Bir melekseniz ve uçamıyorsanız ‘engellisiniz’ demektir. Üstelik kanatlarınız olduğu halde uçamıyorsanız hem korkak hem de engelli bir meleksinizdir. Bunu kim söylemişse koca bir yalan uydurmuş anlaşılan. Çünkü Kaf kendini bildi bileli uçamayan bir melek ve hatta bazen bu özelliğinden dolayı kendisini ayrıcalıklı hissettiği bile oluyor. Düşünsenize, kim yarasasının sırtında havada süzülen bir meleğin karizmasına kayıtsız kalabilir ki?
Melekler hakkında doğru bildiğinizi düşündüğünüz her şeyi bir kenara bırakın. Emin olun Kaf’ın sizden eksik kalır yanı yok. Ne de olsa, daha önünde geçmesi gereken bir dolu sınav ve onu çıraklık mertebesine yükseltecek upuzun bir çömezlik dönemi var. Haberin en kötüsünü sona sakladık: Kaf çömezliği süresince bebek muhafızı olarak görev alacak. İşte canınını sıkan en önemli şey de bu…
Bazen başarının önündeki tek engel kendi korkularımızdır. Önemli olan vazgeçmeden denemeye devam etmek. 2013 Tudem Edebiyat İkincilik Ödülü ile onurlandırılan Atla, korkularına esir düşmüş bir meleği, bebekliğinden bu yana düşlerinin peşinden koşan Hezarfen Çelebi ile buluşturarak sürükleyici bir maceraya kanat çırpıyor.
Cesaretin, yenilgiden ders çıkarıp umutsuzluğa kapılmamak olduğunu hatırlatan bu etkileyici roman, okurlarını meleklerle birlikte İstanbul semalarında uçmaya çağırıyor…
Melekler ve Yarasaları
Dünya’da kendimi evimde olduğumdan daha rahat hissettiğimi söyleyebilirim. Çünkü bir melekseniz ve uçamıyorsanız ‘engellisiniz’ demektir. Üstelik kanatlarınız olduğu halde uçamıyorsanız korkak bir engellisiniz demektir. Aslında ben engelli değilim, sadece her şey beni engelliyor. Dünya’da ise herkes benim gibi. Her neyse, uçamayan bir melek olmak gerçekten tatsız bir durum. Hele ki anne ve babanız benimkiler gibi 6. seviyeden melek ise, yani ünlülerse. Aileniz benimkiler gibi popülerse ‘yapamadığınız’ her şey de bir anda popüler olur. Melekler babamın başarılarını konuşurken işin ucu mutlaka bir şekilde bana varır. “Bu kadar başarılı olacağına, uçabilen bir oğula sahip olmayı tercih edermiş.”
İşin daha acı yanı, biz göğün birinci katında oturuyoruz, yani Dünya’ya yakın olan katta. Genç meleklerin geneli ise yedinci katta. Sözün özü, etrafımda benim yaşlarımda çok fazla melek yok. Bu kattaki çocuk meleklerin sayısı yirmiyi geçmez ve pek azı bize yakın oturur. Yani çocukların tuhaf varlıklar olarak görüldüğü bu âlemde uçamayan bir çocuk olmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz. Annem Peneme, bir şifacıdır. Bence tüm âlemdeki en anlayışlı ve sevecen kadındır. Eğer o olmasaydı evden dışarı çıkacak cesareti bile bulamazdım kendimde. Tabii ki bütün anneler gibi zaman zaman korkutucu olur. Kabul ediyorum, onu bu hale getiren genelde benim. Aslında fazlasıyla sakin bir çocuk olduğum söylenebilir. Muhtemelen fazla şımartılmadığım için. Ah! Arkadaşım Cagun’u her gördüğümde ailemin beni şımartmamasına şükrediyorum. Cagun hiçbir zaman sizi dinlemez, sadece kendinden ve kendi isteklerinden bahseder. İstediği şeyi yapmazsanız bir anda sizi uygunsuz bir yerde bırakıp gidebilir; ki bu benim durumumda, bir ağacın tepesinde yoldan biri geçip sizi indirene kadar saatlerce beklemek demektir. İşte, bildiğiniz şımarık çocuklardan.
