz bilinçliliğiyle geçen kaba tüylü kocaman biçim. Daha görmeden önce de bilgisindeydi. Çarpık izini bıraktığı baltalanmamış ormanları bile daha görmeden önce beliriyor ve yükseliyordu düşlerinde, kaba tüylü, koskocaman, kızıl-gözlü, kötü değil yalnız büyük, ona karşı ulumaya çalışan köpeklere göre, ardından koşup yetişmeye çabalayan atlara göre, insanlara ve ona sıktıkları kurşunlara göre fazla büyük; sınırlayıcı alanı olan o bölge için fazla büyük. Çocuksu duyularıyla aklının kavrayamadığı şeyi önceden sezmişti sanki; yaban olduğu için yabandan korkan insanların kenarlarını pullukları ve baltalarıyla durmamasıya bücürce kemirdiği ölüme mahkûm yaban, koca ayının kendine ad kazandığı bir bölgede birbirinin adından bile habersiz ve sayısız insan, ve bu bölgede dolaşan hayvan ölümlü bile değil de bir eski ölü zamanın eğilmez ve yılmaz bir zaman yanılgısı, küçük bücür insanların üşüşüp uyuklayan bir filin ayağı dibindeki pigmiler gibi bir nefret curcunası içinde baltaladıkları eski yabanıl hayatın bir hortlağı, özeti ve yüceltilişi; kocamış ayı, tek başına, eğilmez ve yalnız; çocuğa kavuşmadan dul kalmış ve ölümlülükten bağışlanmış – kocamış karısından koparılan ve bütün oğullarından fazla yaşayan bir Priamos.

Hâlâ çocukken, daha üç sonra iki sonra bir yılı kalmışken öbürlerinden biri olabilene kadar, her kasımda seyrederdi köpekleri, yatakları, yiyeceği, tüfekleri, kuzeni McCaslin’le Tennie’nin Jim’i ve Sam Fathers’ı da. Sam oturmak için kampa taşınana kadar içine alan arabanın Big Bottom’a, büyük ormanlara doğru yola çıkışını. Ona kalırsa, ayı ve geyik avlamaya değil de öldürmek niyetinde bile olmadıkları ayıyla yıllık buluşmalarını yerine getirmeye gidiyorlardı. İki hafta sonra döneceklerdi, doldurulmuş kafalar, postlar getirmeden. Getirmelerini beklemiyordu. Bu seferinde öbür kafalar ve postlarla birlikte arabada olmasından bile korkmuyordu. Üç yıla kadar ya da iki ya da bir yıl sonra kendisinin de orada olacağını ve belki de vuranın kendi tüfeği olacağını bile söylemiyordu. Onun avcı olacak değerde olduğunu ispat eden orman çıraklığını bitirdikten sonra onun da çarpık izi seçmesine izin vereceklerine inanıyordu ve o zaman iki kasım haftası boyunca o da yalnızca küçüklerden biri olacaktı kuzeniyle, Binbaşı de Spain’le, General Compson’la, Walter Ewell ve Boon’la ve ona havlamaya korkan köpeklerle ve onu kanatmayı bile beceremeyen çifteler ve tüfeklerle birlikte, koca ayının öfkeli ölümsüzlüğüne yapılan yıllık tören-tapınmada.

Onun da günü geldi sonunda. Hafif arabada kuzeni ve Binbaşı de Spain ve General Compson’un yanında, yabanı kasım yağmurunun yavaş bir çiseleyişi arasından gördüğünü sandı; hep sonraları ya da hiç olmazsa hep öyle hatırladı – eriyen öğle sonrasının ve yılın ölümünün altında yoğun kasım ormanlarının boylu ve sonu gelmez duvarı, kasvetli ve geçitsizdi (Sam Fathers’ın orada arabayla beklediğini bildiği halde bir türlü anlayamıyordu; nereden ve nasıl ormanlara girmeyi umduklarını), son açık arazinin pamuk ve buğday tarlalarının iskelet sapları arasından ilerliyordu araba, insanın hatırlanamayacak kadar eski ormanın böğrünü bücürce kemirişinin son izinden geçiyordu ki bu görünüş karşısında neredeyse gülünç bir ufalmayla cüceleşen araba kendisi de artık ilerlemesini kesmiş gibi görünüyordu (bu da sonradan tamamlanacaktı, yıllar sonra, büyüyüp adam olup denizi gördükten sonra). Tek başına küçük bir sandal yapayalnız kıpırtısızlıkta nasıl asılıp kalırsa işte öyle, sadece bir yukarı bir aşağı sallanarak, sonu gelmez okyanus ıssızının içinde ve bu sırada sular ve yaklaştığı, görünüşte nüfuz edilmez kara yavaşça salınır ve demir atma yeri olan genişleyen körfezi açar. İçine girdi. Sam bekliyordu, arabada, sabırlı ve buğuları tüten katırların arkasında bir yorgana sarınmış oturuyordu. Gerçek yabanda çıraklığına Sam yanındayken başladı, tavşanların falanların arkasından erkek olma çıraklığına da yanında Sam varken başladığı gibi, ve ikisi de sarındılar nemli, sıcak, Zenci-kokan yorgana, yaban onu içeri kabul ederken bir an nasıl açıldıysa, girişinin arkasından öylece kapanarak, yol alışının arkasından nasıl kapanıyorsa ilerleyişinin önünde öyle açılarak, belirli hiçbir yol yoktu arabanın izlediği yalnız bir kanal vardı arabanın on yarda ilerisinden sonra varolmayan ve geçtikten on yarda sonra varolmaktan çıkan, ve araba kendi iradesiyle değil el sürülmemiş ama akıcı çevrelerinin uykulu, kulaksız ve neredeyse ışıksız aşınmasıyla ilerliyordu.

On yaşındayken kendi doğuşuna tanık oluyormuş gibi göründü ona. Üstelik pek fazla garip bile görünmedi bu. Bütün bunları önceden yaşamıştı, hem de öyle yalnız düşlerinde değil. Kampı görmüştü –bahar taşmalarına karşı kazıklar üstüne oturtulmuş altı odalı boyasız tek katlı bir ev– ve biliyordu bile nasıl görüneceğini. Bu eve yerleşmelerinin çabuk düzenli düzensizliğine yardım ederken kendi hareketlerini bile tanıdık buluyordu, önceden biliyordu. Sonra iki hafta boyunca kaba saba çabuk yemeği yedi –biçimi olmayan ekşi ekmeği, yabanıl garip eti, daha önce hiç tatmadığı karaca ve ayı ve hindi ve tilki etini– bu yemeği adamlar yiyor, önce avcı ve sonra da aşçı olan adamlar yiyordu; avcıların uyuduğu gibi sert çarşafsız battaniyelere sarınıp uyudu. Her sabah şafağın grisi onu ve Sam Fathers’ı ona ayrılan bekleme yerinde, geçit yerinde buldu. En yoksuluydu bu, en çorak olanıydı. Böylesini tahmin etmişti; bu ilk keresinde av kovalayan köpeklerin seslerini işitmeyi kendi kendine umacak kadar bile cesareti yoktu. Ama işitiyordu. Üçüncü sabahtı – bir mırıltı, kaynaksız, neredeyse işitilmez, onca köpeğin bir arada koştuğunu önceden hiç işitmemiş olduğu halde gene anlamıştı bunun ne olduğunu, mırıltı şişip büyüyerek ayrı ayrı sesler haline gelmişti, öyle ki kuzeninin beş köpeğini öbürlerinden seçebildi. “fiimdi,” dedi Sam, “tüfeğini azıcık yukarı doğru kaldır, horozu çek, sonra kımıldanmadan dur.”

Ama onun zamanı henüz gelmemişti, daha vardı. Alçakgönüllülük vardı şimdilik; bunu öğrenmişti. Ve daha sabretmek vardı öğreneceği. Sadece on yaşındaydı, sadece bir hafta geçmişti. O anı kaçırmıştı. Geyiği gerçekten gördüğünü sandı, erkek geyik, duman-renkli, hızıyla sivrileşmiş, gözden yitti, ormanlar, gri yalnızlık hâlâ çınlıyordu köpeklerin sesi sönüp gittikten sonra bile; bungun ormanların ilerisinde, uzaklardan yarı-sıvı gri sabahın içinden iki tüfek sesi geldi. “fiimdi horozu indir,” dedi Sam.

İndirdi. “Sen de biliyordun zaten,” dedi.

“Evet,” dedi Sam. “Ateş etmediğin zaman ne yapmalısın öğrenmeni istiyorum. Ayıyı ya da geyiği vurma fırsatı gelip geçtikten sonradır, adamların ya da köpeklerin kaza kurşunuyla vurulduğu.”

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İki Hamlede Zafer ~ William Faulknerİki Hamlede Zafer

    İki Hamlede Zafer

    William Faulkner

    William Faulkner’ın polisiye öykülerini bir araya getiren “İki Hamlede Zafer”in merkezinde Savcı Gavin Stevens var: Hem doğup büyüdüğü bölgeyi ve oranın insanını çok iyi...

  2. Tapınak ~ William FaulknerTapınak

    Tapınak

    William Faulkner

    1949 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi William Faulkner’ın bugün yalnız Amerikan edebiyatının değil, dünya edebiyatının da başyapıtı sayılan romanları başlarda çok ses getirmemişti. Ancak 1931’de...

  3. Yenilmeyenler ~ William FaulknerYenilmeyenler

    Yenilmeyenler

    William Faulkner

    İç Savaş ya da Kuzey-Güney Savaşı ya da Union (Birlik) ile Confederacy (Konfederasyon) eyaletlerinin 1861-1865 yılları arasında yaptıkları savaş Amerikan edebiyatında çok önemli bir...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Biz ~ Yevgeni ZamyatinBiz

    Biz

    Yevgeni Zamyatin

    Rusça aslından çevirisiyle Türkçede ilk kez: Bütün bir yirminci yüzyıl edebiyatını etkileyen, Aldoux Huxley, Ayn Rand, George Orwell, Kurt Vonnegut, Ursula K. Le Guin...

  2. Kışkent ~ Tahereh MafiKışkent

    Kışkent

    Tahereh Mafi

    Hikâyemiz buz gibi bir gecede başlıyor… Laylee, annesi ölüp de hayaleti ona musallat olana ve babası da yas yüzünden aklını kaybedene kadar mutlu bir...

  3. Beyaz ~ Ted DekkerBeyaz

    Beyaz

    Ted Dekker

    BEYAZ Zamana karşı amansız bir takip, BEYAZ Geçmişle geleceğin anahtarı, BEYAZ Ölüme direnen aşkın rengidir. Dünyaların birinde, hızla yayılan ölümcül bir virüs, bilimadamları ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur