Aveline, annesinin yaz için kiraladığı evin bir taş çemberin yakınlarında olduğunu öğrenince çok heyecanlanır. Köyde yaşayanlar bu antik yapıya Cadı Taşları adını vermiştir. Aveline binlerce yıllık bu taşlar hakkında daha fazlasını öğrenmek için sabırsızlanır.
Derken Aveline köyde Hazel ile tanışır. İnanılmaz havalı, gizemli ve bir o kadar da dost canlısıdır Hazel. Çok geçmeden Aveline, Hazel’ın büyüsüne kapılır. İşin aslı Hazel, Aveline’in daha önce tanıştığı hiç kimseye benzemez, onda tuhaf bir şeyler vardır. Aveline çok geç olmadan Hazel hakkındaki gerçeği öğrenebilecek midir?
El fenerlerinizi yakın ve siz de bu macerada Aveline’e katılın!
İçindekiler
Taş ve Cam……………………………………………………………………..11
Çemberdeki Gözcü ………………………………………………………..25
Sihirbazlık Numaraları………………………………………………….37
Küçük Bir Adak ……………………………………………………………..53
Eski Dostlar …………………………………………………………………..67
Üçüncü Kişi Fazlalıktır………………………………………………….. 79
Gece Gümbürtüleri………………………………………………………..93
Kasvetli Bir Keşif………………………………………………………….107
Hazel’ın Evi…………………………………………………………………..119
Bir Uyarı………………………………………………………………………135
Geçmişin Gölgeleri ………………………………………………………149
Reddedemeyeceğin Bir Teklif……………………………………….163
İki Kız Kardeşin Öyküsü………………………………………………. 173
Büyülü Bir Hava …………………………………………………………..189
“Ah, Cingöz Şey” …………………………………………………………..199
Kaçış Planları ……………………………………………………………… 213
Karanlık yarım Janna’ya
“Cadılar havada fırtınalar,
kasırgalar koparabilir.”
Daemonologie,
İngiltere Kralı I. James,
İskoçya Kralı VI. James olarak da bilinir.
Taş ve Cam
Aveline Jones tişörtünün koluna takılan dikenli böğürtlen çalısına öfkeyle baktı. Geri çekilip çalının keskin pençesinden kurtuldu. Şimdiye kadar ayak bastığı en bakımsız bahçedeydi, her yeri uzamış otlar kaplamıştı. İç geçirip kirlenmiş gözlüğünü çıkardı ve tişörtüyle sildi. Burada birkaç hafta kalacaktı, alışsa iyi olurdu herhalde. Annesi bir hayır kurumunda çalışıyordu ve son zamanlarda o kadar yoğundu ki Aveline yaz tatili için bir yerlere gitme hayalleri kurmayı bırakmıştı. Fakat daha sonra, eylülde okullar açılmadan biraz ara verecek vakit bulan annesi Bristol’daki evlerinden çok da uzak olmayan bir kır evi kiraladığını haber vermişti. Aveline İspanya plajlarında iki hafta geçirmeyi tercih ederdi ama bu da hiç yoktan iyiydi. İşte, arkadaşları muhtemelen bir yerlerin masmavi okyanusunda yüzerken o burada bir böğürtlen çalısıyla didişiyordu. Gelgelelim Aveline’in bahçenin öbür ucuna ulaşmak için yaralanmayı göze almasının çok önemli bir sebebi vardı. Cadı Taşları. Norton Wick’te, yani kaldıkları köyde, antik bir taş çember vardı.
Bu isim Aveline’in tüylerini ürpertiyordu. Hayaletler, hortlaklar ve cadılar uzmanlık alanıydı elbette. Bu ürkünç isimli taş çemberden de daha önce okuduğu bir kitapta bahsediliyordu. Şimdi kendi gözleriyle görebilecekti. Taşlar belli ki binlerce yıldır oradaydı ama Aveline’in bildiği kadarıyla, çok sayıda teoriye rağmen, çemberin ne için kurulduğunu gerçekten bilen yoktu. Kimileri bunun bir çeşit takvim olduğunu, eski insanların mevsimlerin kaydını böyle tuttuğunu söylüyordu. Başkaları bunun bir tapınak olduğunu, insanların burada Tanrılara ibadet ettiğini söylüyordu. Uzaylıların inşa ettiğini iddia edenler vardı. Druidlerle, yani kimin sözüne inandığınıza bağlı olarak şifacı, büyücü ya da kana susamış canavarlar olan Kelt rahipleriyle bağlantısı olduğunu öne sürenler de çıkıyordu.
