Hep Senin Yanındayım ve O Gecenin Ardından adlı eserleriyle beğeni kazanan New York Times çok satanlar yazarı Linda Howard’ın nefes kesici, kışkırtıcı, eğlenceli ve o bir o kadar etkileyici olan bu romanını da zevkle okuyacaksınız…
Ne dilediğinize dikkat edin… Gerçek olabilir…
Daisy Minor otuz dördüncü yaş gününde tüm hayatını yenilemek adına bir karar alır. Kasaba kütüphanesinde yönetici olan Daisy sıkıcı kıyafetler giymekte, sıradan görünmekte ve neredeyse on yıldır kimseyle flört dahi etmemektedir. Artık hayatına, özellikle de seks hayatına yön vermesinin zamanı gelmiştir. Bu yüzden iyi huylu kız kurusu profilinden olağandışı bir parti kızına kulüplerde dans eden, kahkaha atan ve erkeklerle kaygısızca flört eden birine dönüşür ve bir koca avına giriştiğini açıkça ortaya koyar. Fakat eğlenerek özgürlüğün tadını çıkardığı günlerde tanık olmaması gereken bir şey görünce bir katilin hedefi haline gelir. Ve hayatını paylaşabileceği erkekle tanışamadan birinin korumasına ihtiyaç duyar.
“Harika bir kitap. Howard çarpıcı diyalogları ve karakter tasvirleriyle okurlarım avucunun içine alıyor.”
Rendezvotıs
“Çirkin ördek yavrusunun büyüleyici bir kuğuya dönüştüğü bir modern zaman hikâyesi.”
People
“Heyecan verici ve hayranlık uyandıran bir roman.”
The Orlano Sentinel
***
Giriş
Carmela içinde yedek elbisesi, biraz su ve kuzeye, sınırın diğer tarafına doğru çıktığı bu yolculukta yemek için yanına aldığı küçük bir torba yiyecek bulunan çuval bezin
Korkuyordu ama kararlıydı. Enriquc sınırı iki yıl önce geçmişti ve giderken Carmela’ya en kısa zamanda onu da yanına alacağını söylemişti. Fakat onun yerine bir Amerikalıyla evlenerek sınırdışı edilmekten kurtulmuş, Carmela’yı yıkılan hayalleri ve kırılan gururuyla baş başa bırakmıştı. Artık hiçbir şey Carmela’yı Meksika’da tutamazdı; Enrique bir Amerikalıyla evlenebildiyse o da bunu başarabilirdi! Üstelik o zengin biriyle evlenecekti. Çok güzel bir kızdı; herkes öyle söylüyordu. Zengin Amerikalısıyla evlendikten sonra Enriquc’yc nispet olsun diye kocasını koluna takıp onun karşısına geçecek, Enrique de yalan söyleyip ona ihanet ettiği için pişman olacaktı.
Büyük hayalleri vardı ancak bozuk yolda ilerleyen kamyonetin arkasında hoplayıp dururken kendini çok küçük hissediyordu. Kulağına önce Orlando vitesi değiştirirken çıkan gıcırtı geldi, hemen ardından kamyonetin yanlarına çarptığı için canı yanan genç kızın küçük çığlığı duyuldu. Aracın arkasında onun gibi üç kız daha vardı… Onun gibi hepsi çok gençti ve tek istedikleri Meksika’da bıraktıklarından daha iyi bir hayat sürmekti. Birbirlerinin isimlerini öğrenmemişler, hatta pek fazla konuşmamışlardı. Sadece ne kadar tehlikeli bir işe karıştıklarını düşünüp endişeleniyorlardı, hem üzgün hem de heyecanlılardı. Üzgün olmalarının nedeni geride bıraktıklarıydı. Heyecanın kaynağı ise daha iyi bir hayata sahip olma şansı. Ne olursa olsun bu hiçbir şey olmamasından daha iyiydi. Ve Carmela’nın kaybedeceği bir şey yoktu.
Yedi ay önce kaybettiği annesini düşündü… Hayatı boyunca çocuk doğurmaktan ve zor şartlar altında çalışmaktan tükenen annesini. “Enrique’nin bacaklarının arasına dokunmasına kesinlikle izin verme,” diye ona defalarca öğüt vermişti annesi. “Buna evlenene kadar izin vermemelisin. İzin verirsen seninle evlenmez, seni kucağında bir bebekle terk eder ve gidip kendine başka bir güzel kız bulur.” Carmela Enrique’nin bacaklarının arasına girmesine izin vermemişti ama Enrique yine de kendine başka bir kız bulmuştu. Neyse, en azından kucağında bebekle bir başına kalmamıştı.
