Kendi “doğrusu” olarak gördüğü meşakkatli yoluna kötülerin hayatlarını alarak devam eden Aşkın yepyeni bir duyguyla tanışır: Aşk. Aşkın bu derin hislerden kaçmak için elinden geleni yapsa da artık çok geçtir; Ateş onun hayatının her zerresine çoktan nüfuz etmeye başlamıştır bile. Bir türlü aşamadıkları güven problemi de beraberinde gelmiştir.
Her şeye rağmen aralarındaki bağ gitgide güçlenen bu iki azılı âşık, birbirlerinin geçmişleri ve sırlarına doğru bir yolculuğa çıkarken artık karşı karşıya değil, aynı taraftadırlar. Ateş hislerini itiraf ederken Aşkın’ın iki seçeneği vardır: İnanmak ya da oynamak. Ancak Aşkın iki seçeneğin de Ateş’e duyduğu hislere yenileceğinin farkında değildir.
Bu, hayatları bambaşka eksenlerde olup bir arada kalmaya çalışan bir seri katil ve teknoloji dâhisi bir mafya babasının hikâyesidir…
“İki ucu kanlı makas ellerimdeydi; o makasın arasındaydım, o makasın kendisiydim. Makas her kapandığında Aşkın biraz daha sönüyordu, V’nin vahşi ateşiyle.”
*Uyarı: Argo ve küfürlü ifadeler içerir.
Yetişkin okurlar içindir.
*
1.Bölüm: AZRAİL’İN PENÇESİ
Hayatım boyunca anlam veremediğim ama yokluğunda da nefes almadığım bir vahşetin başrolü olmuştum. Çok yanlış yapmış, o yanlışları başka yanlışlarla örtmüştüm. O örtü o kadar kalın olmuştu ki üstümde; artık kanın soğuğuyla, korkunun heyecanıyla dahi üşüyemiyordum. Ve o kadar çok örtünmüştüm ki aşkın sıcaklığını da hissedemiyordum. Bu aşk mıydı, onu da bilmiyordum ama Alanguva’nın üstümde hissettiğim kalbi çok hızlı atıyordu ve ben, bunun sadece adrenalinden olmadığını biliyordum.
En başında bir amacım vardı, o amaçtan çok farklı yerlere savrulmuştum. Kendimi kandırmaya çalışıyordum ama hep olduğu gibi yine farkındaydım, savrulduğum yerden çok da şikâyetçi değildim bu kez.
Sıcaklık, kan pompalamaktan başka bir işe yaramadığını düşündüğüm kalbimin etrafında dolaşıyordu.
Ateş’in sıcaklığı ise içimde bir şeylerin erimesine sebep oluyordu.
Ateş, bedenini bedenime siper etmişti. Benim canımı, kendi canı pahasına korumak istemişti.
Kulaklarımda rahatsız edici bir çınlama vardı. Ateş bizi yere attığı an, üstümüzden hızla geçen uçağın büyük bir parçası ilerideki cam kapılara savrulmuştu. Ateş kafasını kaldırıp etrafa baktı, ardından bana çevirdi bakışlarını.
Bir süre hızla kalkıp inen göğsü göğsümü ezdi. “İyi misin?” dedi yutkunarak.
Kafamı olumlu anlamda salladım. Kalbimin hızla çarpmasının sebebi patlama değildi. “Sen?” dedim dudaklarımı aralayabildiğimde.
Cevap vermedi, bakışlarını tekrar kaldırdı. Gözleri endişeyle etrafta gezindi, Pusat’ı aradığını biliyordum. Gözleri boş gezindiği her saniye endişesi artıyor, sarılarına vuruyordu. Bu sırada, Pusat kendini koruyan arabanın arkasından çıktı. Pusat’ı gördüğünde rahatlayarak verdi nefesini. Üstümden kalkarak elini bana uzattı. Uzattığı elini tutup kalktım.
Ateş saldırıya uğramıştı, eğer fark etmeseydim o içindeyken uçağı patlatacaklardı ve kurtulma şansı olmayacaktı. Bu düşünce midemi bulandırırken derin bir nefes aldım.
Öldürmek için hayatına girdiğim adamın hayatını kurtarmıştım ve bunu defalarca kez daha yapabileceğimi biliyordum. Silkelenmeye çalıştım.
Uçaktan fazlasıyla uzağa kaçabildiğimiz için şanslıydık ancak kopan parçalar her tarafa dağılmıştı. İleride bir görevli kanlar içindeydi, ona doğru gidecektim ki çok geç olduğunu anladım. Karnı uçağın bir parçasıyla kesilmişti ve neredeyse üst bedeni, alt bedeninden ayrılmıştı; çoktan ölmüştü. Ateş’e ait olan, hemen yanına yattığımız Maserati’nin üstüne de ağır bir parça düşmüştü, Pusat bizden biraz daha uzağa kaçmıştı ve iyiydi. Eğer biraz yakın olmuş olsaydık, kurtulma ihtimalimiz yoktu.
Pusat bir süre etrafına bakındı bizim gibi, ardından koşar adım yanımıza geldi. “İyi misiniz?” Uçağın kopan parçaları alev alev yanıyordu.
“Korkup kaçtılar, daha uzağa gitmeden yakalayabilirim,” demiştim ki Ateş kolumu tuttu.
“Zaten kurtuluşları yok, kendini yorma.”
“Ölecektin, Ateş! Havadayken seni patlatacaklardı. Şuraya bak!” dedim alev alev yanan uçağı ve ölü adamı göstererek. “Uçakta birileri var mıydı?” Aslında cevabı biliyordum.
“İkinci pilot ve hostes,” dedi Pusat soğukkanlı bir ifadeyle. “Böyle açıkta durmamız güvenli değil,” diye ekledi ancak hemen ardından siren sesleri duyuldu. Ambulans, itfaiye ve polis arabaları sırayla geliyordu.
Ateş başını bana doğru eğdi. Sarıları, gözlerime gizemli bir dikkatle bakarken eli, elime gitti. “Teşekkür ederim,” dedi sadece. Ben dikkatimle onun hayatını kurtarmış olabilirdim ama o da üstüme atlayarak kendini bana siper etmişti. Bir kez daha onun zihninde kaybolmuştum, bir kez daha ters köşe yapmıştı farkında olmadan ona karşı kurduğum tabulara. Onun için önemliydim. Peki, neden?
Ama asıl soru şuydu: O benim için önemliydi. Peki, neden?
***
Ateş’in malikânesindeydik. Bir an olsun yerinde durmuyor, tabletinde bir şeyler kurcalıyordu. Sarıları güneşten rol çalarcasına alev alev parlıyordu. Kendine kızgındı.
“Gerçekten ben olmadan nasıl yaşadınız siz?” dedim onun kendine olan kızgınlığının artacağını bildiğim hâlde. Ama dikkatini dağıtacağını da biliyordum. Tableti elinden bırakmadan yavaş adımlarla gelip yanıma oturdu.
“Aşkın, ben bir günde kaç defa suikast girişimlerine uğruyorum, biliyor musun? Emin ol, olmadığı bir gün olmuyor. Son zamanlarda çok bastırdılar çünkü daha da korkuyorlar.” Öyleydi, Ateş’in V’yi tutsak ettiği dedikoduları döndüğü hâlde Ateş’i öldürmek için V’ye teklif gidiyordu. Baybora gerçekten de ileri görüşlü bir bilgisayar adamdı. Yaptığı hamleler tehlikeli olsa da akıllıcaydı. Tabii, bu zekânın altında, iç içe girmiş cevaplar doluydu.
“Ancak ben de hatalar yapıyorum ve benim en ufak dikkatsizliğim, insanların hayatına mal oluyor. Hata yapma şansım yok ve ben… Yetişemiyorum, Aşkın. Bazen bu yükü kaldıramıyorum.” Bana karşı gardını indiriyor, zayıflamış anında kendini açıyordu. “Bir kişi, on kişi değiller. Birini yakalasam diğeri durmuyor.”
“Seninle çalışan herkes, riskleri bilerek çalışıyor,” dediğimde nefesini verdi.
“Korumalar için öyle ama bir hostes ve pilot için durum farklı. Onların görevi tehlikenin kucağına düşmek değil.” Yüzü biraz daha gerildi. “Abim çok zekidir, ileri görüşlüdür. Onu bile öldürdüler sırf o koltuğa oturmasın diye ve ben neredeyse bir yıldır o koltukta oturuyorum.”
