Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ay Demir
Ay Demir

Ay Demir

Müfide Ferit Tek

Ay Demir romanı, Çarlık Rusyası boyunduruğu altındaki Türkleri özgürleştirmek isteyen Demir’in hikâyesini konu edinir. Turan idealiyle yola çıkan Demir, oradaki Türklerle kardeşlik bağını yeniden…

Ay Demir romanı, Çarlık Rusyası boyunduruğu altındaki Türkleri özgürleştirmek isteyen Demir’in hikâyesini konu edinir. Turan idealiyle yola çıkan Demir, oradaki Türklerle kardeşlik bağını yeniden kurmak, onları aydınlatıp esaretten kurtarmak arzusunda barışçıl ve mistik bir doktordur. Çektiği sıkıntılara rağmen yılmayan bu idealist gencin mücadelesine adanmışlığın gölgesinde yaşanamayan, ülküye feda edilen ulvi bir aşk da eşlik eder.

Çocukluğu hürriyetperver muhalif subaylar arasında geçen, aydınlanma fikirleriyle yetiştirilen Müfide Ferit Tek’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında, eşiyle birlikte Sinop’ta sürgündeyken, henüz yirmi beş yaşında yazdığı ilk romanıdır Ay Demir. Yazıldığı dönem büyük yankı uyandıran roman, Meşrutiyet’in ilanından başlayarak Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarının maddi ve manevi travmalarını kat eden milli benlik inşası çabasının en kritik on yılını kapsar.

*

Müfide Ferit Hanım ve “Ay Demir”

Çocukluğu Trablusgarp’ın çöl manzaraları, upuzun hurma ağaçları, Akdeniz’in ışıltıları içinde, milliyet ve hürriyetperver muhalif subaylar arasında geçen, aydınlanma fikirleriyle yetiştirilen Müfide Ferit Tek’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında, henüz yirmi beş yaşında, eşiyle birlikte Sinop’ta sürgünde bulunduğu dönemde kaleme aldığı ilk romanıdır Ay Demir. Roman Meşrutiyet’in ilan yılından başlayarak Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarının maddi ve manevi travmalarını kat eden milli benlik inşası çabasının belki en kritik on yılını kapsar.

Müfide Hanım 1892’de Kastamonu’da doğar, fakat İstibdat idaresine muhalif fikirleriyle tanınan Müşir Recep Paşa’nın maiyetine giren babası Şevket Bey, giderek uzak vilayetlere, önce Bağdat’a, oradan da Trablusgarp’a tayin edilir. Burada daha derin siyasal faaliyetler içine giren Şevket Bey, Trablusgarp’ta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yedinci şubesini kurarak muhalif fikirli kişileri çevresinde toplar. Trablusgarp bu dönemde yabancı dildeki gazetelerin, muhalif yayınların serbestçe dolaştığı, meşrutiyet yanlıları için bir nevi kurtarılmış bölge haline gelir.

Müfide Hanım, Fırka-i Askeriye Kumandanı Başyaverinin kızı olarak burada ayrıcalıklı bir eğitim görür. Babası Jean-Jacques Rousseau’nun toplumsal ve pedagojik fikirlerini şiar edinmiş, aydınlanma fikirleriyle donanmış entelektüel ve örgütçü bir genç subaydır. Müfide Hanım Türkçe, tarih ve coğrafya derslerini evde, vaktiyle askeri okullarda öğretmenlik de yapmış olan babasından alır; bir yandan da artık İtalyan rahibelerinin çalıştırdığı Fransız St. Joseph okuluna devam eder. Hafta sonları kardeşleri ve babasıyla Kırkkarış’a giderek denize girer, akşam vakitleri ise kız kardeşi Fahire ile birlikte, Müşir Recep Paşa’nın oğlu Nurettin Nejat Bey eşliğinde çölde atla gezer.

Dini meselelerde çıkan bir tartışma üzerine rahibe okulundan ayrılan Müfide Hanım’ı babası yurtdışındaki hürriyetperver Osmanlılarla kurduğu bağlantıları kullanarak Paris’e kaçırır. Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paris Şubesi Şefi Ahmet Rıza Bey, Müfide Hanım’ın veliliğini üstlenerek onu yeni açılan Versailles Kız Lisesi’ne kaydettirir.

1903 yılında İstibdat idaresine karşı planladığı bir harekât son anda akamete uğrayınca üzüntüden felç geçiren Şevket Bey, kızını Trablusgarp’a gönderilen genç muhalif sürgünlerden Ahmet Ferit Bey’e (Tek) nişanlar ve emanet eder. Kendisi 1905 sonbaharında erken yaşta vefat edince de Fransa’da babasının murat ettiği tıp tahsiline devam edemeyen Müfide Hanım, lise öğrenimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderek 1907 yılında Ferit Bey’le evlenir.

Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte ilk kez İstanbul’a gelen Müfide Hanım, burada, henüz on altı yaşında, kadın haklarına ilişkin görüşlerini açığa çıkaran “Kadınlarımızda Fikr-i Terakki” başlıklı ilk yazısını yayımlayacaktır. Eşi de bu yıllarda siyasal faaliyetlerine hız verir ve meclise girer, Müfide Hanım ise çeşitli dergilerde ilk hikâye ve denemelerini yayımlar. İttihat ve Terakki’nin giderek otoriterleşen siyasetiyle ters düşen Ferit Bey 1912’de meclis dışında kalınca ayrı bir parti ve gazete kurarak muhalif yayınlara başlar. Hezimetle sonuçlanan Balkan Savaşları’nın ardından 1913 Haziranı’nda Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesini bahane eden sıkıyönetim, onu birçok başka muhalif gazeteciyle birlikte Sinop’a sürecektir. O sıralarda kızı Emel’e (sanat tarihçisi Emel Esin) hamile olan Müfide Hanım da birkaç ay sonra kendisini izler.

Gençliğinden beri, olasılıkla, yakın arkadaşı Yusuf Akçura’nın ve Paris Siyasal Bilimler Okulu’nda öğrencisi olduğu Albert Sorel’in derslerinin de etkisiyle Türkçülük siyasetini benimseyen, Türk birliği fikrine yakın olan, meclis dışında kaldığı dönemde Türk Ocakları’nın kurucuları arasında yer alan Ahmet Ferit Bey, sürgün yıllarında Sinop’ta Turan adlı bir manifesto kaleme alıp bunu 1915 Şubatı’nda İstanbul’da “Tekin” takma adıyla yayımlatır.

Müfide Ferit Hanım’ın Rus egemenliği altındaki Türkleri bilinçlendirmek üzere Türkistan’a giden genç ve idealist bir doktoru hikâye ettiği Ay Demir romanı da bu yılların ve aynı sürgünün mahsulüdür. 1917 yılında tamamlanan roman 1918’de İstanbul’da yayımlandığı sıralarda Müfide Hanım bu defa idari bir sürgünde, Kiev’e başkonsolos atanan eşiyle birlikte Ukrayna’dadır.

Roman, Birinci Dünya Savaşı’nın son yılına yetişir ve anlaşılan vakit kaybedilmeden cephelere dağıtılır. O sırada Doğu Cephesi’nde bulunan Şevket Süreyya (Aydemir), romanı savaş esnasında yaralandığı ve tedavi gördüğü bir dönemde okuduğunu anlatır: “Bu roman bir fanteziydi… Fakat öyle bir zamanda yazılmıştı ve ben onu öyle bir yerde, öyle şartlar içinde okumuştum ki, o bana derhal, Hakk’ın bir ilhamı gibi göründü.”1 Şevket Süreyya Bey ileriki yıllarda soyadını bu çok etkisinde kaldığı romandan alacaktır.

Gerçekten de Ay Demir, dağılma sürecinde olan bir imparatorluğun, milli benlik inşası çalışmalarında epey gecikmiş Türk unsurunun savaşın ancak sonuna yetişen “İncil’i” gibidir. Şevket Süreyya’nın da dikkat çektiği gibi bu roman bir fantezidir, “kahramanın ne silahı ne de cephanesi vardır…” Buda gibi, İsa gibi maddi silahları reddeden, yalnız imanına güvenen biridir. Kimseye düşman değildir, hiç kimseyi isyana çağırmaz, dünya varlığı yoktur. Uyandırmaya koştuğu ülkelerde herkes sıcak odalarında yaşarken, o boş bir medrese hücresinde soğuktan titrer. Kapısı gece gündüz açıktır. Bütün kuvveti inanmak, sevmek ve affetmekten ibarettir; tıpkı İsa gibi… Nitekim kitabın Türkistan kısmındaki her bölümün başında bu eski peygamberlerin sözlerinden ilahi birer cümle yer alır. Hatta yine İsa gibi on iki takipçisi vardır; serüveni mesellerle örülür, köy köy, kent kent dolaşır, hastaları iyi eder, cahilleri aydınlatır, kendisini gören herkesin içi açılır, gönlü ferahlar, herkes ondan kurtuluş müjdesi umar.

Bu kahraman figürü, kuşkusuz İsa ile Buda’ya çok şey borçludur. Nitekim Müfide Ferit Hanım ilk tahsilini Trablusgarp’ta bir rahibe okulunda aldığından, Hristiyan mitologyasına ve ilahiyatına vâkıftır. Versailles Kız Lisesi dönemine ait bir matematik defterinde de matematikten çok Buda’nın hayatı hakkında Fransızca ve Osmanlıca alınmış notlar bulunmaktadır. Kızı Emel Esin’in 1958-59 tarihlerinde kendisiyle yaptığı küçük bir söyleşide ise ömrü boyunca tanıdığı onca mühim şahsiyet, krallar, generaller, aristokratlar arasında en çok etkilendiği kişinin, Londra’da sefire bulunduğu yıllarda aynı caddede oturdukları Mahatma Gandi olduğunu söyleyecektir.