Yine de annesinin ne demek istediğini anlamıştı: Benim gibi olma. Annesi Carmela’nın daha iyi bir hayatı olsun istiyordu. Kızının erkenden yaşlanmasını, karnında ve kucağında bebek eksik olmadan yaşayıp kırkına varmadan ölmesini istemiyordu.
Carmela on yedi yaşındaydı. Annesi on yedisindeyken iki çocuk doğurmuştu bile. Enrique, Carmela’nın bakire kalma konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğunu bir türlü anlamamıştı. Ne zaman sevişmek istese Carmela onu geri çevirmiş, genç adam da her seferinde ya sinirlenmiş ya da suratını asıp oturmuştu. Belki de evlendiği kadın ona izin vermişti. Tek derdi buysa demek ki beni gerçekten sevmemiş, diye düşündü Carmela. Şükürler olsun! Neredeyse tüm hayatını bir… Bir aptal için üzülerek geçirecekti!
Carmela Amerika’da her şeyin daha iyi olacağını düşünerek neşelenmeye çalıştı. Herkes Los Angeles’ta, orada yaşayan insan sayısından çok iş olduğunu, herkesin bir arabası ve televizyonu olduğunu söylüyordu. Ayrıca herkes Carmela’nın ne kadar güzel bir kız olduğu konusunda da hemfikirdi, yani her şeyin daha iyi olması mümkündü. Tek sorun on yedi yaşında ve yalnız olmasıydı, bir de korkuyordu.
Diğer kızlardan biri bir şeyler söyledi. Sesi arabanın motor sesine karıştı, ne dediği anlaşılmadı ama sesindeki gerilim çok netti. O anda Carmela diğer üç kızın da tıpkı kendisi gibi korktuğunu fark etti. Yani aslında yalnız değildi; diğerleri de onun gibiydi. Bu çok da büyük bir şey değildi ama bir anda Carmela’nın kendini daha cesur hissetmesine neden oldu.
Kendini aracın salınımına bırakıp karşı tarafa doğrıı savruldu ve ne dediğini duyabilecek kadar kıza yaklaşırken aracın ahşap zemininde boydan boya kaydı. Gün ağarmıştı, aracın çatlaklarından süzülen ışıkta diğer kızların yüzünü seçebiliyordu. “Ne oldu?” diye sordu kıza.
Kız eskimiş elbisesini çekiştirerek, “Çok sıkıştım,” dedi utangaç bir ses tonuyla.
“Hepimiz aynı durumdayız,” dedi Carmela anlayışlı bir şekilde. Kendi mesanesi de canını acıtacak kadar doluydu ama eninde sonunda yapmak zorunda kalacakları şeyi yapmamak için kendini tutuyordu.
Kızın gözlerinden yaşlar boşandı. “Dayanamayacağım.”
Carmela diğerlerine baktı, fakat onlar da ağlayan kız kadar çaresiz görünüyorlardı. Karar alabilecek tek kişinin kendisi olduğunu anlayınca, “O halde ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız,” dedi. “Bir köşe belirleyeceğiz. Mesela şu köşe…” Arka köşeyi işaret ederek sözlerini sürdürdü. “Orada bir çatlak var, oraya çişimizi yapıp rahatlayabiliriz.”
Kız yüzünü sildi. “Peki ya büyüğü gelirse?”
“O zamana dek kamyonetin duracağını umuyorum.” Artık güneş doğmuştu, kamyonetin içindeki ısı giderek yükseliyordu. Yaz mevsimiydi; Orlanda bir süre sonra durup onları dışarı çıkarmazsa pekâlâ sıcaktan ölebilirlerdi. Gidecekleri yere varana kadar hiç durmayacaklarını söylemişti, yani yakında Los Angeles’a varmış olacakları kesindi. Carmela Orlando’ya vermesi gereken paranın sadece yarısını ödemişti; ölürse Orlando diğer yarısını asla alamazdı. Normalde herkes bu çakala paranın tamamını sınırı geçmeden önce ödemek zorundaydı, fakat Carmela çok güzel olduğu için Orlando ona bir ayrıcalık yapabileceğini söylemişti.
Carmela diğer kızların da güzel olduğunu fark etti. Belki Orlando onlara da bir ayrıcalık tanımıştı.
