Atatürk’le tanışmak ister miydiniz?
O hâlde, şimdi tam vakti!
Mehmet Atilla’nın nefes kesici bir karma gerçeklik buluşmasına tanıklık ettirdiği Atatürk’le Bir Gün, okurlarda başka bir boyuta geçme hissi yaratacak, yeni nesil bir serüven.
Ulu Önder’in dünya görüşünü ve düşünce sistemini daha iyi aktarabilmek adına yapay zekâyı kurgusunun merkezine taşıyan yazar; akılcılık ve bilimsellik yolunda Atatürk ile 21. yüzyıl çocukları arasında sağlam bir köprü kuruyor.
Anlatısında önemli tarihî kişileri konuşturmasının yanı sıra, nesneleri de dile getiren ve Atatürk’ü bir cep saati yahut panama bir şapkanın ağzından tanınmamıza aracılık eden bu etkileyici roman; Büyük Kurtarıcı ile ilgili farklı okumalara ve incelemelere kapı açıyor.
Portekiz’den Türkiye’deki akrabalarının yanına misafirliğe gelen Luna, okul ödevi için kısa bir belgesel çekme niyetindedir. Henüz aklında belirli bir fikir bulunmasa da kuzeni Onur’dan kendisine yardımcı olmasını ister. Çok geçmeden gerek ailesinin gerekse kuzeninin yönlendirmeleriyle Atatürk’ün kahramanlıkları üstüne bir film hazırlamasına karar verilir. Birkaç gün süren yoğun bir araştırmanın ardından iki kuzen soluğu 100. Yıl Müzesi’nde alırlar. Tarihin derinliklerine gitmelerini sağlayacak bu büyülü mekânda çekim için aradıkları her şey mevcuttur. Hatta belki çok daha fazlası! Öyle ki işin sonunda sadece Atatürk’le yüz yüze tanışmayacak, dost bile olacaklardır…
Gerçek dünya ile yapay dünyanın iç içe geçtiği eşsiz bir kurguya açılan bu sıra dışı kitap; bir cep saati, ejderha ayaklı bir sehpa, bir radyo, bir panama şapka, bir kara tahta ve birkaç bastonun dile gelip kendi kişisel anılarından yola çıkarak Atatürk’ü anlattıkları belgesel bir roman. Gazi’nin hayatında önemli yer tutan Nuri Conker, Salih Bozok, Mazhar Müfit Kansu, Latife Hanım, Afet İnan gibi önemli tarihî kişilere de satır aralarında yer veren yapıt; arşiv niteliği taşıyan fotoğraf, gazete kupürü, kitap kapağı gibi görseller eşliğinde anlatısını güçlendiriyor.
Yaşattığı benzersiz karma gerçeklik deneyimi sayesinde hâlihazırda okurlarla buluşan tüm Atatürk temalı kitaplardan ayrışan Atatürk’le Bir Gün, şimdiki çocukların ve gençlerin Ulu Önder’i nasıl yorumladıklarına kafa yoran öncü bir eser.
“Bakın, Atatürk orada işte. Sizinle tanışmak için can atıyor. Hadi, bekletmeyin daha fazla.”
BÖLÜMLER
Karar Verildi: Portekiz’e Atatürk Gidiyor! 9
100. Yıl Müzesi 15
Ülkü’ye Telgraf 21
Harika Sürpriz 26
Atatürk ve Biz 36
İlk Söz Cep Saati’nin 46
Ejderha Ayaklı Sehpa Konuşuyor 56
Radyodan Dinlediklerimiz 67
Panama Şapka’nın İzlenimleri 79
Kara Tahta Görev Başında 86
Bastonlarda Anı Çok 93
“Mutluyum, Çünkü Başardım!” 99
Atatürk’le ve Eşyalarıyla 104
Çanakkale Mesajı 108
Atatürk’ün Soruları 116
Karar Verildi: Portekiz’e
Atatürk Gidiyor!
Teyzem sevimli biridir. Azıcık da serüven düşkünüdür. Öğrenciliğinde bile birçok ülkeye gidip gelmişliği var. Oralarda yaşadıklarını çok da eğlenceli anlatır. Zaten sonunda bu ülkelerden birine, Portekiz’e demir atmış, David enişteyle evlenmiş, ardından Luna doğmuş, teyzem de oralı olmuş. Şimdi kocasıyla birlikte bir hastanenin ilk yardım ekibinde görev yapıyor. İki üç yılda bir Türkiye’ye gelirler, özlem gideririz, bol bol da çene çalarız. Bu yılki Noel tatillerini bizimle geçirmek istediler. Havalimanında karşıladık onları. Sarıldık, öpüştük. Bu arada çaktırmadan Luna’yı baştan ayağa süzdüm. Sanırım aynı şeyi o da benim için yaptı. İlk dikkatimi çeken boyunun epeyce uzamış olmasıydı. Kilo da almış olmalı. On iki değil, neredeyse on beş yaşında gösteriyordu. David enişte ve Selin teyze ise pek değişmemişti. Eve giderken Luna kulağıma yaklaşıp, “Onur,” dedi, “bir şey söyleyeceğim.” Yüzüne baktım.
Gözleri pırıl pırıldı. “Bana yardım etmen lazım.” “Nasıl bir yardım?” “Kısa bir belgesel çekmem gerekiyor. Okul için. Bir tür ödev yani. Birlikte yapabilir miyiz?” Kafam da burnum da aynı anda kaşındı. Ne diyeceğimi bilemedim. En iyisi doğruyu söylemekti: “Belgesel mi? O da ne yahu! Ben anlamam ki öyle fiyakalı işlerden.” “Anlayıp anlamaman önemli değil. Yanımda ol, yeter. Çok da abartmayacağız zaten. Derdimizi anlatacak kadar bir şey çekeceğiz, olup bitecek.” “Ama onun altından kalkmak bile kolay olmaz sanırım.” “Merak etme. O kadarcık hazırlığım var. Aslına bakarsan, burada çekmek zorunda değilim ama mademki geldik, bu ortamı değerlendireyim diyorum.” “Neyin belgeselini çekeceksin?” “Ona biz karar vereceğiz. Ne istersek…” Bu esneklik rahatlamama yol açtı. İlk andaki çekincelerim azalmaya başladı. Luna’ya yardım etmenin keyfini yaşamak bir yana, benim için de hoş bir deneyim olur diye düşündüm. Zaten uzak durmam da mümkün değildi, kıyısından köşesinden bulaşacaktım nasılsa. “Peki, tamam!” dedim. “Ama sorumluluk almam. Sen ne yapmam gerektiğini söylersin, ben üstesinden gelmeye çalışırım.”
Anlaştık. Çak!”
Teyzem bu fısıldaşmayı duymuş meğer. Bunu akşam yemeğinde sorduğu sorudan anladık: “Eee, gençler! Ne oldu
belgesel işi?”
Luna’yla göz göze geldik. Şaşkınlığımızı yenmenin tek
yolu buydu.
“Onur’la birlikte çekeceğiz,” dedi Luna.
“Neyi ya da kimi?”
“Karar vermedik daha.”
“Verseniz iyi olur. Şurada hepi topu bir haftalık zamanımız var.”
Teyzem haklıydı. Bir an önce adım atmalıydık. Luna, durumu annemlere de anlattı. Böylelikle bir beyin fırtınası oluştu evimizde. Öneriler havada uçuştu ama bir süre sonra dağılıp gittiler. Fırtına da kendiliğinden durdu. Araya başka konular girdi çünkü. Luna’yla birlikte benim odaya geçtik. Açtık bilgisayarı, kitapları, dergileri; şöyleydi, böyleydi, şu olurdu, bu olmazdı derken onlarca seçenek arasında gezinmeye başladık. Neden sonra David enişte yanımıza geldi. Kırık dökük Türkçesiyle, sözcükleri oraya buraya savurarak sordu: “Var belki sizde bir karar? Çok merak ediyor herkes.” “Bakıyoruz babacım,” dedi Luna.
“Biliyor musunuz, ben çekti eskiden bir belgesel. Öğrenciyken yani. Bir milli kahraman var Portekiz’de. Bütün dünya bilir onu. Vasco da Gama diye müthiş denizci… Onunla ilgili çekti ben ve aldı çok yüksek puan. Siz de böyle biri…” O anda zihnimde bir kıvılcım çaktı. ‘Kahraman’ sözcüğüydü belki bu kıvılcımı çaktıran. Nasıl oldu bilmem, sözcükler ağzımdan dökülüverdi: “Bizde de var ulusal bir kahraman.” Sonra sustum. David eniştenin, “Kim?” diye sormasını bekledim bilerek. Ne ki Luna buna fırsat bırakmadı. “Atatürk demek istiyorsun herhâlde?” Gülümsemekle yetindim. “Aaa, neden olmasın?” dedi David enişte. “Ben de seviyor Atatürk ve saygı duyuyor çok. Portekiz için harika bence. Öğrenciler ve öğretmenler… Onlara da çok iyi…” David enişteden bu kadar hızlı destek beklemiyordum doğrusu. Atatürk hakkında bilgisi olması da sevindiriciydi. Salona geçip ona Atatürk’ü sevdiren Selin teyzemi kutlamak geldi içimden. Ancak Luna’nın benim kadar heyecanlanmadığını fark edince duraksadım. “Senin kafana yatmadı sanırım,” dedim. “Yoo, yatmaz olur mu? Fakat annemin dediğini de yabana atmamak gerek. Süremiz kısıtlı gerçekten. Baştan savma bir şey olursa üzülürüm.” “Öyle bir şey olmaz,” dedim. “Geceyi gündüze katarız.” “Bakıyorum coştun. Az önce kaytarmaya çalışıyordun oysaki.” “O, az önceydi.”
Yalnızca ben değil David eniştenin de iştahı kabarmıştı: “Kamera işlerini yaparsınız burada. Öteki taraf Portekiz’de Lunacım. Korkma, zaman var yani.” “Seslendirme, alt yazı… Onlarda sıkıntı yaşayabiliriz.” “Hayır, yok öyle şey. Ne dedi az önce Onur: ‘Geceyi gündüze katarız.’ Değil mi? Doğru söyledi ben?” Luna fırlayıp kalktı yerinden. David enişteyi iki yanağından öptü. Babasından gelen güçlü destek, kesin karar vermesi için yeterli olmuştu. “Şu andan itibaren başlıyoruz öyleyse.” Sıra salondakilere haber vermeye gelmişti. David enişte önümüze geçti. Daha yolun yarısına varmıştık ki içeriye seslendi: “Heey! Karar verildi: Portekiz’e Atatürk gidiyor!” Kuşkusuz ki içeridekiler böylesine hızlı bir sonuç beklemiyordu. Şaşkınlıklarını yüzlerinden okudum. Neyse ki Luna konuştuklarımızı çabucak anlattı ve taşlar yerine oturdu. Hatta kimi öneriler sıralanmaya başlamıştı ki annem telefona uzandı. “Şu Anday’ı bir arayayım,” dedi. “Bakalım, o ne diyecek?” “Anday da kim?” diye sordu babam.
“Üniversiteden arkadaşım… Şu anda 100. Yıl Müzesi’nin Müdürü. Sosyal medyada her gün bir şeyler paylaşıyor. Adamın dört bir yanı Atatürk. Bize de yol göstereceğini düşünüyorum.” Fena fikir değildi. Sessizce bekledik. Annem böyle konularda lafı uzatmaz, söze doğrudan girer. Yine öyle yaptı, durumu güzelce özetledi. Luna’nın yurt dışında olmasını biraz fazla vurguladı ya, olur artık o kadar. “Hiç uğraşmayın,” dedi Anday Bey, “doğruca bana gelin.” Annemin omuz başında olduğum için sesini az çok duyabiliyordum. “Bizden yüz tane belgesel çıkar. Ben de elimden geleni yaparım.” “Çok sevinirim Anday.” “Salı günü dokuzda bekliyorum.” Dereden tepeden konuştular daha sonra. Okul anıları, arkadaşlar falan… Böylelikle ilk adımı atmış olduk. “Önünüzde koskoca üç gün var,” dedi babam. “Araştırmalarınızı, planlarınızı güzelce yaparsınız.” Haklıydı. Rahatladık. Ardından başka konular girdi sıraya. Fakat benim aklımın bir köşesine Atatürk belgeseli yerleşmişti bile. Luna’nın da…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAtatürk'le Bir Gün
- Sayfa Sayısı128
- YazarMehmet Atilla
- ISBN9786052859568
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bil Ki Hayat Virâne ~ İlyas Barut
Bil Ki Hayat Virâne
İlyas Barut
“Yaptım abi,” dedi, “yapmaz olur muyum? Bir akşamüstü mendirekte kayalara oturmuştuk. Çift kâğıdı sardım. Kafalarımız hemen güzelleşti. Deniz de nasıl biliyor musun? Çarşaf. Güneş...
- İhtiyar Savaşçı ~ Cengiz Dağcı
İhtiyar Savaşçı
Cengiz Dağcı
İki ay sürekli çalıştım öykü üzerinde, ve, bitirir bitirmez, bir tek cümlesini okumadan, müsveddesini toplayıp masamın en alttaki çekmece gözüne sakladım. Düşünmüyorum öykü üzerine....
- Suskunlar ~ İhsan Oktay Anar
Suskunlar
İhsan Oktay Anar
Muhteşem Neyzen Bâtın Hazretleri'nin (saadetleri dâim olsun) Kostantiniye'de bulunduğu zamanlarda, yani Sultan Ahmed-i Sânî Han Efendimiz'in devri saltanatından sonraki senelerden birinde, Şaban ayının ondördüncü gecesi, Yenikapı'nın dar ve ıssız sokaklarında kol gezen o ihtiyar bekçi, gökyüzünde ansızın kapkara bulutlar peydâ olur olmaz hiç şaşırmamıştı.