Belki çok fazla seçeneğim olsaydı Cagun’la arkadaşlık etmezdim; ama sizinle arkadaşlık edecek sadece üç çocuk varsa çok yüksek kriterler belirleyemeyeceğinizi söylemek zorundayım. Neyse ki diğerleri bu kadar zor melekler değil. Ebadon, en yakın arkadaşım. Kesinlikle çok eğlenceli biri ve sizi hiçbir zaman bir ağacın tepesinde bırakıp gitmez. Her zaman ilginç şeylerden bahseder. Eğer üzgünseniz –nasıl yaptığını bilmiyorum ama– bir şekilde üzgün olduğunuzu anlar ve hatta siz farkına varmadan teselli etmiş bile olur. Tanıdığım diğer çocuksa Esme, Ebadon’un ikiz kardeşi. Tabii ikiz demeye bin şahit gerek. Cinsiyetleri bile aynı değil!
Tanıdığım tek kız çocuk. İtiraf etmeliyim ki Esme bir… o bir… melek! Onu anlatmaya kalksam saatlerce konuşabilirmişim gibi gelir ama bilmediğim bir nedenden dolayı ağzımdan tek kelime dökülmez. Herhalde her şeyi en iyi şekilde yaptığını söylememe gerek yoktur. Kesinlikle en zekimiz odur ve en güçlümüz; muhtemelen en güzel seslimiz de odur. Hatta en, en, en havalımız da odur. Dumah bile öyle diyor. Dumah bizim eğiticimiz. Ah, nasıl oldu da şimdiye kadar eğitimimizden bahsetmedim. Sanırım ilk anlamlı hecem ağzımdan döküldüğü gün Dumah ile tanıştım. O bize Melekçeyi, duaları, oyunları, şifa ve koruma büyülerinin yanı sıra şu an aklıma gelmeyen sayısız büyüyü öğretti. Aa, bir de diğerlerine uçmayı öğretiyor. Ve çok kısa sürede de çıraklık eğitimimiz başlayacak.
Sanırım çıraklıkta da en şanssız çocuk benim. Şanssızlığımın nedeni sadece uçamamam değil; ailesinde 6. seviyede melek olan tek çocuk oluşum. Durun durun, daha açık anlatayım. Melekler aldıkları eğitimlere göre 7 gruba ayrılır. 1. seviye melekler genellikle temel eğitimi alıp üst seviye meleklere çırak olurlar. Çıraklık çok önemlidir; çünkü hayatınızın geri kalanında mesleğinizi belirlersiniz. Ee, ölümsüz olduğumuzu düşünürseniz bu bizim için hayatımızın en önemli kararlarından biridir. En zorlu eğitimin 5. seviyedeyken verildiğini çok defa duydum ama detaylarından kimse bahsetmez. Bu eğitimi geçemeyen ya da yarıda bırakan birçok melek tanıyorum. Son yüzyılda 6. seviyeye geçen sadece beş melek varmış, bunlardan ikisinin annemle babam olduğunu söylemekten gurur duyuyorum. 7. seviye birçok melek için hayal bile edilemez bir konum. Son milenyumda sanırım sadece üç melek o zorlu sınavı geçmiş. 7. seviye olmanın bir diğer zorluğu ise eğitiminden sorumlu olacakları bir çırak seçmek.
İlk anda kulağa pek de zor gelmiyor ama düşünün ki, bir konu hakkında bilinebilecek her şeyi biliyorsunuz ve konuya dair hiç fikri olmayan bir çırağa eğitim vermeniz gerekiyor. Sabır taşı olsa çatlar! Annem 6. seviye olsa da bir çırakla ilgilenecek yeterli vakti olmadığı için 7. seviyeye geçmeyi düşünmediğini söylüyor. Babam ise çırağı olabilmem için yıllardır benim büyümemi bekliyor. Çırağı olmamı istediğini sanmıyorum ama herkes ondan beni seçmesini bekliyor. Sanırım başka şansı da yok. Uçamayan bir çırağa sahip olacağı için o mu daha şanssız, yoksa onun gibi sert ve otoriter bir meleğin çırağı olacağım için ben mi; gerçekten bilemiyorum. Tabii bir çırak olabileceğim de kesin değil, çünkü çırak olmak için benim de doksan gün sonra gerçekleşecek 1. Seviye Meleklik Sınavı’nı geçmem gerek Annem geçeceğime neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Doksan günde uçabileceğimi falan mı düşünüyor acaba? Bense sınavda uçma ile ilgili bir engel çıkmamasını umuyorum. Eğer çıkarsa… İşte o zaman yandım! Bu muhtemelen babamın da 7. seviye olamayacağı anlamına gelir, ki ister inanın ister inanmayın, bu bütün melekler âlemi için çok önemli bir durum. 7. seviye kaç melek var ki? Herhalde elli ya da altmıştır. Sözün özü, o sınavı geçmem gerek.
Durumumun ciddiyetini ortaya daha iyi koyabilmek için bütün bu uçamama meselesinin başıma musallat olduğu günü anlatmalıyım. Sekiz yaşındaydım. Kanatlarım son şeklini alalı yanılmıyorsam bir yıl olmuştu. Ve herkes uçabileceğimden emindi. İlk kez uçacak her çocuğa yaptıkları gibi babam beni Yanartaş Dağı’nın zirvesine götürmüştü.
Dünya’yı ilk kez o gün görmüştüm; o kadar küçük görünüyordu ki Dünya’ya inmek için bir iksir içip küçülmemiz gerektiğini falan sanmıştım. İlk varış noktam –tüm meleklerin olduğu gibi Ay’dı. Ve inanın bana, Yanartaş Dağı’nın zirvesinden Ay o kadar uzak görünüyordu ki, oraya gidişin günler süreceğini düşünmüştüm. Yanıldığımı çok kısa sürede öğrendim. Babam uçuşla ilgili bir şeyler söylediyse de ben hatırlamıyorum. Sadece son cümlesi aklımda: “Merak etme, kanatların ne yapacağını zaten biliyor.” Yanıldığını o da çok kısa sürede anladı. Zirveden beni aşağı ittiğinde… ilk aklıma gelen, nedense ölüm oldu ve sonra, bir melek olduğumu hatırlayıp ölemeyeceğimi fark ettim. Sonu ölüm değilse bu atlayış beni nereye götürebilirdi ki? Yere çakılmama az kala sırtımda bir karıncalanma hissettim. Sanırım babamın dediği oluyordu ve kanatlarım bir şeyler yapması gerektiğini anlıyordu. Kanatlarımı ilk açtığımda hayatımda hiç hissetmediğim bir şey hissettim. Kelimelere dökmesi zor bir histi bu: coşku biraz ya da özgürlük…
Her neyse bu, çok kısa sürede beni terk etti. Kanatlarımı yeteri kadar uzun süre açık tutamadığımdan olsa gerek hızlı bir düşüşe geçtim. O kadar hızlı bir düşüştü ki, günler süreceğine inandığım yol sadece birkaç saniyede tamamlandı. Ve Ay’ın karanlık yüzüne çakıldım. Neyse ki ben düştüğümde oluşan deliği, insanlar fark etmeden doldurdular. Ben Ay kadar şanslı değildim; iyileşmem o kadar kısa sürmedi. Annemin tüm âlemin en iyi şifacılarından biri olduğunu bir kez daha hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum, ama eski halime bir yılda ancak döndüğümü söylediğimde durumumun ciddiyetini anlatabilirim herhalde. Eski halime derken, sadece fiziksel olarak kastettim tabii ki, yoksa artık ben kesinlikle eski ben değildim. Melekler de bunu biliyor olmalıydılar, çünkü bir anda hepsinin bana bakışları değişmişti. Büyük melek Zafron’un oğlu uçamıyor! Habere bak be! Tahmin edebileceğinizden bile kısa sürede yayılmıştı bu küçük sır ve birkaç günde neredeyse Başmelek kadar ünlü olmuştum. Kim derdi babamdan bile daha ünlü olup da bundan memnun olmayacağımı. Ondan sonra bir daha uçmayı denemedim. Eminim Ay buna çok sevinmiştir.
Uçamayacağımı anlayan annem bana tüm hayatımın en güzel hediyesini verdi. Tabii ki verdiği anda değerini bilememiştim ama anlamam çok uzun sürmedi. O gün elinde minik bir kafesle çıkagelmişti. Yine bir şifa seansına maruz kalacağımı düşünürken beni karşısına oturtup kafesi açmıştı. O kadar büyük gözlere sahip olmasına rağmen o kadar çirkin olabilecek bir canlı daha görmemiştim. Annemin neden bana böyle bir şey verdiğini ise anlamıyordum. “Bu bir yarasa, yavru bir yarasa ve senin arkadaşın olmak istiyor.” Buruş buruş derisinin üzerine büyük beden bir kıyafet giymeye çalışmış bir fare gibi komik duruyordu.
Başını kaplayan siyah tüylere rağmen merakla etrafı süzen büyük gözleri hemen dikkatimi çekmişti. Henüz gelişmemiş pençeleriyle sıkı sıkı tutunduğu kafesi titreterek dışarı çıktı. İlk kez göz göze geldiğimde, ürkeyim mi bu şekilsiz haline, güleyim mi bilemedim. Başını bana doğru uzatınca ben de elimi uzattım. Uzun uzun kokladı. Sonra başını okşamama izin verdi. Ne yapmam gerektiğini bilmeden baktım bu tuhaf hayvana. Dedim ya, o zamanlar değerini anlamamıştım. Babam Keş’i bir yılda eğitti. Evet, ona Keş adını verdim, çünkü o tam bir keş. Bir cennet meyvesi bağımlısı; küçücük bir dilim karşılığında yapamayacağı hiçbir şey yok. Henüz tam olarak büyümediği için beni çok uzun süre taşıyamıyor, ama o yanımdayken kendimi daha normal hissediyorum. Yarasası olan bir melek olarak normal hissetmemem gerek biliyorum ama o benim kanatlarım. Hepsinden de öte, o benim dostum. Hem de ağaçların tepesinden beni indirebilen bir dost. Ve kulakları o kadar keskin işitiyor ki adını fısıltıyla söylesem bile beni bulabiliyor.
Dersler Başlıyor
“Kaaaaaf.” İşte bu da benim adım. Kafsiel’in kısaltması. Beni çağıransa Ebadon, –her zaman olduğu gibi– ders için beni almaya geliyor. “Aaaaaaaa!” İşte şimdi de Keş, Ebadon’u kovalıyor. Ben pencereyi açıp Keş’i durdurmazsam bu kovalama genelde bütün gün sürüyor. “Keeeeeş! Kes şunu! Geliyorum!” Benim odam üst katta, evimizin bir ağacın tepesinde olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Melek köyleri için devasa cennet ağaçlarının en üst dalları tercih edilir. Bu ağaçlar o kadar uzun ki, aşağı baktığınızda yeri görmenizin imkânı olmuyor. Ağaçların en üst dalları bizim “Meydan” dediğimiz karaya ulaşıyor. Meydan bir düzlük ve yaşadığımız ağaçlara göre daha dünyevi bir yer. Oradaki ağaçlar Dünya’dakiler gibi; toprak da Dünya’dakine çok benziyor, biraz daha parlak o kadar. Ve genelde mermerden yapılmış binalar var. Meydan’ın en sonunda ise benim gitmekten hiç hazzetmediğim Yanartaş Dağı var.