Sallanıp duran kamyonetin içinde ihtiyaçlarını gidermek pek de kolay değildi, bu yüzden grup olarak çaba göstermeleri gerekti. Carmela kızları organize etti: En son kendisi olmak üzere her biri sırayla belirlenen köşeye çömeldi ve çömelen kişi düşmesin diye diğerleri etrafını sarıp onu tuttu. Nihayetinde yorgun ama rahatlamış olarak kendilerini kamyonetin zeminine bıraktılar.
Birdenbire, son bir zıplamanın ardından kamyonet sallanmadan ilerlemeye başladı. Carmela otobana çıktıklarını anladı. Otoban! Artık kesinlikle Los Angeles’a yaklaşmışlardı.
Ama sabah güneşi hızla yükselmiş ve içerideki ısı giderek boğucu olmaya başlamıştı. Carmela normal bir hızda nefes alıp vermeye gayret ediyordu ama diğer kızlar sanki sık nefes alıp vermek onları serinletecekmiş gibi kesik kesik soluyorlardı. İçerideki ısı yüksek olduğundan, ciğerlerine fazladan hava çekmek çok da mantıklı görünmüyordu. En azından bu kadar terledikleri için kısa süre içerisinde bir daha tuvalet krizi yaşamayacakları kesindi.
Ne kadar süre yol alacaklarına dair hiçbir fikri olmadığından elinden geldiğince beklemişti Carmela. En sonunda susuzluğu dayanılmaz hale gelince çantasındaki matarayı çıkardı. “Bende su var,” dedi. “Ama çok az, bu nedenle aramızda eşit paylaşmak zorundayız.” Hepsine dik dik bakarak sözlerine devam etti. “Eğer matarayı diğerine vermeden bir yudumdan fazla içen olursa tokadı yer. Sadece küçük bir yudum alacaksınız.”
Carmela’nın hiddetli bakışları altındaki kızlar kendilerine söylendiği üzere küçük bir yudum alıp matarayı diğerine verdiler. Carmela muhtemelen tuvalet sorununu çözmesi nedeniyle lider konumuna geçmişti. Pek öyle iri olmamasına rağmen diğerleri Carmela’daki irade gücünü fark etmişlerdi. Sıra kendine gelince Carmela küçük bir yudum su içip matarayı yeniden yanındakine uzattı. Herkes ikinci yudumlarını içtikten sonra da matarayı dikkatlice kapatıp çantasına koydu. “Biliyorum, çok değil ama suyu idareli kullanmalıyız.”
Muhtemelen her biri için iki yudum daha su kalmıştı. Bu yeterli değildi, özellikle de her geçen saat terleyerek kaybettikleri sıvı düşünülürse. Ancak onları hayatta tutmaya yetecek kadardı işte. Diğer kızlar nasıl olmuştu da yanlarına su ya da yiyecek bir şeyler almayı akıl edememişlerdi? Carmela bunu düşünüp sinir olmaktan kendini alamadı ama sonra kızgınlığından arınmaya çalıştı. Belki de yanlarında getirecek hiçbir şeyleri yoktu. Her ne kadar fakir de olsa biliyordu ki her zaman ondan daha kötü durumda olanlar vardı, bu yüzden kimse hakkında kötü düşünmemeye çabaladı.
Kamyonet yavaşlamaya başladı, motor sesindeki değişim bunu net olarak ortaya koyuyordu. Ümitli bir şekilde gözleri parıldayarak birbirlerine baktılar.
Kamyonet otobanda kenara çekti ve durdu. Motor çalışıyordu ama kızlar kapı sesinden Orlando’nun araçtan indiğini anladılar. Carmela hemen çantasını kapıp ayağa kalktı. Orlando Los Angeles’a varana kadar durmayacaklarını söylediğine göre Los Angeles’a varmış olmalıydılar. Dışarıda daha çok ses olmasını beklerdi doğrusu, ancak şu anda tek duyduğu kamyonetin motorunun sesiydi.
Sonra bir zincir sesi duyuldu, ardından kamyonetin kapısı gürültüyle açılmaya başladı ve gün ışığı ile birlikte sıcak ama taze hava içeri doldu. Orlando’nun karanlık silueti aydınlığın ortasında belirdi. Kamaşan gözlerine ellerini siper ederek kamyonetin arkasına doğru ilerleyen kızlar beceriksizce araçtan indiler.
Carmela gözleri aydınlığa alışır alışmaz etrafına bakındı. Tam olarak ne beklediğini bilmiyordu ama en azından büyük bir kent olmalıydı etrafında. Fakat tek görebildiği gökyüzü, güneş, bodur çalılar ve gri çakıllı kum tepecikleriydi. Kocaman açtığı gözlerini sorgularcasına Orlando’ya dikti.
“Daha fazla ilerleyemeyiz,” dedi Orlando. “Kamyonet çok sıcak, ölürsünüz. Buradan sonra sizi arkadaşını götürecek. Onun kamyonetinde klima var.”
Klima! Carmela’nın yaşadığı küçük köyde çok az insanın arabası vardı ama hiçbirinin arabası klimalı değildi. Yaşlı Vasquez bir keresinde arabasının ön panelindeki kontrol ünitesini göstermişti ona gururla, buradan bir zamanlar soğuk hava geliyordu, ancak sistem artık çalışmıyordu ve Carmela hayatı boyunca bir klimanın nasıl bir şey olduğunu hissedememişti. Yine de ne olduğunu biliyordu. Klimalı bir kamyonete binecekti! Yaşlı Vasquez bunu duysa çok kıskanırdı.
Üzerinde kot pantolon ve ekoseli bir gömlek olan uzun boylu, zayıf bir adam kamyonetin yan tarafında belirdi. Elinde taşımakta olduğu dört şişe suyu içmeleri için kızlara verdi. Su soğuktu, şişeler yoğunlaşma yüzünden buğulanmıştı. Susuzluktan ölmek üzere olan kızlar şişeleri kafalarına dikerken, adam Orlando’yla İngilizce konuşmaya başladı ki bu dili kızların hiçbiri bilmiyordu.
“Adı Mitchell,” dedi Orlando en sonunda kızlara dönerek. “O ne derse yapacaksınız. Bizim dilimizi az da olsa konuşabiliyor, ne istediğini size anlatacak kadar biliyor. Eğer dediklerini yapmazsanız Amerikalı polisler sizi bulup hapse atarlar ve bir daha da bırakmazlar. Anladınız mı?”
Kızlar uysal bir şekilde başlarını salladılar, sonra da aceleyle Mitchell’ın geniş beyaz kamyonetinin arkasındaki karavana dönüştürülmüş bölmeye doluştular. Yatağın üzerinde iki uyku tulumu ve daha sonra tuvalet olduğunu keşfettikleri üzerinde delik olan bir tabure vardı. İçeride ayakta durmak mümkün değildi, ya oturmak ya da uzanmak gerekiyordu. Yine de uykusuz geçen gecenin ardından bu çok da mühim değildi. Kamyonetin açık arka penceresinden karavana giren soğuk hava ve müzik sesi son derece rahatlatıcıydı. İki uyku tulumunu yayınca hepsine yatacak yer çıktı ve dört kız hemencecik uykuya daldı.
Aradan geçen iki günün ardından Carmela Los Angeles’ı bu kadar da uzak hayal etmemiş olduğunu düşündü. Karavanda gitmekten, ayağa kalkamamaktan ve hareket edememekten yorulmuştu. Esneme hareketleri vücudunu mümkün olduğu kadar rahatlatıyordu ancak asıl ihtiyacı olan şey kalkıp biraz yürümekti. Her zaman hareketli bir kız olmuştu ve bu kısıtlama her ne kadar zorunlu da olsa onu delirtiyordu.
Ara ara yiyecek ve su veriliyordu. Fakat temizlenme şansları olmamıştı, hepsi çok kötü kokuyordu. Mitchell bazen ıssız bir yerde durup karavanın kapısını açıyor, içerisinin havalanmasını sağlıyordu. Yine de hiçbir zaman içerideki hava tamamen tazelenmiyor, azıcık temiz hava da hemen yitip gidiyordu.
Kamyonetin arka penceresinden bakan Carmela bomboş çöl manzarasının geniş otluklara dönüşmesini izledi. Sonra yavaş yavaş ağaçlık alanlar göze çarpmaya başladı. En sonunda dağlar göründü: Verimli, yemyeşil dağlar. Çayırlarda otlayan sığırlar, güzel vadiler ve koyu yeşil renkli nehirler vardı. Hava ağır ve nemliydi; binlerce farklı ağaç ve çiçeğin kokusu etrafa yayılıyordu. Ve arabalar! Hayatında görmeyi umduğundan çok daha fazla araba vardı yollarda. Çok geçmeden Carmela’ya inanılmaz derecede büyük görünen bir şehri geride bıraktılar. Mitchell’a burasının Los Angeles olup olmadığını sordu, fakat cevap hayırdı. Geçtikleri şehir Memphis’ti. Los Angcles’a daha çok yol vardı.