Ay Demir’in milliyet ülküsü insanlık ufkunu gözden yitirmeyen, esasen hümanist ilhamlı bir çerçevedir.2 Yalnız mazlumu değil, zalimi de zulümden, zulmetmekten kurtarmak, özgürleştirmek peşindedir. Romanın tarihten aldığı figürler içinde Cengiz Han’ın yanında Buda ve Odin de vardır; romanın tezine göre bu kişiler Türk’türler. Bu fikirleri yazar, Budist Uygur medeniyetini, Uygur dilinde yazılmış Budist metinleri, Finlerin Ural-Altay dil ailesine bağlı Türklerle akraba bir boy olduğu tezini düşünerek kaleme almış olmalıdır. Buna göre Türkler, Batılı tarih anlatımlarında sıklıkla karşılaşıldığı gibi yalnız savaşçı ve gaddar değil, şefkat ve merhameti bilen, “şefkat felsefesini” işlemiş, ilerilere taşımış, medeniyet geliştirmiş bir millettir. Tarih anlatılarının “milli” karakterine ilişkin bu husus, Müfide Hanım’ı derinden etkilemiş kişilerden olan Yusuf Akçura’nın da üzerinde durduğu meselelerden biridir.

Müfide Hanım’ın yetiştiği ortama aydınlanma fikirleri kadar romantik edebiyat ve sanat kavrayışı da hâkimdir. Müşir Recep Paşa’nın büyük oğlu, Müfide Hanım’ın da erken yaşta derin bir arkadaşlık geliştirdiği melankolik, şair tabiatlı Nurettin Nejat Bey sık sık kendisine çölde, denize karşı, günbatımlarında şiirler okur; Herbert Spencer’ın, Nietzsche’nin düşüncelerinden söz eder. Müfide Hanım’ın kavrayışında estetiği, insani erdemleri, peygamberliği, istibdat karşıtlığını, hürriyet sevgisini, Türkçülük idealini, hatta Nietzsche’nin üst-insan kavramını bunca özgün biçimde bir araya getiren, bunları lirik ve tasvirleri zengin bir üslupla ifade etmesinde etkili olan da yine geçen yüzyıl başı Trablusgarp’ında karşılaşan bu söylemlerin bileşkesi olsa gerektir. Müfide Hanım, Nejat Bey’in ölümünü haber alması üzerine, Ay Demir’in yazılışıyla aynı yıl Trablusgarp’taki yaşamlarını ve babasının hazin ölümünü anlattığı ilk hatıratını da yazmaya başlar. Henüz yirmi beş yaşındaki yazar, bu metinde babasından bir “fevkalbeşer” (üst-insan) olarak söz etmektedir. Şevket Bey bu hatıratta iyilik ve doğruluk timsali, aydınlanmacı ve hürriyetperver erdemleri benimsemiş, kendini vatan ve hürriyet için gözünü kırpmadan feda eden, bu ideal için can veren bir martyr3 olarak anlatılır. Müfide Hanım’ın 1932-34 yıllarında kaleme alacağı Fransızca hatıratında da babaya atfedilen bu idealleştirilmiş imge pek değişmeyecek, yine ondan (bir de Atatürk’ten) “üst-insan” olarak söz edilecektir. Romanın çeşitli yerlerinde de Ay Demir’den İsa gibi, Buda gibi bir “fevkalbeşer” olarak söz edilmesinin, kahramanın hem varlığını hem “beşeri” aşkını bir ideale adayıp kendisini bir düşmanının çocukları hatırına feda ederek (bu kısım 1948 versiyonunda çıkarılmıştır) trajik biçimde ölmesinin ardında kısmen bu örgü, Nejat….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Pervaneler ~ Müfide Ferit TekPervaneler

    Pervaneler

    Müfide Ferit Tek

    “… Bütün İstanbul’un incelikten, ahenkten, asaletten, renk ve ayrıntı zenginliğinden oluşan şairane manzarası ortasında, Marmara’nın mavi ipek sularından saçlı bir baş gibi yükselen adanın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kuyudaki Çocuk ~ Ahmet Yılmaz BoyunağaKuyudaki Çocuk

    Kuyudaki Çocuk

    Ahmet Yılmaz Boyunağa

    Kıskanç ağabeyleri tarafından kuyuya atılan çocuk: Hz. Yusuf… Hz. Yusuf’un Mısır’da köle olarak Firavun’un yardımcısına satılması; Züleyha’nın Hz. Yusuf’a gönlünü kaptırması; Hz. Yusuf’un zindana...

  2. Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer ~ Evrim AlataşHer Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer

    Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer

    Evrim Alataş

    “Büyüyordum… Nenem Xacê’nin eteğinin altında, jandarma baskınları arasında, radyonun dibinde, duydukları haberlerle asılan yüzleri izleyerek, asılanların isimlerini duyarak, toprak yiyip, köpek kovalayarak, telden arabalarla...

  3. Selanik’te Sonbahar ~ Tuna KiremitçiSelanik’te Sonbahar

    Selanik’te Sonbahar

    Tuna Kiremitçi

    Bir ulusun doğmasını engelleyen suikast, o suikaste uğramasa lider olacak bir asker, gerçekleşmesi Ölüm’e bağlı bir aşk… “Fikriye’nin bedenine girmiş ölümün yanına uzandım, ona...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur