Nobel Edebiyat Ödüllü Le Clézio, masalsı üslubu ve hayal gücüyle harmanladığı öyküleriyle okuru, Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya uzanan etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Kendi hayatından, geçmişinden, köklerinden, yolculuklarından izler taşıyan bu öykü derlemesinde Le Clézio farklı coğrafyalardan, farklı dönemlerden ezilen, yaşam mücadelesi veren, savaştan kaçan insanların hikâyelerini yalın üslubu ve masalsı diliyle anlatıyor. Özellikle kadın karakterlerin öne çıktığı öykülerde en zor şartları bütün dehşetiyle gözler önüne sermekle birlikte umudun her zaman var olduğunu da hatırlatmayı ihmal etmiyor. Bir öyküde Ujin’in topuklarının ritmine kapılıp koşarken, bir diğerinde örümcek yuvasına kısıldığınızı hissedecek, bir tarafta bombalardan saklanırken öte yandan Mari ve Esmée’yle birlikte ağaç kovuğuna sığınacaksınız.
“Yeni yola çıkışların, şiirsel serüvenin ve bedensel coşkunun yazarı, hüküm süren uygarlığın ötesindeki ve aşağısındaki bir insanlığın kâşifi…”
2008 Nobel Edebiyat Ödülü Komitesi
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / GÜNEŞ AKKOR……………………………………………………………….7
Ayağın Hikâyesi…………………………………………………………………………..15
Bir…………………………………………………………………………………………………………17
İki…………………………………………………………………………………………………………34
Üç…………………………………………………………………………………………………………47
Sondeyiş……………………………………………………………………………………………66
Ya Barsa ya Barsaq…………………………………………………………………….69
Ağaç Yama……………………………………………………………………………………..107
L.E.L.’nin Son Günleri…………………………………………………….133
Örümcek Hayatlarımız……………………………………………………179
Gizli Aşk…………………………………………………………………………………………..189
Mutluluk………………………………………………………………………………………….205
Yo……………………………………………………………………………………………………………..249
Kimse…………………………………………………………………………………………………..267
Sanki Bir Kıssadan Hisse………………………………………………285
ÖNSÖZ
GÜNEŞ AKKOR
Jean-Marie Gustave Le Clézio, 1940’ta Nice’te İngiliz kökenli Maurituslu bir baba ve Fransız bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Ailenin kökeni Bretonya’ya uzanmaktadır. Çocukluk yılları İkinci Dünya Savaşı’na denk gelen Le Clézio, savaşın her türlü sıkıntısını çeker ve edebî kariyerini de yaşadığı bu sıkıntılar yönlendirir. Tam da bu nedenle savaş yıllarını yaşamanın kendisi için “büyük bir şanssızlık ama aynı zamanda büyük bir şans da olduğu”nu dile getirir. Askerî doktor olarak savaş döneminde Nijerya’da bulunan babasıyla ancak yedi yaşındayken tanışabilir. Bir süre yaşayacakları Nijerya’ya yaptıkları zorlu gemi yolculuğu Le Clézio’yu çok etkileyip yazmaya teşvik eder. Zor çocukluk yıllarını birlikte geçirdiği anne ve anneannesi ileride yazacağı güçlü, dirençli, başarılı kadın karakterlerin temel kaynakları olacaktır. 1949’da ailesiyle birlikte bambaşka bir dünyayla tanıştığı Nijerya’dan ayrılıp Nice’e dönen Le Clézio buraya alışmakta zorluk çeker. Savaşın bitmesiyle öğrenimine İngiltere’de başlar. Bir süre burada Fransızca dersleri verir. Aynı yıl Londres Marie-Rosalie ile evlenir ve 1961’de kızları Patricia dünyaya gelir. 1967’de Bangkok’da başladığı askerliğini, çocukların cinsel sömürüsüne karşı çıktığı için gönderildiği Meksika’da bitirir. Eski Meksika uygarlıkları ve Amerika yerlilerinin kültürlerine derin bir ilgi duyan Le Clézio, askerliğini bitirdikten sonra bir süre Panama’da yerlilerle birlikte yaşar. Sonra Fransa’ya dönüp yüksek öğrenimine devam eder. 1975’te burada Faslı Jémia ile evlenir. Bu evlilikten iki çocuğu olacaktır. Uzun yıllar boyunca Bretonya, Nice ve New Mexico arasında gidip gelen Le Clézio’nun, hayatı boyunca dolaştığı ve yaşadığı birçok coğrafya, edebî üretimine de yansır. “Deniz ve kara üzerinde fetih ve uçuş”un Clézio’nun karakterlerinin her zaman kurucusu olduğunu söyleyen Giorgiutti şöyle devam eder: “Clézio, yok olanların, yerlerin, insanların, dillerin, azınlıkların anısına ilgi duyuyor.”