Amerika ne kadar da büyük, diye düşündü Carmela. Günlerdir yoldaydılar vc hâlâ Los Angeles’a yaklaşamamışlardı.
Fakat ikinci günün sonunda gece geç bir saatte nihayet araç durdu. Mitchell gelip kapıyı açtığında ve onları dışarı çıkardığında hepsi zorlukla yürüyebiliyordu. Adam kamyoneti uzun bir römorkun önüne park etmişti. Carmela etrafına bakınıp büyük bir şehirde olduklarına dair bir belirti görmeyi umdu ama böyle bir belirtiden hâlâ çok uzak görünüyorlardı. Gökyüzünde yıldızlar parıldıyor, gecenin karanlığını böcek ve kuş sesleri bölüyordu. Mitchell römorkun kapısındaki kilidi açıp kızlan içeri aldı. Hepsi birden karşılaştıkları lüks nedeniyle heyecanla iç çektiler. İçeride mobilyalar, nasıl çalıştığı hakkında hiçbir fikre sahip olmadıkları eşyalarla dolu bir mutfak ve hayal bile edemeyecekleri bir banyo vardı. Mitchell hepsine banyo yapmalarını söyledi ve her birine üzerlerini değiştirmeleri için birer elbise verdi. Elbiselerin artık onlara ait olduklarını da belirtti.
Kızlar onun bu ince tavrından etkilenmişler ve yeni elbiseleri yüzünden çok mutlu olmuşlardı. Carmela elini yumuşacık, hafif kumaşın üzerinde gezdirdi ve üzerinde kırmızı çiçek desenleri olan beyaz renkli kıyafetin çok güzel olduğunu düşündü.
Duvardan su fışkıran banyoda hepsi sırayla yıkandılar. Sabun parfüm gibi kokuyordu. Saçları için ayrı bir sabun da vardı, dağlar kadar köpük çıkartan özel bir sıvı sabundu bu. Kullanmaları için diş fırçası bile vardı! Diğer kızlar yorgunluktan tükenmiş göründüğünden en sona kalan Carmela banyodan çıktığında hayatında hiç olmadığı kadar temizdi. Sabun bolluğundan o kadar büyülenmişti ki vücudunu da saçlarını da ikişer kez sabunlamıştı. Bir süre sonra duştan sıcak su akmaz olduğunda bile yılmayıp yıkanmaya devam etmişti. Tekrar temiz olmak çok güzel bir duyguydu.
Ayakları çıplaktı ve ne yazık ki tüm çamaşırları kirlendiğinden giyecek hiç iç çamaşırı kalmamıştı. Yine de yeni elbisesini üzerine geçirdi ve ıslak saçlarını topuz yaptı. Aynaya baktığında yumuşacık, esmer tenli güzel bir kız gördü. Parlak gözleri ve kırmızı dudaklarıyla az önce aynadan ona bakan pejmürde yaratıktan oldukça farklı gözüküyordu.
“Av Mevsimi” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı) Tüm Kitaplar
- Kitap AdıAv Mevsimi
- Sayfa Sayısı344
- YazarLinda Howard
- ÇevirmenYosun Akverdi
- ISBN9789944825399
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bayan Seninki ~ Claudia Piñeiro
Bayan Seninki
Claudia Piñeiro
Yağmurlu bir kış akşamında Inés, kocası Ernesto’yu takip eder ve onun ıssız bir ormanda bir kadınla buluştuğunu görür. Uzaktan gizlice onları izler. Kocası ve...
- Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi ~ Alexandra Bracken
Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi
Alexandra Bracken
“Ben Prosperity Oceanus Redding, belki de Prens Alastor… Sana bilmediklerini anlatmaya geldim. Yaklaş, duyman gereken şeyler var. Yalnız senden mi ibaret sandın bu dünya?...
- İnsanlar ~ Matt Haig
İnsanlar
Matt Haig
“Bu satırları okuyanlarınızın büyük çoğunluğunun, insanların bir mitten ibaret olduğuna inandığını biliyorum ama ben size onların gerçekten var olduklarını bildirmek üzere buradayım. Bilmeyenler için...
her kitap gibi buda çok güzel…