“Eğer hâlâ Ejderha Dövmeli Kız’ı okumadıysanız, bu övgüyü okumayı bırakın ve bir tane alıp okumaya başlayın…
Eğer Ejderha Dövmeli Kız’ı okumayı bitirdiyseniz, o zaman hiçbir şey ikincisini almaktan sizi alıkoyamaz.”
-ERICA MARCUS
“İlkinden daha etkileyici ve daha şaşırtıcı… Bu roman okurları esir edecek.”
-SUNDAY TIMES
“Ateşle Oynayan Kız az bulunan bir şey… serinin ilk kitabından daha iyi olan bir roman…”
-LOUISE FRANCE, OBSERVER
“Etkileyici, bu kitap için sabahlamaya değer.”
-ENTERTAINMENT WEEKLY
“Etkileyici bir iş… Tırnak yedirten bir cinayet ve sırlar.”
-PEOPLE
“Bu kitabı bitirene kadar uyumayı unutacaksınız.”
-DALLAS MORNING NEWS
“Zekice… Beni esir etti ve gözümü kırpmadan okudum.”
-ALAN CHEUSE, SAN FRANCISCO CHRONICLE
“Kurgunun ölümsüzlüğüne hoş geldin, Lisbeth Salander!”
-MARIO VARGAS LLOSA, EL PAlS
“Dünyanın en başarılı suç romanı yazarı olarak memnuniyetle Larsson’u gösterebilirim.”
SLATE
GİRİŞ
Çelik çerçeveli dar bir yatağın üzerine yatırılmış, deri kayışlarla göğsünden bağlanmıştı Kayışlar göğüs kafesini sıkıyordu. Kolları iki yanına uzatılarak, bileklerinden yatağa kelepçelenmişti.
Artık kurtulmaya çalışmıyordu. Uyanıktı ama gözlerini kapamıştı. Zaten gözlerini açsa da fark etmezdi, kapının üzerinden sızan zayıf ışığın dışında, oda kapkaranlıktı. Ağzında kötü bir tat vardı, dişlerini fırçalamayı özlüyordu.
Kulağı ayak seslerindeydi, adamın geldiğini ancak seslerden anlayabiliyordu. Saat kaçtı, bilmiyordu. Adam, ziyaretini geciktirmiş gibiydi. Yataktaki ani bir titreşimle gözlerini açtı. Sanki binanın bir yerinde bir makine çalışıyordu. Birkaç saniye geçtikten sonra böyle bir sesi gerçekte duyup duymadığından emin olamadı.
Kafasına bir gün daha kaydetti.
Kırk üç gündür tutsaktı.
Başını çevirip yastığa sürterek burnundaki kaşıntıyı gidermeye çalıştı. Terliyordu. Oda sıcak ve boğucuydu. Üzerindeki sade geceliğin etekleri belinin altında toplanmıştı. Kalçalarını kaldırdı, orta ve işaret parmağıyla geceliğin bir kenarım kavrayabildiği kadar kavrayıp yanlara çekiştirdi. Bunu diğer tarafta da yapmaya çalıştı. Başaramadı, geceliğin etekleri hâlâ belinde toplanmış halde duruyordu. Altındaki döşek topak topaktı, rahatsızdı. Normalde hiç dert etmeyeceği küçük şeyler, dış dünyayla bütün ilişkilerinin kesildiği bu durumda gittikçe daha fazla sorun oluyordu. Kayışlar hareket etmesine imkân verecek kadar gevşekti, yan dönebiliyordu ama bu durumda bir eli geride kalıp uyuştuğu için rahat edemiyordu.
Korkmuyordu. Yalnızca bastırdığı öfkesi gittikçe artıyordu.
Başına gelecekleri düşünerek kıvranıyordu. Çaresizliğinden nefret ediyordu. Zaman öldürmek ve içinde bulunduğu durumu unutmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, bilinçaltına attığı endişesi bir yolunu bulup dışarı sızıyor, etrafını bir gaz bulutu gibi kuşatıyor, gözeneklerinden vücuduna sızan bir zehir gibi tehdit ediyordu. Bu endişeden kurtulmanın en iyi yolu ona güç veren bir şeyler hayal etmekti. Gözlerini kapayarak benzin kokusunu hatırlamaya çalıştı.
Adam pencereni açık bir arabada oturuyor. Kız arabaya doğru koşuyor Arabanın penceresinden adamın üzerine benzin serperek bir kibrit çakıyor. Bir saniyelik bir iş. Alevler yükseliyor. Adam acılar içinde kıvranıyor, kız onun nasıl dehşet çığlıkları attığını duyuyor. Etrafı yanık etle, kömür haline gelen koltuktan yayılan, keskin bir plastik kokusu sarıyor
Belli ki biraz uyuklamıştı, ayak seslerini duymamış ama kapı açıldığında tamamen uyanmıştı. Odaya dolan ışık gözlerini kamaştırdı.
Adam gelmişti işte.
Uzun boyluydu, Kız onun yaşını bilmiyordu. Cüsseli biriydi, kıvırcık saçları kızıl kahverengiydi, siyah çerçeveli gözlükleri, seyrek keçi sakalı vardı. Tiraj losyonu kokuyordu.
Kız bu kokudan nefret ediyordu.
Adam yatağın ayakucuna dikilerek uzun süre kıza baktı. Kız onun sessizliğinden nefret ediyordu.
Adamın yüzü kapıdan sızan ışığın gölgesinde kalmıştı, yalnızca silueti görünüyordu. Birden konuşmaya başladı. Her sözcüğün üzerine titizlikle basan, karanlık, anlaşılır bir ses tonu vardı.
Kız onun sesinden nefret ediyordu,
“Bugün senin doğum günün,” dedi kıza. Kutlamak için gelmişti. Sesinde ne bir düşmanlık ne de alay vardı. İfadesiz bir sesti. Kız onun gülümsediğini hissetti.
Kız ondan nefret ediyordu.
Adam yaklaşıp yatağın başucuna geçti. Elinin tersini kızın alnına koydu, nemliydi, parmaklarını alnında sürükleyerek saçlarına doğru gotürdü, büyük ihtimalle bu bir tür dostluk göstergesiydi. Kıza doğum günü hediyesi.
Kız onun dokunuşlarından nefret ediyordu.
Adam onunla konuşuyordu. Kız dudaklarının hareket ettiğini görüyordu ama kulaklarını ona kapatmıştı. Dinlemek istemiyordu. Cevap vermek istemiyordu. Adam sesini yükseltti. Sanki birbirlerini anlıyorlarmış gibi konuşuyordu. Birkaç dakika sonra sustu. Kız onun bakışlarını görmezlikten geldi. Adam omuzlarını silkerek, kızı bağlayan kayışlarla uğraşmaya başladı. Göğsündeki kayışı biraz daha sıkıp yüzüne doğru eğildi.
Kız başını çevirdi, mümkün olduğu kadar ondan uzaklaşmaya çalıştı. Dizlerini çenesine doğru çekerek şiddetli bir tekme savurdu, gırtlağını hedeflemişti, böyle bir şeye hazırlıklı olan adam geriye çekildiğinden, yalnızca çenesine dokunabildi. Kız tekrar tekme atmaya çalıştı ama adam artık onun vuruş alanının dışında idi.
Kız bacaklarım indirdi.
Yatak örtüsü yere düşmüş, kızın geceliği beline kadar sıyrılmıştı.
Adam bir süre hiçbir şey söylemeden bekledi. Sonra yatağın ucuna gidip kızın ayaklarını bağladı. Kız ayaklarım kurtarmaya çalışmış ama adam bir eliyle kızın ayak bileğini sıkıca tutup, diğer eliyle dizine bastırarak önce bir ayağını, sonra da diğer ayağını bağlamayı başarmıştı.
Kız artık bütünüyle savunmasızdı.
Adam yere düşen örtüyü alıp kızın üzerine örttü, İki dakika kadar kızı inceledi. Saklamaya çalışsa da, kız onun tahrik olduğunu hissedebiliyordu. Kamışının kalktığı, elini uzatıp kıza dokunmak istediği kesindi.
Ama yapmadı, arkasını dönüp dışarı çıkarak kapıyı kapattı. Kız kapıyı kilitlediğini duydu, aslında bu gereksizdi, bağlarından kurtulması imkânsızdı.
Bir süre kapının üzerinden sızan ışığa baktı. Sonra sağa sola hareket ederek kayışların ne kadar sağlam bağlandığını anlamaya çalıştı. Dizlerini bir parça bükebiliyordu ama o zaman kayışlar ayak bileklerini kesiyordu. Çabalamaktan vazgeçti. Hareket etmeden hiçliğe bakmaya başladı.
Gözlerini kapadı. Bir bidon benzinle bir kutu kibrit hayal etti.
Benzine bulanmış adamı görüyor, hayal ettiği kibrit kutusunu elinde hissedebiliyordu. Kutuyu salladı. Kibritlerin sesini duydu. Kutuyu açarak bir kibrit çöpü seçti. Adam kıza bir seyler söylüyordu, kız aldırmadı, kulaklarım ona kapadı. Kibrit çöpünü kutunun eczalı kısmına sürterken adamın yüz ifadesinin ne hal aldığına baktı. Kutuya sürtünen kibrit çöpünün sesini duydu, kükürt kokusunu aldı. Sanki bir şimşek çakmıştı. Parlayan alevleri gördü.
Gülümsedi, güçlenmişti.
O gece on üçüncü yaş günüydü.
KISIM 1
DÜZENSİZ DENKLEMLER
16 20 ARALIK
Denklemler; bilinmeyenlerinin en yüksek katsayılarına göre sınıflandırılır. Eğer bu bir ise, birinci dereceden denklem denir, iki ise ikinci derecen denklem olur ve böyle gider. Birden yüksek dereceli bilinmeyeni olan denklemlerde çok çeşitli değerler çözüm olabilir. Bu değerlere kök denir.
Birinci derece denklem (lineer ya da doğrusal denklem): 3×9 = 0(kök:x = 3)
1. BÖLÜM
16 ARALIK, PERŞEMBE 17 ARALIK, CUMA
Lisbeth Salander güneş gözlüğünü burnunun ucuna indirdi, güneşten kamaşan gözlerini kısarak, otelin yan kapısından çıkıp havuzun kenarındaki yeşil beyaz çizgili plaj sandalyelerine yürüyen kadına baktı. 32 numaralı odada kalan kadın, gözlerini yere dikmişti, adımları kararsızdı.
Salander daha önce onu uzaktan, şöyle bir görmüş, yaşını otuz beş diye tahmin etmişti ama görüntüsüne bakarak yirmi beşten elliye kadar tahmin yürütebilirdi. Omuzlarına kadar dökülen saçları kahverengi, yüzü ovaldi. Kadın dergilerindeki iç çamaşırı mankenlerine benzer bir vücudu vardı. Sandaletleri ve bikinisi siyahtı, güneş gözlüğü biraz mora çalıyordu. Amerikalıydı, güneyli aksanıyla konuşuyordu. Ella Carmichael’ır batındaki barmene işaret etmeden önce sarı şapkasını çıkartıp. Oturduğu plaj sandalyesinin yanına attı.
Lisbeth Salander elindeki kitabı dizine koydu, kahvesinden bir yudum alıp sigara paketine uzandı. Bakışlarını ufka yöneltti. Havuzun yanındaki terastaydı. Oturduğu yerden, oteli çevreleyen duvarların önünde yükselen orman gülleriyle palmiyelerin arasından bir parça deniz görülüyordu. Kuzeye, Saint Lucia’ya ya da Dominik’e doğru giden bir yelkenli, daha uzakta, güneye, büyük ihtimal Guyana veya komşu ülkelerden birine giden büyük bir yük gemisi vardı, öğle sıcağına karşı koymaya çalışan hafif esintiye rağmen, Salander’in alnından kaşlarına ter süzülüyordu. Güneşte kızarmayı sevmiyor, günlerini daha çok gölgede geçiriyordu. Buna rağmen teni çikolata gibi olmuştu. Üzerinde haki bir şortla, siyah bir bluz vardı. Barın yanındaki hoparlörden yayılan tuhaf, metalik davul seslerini dinledi. Müziğe hiçbir zaman ilgi duymayan Salander, Sven Ingvars ile Nick Cave’i birbirinden ayıramazdı ama şimdi bu davul sesine bayılmıştı. Benzin bidonundan müzik aleti yapılması inanılmaz bîr şeydi, daha da inanılmazı bu bidondan, başka hiçbir şeye benzemeyen tuhaf bir sesin çıkmasıydı. Bu çok büyüleyiciydi.
Birden, bir huzursuzluk hissiyle bakışlarını, şimdi portakal rengi bir şey içen kadına çevirdi.
Kadınla bir alıp veremediği yoktu. Yalnızca burada niçin kaldığını merak ediyordu. Dört gecedir, çiftin buraya geldiği günden beri, hemen yanındaki odada yaşanan şiddetli kavga seslerini dinliyordu. Ağlamalar, bağırmalar, fısıltılar ve bazen de tokat sesleri duymuştu. Bu tokatları atan adam büyük ihtimal kadının kocasıydı kırk yaşlarındaydı. Eski stil ortadan ayırdığı, düz siyah saçları vardı, sanki iş icabı Grenada’daydı. Salander’in onun ne iş yaptığına dair bir fikri yoktu ama adam her sabah grand tuvalet giyiniyor, otelin barında kahve içtikten sonra, çantası elinde bir taksiye binip gidiyordu.
Öğlen geç saatlerde otele dönüyor, yüzüyor ve havuzun başında oturan karısına eşlik ediyordu. Baş başa uzun süre yemek yemelerine bakan biri aşk dolu bir birlikteliklerinin olduğunu düşünebilirdi. Kadın, belki içkiyi bir ya da iki kadeh fazla kaçırıyordu ama dikkat çekecek kadar sarhoş olmuyordu.
Salander’in kaldığı odanın yanında kavga, hiç sekmeden akşamın on on birinde başlıyordu. Tam da Lisbeth’in matematiğin gizlerini konu edinen bir kitabı eline alıp uzandığı saatlerde. Ortada şiddetli bir dayak yoktu. Lisbeth’in duvarın bu tarafından anlayabildiği kadarıyla sinir bozucu, yapışkan bir kavgaydı. Geçen gece merakını yenemeyip balkona çıkmış, çiftin kaldığı odanın açık duran balkon kapısından gelen sesleri dinleyerek kavganın nedenini anlamaya çalışmıştı. Adam bir saat boyunca odada ileri geri dolaşmış, alçağın teki olduğunu, kadınla yaşamayı hak etmediğini itiraf etmişti. Kadına ısrarla, benim bir düzenbaz olduğumu kabul et, demişti. Kadın bunu reddetmiş, hayır demiş, onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Adam kadını sarsarak ısrarını sürdürmüş ve en sonunda istediği cevabı almış: Evet sen bir düzenbazsın. Bunun üzerine adam, kadına zorla söylettirdiği bu sözleri yeni bir saldırı için kullanmış, kadının yaşam tarzı ve karakterini suçlamaya başlamıştı: “Sen bir orospusun.” Eğer bu sözcük Salander’e karşı sarf edilse hiç tereddüt etmeden ağzının payını verirdi. Ama neyse ki böyle bir şey söz konusu değildi, yani kişisel bir sorun yapmasına gerek yoktu. Yine de bir biçimde müdahale edip etmemekte, kararsız kalmıştı.
Lisbeth adamın hınç dolu konuşmalarını bir tokat sesi duyana kadar şaşkınlıkla dinlemişti. Tam koridora çıkıp kapılarını tekmelemeye karar vermişti ki sesler kesilivermişti.
Şimdi havuzun başındaki kadını incelerken omzunda mor bir leke, kalçasında ise bir sıyrık gördü. Bunların dışında dikkat çekici bir şey yoktu.
Lisbelh dokuz ay önce, Roma’nın Leonardo da Vinci Havaalanında beklerken bir koltukta bulduğu Popular Science dergisini okumuş ve birden, sferik astronomiye karşı ilgi duymaya başlamıştı. İçgüdüleri onu Roma’daki üniversite kitabevine götürmüş, bu konuyu işleyen önemli birkaç kitap satın almıştı. Ama epeyce güç bir konu olan sferik astronomiyi anlayabilmesi için matematiğin gizemli derinliklerine dalması gerekiyordu. Son aylarda yaptığı seyahatlerde, kaldığı şehirlerin üniversite kitapçılarına uğrayarak konuya ilişkin yeni kitaplar edinmişti.
Aldığı kitapların çoğunun paketlerini bile açmıyordu, okuduklarını da herhangi bir sistemden yoksun ve belirli bir amaca …
“Ateşle Oynayan Kız & MILLENNIUM II” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAteşle Oynayan Kız & MILLENNIUM II
- Sayfa Sayısı672
- YazarStieg Larsson
- ISBN6054263684
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kayıp ~ Ian McEwan
Kayıp
Ian McEwan
Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden, Man Booker Ödülü sahibi Ian McEwan “Kayıp”ta, İngiltere’nin bunaltıcı siyasi atmosferinde çok temel bir acının kuşattığı bir aileyi ve...
- İvan Denisoviç’in Bir Günü ~ Aleksandr Soljenitsin
İvan Denisoviç’in Bir Günü
Aleksandr Soljenitsin
Yayımlandığında dünyada hem edebi hem de siyasi yankı uyandıran İvan Denisoviç’in Bir Günü, Stalinist baskıyı edebiyata taşıyan ilk roman. Aleksandr İsayeviç Soljenitsin İvan Denisoviç’in...
- Tilki 8 ~ George Saunders
Tilki 8
George Saunders
Mutlu sonları sadece istemek yetmez, bazen onu hak etmek gerekir… Yüzyılın en iyi öykücüleri arasında sayılan, Man Booker Ödüllü George Saunders’ın yazdığı Tilki 8, insanın...
Bu yıl okuduğum en iyi kitap buydu!!! Serinin 3. kitabını da aldım ama Lisbeth SALANDER dan bu kadar çabuk kurtulmak istemediğim için onu bekletiyorum şimdilik. =)