Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Assassin’s Creed Rönesans – Suikastçının İnancı
Assassin’s Creed Rönesans – Suikastçının İnancı

Assassin’s Creed Rönesans – Suikastçının İnancı

Oliver Bowden

Hakikat kanla yazılacak! İtalya’nın soylu ailelerinin ihanetine uğrayan genç bir adam destansı bir intikam yolculuğuna çıktı. Yozlaşmanın kökünü kazımak ve ailesinin onurunu temizlemek için…

Hakikat kanla yazılacak!

İtalya’nın soylu ailelerinin ihanetine uğrayan genç bir adam destansı bir intikam yolculuğuna çıktı.
Yozlaşmanın kökünü kazımak ve ailesinin onurunu temizlemek için Assasin sanatını öğrenecekti.

Yolculuğu boyunca Ezio, Leonardo da Vinci ve Niccolò Machiavelli gibi büyük zihinlerin bilgeliğinden yararlanacaktı – çünkü hayatta kalması, yaşamına rehberlik edecek becerileri edinmesine bağlıydı.

Dostları için, değişimin itici gücü olarak özgürlük ve adalet uğruna savaşacak; düşmanları içinse kendini İtalyan halkını sömüren diktatörleri yok etmeye adamış
bir tehdit olacaktı.
Güç, intikam ve komplonun destansı hikâyesi başlıyor.

“AİLEME İHANET EDENLERDEN
İNTİKAMIMI ALACAĞIM.
BEN EZIO AUDITORE DA FRIENZE.
BEN BİR ASSASİN’İM…”

*

ÇEVİRMENLERİN NOTU

Kitapta sıkça karşınıza çıkacak olan Assasin kelimesinin kökeni Arapçadaki haşhaş kelimesidir. Haşhaş Arapçada “kuru ot” ya da “hayvan yemi” demektir. Kendisinden uyuşturucu madde üretilen haşhaş bitkisinin adı da buradan gelir. İsmaililik mezhebinden gelen Hasan Sabbah tarafından 1090 yılında kurulmuş olan Haşhaşiler tarikatının, haşhaş kullanma alışkanlıklarından dolayı bu adı aldıklarına inanılmaktadır. Kelime İngilizcedeki ve diğer bazı Batı dillerindeki yapısına benzer şekilde ilk kez Haçlı Seferleri esnasında bu tarikatın üyelerine hitap etmek için “assasini, assissini ya da heyssisini” olarak kullanılmıştır. Aralarından en yaygın olan assasin kelimesi zaman içinde İngilizceye “Assassin” olarak geçmiştir ve Haşhaşiler bu dile Assassins olarak çevrilmiştir. Tarikatın dini ve psikolojik temeli önemli kişilere suikast düzenlemeye dayandığı için bu kelime günümüz İngilizcesinde suikastçı anlamı kazanmıştır. Assassin’s Creed (Suikastçının İnancı ya da Amentüsü) temel olarak bu tarikattan esinlense de kitapta geçen Assasin Tarikatı üyeleri suikastçı olmanın ötesinde belli bir amaç uğruna toplanmış, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen insanlardır. Gerek seri ile özdeşleşmiş Assasin kelimesini ve tarihi arka planını korumak, gerekse bu insanların suikastçıdan farklı yanlarını vurgulamak için biz de bu kelimeyi tercih ettik.

ÖÇ

Neler olduğunu henüz anlamayan davetliler dönüp bakmaya başladıkları için Verrecchio konuşmasını kesmişti. Ezio olduğu yerde durdu ve davetlilerle yüz yüze geldi.

“Evet! Gördükleriniz gerçek! Bir intikama şahit oldunuz! Auditore ailesi hâlâ yaşıyor. Ben hâlâ ayaktayım! Ben, Ezio Auditore!”

Tam soluklanmıştı ki bir kadın çığlık atarcasına bağırdı: “Assassino!”

Çok geçmeden kargaşa sardı ortalığı. Lorenzo’nun korumaları Ezio’nun etrafinda toplandı. Kılıçlarını çekmişlerdi. Davetliler sağa sola kaçışmaya başladılar. Bazıları kaçmak için elinden geleni yapıyor, daha cesur olanlar an azından Ezio’yu yakalamaya çalışarak bir işe yarıyormuş gibi görünmeye çalışıyordu. Ancak kimse gerçekten saldırmaya cesaret edemiyordu. Ezio, kırmızı cüppeli kişinin gölgelerin arasına sıvıştığını gördü. Verrocchio, heykelinin yanında durarak yapıtını tehlikeden koruyordu. Çığlık atan kadınlar, bağıran erkekler, kimin peşinden gideceklerini bilmeden revakların içine dalan şehir muhafızları… Ezio bu fırsattan faydalanarak revaklardan oluşan kemerin çatısına tırmandı ve çatının üzerinden karşı tarafa sıçrayıp öndeki avlunun içerisine atladı. Avlunun açık kapısı kilisenin önündeki meydana çıkıyordu.

Meydanda, içeride yaşanan arbedenin sesine gelen, merakli bir kalabalık toplanmaya başlamıştı.

“Neler oluyor?” diye sordu birisi Ezio’ya.

“Adalet yerini buldu,” diye cevap verdi Ezio.

BİR

Vecchio ve Bargello Sarayı’na ait kulelerin tepesindeki meşaleler yukarıda parıltı halinde, titreyerek yanıyordu. Biraz kuzeye doğru gidince, katedral meydanında usulca yanan birkaç sokak feneri vardı. Birazı da Arno Nehri’nin her iki kıyısındaki iskeleleri aydınlatıyordu. Gecenin çökmesiyle çoğu insanın evine çekildiği bir şehir için saat geç olsa da karanlığın içinden birkaç kayıkçı ve hamal seçmek mümkündü bu kıyılarda. Hâlâ tekneleri ve botlarıyla meşgul olan bazı balıkçılar, aceleyle, yelken ve arma ayarlarını son kez kontrol edip; itinayla yıkanmış, loş güvertelere halatları sıkıca doluyordu. Hamallar da malları, sürükleyerek ya da ellerinde taşıyarak, civardaki ambarlara emanet ediyordu aynı çabuklukla.

Birahanelerin ve genelevlerin de ışıkları parlıyordu. Ancak sokaklardan geçen çok az insan vardı. Seçildiğinde yirmi yaşında olan Lorenzo de’ Medici, şehrin başına geçeli yedi yıl olmuştu. En azından, Floransa’yı dünyanın en zengin şehirlerinden biri yapan tüccar aileleri ile ileri gelen uluslararası bankalar arasındaki rekabete bir düzen ve durgunluk getirmişti. Buna rağmen, şehrin içten içe kaynaması hiç kesilmemişti. Arada sırada taştığı da oluyordu. Çünkü yönetim kar-

şıtı her bir örgüt hâkimiyet mücadelesindeydi. Kimisi müttefik değiştiriyor, kimisi de kalıcı ve amansız düşman olmayı sürdürüyordu.

Milattan sonra 1476 yılında Floransa, rüzgâr doğru yönden eserse Arno’dan gelen dayanılmaz lağım kokusunu neredeyse unutturabilecek yasemin kokulu bir bahar akşamında bile, günbatımından sonra açık havada gezilecek en güvenli yer değildi.

Ay, kobalt mavisine bürünmüş gökyüzünde çoktan yükselmişti. Geceye katılan yıldız sürüsüne üstünlük taslıyordu. Işığı, Vecchio Köprüsü’nün nehrin kuzey kıyısına kavuştuğu meydanı aydınlatıyordu. Köprünün insanla dolup taşan dükkânlarına karanlık ve sessizlik çökmüştü. Santo Stefano al Ponte Kilisesi’nin çatısında duran, baştan aşağı siyah giyinmiş bir kişi de göze ilişiyordu ayın ışığında: henüz on yedi yaşında, fakat boylu boslu bir delikanlı. Aşağıdaki semti haritasını çıkarırcasına gözlerken, dudaklarını bir eliyle kapatarak islik çaldı. Alçak ama kulak çınlatan bir sesti bu. Delikanlı tepeden etrafı seyrederken, karanlık sokaklardan ve kemerli yollardan önce bir, sonra üç, ardından on iki ve en sonunda yirmi adam bu sese karşılık olarak meydanda belirdi. Kendi gibi gençti hepsi. Çoğu siyah giyinmişti. Kan kırmızısı, yeşil, gök mavisi başlık veya şapka takanlar da vardı aralarında. Hepsi de kemerlerinde kılıç ve hançer taşıyordu. Tehlikeli görünen genç çetesi, kendinden emin, ukalaca hareket ederek yelpaze gibi açıldı.

Genç adam, ay ışığının soluk parıltısıyla aydınlattığı istekli yüzlere doğru baktı. Hepsinin bakışları ona odaklanmıştı. Yumruğunu başının üzerinde havaya kaldırdı ve asi bir tavırla selam verdi.

“Omuz omuza!” diye haykırdı. Aşağıdakiler de yumruklarını aynı şekilde havaya kaldırıp hep bir ağızdan “Omuz omuza!” diye yürekten bağırdılar. Birkaçı, kılıcını, hançerini çekip havada savurdu.

Kilisenin sıvasız cephesinin üzerinden bir kedi gibi aşağıya inerek, çatıdan kapının sundurmasına hızla erişti genç adam. Oradan, pelerinini savurarak aşağı sıçradı ve çömelir şekilde aşağıdakilerin tam ortasına sorunsuzca atladı. Tam beklediği gibi, etrafinda toplandılar.

“Arkadaşlar, dinleyin!” dedi. Kimsenin eşlik etmediği son bir bağrışı kesmek için elini kaldırdı. “Bu gece sizi, en yakın dostlarımı, buraya neden çağırdım biliyor musunuz? Yardımınızı isteyeceğim. Çok uzun zamandır ortalarda yoktum. Bu esnada, düşmanımız, kimden bahsettiğimi biliyorsunuz, Vieri de’ Pazzi, aileme çamur atarak, adımızı kirleterek ve bizi acizce küçük düşürmeye çalışarak bu şehirde dolaşmıştır. Normalde, öyle bir itle uğraşacak kadar alçalmam ama…”

Konuşması yarıda kaldı. Köprünün olduğu taraftan firlatılan, büyükçe, sivri bir taş parçası ayaklarının önüne düşmüştü. “Yetti artık bu saçmalıkların, grullo!” dedi bir ses.

Genç adam, sesin geldiği yöne doğru arkadaşlarıyla aynı anda döndü. Kime ait olduğunu biliyordu zaten. Güney kıyıdan gelip köprüyü geçmekte olan başka bir genç çetesi yaklaşıyordu. Çete başı en önde, kasılarak yürümekteydi. Koyu renkli kadife kıyafetinin üzerine, mavi zemin üstünde altın rengi yunusların ve haçların bulunduğu bir arması olan kırmızı bir pelerin geçirmişti. Bir eli kılıcının topuzunda duruyordu. Pek yakışıklı sayılmazdı. Görünüşünü bozan iri, zalim bir ağzı ve küçük bir çenesi vardı. Biraz şişmandı ama kollarının ve bacaklarının gücü şüphesiz yerindeydi.

“Buona sera, Vieri,” dedi genç adam sakince. “Biz de tam

senden bahsediyorduk.” Abartılı bir nezaketle, eğilerek selam verdi. Şaşkın bir yüz ifadesi takınarak, “Ancak kusura bakma, şahsen gelmeni hiç beklemiyorduk. Pazzi ailesinin, kirli işlerini yaptırmak için hep başkalarını kiraladığını sanırdım,” dedi.

Vieri, ona doğru yaklaştı ve durdu. Birkaç metre ötede, çetesiyle birlikte, yürümeyi kesmişti. “Ezio Auditore! Seni şımarık, küstah encik! Bana kalırsa, asıl senin ailendi onu yapan. En ufak bir tehlike sezse hemen koşa koşa muhafızlara sığınan memur ve bankacı ailesi… Codardo!” Kılıcının sapını kavradı. “Korkunuzdan, bir işle kendiniz ilgilenemiyorsunuz demek.”

“Pekâlâ, Vieri, ciccione. Ne diyebilirim ki? Kız kardeşin Viola’yı son gördüğümde epey bir memnun gibiydi halinden; onunla iyi ilgilenmişim demek.” Ezio Auditore pis bir gülüşle baktı düşmanına. Arkadaşlarının, arkasında kıs kıs gülüp bağırarak alkış tuttuğunu duymak onu mutlu etmişti.

Ama çok ileri gittiğini biliyordu. Vieri öfkeden mosmor olmuştu bile. “Bu kadarı yeter, Ezio. Puşt herif… Görelim bakalım, gevezelik ettiğin kadar iyi dövüşebiliyor musun?” Kılıcını kaldırarak başını arkasına, adamlarına doğru çevirdi. “Gebertin şu piçleri!” diye kükredi.

Aniden başka bir taş parçası fırladı havaya. Hızla dönerek geliyordu. Ama bu kez karşı tarafı kışkırtmak için fırlatılmamıştı. Taş, Ezio’nun alnını sıyırıp geçerken derisini yardı. Açılan yaradan kan akıyordu. Ezio bir an arkaya doğru sendeledi. Vieri’nin destekçileri onu taş yağmuruna tutuyordu. Kendi adamlarıysa, Pazzi çetesi köprüyü hızlıca geçip üzerlerine çullanana dek toparlanacak vakit bulamamıştı. Kavga bir anda öylesine kızışmış, öylesine ilerlemişti ki; kılıç bir yana…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıAssassin's Creed Rönesans - Suikastçının İnancı
  • Sayfa Sayısı479
  • YazarOliver Bowden
  • ISBN9789944828376
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2014

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Tahta Kurdu ~ Layla MartinezTahta Kurdu

    Tahta Kurdu

    Layla Martinez

    Ev duvarlarını ve tavanlarını üzerimize kapattı, üzerimize atıldı, bizi korumak için miydi yoksa boğmak için mi, kim bilir, belki ikisi de, zaten bu dört...

  2. Maymun Evine Hoş Geldiniz ~ Kurt VonnegutMaymun Evine Hoş Geldiniz

    Maymun Evine Hoş Geldiniz

    Kurt Vonnegut

    GRİP KAPAR GİBİ MUTLULUK KAPIN! Evlilik insanları öldürmez, öyle değil mi? dedi. Belki öldürmez ama hayatlarında eski dostlara yer açmalarını fena halde zorlaştırır. Maymun...

  3. Zor Oyun ~ Harlan CobenZor Oyun

    Zor Oyun

    Harlan Coben

    1.Bölüm “Sadece uslu dur.” “Ben mi?” dedi Myron. “Ben her zaman usluyumdur.” New Jersey Dragons’un yeni genel müdürü Calvin Johnson, Myron Bolitar’ı Meadowlands Arena’nın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur