Ateş’in ailesinin teknolojisi, büyük gizemini hâlâ korurken akıllara durgunluk veren bir savaşın çanları çoktan çalmaya başlamıştır. Aşkın artık Ateş’e duyduğu aşkı kabullenmiştir ama yaklaşan tehlikenin de farkındadır. Aşkın’ı seri katil olarak yetiştiren Kaptan’ın acılarla dolu sır perdesi de aralanmaya başlamıştır.
Gizemli düşmanlar, karanlık geçmişler ve mucize sanılan felakete gebe teknolojiler Aşkın ve Ateş’in etrafını sarmıştır. İkisi de en büyük düşmanlarıyla yüzleşmeye adım adım yaklaşırken aralarındaki tutku dolu sevginin ne denli büyük olduğunu da birlikte göreceklerdir.
Çünkü aralarındaki kopmaz bağ; hırsın, nefretin ve aşkın ortaya çıkardığı sırlarla dolu bir acının eseridir.
“Hayatım domino taşları gibiydi, her şey birbiriyle bağlıydı ve ben de bu domino taşlarını yöneten oyuncuydum. Her düşen taş, öncesinde ona çarpan diğer taşın etkisini taşıyordu. Bu öyle ince bir işti ki bir taşı bir milimetre bile yanlış açıda koyarsam bu tüm düzeneği bozardı. Her hamlem hesaplı, her tavrım gerçeğin dışında olmalıydı.”
*Uyarı: Argo ve küfürlü ifadeler içerir.
Yetişkin okurlar içindir.
*
• BÖLÜM: AŞKLAR VE ZAAFLAR
Ateş Alanguva… Yangınımın başlangıcı. Adı gibi yakıcı, gözleri gibi eşsiz o adam. Mucizelerin ötesinde, gerçeğin bile kanacağı kadar aldatıcı, tüm aldatmacaların vücudunda hayat bulacağı ama yine de herkesi kendine hayran bırakabilecek o adam…
Yine bir mucize getirmişti, yine gerçeklik algısıyla oynarken herkesi parmağında oyuncak etmişti.
O zekiydi, onun zekâsı beni cezbeden tek şeydi.
O tehlikeliydi, ben tehlikeye âşıktım.
O her şeydi, bense her şeyimi kaybetmiştim.
O Ateş Alanguva’ydı ama sanırım artık benim her şeyimdi.
Büyük salonda ölüm sessizliği değil, yeniden doğuş mucizesi vardı. Baybora’nın sırrını bilenler için de bilmeyenler için de bir milattı. Bu, Alanguvaların dünyayı değiştirecek mucizesiydi. Herkes nutku tutulmuş şekilde Baybora’nın gelişini izliyordu, hâlbuki gerçeği bilmiyorlardı. Sahi, gerçek neydi?
Ölü bir adam teknolojiyle dirilmiş miydi? Yoksa her şey bir illüzyon muydu?
Baybora yavaş ama kendinden emin adımlarla, omuzları dik yürüyordu. Her adımında bir şeyleri kanıtlıyor, yıkılmaz ve güçlü görünüyordu. Kısık gözleri bir avcının bakışları gibi tehditkârdı, yüzündeki tebessüm ise bir avcıdan çok avın masumluğunu taşıyordu. Ama doğanın kanunu şuydu ki av da başka bir canlının avcısıydı.
Nefes aldığında şişen göğsü, arada kırpıştırdığı gözleri ve duygu dolu bakışlarıyla bir makine olamayacak kadar gerçekti. Kimse çıt çıkarmıyordu, arkamdaki Şahin’in şaşkınlıktan değişen soluklarını duyabiliyordum. Kendini kaybeden yalnızca o değildi.
Yok amına koyayım ya!
Bu kadar da olamazdı!
Baybora, Ateş’in önünde durdu. Kardeşine kocaman gülümsedi. Göz ve ten rengi Ateş’inkilerden biraz daha koyuydu, boyları aynıydı; koyu kahverengi saçları kardeşininkiler gibi arada kalmamıştı, siyaha dönüktü.
“Aramıza tekrar hoş geldin, abi,” dedi Ateş herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle ve kollarını iki yana açtı.
Baybora kardeşine gülümsedi. Gülüşüyle yanaklarının kıyısında oluşan kırışıklıklara kadar gerçekti. Beyaz dişleri görünürken kollarını açtı. “Hoş buldum,” dedi aşina olduğum sesiyle ve kardeşine sarıldı.
Ateş de ona sıkıca sarıldı. Onun yüzünü göremesem de Baybora’nınkini görebiliyordum ve onun hisleri yüzünden okunuyordu. Özlemle sarılıyordu kardeşine. Peki, bu mümkün müydü?
Omzumun üstünden Şahin’e baktım, o kadar şaşkındı ki nefes bile alamıyor gibiydi. Gözleri irileşmiş, kaşları çatılmış ve yüzü allak bullak bir ifadeye bürünmüştü. Ferda ayakta durmakta zorlanıyordu, dolu dolu olmuş gözleriyle olanları izliyor ve anlamaya çalışıyordu.
Ayrıldıklarında Baybora, kardeşinin yüzüne gururla baktı. Ardından ikisi de kalabalığa döndüler. “Evet, dostum sandığım Şahin beni sırtımdan vurdu, tam üç el ateş etti. Şu an şaşkın çünkü öldüğümden emindi, o kadar başımda bekledi tüm kanımın boşalması için. Beklerken söylediklerini hatırlıyor musun?” Artık direkt olarak Şahin’e bakıyordu.
Şahin yutkundu, gözlerini kırpıştırdı, fazlasıyla aptallaşmıştı. “Hatırlayamadıysan yardımcı olayım,” dedi Baybora devam ederek. “Ben senin hiçbir zaman dostun olmadım, hep senden nefret ettim. İyisin Baybora, iyi olduğun için kaybettin. Elini kana bulamazsan o kanın içinde boğulmaya mahkûm olursun. Bak, kaybettin! Bense senin sahip olduğun her şeye sahip olacağım…” Duraksadı. “Devam etmeme gerek yok, hatırladın bence. O zaman cevap veremeyecek kadar kötü durumdaydım. Ama Şahin, benim olan hiçbir şeye sahip olamazsın ki zaten olamamışsın da,” dedi Ateş’e yandan bir bakış atarak. “Alanguvaların gölgesinde yaşamak sizin kaderiniz. Baban ve sen, bunu bir türlü kabullenemediniz.”
Salondaki sessizlik sürüyordu. Baybora bize doğru yürüdü, bakışları Ferda’ya kaydığında yumuşadı. Ona doğru bir adım atmıştı ki Ferda bir adım geri gitti. Abisine bakarken hem şaşkın hem öfkeliydi, gözlerini kırpıştırdı.
“Ferda,” dedi Baybora ama Ferda’nın bilinci aniden kayboldu. Gözleri kayarken bayılacağını anladığımda ona doğru adım atmıştım ki Tarık, benden önce davranarak onu sıkıca tuttu. Ferda’nın baygın bedenini kucakladı.
“Onu eve götürün,” dedi Ateş, Yusuf’a ama Tarık, Ferda’yı bırakmadı ve Yusuf’la birlikte salondan çıktılar. Baybora bir süre kardeşinin arkasından özlem ve acıyla baktı, yutkunarak kafasını tekrar Şahin’e çevirdiğinde duygu dolu ifadesi tamamen kaybolmuştu. Alt dudağını ıslattı, aldığı nefesle göğsü şişti.
Görünürde nefes de alıyordu.
“Şaşırma Şahin, ne de olsa gölgemde kalmak alışık olduğun bir şey. Benim olan her şeye göz diktin ama hiçbirine sahip olamadın,” dedi ve ablamın hemen arkasında duran Şahin’i fazla havalı şekilde izledi. Robot da olsa Alanguva olduğu için şov yapmayı seviyordu. Ardından Şahin’le ablamın arasındaki yakın mesafe dikkatini çekmiş olmalıydı ki ablamı kolundan tutarak kendisine çekti.
Ablamla aralarındaki ilk temasta ikisi de fazla tutuk kalmışlardı. “Geldin,” dedi ablam gülümseyerek. Şahin şaşkınlıkla ikisini seyrediyordu, bugün hayatının şoklarını yaşadığı ortadaydı.
“Geldim,” dedi Baybora parlayan gözleriyle ablama bakarken. “Yakından daha da güzelmişsin, ay ışığım.” Baybora ablama gülümsediğinde ablam da kocaman gülümsedi. Ablamın elini tuttu ve dudaklarına götürdü. Tam bu sırada içeri üniformalı polis memurları girdi.