* * *
Çocuk yaşlarda yazmaya başlayan Le Clézio’nun ilk kitabı Tutanak 1963 yılında yayımlanır ve Renaudot Ödülü’nü kazanır. O tarihten itibaren çok verimli bir döneme giren yazarın neredeyse her yıl bir kitabı yayımlanır. Külliyatında roman, öykü ve çocuk kitaplarının yanı sıra, denemeler, fikir yazıları ve çeviriler de vardır. İlk dönem eserleri Yeni Roman (nouveau roman) izleri taşıyan Le Clézio, 1970’lerin sonlarına doğru yazma stilinde değişikliğe gider ve daha duru bir dil kullanmaya başlar. Çocukluk anılarıyla harmanlayarak anlattığı azınlık hikâyeleri, yolculuklar gibi temalarla kitlelerin ilgisini çeker. Özellikle 1980’de yayımlanan Çöl’le büyük başarıya ulaşır ve Lire dergisi okurları tarafından yaşayan en büyük frankofon yazar seçilir. Üretkenliğine hız kesmeden devam eden Le Clézio, 2007 yılında Le Monde gazetesinde yayımlanan, frankofoninin sömürgeciliğin son avatarı olduğunu ileri sürüp Fransız edebiyatı yerine Fransızca dünya edebiyatını savunan bildiriyi imzalar. 2008’de “yeni yola çıkışların, şiirsel serüvenin ve bedensel coşkunun yazarı, hüküm süren uygarlığın ötesindeki ve aşağısındaki bir insanlığın kâşifi” olarak Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Le Clézio’nun o tarihte otuza yakın yayımlanmış eseri bulunmaktaydı. Günümüzdeyse ellinin üstünde esere imza atmış olan yazarın kitapları otuzu aşkın dile çevrilmiştir. Nobel’in kendisini kısıtlamadığını, tam tersi ekonomik sıkıntılarından kurtulduğu için kendisini özgürleştirdiğini ifade eden Le Clézio’nun ödülden sonra yayımlanan ilk kitabıysa Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler’dir.
* * *
Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler 2011’de yayımlanır. Dokuz öykü ve bir denemeden oluşan bu derleme, öncelikle adıyla ilgi çekiyor. Dumontet’ye göre Le Clézio öykülerini “fanteziler” olarak sunarak, bu terimin “hayal gücünün, uyumsuz görüşleri özümseyip kısıtlamalardan kurtularak yaratma” anlamına vurgu yapar.2 Gerçekten de hayal gücünün özgürlüğünün öykülerin ortak noktası olduğu söylenebilir. Tabii deneyimlerden, seyahatlerden, farklı kültürlerden beslenmiş bir hayal gücü. Bu yaratım süreci, kitabın son metni olan “Kıssadan Hisse”de de ayrıntılı olarak yer alır. Derleme, Le Clézio’nun bütün hayatından izler taşır. 19. yüzyıldan 21. yüzyıla, Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya uzanan öykülerde savaş, açlık gibi genel insanlık halleri anlatılır. Ama kadın karakterler özellikle ön plana çıkar. Kitabın genel teması direniş ve hayatta kalmadır. Pivot’nun yorumuyla, “Kadınlar, erkeklerin ve tarihin şiddetine karşı direnmeli, kendi içlerindeki mutlak gücü keşfetmelidirler.”3 Thibault ise derlemedeki üç Afrika öyküsünün isyan ve direnişi temsil eden kadınları anlattığını söyler.4 Ama dünyanın başka köşelerinde geçen öykülerde de kadın karakterler aynı derecede güçlüdür. “Ayağın Hikâyesi”ndeki Ujine savaş ta değil, modern zamanda, Avrupa’nın göbeğinde tek başına hayatta kalma mücadelesi verir, tıpkı Letitia Elizabeth Landon’ın hayatından esinlenerek kaleme alınan “L.E.L.’nin Son Günleri”nde 19. yüzyılın başında Cape Coast’ta (bugünkü Gana) Adumissa’nın yaptığı gibi. Dirençli bu kadınların rol modelleri de yine ailelerindeki daha deneyimli kadınlardır. Örneğin Adumissa’nın rol modeli büyük teyzesidir: Ölmeyi tercih ederim. Tıpkı âşığının tüfeğini kalbine dayayarak şerefini kurtaran büyük teyzem Adumissa’nın vaktiyle yaptığı gibi… Ya da Liberya’daki iç savaş sırasında doğan ve büyükannesi tarafından bir ağaca saklanarak savaştan sağ kurtulmayı başaran Mari’nin anılarından aldığı güçle Libyalı arkadaşı Esmée’yi