Aveline bunların hepsini ilginç buluyordu, fakat bu taşların onun için asıl cezbedici yanı ismiydi. Okuduğu kitap cadılarla ilgili bir şey anlatmıyordu, o zaman neden Cadı Taşları denmişti? Yanıtı bulmanın ilk adımı gidip kendi gözleriyle görmek olacaktı, kır evinin sahibi de taşların çok yakınlarda olduğunu söylemişti. Hemen bahçenin bittiği yerdeydi aslında. Aveline kindar böğürtlen dikenlerinin açacağı yeni sıyrıklara kendini hazırlayıp güçbela ilerlemeye devam etti. Ona kalırsa gelmelerinden önce birinin etrafı derleyip toplaması gerekirdi. Bitkiler ve yabani otlar göğe uzanıyor, her köşede önünü kesiyordu. Ağaç diplerindeki yeşilliklerde serçeler ve ardıçkuşları uçuşuyordu. Çalıların arasında örümcek ağı ipliklerinden sarkan örümcekler sallanıyordu. Arılar rengârenk çiçeklerin etrafında vızır vızır dolanıyordu, minik bacaklarını kaplayan polenler tüylü sarı tozluklar gibi duruyordu. Aveline gizli bir partiye davetsiz gelmiş gibi hissediyordu. Isırganotlarıyla sevimsiz bir karşılaşmanın ve bir akdiken çalısıyla girdiği münakaşanın ardından ilerleme kaydetmeye başlamıştı ki ayağını tıngırdayan bir şeye çarptı. Yere eğilip otları eşelemeye başladı. Koyu renkli zeminde bir şey parıldıyordu. Merakla parmaklarını toprağa daldırıp karıştırdı, sonunda sert bir şey yakaladı. Biraz daha derine kazıp bulduğu nesneyi yerinden çıkardı. Bir şişe. Görünüşe göre eskiydi, dar bir boynu ve ufak, oval bir gövdesi vardı. Üstündeki toz toprağı temizlese de bulanık yeşil camın içini görmek imkânsızdı. Aveline şişeyi kaldırıp güneşe tuttu. Parmakları sızladı ama ısırganlar yüzünden de olabilirdi. Şişenin içinde bir şey görüyor gibiydi ama o şeyin ne olduğu pek anlaşılmıyordu.
Siyahımsı bir topak, o kadar. Yine de içini bir ürperti kapladı, bir huzursuzluk dalgası kollarından yukarı tırmanıyordu. Şişeyi sallayınca hafif bir tıngırtı duydu. Biraz daha yakından incelediğinde şişenin ağzının kalın bir mum tabakasıyla mühürlendiğini fark etti, mum bir vakitler kırmızıydı herhalde ama artık katran rengine dönmüştü. Eliyle sökmeyi denediyse de çimento gibi sertleşmişti. İçinde ne olduğunu görmek için şişeyi kırması gerekecek gibi görünüyordu ama bunu yapmaya isteksizdi. Aslında bir yanı şişeyi yerine bırakıp gitmek istiyordu. Ama merak da ediyordu. İçinde bir şeyler bulunan eski şişeleri görmezden gelemezdiniz. Nihayet bahçenin sonuna gelen Aveline, başparmağı ile işaretparmağı arasında tuttuğu şişeyi kaldıkları evin sınırlarıyla dışarıdaki çayırlık alanı ayıran taş duvarın dibine dikkatle yerleştirdi. Kocaman bir ormangülü konukseverce gölgesini sunuyordu.
Aveline biraz soluklanmak için bitkinin yanına oturdu. Bu doğal serinlikte birkaç dakika durmak boğucu akşamüstü havasında hoş bir ferahlık verecekti. Ağustos aşırı bunaltıcı geçiyordu ve ayın sonuna gelmek üzere oldukları halde hiç serinleyecekmiş gibi durmuyordu. Aveline kollarındaki sıyrıkları ovalarken eve doğru baktı. Buraya bir saat kadar önce, ufak bir dağı andıran erzak yığınıyla gelmişlerdi. Yeni bir yere gelmek insana yönünü şaşırtıyordu. Manzara farklıydı. Kokular farklıydı. Her şey farklıydı. Üstelik daha önce bu kadar ücra bir yerde hiç kalmamıştı. Dolambaçlı ve dar yolların ardına gizlenmiş köyü bulmak zor olmuştu. Yıkık dökük evler ve parçalanmış yön tabelaları, bütün dünya ileri gitmiş de bu köyün sakinlerine haber vermeyi unutmuşlar gibi hissettiriyordu. Herhalde annesi buraya biraz da bu yüzden gelmek istemişti, büyük şehrin keşmekeşinden uzaklaşmanın keyifli olacağını düşünmüştü.
Eh, istediği oldu, diye düşündü Aveline haline gülerek. Sadece şehirden uzaklaşmamış, zamanda da geriye gitmişlerdi sanki. Evin duvarlarında çirkin kahverengi lekeler vardı. Musluklar su damlatıyordu. Çatı akıyordu. Pencere camları çatlaktı. Burası eklemleri gıcırdayan, köh köh öksüren ihtiyar bir adamı andırıyordu. Aveline elektrik ve sıcak su olduğunu öğrenince rahat bir nefes almıştı. Yine de merak ediyordu; burada en son ne zaman birileri kalmıştı? Yüz yıl sonra içeriye ilk giren kendileriymiş gibi geliyordu. Biraz serinleyen Aveline parmak uçlarına basarak yükseldi ve bahçe duvarında ufak ahşap bir kapı olduğunu fark etti. Buradaki her şey gibi eski püsküydü. Yeşil boyası solmuş ve kabarmıştı, kilidi pastan kahverengiye dönmüştü. Yüksek sesle homurdanarak sürgüyü çekti ve kapıyı iterek açtı, menteşelerden gelen gıcırtı kapının uzun zamandır açılmadığını gösteriyordu.
Hemen sonra, gözleri kocaman açıldı. Karşısında devasa, yosun kaplı taşlardan bir çember duruyordu. Onları bulmuştu! Cadı Taşları kaldıkları yere neredeyse uzansan dokunacak kadar yakındı. Aveline gezmek için para ödemesi gerekiyor mu anlamaya çalışıyordu, fakat taşlar tüm görkemiyle öylece duruyordu. Etrafta bir otopark, bilet gişesi, danışma masası ya da başka ziyaretçiler yoktu. Kırların yeşil kıvrımları arasında kalmış gizli bir yere denk gelmiş gibi hissediyordu. Biraz daha yaklaşıp ılık yaz havasını içine çekti. İlk izlenimi taşların inek gübresi koktuğu yönündeydi. Gerçi yakınlarda otlayan bir sığır sürüsü de vardı, yani koku son derece normaldi.
Toplamda on üç taş saydı, emin olmak için bir daha kontrol etti. Bunların üçü dik duruyordu ve biçimleri büyük ok uçlarını andırıyordu; her biri binlerce ton ağırlığındaymış gibi görünen devasa kaya kütleleri. Diğer taşlar çimlerin üzerinde yatay olarak uzanıyordu, izlerle dolu gri ve geniş yüzeyleri, bir an için suüstüne çıkmış koca balinaların sırtını andırıyordu. Aveline bu tüyler ürpertici abide karşısında ağzı açık bakakalmıştı. Yaz tatilinin en yoğun günlerindeyken burada ondan başka kimsenin olmamasıysa biraz tuhaf geliyordu. İşin aslı, etrafta taşların arasında dolanıp bir yandan kuyruklarıyla sinekleri kovalarken bir yandan da yeşil yaz otlarını lüpleten inekler dışında bir canlı görünmüyordu. Durumu değerlendirdi. Taşlar biraz sapa bir yerde duruyordu kuşkusuz. Üstelik etkileyici olsalar da dünyanın her yerinden otobüsler dolusu turist çeken Stonehenge’in devasa megalitleri kadar da heybetli değillerdi.
Belki de sadece fazla bilinmiyorlardı. Öyle ya da böyle, hiç önemi yoktu. Böylece taşlar tamamen kendisine kalacaktı. Sonra bir kahkaha sesi duydu. Taşların bir ziyaretçisi daha mı vardı yani? Birden utanan Aveline, ahşap kapının gerisine çekilip evin bahçesinin yaprakları arasına çömeldi, taşları görebilmek için kapıyı açık bıraktı. Hava puslu, bulanık bir hal almıştı, her şey erimiş tereyağı gibi yumuşamaya başlamıştı. Ufuk çizgisi parıldıyordu. Tatarcıklar güneş ışınları arasında miskin miskin uçuşuyordu. Aveline yorgun gözlerle bakınırken pusun içinde bir suret belirdi. Bir kız. Uzun siyah saçlarıyla tezat oluşturan dökümlü beyaz bir elbise giymişti, uzamış çimlerin üzerinde kadim bir ritüel gerçekleştiriyormuş gibi parmak ucunda yürüyordu ve ellerini taşların üzerinde gezdirerek onları bir kediymişçesine okşuyordu. Aveline gözlerini alamıyordu, kızın tuhaf hareketleri onu büyülemişti. Ne yapıyordu öyle? Aveline bakakalmışken kız durdu ve ona şöyle bir baktı, gizemli yüzünde boylu boyunca parlayan bir gülümseme belirdi. Aveline kendini iyi gizlediğini zannediyordu ama kız seyredildiğini hemen anlamış gibi duruyordu. Yerin dibine geçen Aveline, uzamış otların arasına biraz daha gömüldü. Birine bakarken yakalanmak hoş değildi.
Birkaç dakika önce bulduğu şişeyi kaptı, gidebildiği kadar hızlı giderek bahçede ilerlediği yoldan geri dönmeye başladı, böğürtlen dallarına yakalandıkça aksi aksi söyleniyordu. Evin mutfağına koştu, lavabonun kenarına tırmandı ve camdan dışarıya baktı, açık bahçe kapısından taşları görebiliyordu ama kız gözden kaybolmuştu. “Merak kediye ne yapmış biliyorsundur,” dedi annesi arkasından. Aveline yere inerken, “Sıkıntıdan patlamasına engel mi olmuş?” diye cevap verdi. Annesi kahkaha atarak gözünün önündeki bukleleri arkaya savurdu. “Yapma ama Aveline, burası o kadar da kötü değil. Neye bakıyordun öyle?” “Gidip taş çemberi buldum, biraz inceleyecektim ama bir kız vardı.” “Eh, belki de kafa dengi biridir, o taşlara senin kadar ilgi duyuyordur. Gidip merhaba deseydin keşke… ” “Anne,” dedi Aveline, annesinin gördüğün herkesle hemen arkadaşlık kurmalısın konuşmalarından birini yapmasına fırsat vermeden sözünü kesmek istemişti. “Her neyse, güzel ve temiz tezgâhımızda duran şu korkunç kirli şey nedir?” diye sordu annesi, konuyu değiştirmesi gerektiği mesajını almıştı. “Bahçede buldum. Eski bir şişe. Ama içinde ne var bilmiyorum, ağzı sıkıca kapatılmış.” “Yani bahçede kalmasını tercih ederdim.” “İçinde değerli bir şey olabilir!” diye karşı çıktı Aveline.