“Şahin Karaman, hakkındaki ağır iddia ve kanıtlardan tutuklusun,” dedi orta yaşlı, kıdemli memur. Kısa süre içinde Şahin’in bileklerine kelepçe takıldı ve iki polis tarafından sürüklenircesine götürüldü. Ancak bu tutukluluğun çok sürmeyeceğini herkes biliyordu. Şahin öldürülemeyecek kadar güçlüyse bugün olanlar da onu bitiremeyecekti.
Şahin arkasını dönüp omzunun üstünden bir ablama bir Baybora’ya bakıp dururken en sonunda gözden kayboldu. Herkes sessizliğini koruyordu.
“Gelişim hem çok şeyi değiştirecek hem de hiçbir şeyi. Ateş yönettiği her şeyi yönetmeye devam edecek, geri dönüşüm yanlış anlaşılmasın. O harika bir yönetici,” dedi Baybora.
“Şovu beğendiğinizi umuyorum, bugünlük bu kadardı, iyi akşamlar,” dedi Ateş kendinden emin ifadesiyle ve yanımıza geldi. Bu sırada Ateş’in adamları misafirleri uyararak salondan çıkarmaya başlamışlardı. Bunun nedeni sorulan fazla soruları, kargaşayı ve baş ağrısını önlemekti.
Sancak başta olmak üzere birçok kişi Baybora’nın yanına gelmeye çalıştı ama Ateş’in korumaları buna izin vermediler.
“Eve geçelim, bir saat olmadan herkes eve toplanır,” dedi Ateş ama Baybora bir şey duymuyormuş gibiydi, parlayan gözleriyle ablama bakıyordu. “Abi,” dedi Ateş yineleyerek, Baybora kafasını salladı.
“Siz geçin, biz de geliyoruz,” dedi ablamın elini bırakmadan.
“Ablam bizimle gelir,” dediğimde Baybora’nın bakışları üstümde gezindi.
“Ateş’le bu kadar benzemeseydiniz her şey daha kolay olacaktı, arkanızdaki araçta olacağız, Aşkın,” dedi ismime baskı yaparken. Bir ölüyle konuştuğuma hâlâ inanamıyordum.
Hâlâ kalabalık denilebilecek salonda, Ateş’in korumalarından biri hızlı adımlarla yanımıza geldi. “Abi, kapının önü magazinci kaynıyor, istediğin gibi arka çıkışı hazırladık,” dedi adının Akın olduğunu hatırladığım adam.
Ateş kafasını salladı, hiçbir şey söylemeden elimi tuttu. Yüzü gergindi, az önceki rahat ifadesi yavaşça yok oldu. Yanımıza gelen Pusat’ın yüzünde de yorgun bir ifade vardı.
“Her şey hazır, eve geçebilirsiniz,” dedi Ateş’e, ardından Bahar’a baktı. “Güzelim, yoruldun mu?”
“Birazcık.” Bahar da herkes gibi olanları anlayamamıştı.
“Haydi gel, gidelim artık.” Deniz’in sözleriyle Naz kalktı, Deniz’in eli Naz’ın beline gitti.
Ateş çıkmayı düşünüyordu ancak hâlâ çıkmayan üyeler öfkeliydi. “Bu saçmalık!” diye bağırdı Sancak. “Kendi gözlerimle gördüm öldüğünü, nefes almıyordun. Cesedini gördüm! Bunun imkânı yok.”
“Allah’ın işi işte,” dedi Baybora dalga geçercesine. Pusat’ın da dediği gibi bir gün gerçekten çarpılacaktık.
“Bunda bir iş var! Ne çeviriyorsunuz?” diye ısrar etti Salıncak. Anlaşılan Salıncak sallanmak istiyordu ki benim sevgilime sesini yükseltiyordu.
“Bağırma! Siktir git şuradan, elimden kaza çıkmasın,” dedi Ateş yüksek sesle. Salon beyefendiliğinden çıkmıştı; yüzü gergin, sarı gözleri kısıktı ve her şeyi yapabilecek kadar tehlikeli gözüküyordu. Bu hâliyle daha seksiydi.
“Yaptığınız şeyin bedeli çok ağır olacak,” dedi Sancak salondan çıkarılmadan hemen önce. Herkesin bu kadar rahat çıkarılmasının en büyük sebebi, Alanguva çalışanları dışında kimsenin korumasının, silahının içeri alınmamasıydı şüphesiz.