Liberya İkinci İç Savaşı’ndan korumaya çalışması gibi: Ey Yama, büyükanne, bana gücünü ver, bilgeliğini ver, bizi katillerden koru, onları evinden uzak tut! Hayatta kalmak için her şeye karşı özellikle de dünyanın hoyratlığına karşı direnen kadın karakterleri özellikle seçtiğini söyleyen Clézio, Jérôme Garcin’le yaptığı röportajda, kitaptaki bütün öykülerde bu kadar güçlü kadın karakterler görülmese de hepsinin çeşitli sıkıntılar yaşayan kadın karakterlerden esinlendiğini ekler. “Ya Barsa ya Barsaq”’ta Fatou, Gorée’den Barselona’ya göç etmeye çalışan Mahama’nın peşine düşer ve bu yolculuğun zorluklarına aşkından aldığı güçle göğüs gerer. Savaşlar, zorluklar, direnme ve hayatta kalma öykülerinin arasında, eylemsizliğin ve zamansızlığın öyküsü “Örümcek Hayatlarımız” bambaşka üslubuyla öne çıkar. Doğaya kulak veren bu öykü adeta “Clézio gürültü ve sessizliktir,” diyen Alpozzo’yu haklı çıkarır: Beton ve doğa. Kapalı şehirlerin hapsedilmesi ve çölün sonsuz yerlerinin özgürlüğü. Clézio terk ve uyum arayışıdır. Clézio yolculuk ve daha doğrusu kaçış. Ne zaman ne de yer dikkate alan uzun bir yolculuk gibi bir uçuş. Çünkü kaçışın arkasında şu etkileyici kelimeyi keşfederiz: özgürlük.5
* * *
İki dilli olarak büyüyen Le Clézio yazmaya İngilizce olarak başlar ancak sonra Mauritius’un İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesine tepki göstererek yazı dili olarak Fransızcayı seçer. Ama dünyanın her bir köşesinden insanlık hallerini öyküleştiren yazar, bu metinleri dağarcığında biriktirdiği diller, coğrafyalar ve kültürlerle zenginleştirmeyi de ihmal etmez. Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler’de Mandinka, Kran, Fanti, Membé, Bhojpuri gibi Afrika dillerinin yanı sıra, Katalanca, Portekizce gibi birçok Avrupa dilinden de faydalanır. Romanlarının çoğunda olduğu gibi öykülerinde de sömürgecilik sonrasının izleri görülür. Egzotik dekorlar Afrika gelenekleriyle renklenir. Thibault’nun da Le Clézio’yla ilgili detaylı incelemesinde aktardığı gibi “egzotik metafor” bütün edebî üretimini yönlendirir.6 Mistik ve duygusal öykülerde yer yer büyülü gerçeklik ve sözlü halk hikâyeleri tarzına kayan anlatımlar dikkat çeker. Yazarın kendisi de Béatrice Vallaeys ile yaptığı röportajda büyülü düşünceyi sevdiğini, bunun kendisinin Afrikalı yanının yansıması olduğunu ifade eder.7 Le Clézio’nun, Raga, Ourania ve Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler gibi yakın tarihli eserlerinde okuru daha adil ve eşitlikçi bir küresel köyün neler içerebileceğini gözünde canlandırmaya teşvik eden daha nüanslı bir bakış açısı ortaya koyduğunu söyleyen Moser bu eseleri şöyle niteler:
Bu son eserler ilerleme adına herkesin ve her şeyin sistematik olarak sömürülmesini meşrulaştıran neoliberal fantezileri ve basite indirgenmiş tüketimci ideolojiyi reddetmekle beraber, aynı zamanda modern özneyi çok büyük zorluklar karşısında dirençli olmaya çağırırlar. Le Clézio “mutlu azınlığın” çıkarlarına hizmet eden ve eşitsizlik ve adaletsizlikle kaynayan yekpare bir sosyoekonomik modelin dayatılmasını kabullenmek yerine, atılacak ilk adımın gerçeklikle cesurca yüzleşerek küresel köye dahil edilmeye direnmek olduğunu ima ediyor gibi görünüyor.8 İşte “Mutlululuk” öyküsü tam da modern bireyin içinde bulunduğu bu zorlukları özetler: Bir süre sonra olacak belki. Zamanın kuytusunda. Bildiğimiz şeyden pek azı kaldığında. Savaşlar dünyanın yüzeyini değiştirmiş olacak, şehirler kırık aynalar olacak. (…) O dönemde mutluluk kelimesi yok oldu. Kuşkusuz hâlâ bir yerlerde var ama yasak, artık kimse onu kullanmıyor. Kaçıp giden bir yaşam gibi, anlamı boşaldı.