“Tabii iğrenç mikroplar da olabilir. Çok uzun zamandır bahçede duruyorsa eminim birkaç gün daha orada kalmaya devam edebilir.” Aveline itiraz edecekti, fakat buraya rahatlayıp gevşemeye geldiklerini hatırladı, şişeyi alıp arka kapıyı açtı. “Tamam, bir dakika bile sürmez.” Yüzüne ılık bir rüzgâr esti. Büyük dikkatle yeniden bahçede ilerledi, elinde şişe varken takılıp düşmemeye çabalıyordu. Duvara ulaştığında çitlerin arasından taşlara baktı, kızın hâlâ orada olup olmadığını merak ediyordu ama ortalıkta ineklerden başka kimse kalmamış gibi duruyordu. Yere uzanıp şişeyi dikkatle zemine yerleştirdi, devrilmesin diye eliyle birkaç avuç toprak çıkardı. Annesi haklıydı. Bu kadar uzun zamandır burada gömülü durduğuna göre ne yapacağına karar verinceye kadar da bekleyebilirdi. Hem Aveline de şişenin evin içinde durmasını istediğinden emin değildi. Yani biraz… tuhaf bir şeyler vardı, başka bir şey yapmadan önce biraz araştırsa iyi olacaktı herhalde. Arkadaşı Harold’ın mutlaka yardımı dokunurdu. Önceki sene, Harold’ın büyük amcasının kitapçı dükkânında tanışmışlardı. Birkaç günlüğüne yanlarına misafirliğe gelecekti, eski şişelerle ilgili bir kitap filan bulup yanında getirebilirdi belki. Gelmeden önce onunla bunu konuşmayı aklının bir kenarına yazdı. Aveline tekrar ayağa kalkarken bahçe duvarına koca bir saksağan kondu. “Kışt!” dedi Aveline. “Hadi git de kendi işine bak.” Kafasının içinde tanıdık bir tekerlemenin başladığını duyuyordu:
Saksağan sek sek, kuyruğu tümsek… Devamını hatırlayamıyordu… Bu arada saksağan onu duymazdan gelmiş ve kara boncuk gibi gözlerini üzerine dikmişti. Kanatlarını açıp gürültüyle gakladı, sesi gizemli ve alaycı bir kahkahayı andırıyordu; daha doğrusu kıkırdayan bir cadıyı. Cadı taşlarına gelmiş bir cadı. Saksağan Aveline’in düşündüklerini duymuş gibi uzaklaştı, taşların en yükseğinin tepesine tüneyip bir kez daha gakladı. Aveline arkasını dönüp eve doğru koşmaya başladı. Kapıya ulaşmasından hemen önce başını çevirip son bir kez bakmak istedi. Parmak ucunda dururken bir an için bahçe kapısında çömelmiş, eve doğru bakan bir siluet gördüğünü sandı. Kim olduğunu görmek için beklemedi. Patikaya gölgeler çökmeye başlamıştı, Aveline aceleyle kapıyı ardından kapattı, kilidin sürgüsünü çekmeyi ihmal etmedi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAveline Jones ve Cadı Taşları
- Sayfa Sayısı232
- YazarPaul Hickes
- ISBN9789750764097
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Çocuk / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kemik Haritası ~ Francesca Haig
Kemik Haritası
Francesca Haig
Tüm renklerin solduğu ümitsiz bir dünyada kalbinde filizlenen bir tohum, tek ümidin olsaydı ve en büyük korkularını alt edecek bir kuvvet bulsaydın içinde… Kime...
- Ölü Canlar ~ Nikolay Vasilyeviç Gogol
Ölü Canlar
Nikolay Vasilyeviç Gogol
Gogol bu romanı Puşkin’in ona ön bilgiler vermesi üzerine yazmıştır. Bu destan-roman amacıyla yazmaya başladığı eserini Dante’nin İlahi Komedya’sına benzeten Gogol, sağlığında yayımlayabildiği ilk...
- Oswald Amcam ~ Roald Dahl
Oswald Amcam
Roald Dahl
Sıra dışının krallığına hoş geldiniz! Casus, savaş pilotu, çikolata tarihçisi ve tıbbi buluşlar yapan bir mucit. Roald Dahl, yazdığı kitaplar kadar renkli bir yazar....