Atatürk, Anadolu coğrafyasında, kültürel ve tarihsel değerler üzerinden, Türkiye toplumunu bir değişim, yenileşme, gelişim sürecine taşıyan büyük bir düşünür ve eşsiz bir yeniden yapılanmanın mimarisidir.
Çöken Osmanlı Devleti’nin yerine, Türkiye insanının katılımını ve bireysel inisiyatifinin harekete geçirerek, yepyeni bir siyasal ve sosyal yapılanmayı, yeni bir yaşam biçimini hayata geçirmeyi amaçlamıştır. Bu açıdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri, yeniden yapılanma ve değişim atılımlarına bakılınca Atatürk’ün dehası çarpıcı bir hal almaktadır.
Cumhuriyet Türkiyesi’nin hangi evrelerden geçerek ne tür bir düşünsel birikimin üzerine kurgulandığı sorunu kitabın ana eksenini oluşturuyor.
Atatürk ve Atatürkçülük”
30 ekim 1918 Mondros Müzarekesi’nin imzalanmasıyla herkes, hiç olmazsa, Türk milli varlığının korunması ümidine bel bağlamıştı. Mütareke, bu amaca ulaşmak ve adil bir barış elde etmek umuduyla imzalanmıştı. Bu arada Anadolu’nun çeşitli bahanelerle itilaf” devletleri tarafından paylaşılıp bölge bölge işgal edilmesi ve nihayet Yunanlıların itilaf devletlerinin yardımıyla İzmir’e çıkması (15 Mayıs 1919) bütün yurtta bir galeyanın başlangıcı oldu.
Durum, 24 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM kürsüsünden verdiği söylevde şöyle anlatılmıştır: Mustafa Kemal, Amerika Cumhurbaşkanı W’ilson’un beyannâmesinde vaat edilen “Milliyetler esasına müstenid adilane bir sulha nail olmak” ümidiyle mütarekenin kabul edildiğini söylemiş ve kendisinin “Milli vicdanın yüksek ifadesine uyarak milleti, müstakil vatanı güvenlikte görünceye kadar çalışmak ödeviyle İstanbul’ dan ayrıldığını” vurgulamıştır. İtilaf devletlerinin Türkiye’yi parçalamak niyetlen, şimdi tamamen açığa çıkıyordu. Loyd George, Türkleri savaştan başka bir şey bilmeyen Amerikan yerlilerine benzetiyor, onların Anadolu’yu tamamen boşaltmaları gerektiğini ilan ediyordu. Avrupa’da Maçtı zihniyetinin bir ifadesi olarak bütün yazılarda yer alan bu Türk imajı, sonradan Mustafa Kemal’in Türk tarihine verdiği önemin ne kadar yerinde olduğunu kanıtlamaktadır. İşgallere karşı bütün yurtta, baüda Yunanlılara, güneyde Fransızlara, doğuda ELrmcnilcre karşı kendiliğinden başlayan direniş hareketi, Türk tarihinde yeni bir donemin başlangıcını göstermekteydi. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar çıkmaz Mustafa Kemal’in gönderdiği beyannamede, milletin kendi iradesiyle kurtulacağı konusu üzerinde durması bu açıdan anlamlıdır. Milli ayaklanmayı örgütlemek için “müdâfa’a ve muha-faza-i hukuki millet ve memleket” adı altında örgüden-mcler başlamıştı. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920 nutkunda durumu yorumlayarak, o zaman milli ayaklanmanın tam anlamıyla gündeme geldiğini, bu hareketin “milli vicdanın azim ve iradesinden doğmuş” olduğunu vurgulamıştır. Bu örgütlerden Mustafa Kemal’e gelen telgraflarda, kendisi, millet ve vatan hizmetine çağrılıyordu. “İşte!” diyordu Mustafa Kemal, “ben milletimizin bu haklı talebi üzerine Amasya Tamimi ile bu milli çağrıya yanıt verdim… Ve dedim ki, ıstıklâl-i millimiz uğrunda bütün mevcudiyetimle çalışacağımı temin ederim. Bu kutsal emel uğrunda milletle beraber nihayete kadar çalışacağıma mukaddesatım namına söz veririm.” İşte böylece, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in kişiliğinde, Anadolu halkı bağımsızlık savaşının önderini bulmuş oluyordu. Anadolu’da başlayan bu hareketlenme karşısında İstanbul’da saray, başka bir planın peşindeydi. İngilizler, kendi vesayetlerini kabul eden halife-sultanın kişiliğinde Anadolu ile beraber Mekkc-Medine ve Arabistan’ı içeren Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılabiceği ümidini veriyor sultanla beraber Damat ferit Paşa hükümeti böyle bir planı benimsiyorlardı Böylece, Anadolu’da beliren ve tam bağamsızlıgı amaç edinen milli kalkınma karsısında, Osmanlı hanedanı kendi varlığını İngiliz himayesinde sürdürebileceğini umuyordu. bundan sonraki olaylar, Anadolu ile İstanbul arasında bu iki siyasetin çarpışması niteliğinde olacaktır
O zaman İngiliz hükümeti, Hint Muslümanlarının protestoları karsısında, geçici de olsa, böyle bir siyasi taktik kullanmayı zorunlu görmekteydi. Mondros Mutarekesı’nden hemen sonraa Müslümanlar, Hindistan’da the Muslim leagut adı altında bir orgüt kurmuştu. bu örgüt gelecek bariş antlaşmasında, Arabistan’ın, Mekke ve Medine’nin Osmanlı Halifesi idaresinde bağımsız kalmasını isteyen bir karar almıştı. Kararda, halifenin bağımsızlığı Müslümanlar için dini bir zarurettir, deniyordu. O zaman Hindistan’da ‘Hilafet Hareketi’ denen bu girişim. İngiliz hükümetini hayli kaygılandırmaktaydı. Halifeyi himaye altına almak suretiyle İngiliz hükümeti, bu girişimleri kendi kontrolü altına almak amacını gütmekteydi. hilafet hareketini, Ghandi de destekliyor ve “İngiliz Başbakanı Müslüman isteklerinin haklı olduğunu kabul etmiştir,” diyordu. Aynı zamanda. İngiliz hükümeti, halife’nin İngiliz himayesini aradığı söylentilerini Türkiye’de yaymaktaydı.
Damat ferit Hükümeti’nin hilafeti, dolayısıyla Arabistan dahil İmparatorluğu kurtarmak hayali, ingiliz hükümetinin bu siyasetinden kaynaklanmaktaydı; buna karşı Mustafa Kemal, Anadolu’da milletin “Muhafaza ı İstîklaliyet i Milliye” için harekete geçtiğini, ingiliz himaye söylentilerinin asılsız olduğunu anlatmaya çalışıyordu, Kayda değerki, sadrazama gönderdiği telgrafla MustafaKemal, imzasını “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Fahri Yaver i Hazret i Şehriyârî M. Kemal” şeklinde almaktaydı. Haşka deyimle, o bu zamanda sadrazam karasında, kendisinin de padişaha yakınlığını ve rütbesini vurgulamaktaydı. Bu karşı siyaseder daha başlangıçta, Halife Sultan ile Anadolu’da milli ayaklanmayı temsil görevim üzerine alan ve ilk TBMM’de kendisine “Milli Kahraman” unvanı verilen Mustafa Kemal arasında uzlaşmaz siyası ayrılığı ortaya koymaktadır, Türk milletini derinden sarsan olay, İzmir’e Yunan çıkartması olmuştur ve Mustafa Kemal bütün gücünü, bu saldırının ardında memlekette uyanan milli ayaklanmaya borçludur. İngiliz baskısıyla Mustafa Kemal’i İstanbul’a getirip milli ayaklanmayı bastırma girişimi üzerine, milli önder doğrudan doğruya sultana başvurdu. “Yaveri hazret-i Şehriyârî” unvanıyla gönderdiği telgrafta, padişah başta olarak ancak Anadolu’da milli ayaklanma, “vatanı ve istiklâl ı devlet ve milleti ve hanedan ı celilü’ş şanınızın altı buçuk asırlık mü-bcctcl târihini kurtarabilir” diyor, sarayı son ziyaretinde İzmir olayının padişahı ne kadar mahzun ettiğini ve kur tuluş üzerinde “ılhânıâtını” unutmadığını kendisine hatırlatıyordu.
15 Mayıs’ta padişah dahil, butun Türkleri heyecanlandıran olay, Yunanlıların İzmir’e çıkıp Anadolu’yu istilaya başlamalarıdır. 13u olay, Sultanı birtakım vaatlerle oyalayan İngiliz politikasının ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor ve Anadolu’da önüne geçilemez milli ayaklanmanın önemini gündeme getiriyordu. Mustafa Kemal, 1920’dc milletvekilleri önündeki nutkunda -kayda değer ki henüz Sakarya zaferi kazanılmamıştır- milletin geleceğine yine milletin hâkim olma azmini özellikle belirtmekteydi. bu görüş, 1919’da Amasya Tamîmi’nde de vurgulanmıstır. Mustafa Kemal, sultanın “ilhâmâtım” bu nutkunda şöyle açı İdam aktadır: Padişah, Mustafa Kemal’i İstanbul’dan ayrılmadan önce saraya çağırmış ve “Boğaziçi’nde bulunan İngiliz zırhlılarının saraya müteveccih olan toplarını göstererek, görüyorsun demiş, ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasavvurda tereddüde düçâr oluyorum. Ve ellerini kaldırarak, inşallah millet mütenebbih ve mutayyakkız olur, bu vaziyet-i elimeden gerek beni ve gerekse kendisini tahlîs eder”. Padişaha telgrafında Mustafa Kemal, kendisine tevdi edilen vazifelerin yerine getirilmesine (vczâif-i mev-dû’anın ifâsı) karşı padişahtan, İstanbul’daki hükümet adamlarının iftiralarına kulak vermemesini rica ediyordu. Belli bir tarihe kadar Mustafa Kemal, Anadolu’daki harekatın daima “Mesned i Hilafeti” ve milleti kurtarma ödevine yönelik olduğunu vurgulayacaktır. Burada, belli bir tarihteki koşullara göre, Mustafa Kemal’in nasıl bir siyasi ustalıkla durumu idare ettiğini, 1923 Nisanında meşru hükümeti Ankara’da kendi kontrolü altına alıncaya kadar, sultanı nasıl kullandığını tespit etmek tarihçi için ilginçtir.
Atatürk, milli direnişi bütün yurt kapsamında birleştirme çabasıyla Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yayılmasına hız veriyor; güneyde, doğuda ve batıda yerel silahlı çatışmaları bir yönetim altında toplayarak düzenli bir milli mücadele cephesi kurmaya çalışıyordu (Ankara’da XX. Kolordu Ali Fuad Cebesoy, doğuda XV. Kolordu Kâzım Karabekir kumandasında, itilaf devletleri kontrolü dışında kalmış ordu birlikleriydi). İstanbul’da toplanması öngörülen Meclis-i Mebusân seçimlerini Müdafaa-i Hukuk kazandı. Bu, Mustafa Kemal İçin İstanbul hükümetine karşı kazanılmış bir zafer anlamına geliyordu.
Başka deyişle, millet Anadolu’da milli direniş hareketini bütünüyle desteklemekteydi. Mustafa Kemal, meclisin İstanbul’da toplanmasına karşıydı. Muhalifleri ise, orada serbest hareket edebilecekleri ümidiyle Kemal’in bu İsteğim önlediler. Mcclis-i Mebusân 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplandı. Kemal’e bağlı genç mebuslar grubu, Sivas Kongresi’nde alınan kararları onaylattılar ve meclis Türk vatanının sınırlarını ve bağımsızlığını tespit eden Misâk-i Milli’ye and içti. Meclisin bu tutumu, açıkça itilaf devledcrine karşı bir meydan okuma anlamına geliyordu. İşte bunun üzerine bazı mebuslar tutuklandı ve 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaline resmiyet verildi.
16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali, bir yıl önce 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine kendini gösteren milli ayaklanma gibi bütün yurtta derin yankılar uyandırdı. Ve Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde başlayan milli bağımsızlık hareketini güçlendirdi. İstanbul’da Meclis-i Mebusân ve sultan hükümeti işgal güçlerinin kontrolü altındaydı. Kaçabilen milletvekilleri Ankara’ya sığındılar. Bundan sonra, seçilen yeni milletvekilleri İstanbul’dan gelenlerle beraber Ankara’da TBMM’yc vücut verdiler (23 Nisan 1920). Bundan sonra devlerin yeni merkezi Ankara’ydı.
Mustafa Kemal, bu meclis tarafından başkanlığa ve hükümetin başına getirildi. Kayda değer ki, yeni meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adını aldı. Böylece, fiilen milli iradeye dayanan yeni milli devlet doğmuş oluyordu. TBMM üstünde başka bir güç olmadığı vurgulanarak bu gerçek belirtiliyordu. “Sultan-Halife baskıdan kurtulduğu zaman Meclis’in düzenleyeceği esaslar içinde durumunu alır” ifadesiyle, fiilen milli egemenlik esası da ilan ediliyordu. Bundan sonra meclisin ve hükümetinmeşru başkanı Mustafa Kemal, fiilen bir devlet başkanı olarak göreve başlamış bulunuyor, gelen elçiler kendisine bir devlet başkanı gibi muamele ediyorlardı. TBMM’ yi oluşturan 390 üyeden 233’ü asker ve memur; 47’si din adamı; kalanlar çiftçi, tüccar ve aşiret reisiydi. Mustafa Kemal’i destekleyen çoğunluk, aydınlardan oluşmaktaydı. Bunların 54’ü de asken bürokratlardandı.
Bu meclisin önemli işleri arasında, anayasanın tadil edilerek 1 Ocak 1921 Anayasası’nın yayımlanması olmuştur. Anayasanın ilk tasarısını, 13 Ağustos 1920’de Mustafa Kemal hazırlayıp meclise sunmuştu. “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” maddesi en başa temel prensip olarak konuyor, kurtuluş mücadelesini sağlıklı hır şekilde yürütmek üzere yasama ve yürütme güçlen meclisin kendisinde toplanıyor, milletvekillerini meclis seçiyordu. Yedinci maddede, “Ahkâm-i Şcr’iyyenin ten-fîzi” meclise an bir prensip olarak tespit edilmişti. Bu maddeyle, bir anlamda hilafet yetkileri meclise aktarılmış sayılabilir. Bununla beraber Meclis, “hilafet ve vatan ve milletin istihlâsı ve istiklâlinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar… in’ıkâd eder” denmekteydi. Mustafa Kemal’in yeni mecliste, hâlâ makam-ı hilafeti kurtarma politikasını sürdürmesi, Anadolu halkını ve Hindistan’da Müslüman hilafet liderlerini yanında tutmak için zorunlu gördüğü bir taktikten ıbarctü. Bununla beraber, şimdi Da mad Perid’e karşı meşru gücünü TBMM “ye dayandıran Mustafa Kemal, sert önlemler almaya haşladı. Evvela, Şeyhülislâm Dürrizâde’nin milli hareketi halifeye karşı isyan olarak niteleyen fetvasına (11 Nisan 1920) karşı 5 Mayıs’ta Ankara Müftüsü Kıfat, bir fetva çıkararak Anadolu Milli llarekcti’ni İslam adına onayladı. Bu gelişmeler karşısında Damat Ferid Hükümeti, gerçek gücünükaybediyordu. Ankara hükümetini açıkça bir isyan biçiminde yorumlayarak, Dürrizâde’nin fetvasına göre “hainlerin devlete karşı ayaklandığı ve katilleri meşru olduğu” ilan ediliyor ve bu fetva, İngiliz-Yunan uçakları tarafından Anadolu’da halkın üzerine atılıyor, TBMM hükümetine karşı halk açıkça isyana kışkırtılıyordu.
Gelişmeleri dikkatle izleyen itilaf devletleri, 24 Nisan 1920’de San Remo’da barış taslağını hazırlayarak bir an önce İstanbul hükümeti ile işi bitirmeye çalışıyordu, bu taslağı, Tevfik Paşa reddetmiş, fakat öteki hükümet üyeleri onaylamışlardır. Buna göre 10 Ağustos 1920’de Sev-res Antlaşması resmen imzalanmıştır. İngiliz desteği ile saray ve hükümeti, bu antlaşmayı Türk milletine kabul ettirmek için haince bir kampanya açmaktan çekinmemiştir. Mustafa Kemal idama mahkûm edildiği gibi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Hilafet Orduları harekete geçmiştir. On yıldır cepheden cepheye koşarak kanını dökmüş Türk halkı tabii sulh arzusundadır. İstanbul’a göre, Ankara hükümeti onları yeniden sonu belirsiz yenı bir savaşa götürmektedir. Memlekette ikilik, hilafet ve milli hükümet yanlıları arasında ayrılık vardır. Birçok yerde, askerden kaçanlar olmuştur. Meclis ve hükümet başkanı Mustafa Kemal, bu güç koşullar altında duruma hâkim olmak için insanüstü bir gayret göstermektedir. İşgal altında olmayan yerlerde ordudan terhis kaldırılmıştır. Memleketin çeşitli bölgelerinde kendiliğinden ortaya çıkan yerel güçleri, Kuvây-i Milliye’yi, TBMM’ye bağlamak üzere Mustafa Kemal buralara komutanlar göndermiş ve milli bir ordu kurmaya başlamıştır.
Sevr Antlaşması’nı uygulamaya koymak ve buna engel olan Anadolu milli hareketini bertaraf etmek üzere itilaf devletleri, haziran ayında Yunanlıları geniş ölçüde………
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap Adı Atatürk ve Demokratik Türkiye
- Sayfa Sayısı291
- YazarHalil İnalcık
- ISBN9750040406
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKırmızı Yayıncılık / 2007