* * *
Nobel konuşmasında Le Clézio neden yazdığını şöyle açıklar: Neden yazıyoruz? Herkesin bu basit soruya kendi cevabı olduğunu düşünüyorum. İnsanların önyargıları, çevreleri, koşulları var. Yetersizlikleri de. Eğer yazıyorsanız, bu eyleme geçemediğiniz anlamına gelir. Gerçekliğin önünde zorluk çektiğimiz, başka bir tepki aracı, başka bir iletişim yolu, bir mesafe, bir düşünme zamanı seçtiğimiz.9 Derlemenin son metni olan “Sanki Bir Kıssadan Hisse” sonsöz olarak okunabilecek bir deneme. Isabelle Roussel-Gillet’yle olan röportajında yazar bu metnin aslında önsöz olması gerektiğini çünkü öykülerdeki bütün karakterleri içerdiğini söylüyor.10 Le Clézio burada yazarlıkla ilgili düşüncelerini dile getirirken Schopenhauer’un bir denemesinde üç tür yazar olduğunu ileri sürdüğünden bahsediyor. Ve buradan hareketle kendi yazarlık anlayışını da yine en güzel kendisi özetliyor: Ben, filozofun tersine, maceracı avcıya sempati duyduğumu söyleyebilirim. Ne aradığını tam olarak bilmediğinden, tesadüfün kendisini sürüklemesine izin verir ve paha biçilmez bir sürprizle karşılaştığı olur. Ben avcı değilim, fazla etobur da değilim, ama Panama ormanlarında vaktiyle avcılara, yalnızca beslenmek için hayvan öldüren yerlilere eşlik ettiğimi hatırlıyorum. Onların kışkışçıları yok, yetkin silahları da yok. Ama çeviklikleri bunun yerini dolduruyor ve içgüdüleri onlara rehberlik ediyor. İstasyon adları, anlamsız kelimeler, şehirlerin bit pazarında üst üste yığılmış, geçmişin katmanları, anıtlar, jandarma ve hırsız cemiyetleri, general ve asker cemiyetleri, hukukçular ya da silahşörler, kahraman ve bilge kadınlar, devrimin kızları, enkaz alanları, ayrılış ezgileri, talihli adalar…
Ayağın Hikâyesi
1
Bir Düz, yumuşak, ortada çukurlaşan ama tamamen oyuk olmayan bir yüzey.
Biraz kırışık.
Dinlenirken, uzanmışken ya da ayakta, denizin yakınında, güneşe dik dururken. Her ayağın beş parmağı neden büzülmüş olmalı? Büzülmüş değil, gerilmiş demeli; yukarı doğru yay biçiminde, yelpaze için söylendiği gibi, ayrık. Soğuk fikrinden olmalı kuşkusuz. Sahile vuran denizin hareketli kütlesi. Denizin gürültüsünden değil (ayaklar işitir mi ki?), rüzgârın açıklardaki esintisinden. Ufkun derinliklerinden gelen, gelgit vaktinde sahilden yükselen ve bikinili genç kadının üzerinden geçerek bacaklarındaki her bir tüyü diken diken eden, üşümüş bir elin derisini, göbek deliği yeşil bir piercing’le süslü karnı, üçgen takkeli sutyenin içindeki göğüsleri, yana yatıp kendini tamamen bırakmış yüze, kapalı gözkapaklarının ardında bulanmış gözlere, yüzü gizleyecek kadar karışarak uçuşan saçlara, diğerlerinden ayrılmış deli bir lülenin gözler arasındaki burun köprüsünün üzerinden bir yanaktan diğerine gidip durduğu o yüze varana dek okşayan esinti.
*
Ama ayak kendini bırakmaz. Gözetler gibi, direnir gibi, rüzgâra ve denize karşı ayaktadır. Neye karşı, kime karşı? Bütün kaslar ve bütün tendonlar hazırdır, sertleşmiştir, kendini bırakmaz. Tabanın yumuşaklığı belirgin. İçeride, sinirler gerilmiştir, kemikçikler, kıkırdaklar yerlerinde. Dur durak yok. Uyku yok.
Uzun bir hikâye bu. Yirmi altı yıl önce, Ujine dünyaya geldiğinde başladı. Henüz gevşek, suda yüzer gibi. Ayakların tabanı ve ellerin ayası büsbütün buruşuk, kızarmış. Annesinin eksik ya da fazla bir tane olmadığından emin olmak için hemen saydığı parmaklar çok esnek. Bacağını yüzüne kadar kaldıran Ujine’in, kolları kalçalarının etrafında, bir tür pembe, ılık ve yumuşak, çok sıcak, canlı et düğümü gibi, uyumak için emdiği ayak başparmağı. Çok uzak zamanlardı. Şimdi Ujine ayak başparmağının tadını bilmiyor artık; uzakta, yabancı kaldı. Farklı. Yalnızca bir anı. Ona bir gün, “Sen, ırmağın suları üzerindeki lotus yaprağına oturmuş başparmağını emen Krishna’nın kardeşi Balarama’ya benziyorsun,” diyen annesinin anısı. Artık annesi burada değil. Onun hatırası olmayan bir zamana gönderiyor Ujine’i. Buna yalnızlık denir kuşkusuz.
Sevgilisi Marc’ın, ayak başparmağını ağzına almasını istedi. Öğrenmek için. “Tadı nasıl?” Marc âşık. Marc tuhaf hikâyeleri, günlerin sıradanlığındaki sürçmeleri seviyor. “Süt tadı var,” dedi, düşündükten sonra. Gözleri gülüyordu. Vücudunun her yanını tatmak istiyordu ama Ujine geri çekilmişti. Başparmağını geri çekti. “Sapık seni!” dedi. Ama neden olduğunu açıklamak istemedi. “Sen istedin.” Ujine elini ağzına koydu. “Öpüşelim, daha iyi!”
Buna yalnızlık denir. Ayak başparmağı gibi yalnız olmak. Elbette diğer parmaklar, iki ayak da yanında. Ama bu onların yalnızlığının ağırlığını azaltmaz. Görmeden, konuşmadan. Ağızdan bunca uzak. Ruhtan bunca uzak.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAyağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler
- Sayfa Sayısı297
- YazarJ.M.G. Le Clezio
- ISBN9789750529399
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Acı Otlar ~ Marga Minco
Acı Otlar
Marga Minco
Hollanda Nazi işgali altında, kendi halinde bir Yahudi ailesi kaygısız bir iyimserlikle, “Burada bir şey olmaz” diyerek olan biteni izliyor. İkinci Dünya Savaşı birçok...
- Güve Fırtınası ~ Philip Reeve
Güve Fırtınası
Philip Reeve
Güneş Sistemi’nin kıyısında kötücül bir bulut belirmişti ve gittikçe yaklaşıyordu. Ailem ve ben, tembel tembel oturmak yerine, o bulutun içinde saklanan karanlık canavar gücünü...
- Kırmızı Kazak ~ Glenn Beck
Kırmızı Kazak
Glenn Beck
Yeni yılda “sen”in sizi bir Kırmızı Kazak’la mutlu etmesini diliyor… “Hangi dilde olursa olsun en baskın kelime ‘ben’dir. Bu kelime kendi içinde tüm yaratıcı...