Kaya ve Murat’ın olduğu masa da çoktan boşaltılmıştı. Ancak hâlâ kalkmayan insanlar vardı ve bunlar Cebonayan aileleriydi. Yunus Ayhan, kızı ve oğullarıyla oturuyordu. Yade’nin babası Yahya Şafak ailesiyleydi, Arhan’ın ve Didem’in aileleri de buradaydı.
Deniz’in etrafta gezinen gözleri bilgi topluyordu. Pusat gereksiz şekilde Bahar’ı sarmalayarak koruma altına almıştı. Ablam ise şaşkınlıkla etrafı izliyor ve hâlâ Baybora’nın elini tutuyordu. Harika bir ortamdı!
Yunus Ayhan yerinden kalktığında oğulları da ayaklandı. “Cebonayan’a yalan söylemenin bir bedeli var, lider olarak bunu yapmamalıydın.”
“Ama yaptık, bu konuda ne yapabilirsiniz ki?” dedi Ateş kısılan gözleriyle.
“Yargılanacaksın.”
“Öyle mi? Ben ailem için her şeyi yaparım. Alanguvalar aileleri için her şeyi yaparlar, Ayhan. Mesela ben asla senin gibi kızımı…” Durdu, Leyla’nın abisi olduğunu düşündüğüm adamlara baktı. “Ya da kardeşimi güçlü adamlarla evlendirmeye çalışarak onların gücünden yararlanmaktan medet ummam. Böyle zavallı insanların karşıma çıkıp konuşması beni güldürüyor.” Ateş’in ağır sözleriyle Yunus Ayhan’ın iki oğlu atağa geçmeye kalkıştı. Leyla korku dolu gözlerle olanları seyrediyordu.
“Kendi elinle gücünü yok ediyorsun, tek kaldığında ne lider olacaksın ne de güçlü!” dedi Yunus Ayhan yükselen sesiyle. O arkasını dönerken oğulları Ateş’e bakmayı kestiler. Hepsi çıkarken Leyla yere kazık çakmış gibi duruyor ve Ateş’i izliyordu. Bakışları hoşuma gitmezken Ateş’in koluna girdim.
“Ona neden yardım etmiyoruz, sevgilim?” Ateş bakışlarını bana çevirdiğinde sarıları ne yaptığını biliyorum der gibi bakıyordu.
Sözlerim Leyla’ya çok ağır gelmiş olmalıydı ki arkasını dönerek ailesiyle birlikte salondan çıktı. Sözde kurtulmak istiyordu, burada kalsaydı ona pekâlâ yardım ederdik.
Yahya Şafak dolu gözlerini siliyordu. Yerinden kalktı, omuzları çökmüştü orta yaşlı adamın. “Size çok kızgınım ama çok şükür ki Tuğrul’un emanetlerinden biri hayatta.” Yade’nin yanında abisi ile annesi olduğunu düşündüğüm bir kadın vardı. “En kısa zamanda olanları anlatın bana, bugün daha fazla şeyi kalbim kaldırmayacak,” diye devam etti.
Kır saçlı, ellilerindeki adam ayağa kalktı. Bu adam Didem’in babasıydı. Didem’den sadece bir iki yaş büyük gibi görünen karısı da onunla birlikte ayaklandı. Kadının platin sarısı saçları, güzel bir yüzü ve mankenlere taş çıkaracak fiziği vardı. Didem bakışlarından anladığım kadarıyla cici annesinden pek hazzetmiyordu. Didem’in babası Adnan Çınar öfkeyle konuştu: “Böyle bir şey olamaz, bu kandırmaca. Boyunuzdan büyük işlere kalkışıyorsunuz. Cebonayan’ın onuru var.”
Ateş’in yüzünde alaylı bir sırıtış oluştu. “Benim boyum size gölge olur. Bilmem, farkında mısınız ama Cebonayan benim. Bu saatten sonra taraf mı değiştireceksiniz? Değiştirin. Şerefsiz Şahin’in tarafında mı olacaksınız yoksa işe yaramaz Sancak’ın mı? Ya da tek amaçları ortalığın amına koymak olan üst üyelerin mi? Karar sizin. Kimin kazanacağı şimdiden belli.”
Ateş’in ağır sözlerinin ardından Didem, babası ve cici annesi salonu terk ettiler. Arhan yanında asil, kırklı yaşlarında güzel bir kadınla oturuyordu. Arhan’ın annesi ve saygın bir Cebonayan üyesiydi.
“Her ne oluyorsa bilmiyorum ama her zaman yanınızdayım, çocuklar. Ve Baybora, oğlum yaşıyor olsa bu kadar sevinirdim.” Kadın giderken Arhan yanımıza gelmişti. Salonda bizim dışımızda kimse kalmamıştı.
Fark ettiğim bir şey vardı ki Ateş, ailem orada olacak, demişti ama Selma Alanguva’yı, kuzeni Zerrin’i, Oğuzhan Alanguva’yı ya da başka bir akrabasını görememiştim.
“Gidelim artık buradan,” dedi Ateş bıkkınlıkla. Kolundan ayrıldığımda elimi tuttu. Baybora ablama doğru eğilmiş, kısık sesle bir şeyler anlatıyordu; ablamın yanakları al al olmuştu ve gülümsemekten ağzı kulaklarına varıyordu. Çok mutluydu, gerçekten mutluydu ve bildiğim bir şey vardı ki ablam hep beni mutlu etmek için gülümserdi ama şu an kendisi mutlu olduğu için gülümsüyordu.
Pusat hemen arkamızda olduğu için sesini duyuyordum. “Kusura bakma güzelim, yoğundum, seninle ilgilenemedim bugün. Ağrın var mı?”
“Sorun değil,” demişti Bahar ama bu ses tonunu biliyordum, hep olduğu gibi yine canı yanıyordu.
“Ağrın var mı dedim,” diye tekrarladı Pusat.
“Yok, yok. Hem çok mutlu oldum, Baybora abi geldi.”
“Kendini mi avutuyorsun, beni mi?”
“Bahar’ı ağrı kesici için evindeki kliniğe götürelim mi yoksa hastanede halledilir mi?” dedim Ateş’e yandan bir bakış atarak.
“Eve götürelim, rengi çok soluk, doktorunu da çağırırım,” dedi hızlı şekilde.
En sonunda Pusat dayanamayarak Bahar’ı kucağına almıştı. “Ya Pusat abartma, iyiyim, bacaklarımda bir şey yok.”
“Ben anlamam, tırnağın incinse yine de seni taşırım, sen bana yük değilsin. Küçücük bir şeysin zaten,” dedi ve hızlı hızlı yürüyerek bizi geçti. O kadar hızlı yürümüştü ki sadece saniyeler içinde dışarı çıkmışlardı.
“Biz de gelelim,” dedi Deniz, Bahar’ın arkasından bakarken.
“Gerek yok, yoruldunuz zaten. Ben yanındayım,” dedim. Deniz’in olaylara daha fazla dâhil olmasını istemiyordum. Şaşırtıcı şekilde o da ısrar etmedi. Anlaşılan Alanguva kaosları onlara da fazla gelmişti.
Birlikte dışarı çıkıp arabalara dağıldık. Pusat nasıl koşturduysa ortalıkta görünmüyordu. Ablam ve Baybora hemen arkamızdaki arabaya binmişlerdi, bence ayrı arabalara binmemiz de saçmalıktı.
Ateş sürücü koltuğuna geçerken sıkıntıyla gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Motoru çalıştırıp son hızla ilerlediğinde herkesi geride bırakmıştık. Direksiyonu o kadar sıkıyordu ki damarları belirginleşmişti, kısık gözleri öfke saçıyordu.
(…)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli) Romantik
- Kitap AdıAteşpare 4
- Sayfa Sayısı464
- YazarCeren Melek
- ISBN0103000233
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi ~ Ayfer Tunç
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
Ayfer Tunç
Kimsenin birbirine bakmadığı, yalan, ihanet, şiddet, tecavüz ve acımasızlıkla yoğrulmuş, yalnızca hayallerin göz göze geldiği bir hayattan intikam almanın en iyi yolu yaşamaktır. Anlam aramak boşunadır ve her şeyin "hiç"e dönüşmesi gerekir.
- Celaleddin ~ Şebnem Pişkin
Celaleddin
Şebnem Pişkin
Ne çok söz söylendi onlar hakkında… Ne çok hikaye yazıldı, ne çok şiir derlendi. Hepsi doğru, ama hepsi eksik kaldı. Ey cihanımın zarif, kibar,...
- Araf ~ Elif ŞAFAK
Araf
Elif ŞAFAK
Kim gerçek yabancı – bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi, yoksa kendi ülkesinde yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka bir...