Faruk Duman, “Av Dönüşleri”nde iyi bildiği hayatların, mevsimlerini geçirdiği coğrafyanın, içinden geldiği çevrenin ve içine işlemiş zamanların öykülerini yazıyor. “Pancar Vagonları”, “Atlar Sabırsızı”, “Av Dönüşleri” ve “Yengecin Günlüğü” öykülerindeki yalınlık, anlatım renkliliği, inandırıcılık ve tutarlılıkla çıtayı yükseltiyor.
Faruk Duman edebiyatının iyice belirdiği, yükte hafif pahada ağır “Av Dönüşleri” Sait Faik Hikâye Armağanı ile ödüllendirilmişti.
“En çok, sessizliği kalmış hatırımda şimdi. Olgunluğu, gülümseyişi. Kendi saçlarını izleyişi, uzun uzun. Yaşıtlarında görülemeyecek durgunluğu, gündelik isteklerden el çekmişliği. Nasıl sessizce gülümserdi her söylenene. Gözlerini çevirir, usulca yanıt verirdi. Yaz günüyse rüzgâr alıp giderdi bu yanıtı zaten. Kışsa, içeride, uğultuya karışıp yok olurdu. Beni sevmiş miydi?”
*
Pancar Vagonları
İŞÇİLER
Yüksek tavanlı bir evimiz vardı. Demiryolu işçileri öylesine büyük taşlarla örmüşlerdi ki, duvarların kalınlığı insanı hayrete düşürürdü. Evimizin duvarları. İçinde devasa tüneller barındırıyordu da haberimiz yoktu. Tünellerin içinde amansız tutsaklar vardı sonra. Savaş yıllarında oracığa tıkılmış, nasılsa unutulmuş tutsaklar. İnim inim inliyorlardı. İşte böyle acayip, böyle inanılmaz duvarları vardı evimizin ve boyu kısa olduğundan, tavanı temizleyemezdi annem. Babam zaten hiçbir iş yapmazdı. Horozların ötüşüyle birlikte kalkıp İkinci İşletme Başmüdürlüğü’ndeki işine giderdi. Hava kararmadan da dönmezdi. Babam uzun boylu ve yakışıklı biriydi, ama dış görünüşüyle çelişirdi. Yaşlı bir adam gibi davranırdı:
“Gömleğimi giydir…” derdi anneme, ama bunu bir komutan edasıyla söylemezdi. Sanki giyinmek için gücü yoktu da sırf kollarındaki bu amansız güçsüzlük yüzünden bunu isterdi. Böylece sesi belli belirsiz çıkardı ve utanırdı. Annem de yıllarca, sessiz bir acıma duygusuyla hizmet etti babama. Ama bilinen oydu ki evin en güçlüsü annemdi. Bir erkek çocuğu gibi büyütüldüğü için bütün zorlukların üzerine yüreklilikle giderdi annem. Hiçbir şeyden yılmazdı. Kömür vagonlarına tırmanabilirdi örneğin. Pancar vagonlarına. Etekliğini bir eliyle toplar, vagonun tamponlarına bir sıçrayışta çıkardı. Başka kadınlar… Annem elinin kirlenmesine aldırmazdı, mazotun üstüne bulaşmasına. Vagona çıkar, seslenirdi: “Küreği at!”
Küreği atardım ben ve annem başlardı çalışmaya. Kömür. Çuvalın sırtlanıp eve götürülmesi bana düşerdi tabii. Sonra annem. Görevini yerine getirmiş, bir kumandan edasıyla inerdi vagondan. Yanakları is içinde, kapkara bir kumandan.
Yaz başlarında boyacı işçiler gelirdi evimize ve her tarafı boyarlardı. Evimizin (Devlet Demiryolları Lojmanları) yüksek tavanını bile boyarlardı. İşçilerin ulaşıp da boyayamayacakları yükseklikte bir tavan yapılamazdı. Sonra işçilere çay demlenirdi ve onlar neredeyse saat başı mola verirlerdi çay içmek için. Boyanan bizim evimizdi, ama komşulardan bile çay gelirdi. Pakizanım Teyze vardı. Durmadan çay getirirdi. Annem ona kızardı:
“İşi yavaşlatıyor!” derdi, ama bir yandan da, ondan geri mi kalacaktı, mutfağa giderdi. Suyun kaynayıp kaynamadığına bakardı. Pakizanım Teyze, dişlerini döker, ışıl ışıl o duvarlara bakar, gürültüyle gülerdi. Sonra çıkıp giderdi tabii. Giderdi, ama (kapı komşumuzdu, pencerelerimiz birbirine bakardı), annem, sanki o her an yeniden gelebilirmiş gibi bir tedirginlikle yapardı ne yapacaksa. Onunla yarışırdı. İşçileri kaçırmaya çalışırdı Pakizanım Teyze’nin elinden (Pakizanım Teyze’nin çayları bir çeşit yatırımdı oysa, evinin özenle boyanmasını isterdi).