“Sen de zeki bir adamsın, V’yi yakalayabildin, öyle kolay mı bu işler?” dedim ona yaklaşarak.
“Sanırım burada kendini övdün,” dedi kısılan gözleriyle.
“Tabii, çünkü neden övmeyeyim?” Şımarık bir tavırla saçlarımı savurdum. Bu hareketimi izlerken keyifsiz yüzüne renk gelmişti. “Uçağını neden kontrol ettirmedin?”
“Her uçuştan önce sıkı bir denetim yapılır ancak onlar, bu denetimden sonra bombayı yerleştirmiş olmalılar. Üstelik Ferda dışarı çıkacaktı, tüm iyi ve güvenilir korumaları onunla gönderdim. Geri kalanı da ön hazırlık için İtalya’ya başka bir uçakla gitmişlerdi.” Yüzünü ovuşturdu sıkıntıyla, elimi omzuna koyduğumda kafasını kaldırdı.
“Evlenirsek seni hep korurum, bebeğim.” Sözlerimle yorgun yüzünde yarım ağız bir gülüş belirdi.
Saatlerdir telefonlarımız susmuyordu, Alanguva’nın uçağının patlaması ülkeye yeni bir gündem katmıştı. Ablam korkmasın diye havalimanından uzaklaşır uzaklaşmaz aramıştım onu ama gereksiz insanlar da aramaya başlamıştı. Okulda bir kere gördüğüm insanlar, Naz’ın arkadaşları, İhtiyar’ın komşuları, daha kimler kimler… Patlamadan daha çok yordukları kesindi.
Sessize aldığım telefonuma düşen mesajla aydınlandı ekranım. Kaya defalarca arayıp mesaj atmıştı.
Kaya: Haberlerde iyi olduğun söyleniyor ama merak ediyorum. En azından iyiyim desen?
Mesaja cevap vermedim, ekranı kapatıp Ateş’e döndüm. Diğer elim hâlâ sert omzundaydı. Gözleri tabletteyken nefesini verdi. O sırada Kaya’dan bir mesaj daha geldi.
Kaya: En azından hayatta olduğunu söyle, Aşkın.
Merak ediyordu ve cevap verene kadar telefonumu meşgul edecekti.
Yok, ölüyüm.
Mesajı gönderip ekranı kapattım, Ateş hâlâ tabletiyle uğraşıyordu. “Abim arıyor, duydu sanırım haberleri.” Onun duyabilecek gerçek kulakları yok, diyecektim ki hevesini kursağında bırakmak istemedim. Gelen aramayı yanıtladı ve karşımızdaki geniş pencere, Baybora Alanguva’nın görüntüsüyle kaplandı.
“Ateş, iyi misiniz?” diye sordu Baybora bir bilgisayara göre fazla endişeli şekilde. O ölüydü, nasıl endişeleniyordu ki? Aklımda onunla ilgili milyon tane soru vardı.
“İyiyiz,” dedi Ateş.
“Nasıl oldu olay? Nasıl fark etmediniz?”
“Ben fark ettim,” dedim hemen aralarına girerek.
“Fark etseydiniz üç ölü olmazdı,” dedi Baybora ukala bir şekilde.
“Fark etmeseydim kardeşin büyük ihtimalle o ekranda yanında duruyordu, artık bilgisayar kardeşler olarak mutlu mesut yaşardınız. Yani mükemmelim ve övgü almıyorum, çok saçma!”
Baybora bir süre sessiz kaldı. “Yakaladınız mı yapanları?”
“Evet, Pusat getiriyor,” dedi Ateş. Bana yakaladıklarını söylememişti, ona yandan ters bir bakış attım.
“Bunu Şahin değil de Vaşak’ın ölmesini istemeyen bir has üye yaptırdı. Ateş, kimseye güvenme. Vaşak’ı bu kadar korumalarının önemli bir nedeni olmalı, onun yakalanmasından korkuyorlar.”
“Bu yanlarına kalmayacak,” dedi Ateş sadece.
“Ne yapacaksın?” dedi Baybora merakla.
“Birlikte seyrederiz.”
“Senin hayatını kurtardım, en azından planını bana anlatabilirdin. Nankör Alanguva!” dedim burnumu kırıştırarak.
“Ferda nerede?” dedi Baybora kardeşinin adını özlemle söylerken.
“Eve getiriyorlar.”
“Korkmuştur, yalnız kalmasın,” dedi Baybora düşünceli bir şekilde. Ardından bana çevirdi bakışları. “Aylin nasıl?”
“Nasıl olsun, Alanguvaların ördüğü çorapları açmakla uğraşıyor.” Sözlerimle kaşları çatıldı.
“Nasıl yani?”
“Şahin taktı ablama, bir bilgisayarın ardından şimdi de bir psikopata âşık olmasından korkmuyor değilim. Ona da kızamıyorum. Hayatında yakışıklı, nazik bir adam mı görmüş? O da önüne çıkan herkese âşık olmaya başladı. Tabii, seni unutamadı bence ama her an unutmaya çalışmak için Şahin’le gönül eğlendirmeye de başlayabilir.”
Baybora konuşmuyor, öylece bir bana bir Ateş’e bakıyordu. Ateş sıkıntıyla yüzünü sıvazladığında abinin bu olaylardan hiçbirini bilmediğini anladım.
“O yavşak, Aylin’i rahatsız mı ediyor?” Bakışlarını Ateş’e çevirdi. “Bunu bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?”
“Düşünmüyordum, ben hallediyorum. Senin yapabileceğin bir şey yok.”
“Ölüyüm diye mi?” diye bağırdı Baybora. Benim dışımda Ateş’e bağırabilen fazla kişi yoktu ama Ateş, bir ölü olsa bile abisine karşı hep saygılıydı. Hem bu bilgisayar nasıl bağırıyordu ki? Birden sesini mi yükseltiyordu acaba?
Ateş yerinden kalkarak Baybora’nın görüntüsüne yakınlaştı. “Hayır, hallediyorum diye.”
“Bunu bana anlatmalıydın! Ona zarar verebilir.”
“Ben ablamı korurum, Baybora,” dedim abi-kardeş tartışmasına dâhil olarak.
Baybora ölü bir adamdı ama gözlerindeki endişe ölü bir ifadeden çok uzaktı. Hem ablamın hayatı için endişelenmişti hem de kıskanmıştı. Sonuç olarak o gerçek bir insan bile değildi ve Şahin kanlı canlı yaşayan bir adamdı. Baybora’nın ruhu yoktu ama beyni vardı, aslında bir açıdan normal bir insan gibiydi.
“Ferda gelir şimdi, kapatıyorum,” dedi Ateş, abisinden kaçar gibi.
“Aylin beni soruyor mu?” dedi aniden Baybora.
Ateş konuşacaktı ki yine araya girdim: “Evet, sordu ama artık bir şeyler bekleyemeyecek kadar yorgun olduğunu da söyledi. Sen yol yakınken bu sevdadan vazgeç, Baybora.” Ne tuhaf ismi vardı böyle. “Bay bay, Baybora. Çok saçma ama tekerleme gibi oldu. Haydi artık git, zebaniler seni bekliyordur.”
Ekran kapandı. Ateş sert bakışlarını bana çevirdi. “Ona neden söyledin?”
“Ne olacak ki? Öteki taraftan ruhu bizi rahatsız mı edecek?” Yan yan bakmaya devam etti. “Bir dakika ya, hep geçiştiriyorsun beni! Bu adamın cesedi kayıp, neden kayıp? Canlandırmaya mı çalışıyorsun? Ben, Alanguvalardan her şeyi bekliyorum.” Aslında bu uzun zamandır merak ettiğim bir konuydu.
“Bedeni ölü ve normal bir beden, makine değil. Canlanmasına imkân yok yani.”
“Ama adandaki aslan bu deneyin bir parçası, değil mi? Yoktan var etmenin… Zaten abine de bunu yapmak istemiyor musun?”
“Çok kurcalıyorsun, Aşkın, yapma.” Tekrar konuşacaktım ki Ferda içeri girdi. Göz makyajı ağlamaktan akmıştı, hızlı adımlarla yanımıza ulaştı ve Ateş’in boynuna sarıldı. Hemen ardında da Zerrin girmişti.
“Çok korktum, uçağının patlatıldığını duyunca çok korktum.” Hıçkırırken omuzları sarsılıyordu. Ateş’in de eli onun beline gitti ve hafifçe okşadı. “Abimden sonra bir de seni kaybettiğimi sandım. Bırakma beni lütfen, sen de gidersen ben nasıl yaşarım?”
“Bir şey olmadı, ağlama. Seni bırakmaya hiç niyetim yok, minik cadı.” Ferda ayrıldığında Ateş onun yüzünü okşadı.
“Durmuyorlar, abi. Bıraksak her şeyi, bıraksan koltuğunu? Onlar seni de alana kadar durmayacaklar.”
“Asıl o koltuğu bıraktığım gün ölürüm, Ferda,” dedi ve Ferda’nın alnına öpücük bırakarak ayrıldı. “Zerrin, sen Ferda’nın yanında ol. Pusat gelmiş, bir bakalım,” dedi Ateş elini elime götürerek. Ferda bana tebessüm ederken ben de ona göz kırptım ve evden çıktık.
“Bombayı yerleştirenleri ve patlatanları sıraya dizmiş, bizi bekliyorlar.” Sözleriyle keyfim yerine geldi.
“Sonunda! Artık birilerine işkence yapmak için ellerim kaşınıyordu. Aletlerimi de çıkardın, değil mi? Çok yaratıcı fikirlerim var, bayılacaksın.”
“Ruh hastası,” dedi kısık sesle.
Anlamamış gibi ona yaklaştırdım kulağımı. “Anlamadım. Bir daha söyle.”
Güler gibi oldu. “Çok tuhafsın, Aşkın. Bu kadar stres ve gerginliğin arasında bile beni keyiflendiriyorsun.” Aşk itirafları seviye atlamaya başlamıştı ama sorun değildi, severdim.
“Mutlu eş, mutlu hayat, bebeğim.” Parmaklarının arasındaki elimi havaya kaldırdı ve elimin üstüne küçük bir öpücük bıraktı. Artık onun beklenmedik sevgi dolu hareketlerine de alışmıştım.
Saat gece yarısına yaklaşıyordu, Alanguva’nın geniş arazisini aydınlatan lambalar bize yol gösteriyordu. Koca bir orman gibiydi, iki yüz metre kadar ileride iki katlı, mütevazı bir ev vardı. Hemen karşımızda ise geniş ve tek katlı bir kulübe bulunuyordu.
“Bu ev kimin?” dedim iki katlı evi işaret ederek.
“Pusat’ın.”
“Aa, Shrek’in evini hep merak etmişimdir. Düşünsene; içeriden minik minik, yeşil yavrular çıkıyor.” Ateş durdu ve kısa bir süre bakışlarını üzerimde gezdirdi. Hayırdır? der gibi kafamı salladığımda bu bakışlarını kesti. Kulübeye biraz daha yaklaştık. Kapıda duran iki adam bizim için kapıyı açtı.
İçerisi beklediğim kadar iyiydi ama benim işkence odam gibi olamazdı tabii. Altı adam sıraya dizilmişti, yüzlerinde sağlam hiçbir yer kalmamıştı ve elleri kolları bağlıydı. Pusat’ın beyaz gömleği kan içinde yerlerdeydi ve çıplak göğsü de kanla kaplanmıştı. Yanında Yusuf vardı ama Yusuf, bir Hulk’a dönüşmediği için üstü başı yerindeydi.
İçeri girmemizle bakışlar üstümüze döndü. Pusat’ın yüzündeki korkunç katil ifadesi yavaşça kaybolurken elleri çıplak göğüslerine gitti utançla kapatmaya çalışırcasına.
“Bizsiz mi başladınız? Ne ayıp ama!” dedim söylenerek ve yanlarına yaklaştım. Ardından bakışlarımı Pusat’ın üstünde gezdirdim. “O ne kaslı meme, Pusat! Benimkilerle yarışır, maşallah. Saklama, saklama.” Pusat’ın rengi yavaştan bordoya çalarken elleri bağlı olan adamlar bile bizi izliyordu. Pusat görmemi engellemek için kollarını çapraz şekilde göğsünde birleştirdi.