Neyse ki Dumah’ın evi Meydan’ın hemen girişinde. Köydeki en dünyevi ev de –söylememe gerek yok galiba bizimki. Annem bu durumu pek sorun etmiyor ama babam merdivenleri her gördüğünde, “Bir melek evinde merdivenin ne işi olur!” homurtularını bizden esirgemiyor. Pencereye çıktığımda Keş en yakın dalda beni bekliyordu. Camdaki yansımamı görünce biraz kendime çeki düzen verdim. Uzamış siyah saçlarıma elimle şekil vermeye çalıştım. Koyu mavi gözlerim camda zar zor seçiliyordu ama yine de uykusuz kaldığımı ele veriyordu. Yere değen bembeyaz kanatlarım hiç kullanılmadığı için biraz çelimsiz dursa da camda çok parlak bir yansıma yaratıyordu. Keş yanıma geldi. Artık aramızda zihinsel bir iletişim var ve söylememe gerek kalmadan beni nereye götürmesi gerektiğini anlıyor. Ben hiçbir şey demeden beni mutfak camının önüne indirdiğinde bir kez daha bu durumu ispat etmiş olduk.
“Anne ben gidiyorum.” Annem hararetle bana kahvaltı hazırlıyordu. Melekler olağandışı bir durum olmadığı sürece saçlarını kestirmezler. Bu yüzden neredeyse kanatları kadar uzun simsiyah saçları, o mutfakta dolaştıkça peşinde dalgalanıyordu. Duvardaki saate bakıp bana döndü. “Tatlım, daha yarım saat var.” “Çıraklık eğitimim başlıyor, unuttun mu?” “Unutmadım ama erken gideceğini bilmiyordum. Neden en son ben öğreniyorum? Bana ne zaman söyleyecektin acaba?” Annemi böylesine zor bir güne başlarken kızdırmayı göze alamazdım. “Geç kalmayayım anne, seni seviyorum. Bana şans dile!” dedim ve Keş’in beni hızla üst dallara taşımasına izin verdim. “Şansa ihtiyacın yok, kendin ol yeter!” diye arkamdan seslenişini duydum. Kendim olmak! Kendim olmak ne kadar zor, biliyor muydu acaba? Eğer seçme hakkı verilseydi, Esme’nin gülümseyerek baktığı şu koruyucu meleklerden biri olmayı tercih ederdim. Acaba sınavı geçip babamın çırağı olduğumda Esme’nin ilgisini çekebilir miydim? Annemin sesini bir kez daha duydum:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yerli)
- Kitap AdıAtla
- Sayfa Sayısı168
- YazarMercan Aytuna
- ISBN9789944699303
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küller ~ Halide Nusret Zorlutuna
Küller
Halide Nusret Zorlutuna
Halide Nusret Zorlutunanın 19 yaşında kaleme aldığı ilk romanı Küller naif bir aşk hikayesinin ailenin genç kuşak fertlerinden birine mektuplar aracılığıyla anlatılmasından oluşuyor. Büyük...
- Dedemin Sevgilisi ~ Hilal Gürsu
Dedemin Sevgilisi
Hilal Gürsu
Sevmenin ve sevilmenin yaşı yoktur! Hilal Gürsu’nun yazıp Müjde Başkale’nin resimlediği Dedemin Sevgilisi, okurun karnında kelebekler uçuşturacak, sevgiyle örülmüş, sıcacık bir anlatı. En büyük dayanağı...
- Sen de Oku – Bilge Köpek Mutfakta ~ Meg Rosoff
Sen de Oku – Bilge Köpek Mutfakta
Meg Rosoff
Zencefilli bisküvi aşkına! Hayal ederek yarışma kazanılır mı? Pişi ailesinin değmeyin keyfine! Her akşam mutfaklarından harika kokular yükseliyor. Sabah kahvaltısında pankek, akşam yemeğinde vejetaryen lazanya...