İşçilerse, evimizle birlikte kendilerini de boyarlardı sanki. Sankisi fazla. Düpedüz boyarlardı kendilerini. Palabıyık. Kimisi zayıf, incelip belinden kopacakmış gibi işçiler. Sonra kara kuru, bir deri bir kemik. Boyarlardı. Şöyle tüneğe benzer bir sahne kuruverirlerdi kendilerine. Zayıf olanı, “Şöyle eğil biraz” diye seslenirdi, sonra sahneye çıkardı ötekinin yardımıyla. Artık orada Palabıyık mı olurdu, yoksa Çakal mı. Birisi eğilirdi, Zayıf sahneye çıkabilsin diye. Eğilir, sırtında yüzlerce kiloluk bir beygiri taşıyormuş gibi buruştururdu yüzünü ve ardı arkası kesilmeyecek gülüşmeler başlardı o zaman. Kahkahalar, el şakaları, yakası açılmadık küfürler… Salonumuzu bir sirke çevirirlerdi. Akıl almaz becerilerin sergilendiği rengarenk bir sirk. Kimisi bir cambaz olurdu ve uçsuz bir ipte, kadınların yüreğini ağzına getirirdi. Bu cambaz, bir yandan o inanılmaz yeteneğini sergiler (o Allah’ın belası ipte yürür), bir yandan da elindeki üç topu çevirirdi. Topların biri yükselir biri alçalırdı tabii ve yükselen top evimizin eski rengini alır giderdi. Alçalan her top da göz kamaştırıcı bir şampanya rengine çevirirdi duvarları. Böylece ışıklar yanıp sönerdi işte. Aşağıda kimisi gülen, kimisi ağlayan, birbirinden yetenekli aktörler dolanırdı. Dolanıp cambazı gözetlerlerdi ve zaman zaman onlar da, artık yetenekleri neye uygunsa, böyle birbirinden ürkütücü hareketler yaparlardı. Kimisi bir ateş çemberinin içinden mi uçuvermezdi, kimisi aslanların ağzında mı ısıtmazdı ellerini… Kapıların biri açılır, biri kapanırdı. Açılan her kapıyla içeri giren çıkmak istemezdi bir daha. O zaman annem ellerini birbirine vurur, “Hadi bakalım, tiyatro oynatmıyoruz burada” derdi, böylece çıkmak istemeyenler çıkar, içeriye yeni seyirciler doluşurdu. Olup biteni pencereden izleyenler de olurdu ve zaten çok geçmezdi. Pakizanım Teyze gelirdi:
“Çay getirdim, biraz dinlenin” derdi. Annem öfkeyle kızarırdı böylece.
Palabıyık İstasyonu
Ama annem kızarsa kızsın. İşçiler için bal gibi bir mola anlamına gelirdi bu.
Palabıyık vardı. Palabıyık evimizi ne zaman boyasa, işe önce kendi bıyıklarından başlardı. O kabarık, dehşetli bıyıklar. Uzun. Nasıl olurdu, bilmezdik. Boya tenekeleri daha açılmamıştır. İrili ufaklı kutular, fırçalar. Bir duvara dayalıdır. Ama her çalışmadan sonra yıkanıp temizlendiği için apaktır. Önemlidir. Eh! Demirbaştır. Her şey yerli yerindedir, ama Palabıyık, nasıl yapmışsa, bıyıklarını boyamıştır. O devasa bıyıklar, o gösterişli şampanya rengine bürünmüştür. Palabıyık’ın yüzüne bambaşka bir anlam vermiştir. Palabıyık, elinde çakısı, öfkeli bir savaşçıya dönüşüvermiştir işte ve inanılmaz bir güvenle hazırlanmaktadır. Teneke kutular açılır:
“Teyze, biraz su lazım” der Palabıyık, ama işin bütün dehşeti yitip gider o zaman. Savaşçının sesi, bir tavuğunki gibi güçsüzdür. Yersiz bir çekingenlikle söylemiştir bunu çünkü, hayvani vücudundan beklenmeyecek bir utangaçlıkla. Böylece gülünç de olmuştur kuşkusuz, annem de, “Tabii” derken ister istemez gülmüştür.
Sonra Çakal vardı. Niye Çakal’dı? Söylediklerine göre bir vakitler bir işler çevirmişti. Devletin demirini birileri çalmıştı, o da göz yummuştu buna, ama ne göz yummak! Allah herkese Çakal’ınki gibi bir suç işlemeyi nasip etsin: Demiryolunun içinde şu,
BU SAHALARDA GEZMEK
RAYLARIN İÇERİSİNDE DOLAŞMAK TEHLİKELİ VE YASAKTIR.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAv Dönüşleri
- Sayfa Sayısı64
- YazarFaruk Duman
- ISBN9789750852923
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Marvin Redpost: Köpek Bakıcısı ~ Louis Sachar
Marvin Redpost: Köpek Bakıcısı
Louis Sachar
Hadi ama Marvin! Köpek bakmak ne kadar zor olabilir ki? Dünya çocuklarının yere göğe sığdıramadığı “Yamuk Okul” efsanesinin yaratıcısı Louis Sachar’ın küçük okurların ezberlerini...
- Sıra Sana Da Gelecek ~ Koray Avcı Çakman
Sıra Sana Da Gelecek
Koray Avcı Çakman
“Hırs, Kibir, Sevgisizlik, Açgözlülük, Kıskançlık, Duyarsızlık, Nefret ve Merhametsizlik… İnsanların zaafları bana tüm kapıları açacak.” Naif kişiliği ve güçlü anlatım yeteneğiyle çocuk ve gençlik...
- Kuğu Gecesi ~ Ferda İzbudak Akıncı
Kuğu Gecesi
Ferda İzbudak Akıncı
Ferda İzbudak Akıncı, “Kuğu Gecesi”nde duru ve masalsı anlatımıyla sevgiye, yaşama sevincine, meraka, yalnızlığa, hayalperestliğe dair öyküler anlatıyor. Sevgisizlikten kuruyan bir akasya ağacı, köklerine...