“Ateş, şuna bir şey de.” Ateş bizi takmayarak adamlara doğru ilerledi.
Bakışlarım etrafta gezindi ama işkence yapılırken kullanmak için bir müzik sistemi bile koymamıştı Alanguva buraya. Yusuf’a doğru elimi uzattım. “Telefonunu alabilir miyim?”
“Tabii. Al, yenge.” Cebinden telefonunu çıkardığında şarkı uygulamalarından birinden The Godfather’ın müziğini açtım, bu sefer Main Title değil de Love Theme seçmiştim. Sesini de sonuna kadar yükselttim.
“Tek tek konuşacaksınız; planı nasıl yaptığınızı, emri tam olarak kimden aldığınızı… Eksik bir parça olursa ölmek için yalvarırsınız!” Bu şekilde kimseyi konuşturamazdı Ateş. Tamam, ses tonu fazla karanlık ve seksi çıkmıştı ama bu ses tonu anca yatakta işe yarardı. Bu adamları bilirdim, biraz daha vahşilik gerekiyordu.
“Öpücük de ver Ateş, daha rahat hissetsinler.” Ateş bana ters bir bakış attı. Büyük ihtimalle otoritesini sarstığım için öfkeliydi ama burada yabancı yoktu, zaten yabancılar da çok yaşayamayacaktı.
“Zaten en zevkli kısmı sana bırakmayı düşünüyorum, V.” Son kelimeyle elleri bağlı olan altı adam da şok içinde bakışlarını bana çevirdiler. Bunu öğrenmeleri bile buradan sağ çıkamayacaklarının bir garantisiydi.
Bileğimdeki tokayla saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yaptım, kâküllerimi elimle düzelttim. Elim kazağımın eteğine gitti ve tek bir hareketle çıkarıp masanın üstüne koydum.
Pusat, “Çüş! Manyak karı!” diye bir tepki vererek anında arkasını dönerken altımda sporcu sütyenim vardı. Yusuf da hemen arkasına dönmüştü.
“Çıkın siz,” dedi Ateş bana sert bakışlar atmaya devam ederek. Ona öpücük atarken eldivenleri elime geçiriyordum. Boy boy dizilmiş bıçaklardan en uzun ve ince olanından iki tane alarak Ateş’in yanına yürüdüm.
“Planın ne?” dedim adamları incelerken. Ortada oturan, havaalanında gördüğüm adamdı.
“Hafiften başlayalım, önce bir ısınalım, hem onlar da hemen ölmemiş olurlar. Sonra senin hayal gücünü zorlayana kadar gideriz,” dedi göz kırparak.
Kafamı ağır ağır salladım, adamların ortasında durdum. “V mi?” dedi yüzü tanıdık olan adam beter hâline rağmen kahkaha atarak. “Alanguva ölmeden önce ziyafet çekelim diye gönderdi herhâlde.” Ateş işkence aletlerine yönelmişti ki bu cümleyle durdu, kafasını arkaya çevirip adama artık ölü olduğunu belirten bir bakış attı.
Ardından o da üstündeki gömleği yavaşça çıkarmaya başladı. Kazağımın üstüne atarak kendine uygun başka bir bıçak aldı.
“Birazdan birlikte çok güzel bir ziyafet çekeceğiz ama çok kalabalıksınız. Sizi görünce iştahım kabardı; hanginizden başlasam, bilemedim.” Ateş’e çevirdim kafamı. “Biliyor musun, böyle kararsız kaldığım anlar için çok güzel bir yöntemim var.” Ateş merakla kaşını kaldırdığında ben de işaret parmağımı kaldırdım.
“Şeytanı taşlıyorum, ruma ruma rum…” Parmağım tek tek hepsinin üstünde geziniyordu. “Kırmızı mum, dolapta pekmez, yala yala bitmez. Ayşecik, cik cik cik, Fatmacık, cık cık cık, sen bu oyundan çık.” Parmağım en sonunda, aralarında en cesur olup konuşabilende durmuştu. Aslında zaten seçimim oydu, doğru yerden başlayarak sırayı ona getirmiştim ama böylesi daha zevkli, daha psikopatça oluyordu ve çok hoşuma gidiyordu.
Adamlar şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Şanslı adamımızın yanına yaklaştım, elimdeki bıçaklardan ikisini de havaya attım. Bıçakların ikisi de havada bir tur atarak ellerime geri döndü ancak çok geçmeden adamın iki bacağını buldular. Çok uzun ve ince oldukları için ikisi de adamın bacağından tamamen girip sandalyenin altından çıkmıştı. Aynı anda adamın çığlıkları yankılanmıştı geniş kulübenin içinde.
Ateş kıstığı gözleriyle beni izliyordu, omzumun üstünden ona cilveli bir bakış attım. Ardından tekrar önümdeki adama döndüm. Yüzü acıyla kasılmıştı.
“Hasta orospu!” dedi hissettiği acıyla nefes nefese.
Ve Ateş onun ensesinde bitti. Ensesinden sertçe tutarak kafasını eğdi. “Özür dile, yavşak.” Adam düşmanca yüzüme bakmaya devam etti. Ateş daha fazla dayanamıyor gibi ensesini kaldırdı ve yüzüne neredeyse çenesini kıracak sertlikte bir yumruk attı.
“Ateş, yanlış yapıyorsun. Bayılır öyle çok vurursan, ben bayıltmadan halledeceğim işimi. Sinirlenme, bebeğim. İşin en zevkli kısımlarını geçiyorsun.”
“Nasıl olacak bayıltmadan?” dedi merakla ve ardından o da bir bıçak alarak adamın arkasına geçti. Daha ben ne yaptığını anlamadan ince bıçağı iki elinin arasından geçirdi artık ipe gerek kalmadan da elleri birleşikti.
“Doğru yol.” Masaya dönüp demir makası elime aldım. Demir makasın gümüş yüzeyi, yukarıdan yansıyan ışıkla parlıyordu. Azrail’in pençesi, ellerimdi ve daha fazla kan istiyordu. Onların yanına döndüğümde Ateş de en az onlar kadar merakla beni izliyordu. Onlar ne olduğunu bile anlamadan adamın kulaklarından birini demir makasın arasına alarak kestim.
Adam biraz daha yüksek sesle çığlık atarak küfür ederken diğer adamlar far görmüş tavşan gibi tutulmuşlardı. Kulağından üstüme kan sıçrarken bir elimle kulağını kapattım. “Masanın üstünde duran bezi verir misin?” Ateş masanın üstünde duran bezi aldı. Kulağına sıkıca bağlayarak kan kaybından ölmesini engelledim.
“Çok severim organları tek tek kesmeyi, ne yapayım? Şimdi söyleyin, kim yaptırdı bunu?” Kulağını kestiğim adamın acıdan beyni uyuşmuş olacak ki boş bakıyordu yüzüme. Diğerlerine çevirdim bakışlarını.
“Delisiniz siz,” dedi biri korktuğu hâlde. Ona doğru bir adım attığımda gerilerek kendisini tamamen sandalyeye yasladı, gözlerinde korku vardı.
“Siz konuşana kadar buna devam edeceğiz. Ben V kadar sabırlı değilim,” dedi Ateş ve elindeki bıçağı ani bir hareketle, en uçta duran adamın omzuna geçirdi. Bağırış sesleri birbirine karışırken tekrar asıl kurbanıma döndüm, diğer kulağına yönelmiştim ki konuştu:
“Dur!” Durdum, bakışlarımı üstüne diktim. “Ya da devam et, her türlü öldüreceksin zaten.”
“Bir anda ölmek farklı, V’nin işkenceleriyle ölmek farklı. Değil mi, Ateş?” Ateş kafasını sallayarak beni onayladı. Eline başka bir bıçak alarak yavaşça yürüdü adamların arasından. “Bunu sen istedin, diğer kulağa geçiyorum. Sonra tek tek diğer organlarına geçeceğim, vücuduna bağlı bir organ kalmayana kadar yapacağım bunu.” Diğerlerine kısa bir bakış attım. “Ardından aynı şeyler sizin başınıza gelecek.”
Diğer kulağını da makasın arasına almıştım ki bağırdı: “Akbaş, Erhan Akbaş yaptırdı.”
“Erhan Akbaş,” diye tekrarladı Ateş yüzü gerilirken. Ardından yanıma ulaştı ve bıçaklardan birini hızla çekerek adamın boynunu kesti. Kan üstümüze sıçradı, Ateş öfkeliydi.
Çıplak kasları yer yer kanla kaplanmıştı, sarıları alev alevdi. Öfkelenince çok seksi gözüküyordu. Kan, buğday tenine ürkütücü bir uyumla yakışmıştı. Cesetten bakışlarını ayırıp bana çevirdiğinde bir elim ensesine gitti. Kendime doğru çekerek dudaklarına sert bir öpücük bıraktım.
Öpücüğümü karşılıksız bırakmadı, kanlı eli yüzüme çıkarken aynı sertlikle karşılık verdi. Bir elim çıplak göğsünde gezinirken Ateş dudaklarımızı zorlukla ayırdı.
“Bunları ne yapacağız? Devam edeceğiz, değil mi? Yazık olmasın, kurşunla ölmesinler, eğlenelim biraz,” dedim küçük bir çocuk gibi alt dudağımı sarkıtarak.
Ateş’in tek kaşı havalanırken yüzü gevşemişti. “Biri senin olsun, diğerleriyle daha güzel planlarım var. Seç istediğini.” Bakışları üstümdeyken omzu yaralı olanı işaret etti gözleriyle.
“Şunu seçiyorum, zaten yaralı,” dedim Ateş’in az önce omzuna bıçak sapladığı adamı işaret ederek.
“Sen nasıl istersen, sevgilim,” dedi ve bir adım çekildi. Adamın gözleri dehşetle açılmışken Ateş kapıya doğru bağırdı: “Pusat!”
Pusat saniyeler içinde yanında üç adamla içeri girdi, üstünü değiştirmişti. “Şunların hepsini çıkar, şu pezevenk hariç, V biraz oynamak istiyormuş.” Pusat sırıtarak bize bakarken Pusat’ın yanındaki adamlar çoktan kurbanları çıkarmaya başlamıştı.
Geriye sadece son kurbanımız kalmıştı, ona yakınlaştığımda bağırdı: “Erhan Akbaş değil, torunu Fırat Akbaş yaptırdı.” Ateş istediğini almış gibi sırıtırken tekrar Pusat’a gözleriyle işaret verdi ve Pusat son kalan adamı da alarak çıktı.
Kulübenin kapısı kapanırken ben beyaz masaya yürüdüm, artık sadece ikimiz kalmıştık. Kanlı eldivenlerim malzemelerin üzerinde gezindi. Ardından malzemeleri bırakarak eldiveni çıkardım. “Neden gönderdin? Ben daha hevesimi almamıştım.” Arkamdan yakınlaştı, bir eli çıplak belime giderken dudakları saçlarımın arasındaydı.
(…)
“Ateşpare 3” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli) Romantik
- Kitap AdıAteşpare 3
- Sayfa Sayısı416
- YazarCeren Melek
- ISBN9786258133950
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bab-ı Esrar ~ Ahmet Ümit
Bab-ı Esrar
Ahmet Ümit
Kayıp babasıyla doğacak çocuğu arasında kalmış bir kadın… Hayatın anlamını arayan bir insan: Karen Kimya… Kapıları sırlara açılan bir kent… Sırların mucizelere dönüştüğü geceler....
- Tuhaf ~ Ertuğrul Özkök
Tuhaf
Ertuğrul Özkök
Ben size bu kitapta, başkalarının hayatlarından ve kendi hayallerimden inşa ettiğim tuhaf hakikatleri anlatacağım. Onları ben yarattım, onlar da beni yarattı. Sizi inancın labirentlerine...
- İsimle Ateş Arasında ~ Nazan Bekiroğlu
İsimle Ateş Arasında
Nazan Bekiroğlu
Ben uydurdum bütün bu hikayeleri. Ama size şunu söylüyorum ki: Daha yüksekte duran bir gerçeği işaret etmek için bunca hikaye uydurdum. Demek istediğim, hepsi...
Diğer bölümler
Kitabı satın alarak devamını okuyabilirsiniz. ;)