Geçen yüzyılın başında İstanbul’da doğup büyüyen Fikret Adil, “bohem” kavramının içini gerçek anlamda dolduran bir yaşam sürmüştür. Üstelik bunları yazıya dökmesiyle yalnızca bir “Fikret Adil Kitaplığı” oluşturmakla kalmaz gayriresmi bir İstanbul tarihini de kayıt altına alır. Birçok sanatçı, edebiyatçı, ressam, aktör, gazetecinin yakın dostu; yetiştirilişi ve alışkanlıklarıyla seçkin bir İstanbullu olmasına rağmen dönemin normlarının dışına çıkıp kural tanımazlığıyla öncü bir “sanatçı portresi” oluşturan Adil’in Asmalımescit 74’ü, İstanbul’un kültür-sanat ve eğlence geçmişinin bir dökümü…
“Macera peşinde vatanını bırakan, hudut dışına atılan, yayan devri âleme çıkan ecnebiler ve barlarda çalışan bütün artistler Asmalımesçit’te otururlar. Dünyanın her köşesinden gelmiş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportlarında -eğer varsa- yazılı bu insanların etrafında, gene ecnebi, fakat en aşağı yirmi yıldır Asmalımescit’te yerleşmiş bir grup daha vardır. Bunlar artist acenteciliği, tefecilik, pansiyonculuk ve tellâllıkla geçinirler, her lisanı konuşurlar, hiçbirisini okuyup yazamazlar, Türkçe imzalarını atmayı bilirler ve zabıtadan tanıdıkları çoktur.”
Sabah saat altı
Beyoğlu caddesi sisli. Siyah yeldirmeli çingene karılar arkalarındaki sepetlere kâğıt, kumaş parçaları toplayarak geçiyorlar. Koltuğunun altında keman kutusu Papağan veya Ruf’ta sabaha kadar “haltura” yapmış bir çalgıcı, paltosunun kalkık yakasına boynunu kısarak evine dönüyor. Geçen tramvayların buğulu camları içindekileri ancak bir enkaz halinde gösteriyor. Petrograd’da oturuyorum. Hizmet eden beyaz önlüklü kadın bana bakıyor; benden başka müşteri yok; bir an evvel gitmekliğim için mahmurlaşan gözleriyle âdeta yalvarıyor. Çayımı yarı etmiştim ki Petrograd’ın önünde bir otomobil durdu. İçinde, saçları dağılmış, yüzünün boyaları hayli zamandır tazelenmemiş bir kadın, çok içtiği halinden belli, güzel ve genç bir kadın içeriye, birisini arayan, randevusuna geç kalmışların hummasiyle yanan gözlerle baktı. Benden başka kimse olmadığını görünce bir an bozuldu. Kendi kendime: – Herhalde, otomobile atladı, geldi, şimdi de şoföre verecek parası yok… diye düşündüm.
Kadın bir daha baktıktan sonra şoföre bir şeyler söyledi ve otomobil gitti. Bu küçük hadiseyi çoktan unutmuş olacaktım, fakat, beş dakika geçmemiş idi ki, ikinci bir otomobil daha gelip durdu. Bu otomobilde de ötekindeki gibi genç, güzel ve içkiden üstü başı bozulmuş bir kadın vardı, aynı hummalı bakışlarla birisini arıyordu. O da içerde kimse olmadığını görünce şoföre emirler vermiye başladı. Beyoğlu’nda göze görünen, barlarda çalışan kadınların ekserisini tanırım. Bu iki kadına daha ilk defa rasgeliyorum. Sabahın bu vaktinde onları böyle garip bir vaziyette görüşüm, beni çok meraklandırdı. Hemen bir otomobile atlayarak ikinci kadının peşine düştüm. Tepebaşı’na doğru ilerledik. Asmalımesçit’e saparak 74 numaralı evin önünde durduk. Kadın indi, eve girdi. Ben de inip, evvelce sütçü Toma’nın, şimdi de bir helvacının olan dükkâna girip oturdum, bekledim.
Macera peşinde vatanını bırakan, hudut dışına atılan, yayan devri âleme çıkan ecnebiler ve barlarda çalışan bütün artistler Asmalımesçit’te otururlar. Dünyanın her köşesinden gelmiş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportlarında -eğer varsa- yazılı bu insanların etrafında, gene ecnebi, fakat en aşağı yirmi yıldır Asmalımesçit’te yerleşmiş bir grup daha vardır. Bunlar artist acenteliği, tefecilik, pansiyonculuk ve tellâllıkla geçinirler, her lisanı konuşurlar, hiçbirisini okuyup yazamazlar, Türkçe imzalarını atmayı bilirler ve zabıtadan tanıdıkları çoktur. Marsilyalı bir “souteneur”, Napolili bir “Iazzarone”, Şikago’lu bir “gangster” kendini Asmalımesçit’te yabancı saymaz.
Buranın hususiyetini, güneş görmiyen, dolambaçlı, rutubetli, her köşe başı amonyak kokusu neşreden sokaklara açılan demir kapılı, demir kepenk ve parmaklıklı pencereleriyle bu müteaffin havayı teneffüs etmiye hazırlanan karanlık evlerin sakinleri tamamlar. Odalardaki çiçekler, saksıları içerisinden pencerelere doğru zayıf dallarını uzatmıya çalışırlar; yirmi beş mumluğu geçmiyen elektrik lâmbaları küvetlerdeki suların pisliklerini göstermezler ve insan eğer bu evlerden birisinde oturursa geceleri uyuyamaz, çünkü Asmalımesçit’in nabızları gibi, mütemadi topuk sesleri, sofalarda, bitişik evlerde dolaşır, her an odanızın önünde birinin nefes aldığını zannedersiniz. Sabaha karşı da uyumak kabil değildir. Bu saatlerde artistler işlerinden dönerler, ekserisi içmiş olduğu için yüksek sesle konuşurlar; beraberlerinde getirdikleri adamlarla “daha içelim, yatmıyalım” diye münakaşa ederler, gramofon çalarlar.
Bütün bunlara, sokaktan geçmiye başlıyan simitçi, zerzavatçı, sütçü naraları, tramvay dandanları karışır. Asmalımesçit’te insan, ancak oraya yerleştikten bir hafta sonra ve sabah sekiz ile on altı arası uyuyabilir. Yabancı kadının girdiği evin pencereleri kâmilen örtülü idi. İçeride olan bitenden, müphem de olsa, dışarıya hiçbir şey sızmıyordu. Saat sekize yaklaşmıştı. Bekliyordum. Müthiş surette uykum gelmişti. Uyumamak için kalktım, evin önündeki etrafı yeşil parmaklıkla çevrili, bir mezar taşının üzerindeki yazıyı okudum: “Hâzâ kabri Mehmet Dede” diye sade bir cümle, altında da tarihi: “Sene 99” Evin kapısını gözümden kaçırmadan biraz daha ilerledim, sonra geriye döndüm, tam geçerken kapı açıldı ve Petrograd’a otomobille gelen iki kadın, aralıktan göründüler.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Deneme Edebiyat
- Kitap AdıAsmalımescit 74 (Bohem Hayatı)
- Sayfa Sayısı135
- YazarFikret Adil
- ISBN9789755707075
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk Yemeği Acılı Sever ~ Serpil Şahin
Aşk Yemeği Acılı Sever
Serpil Şahin
Görünürde her şey güzeldi. Huzursuzlanmıştı kadın bu mükemmelikten. Her şey aynı anda bu kadar güzel giderse ardından gelecek felaketlerin bedelini nasıl ödeyebilirdi? Çocukluğunda öğretilmişti...
- Beni Yarım Bıraktın ~ Zeus Kabadayı
Beni Yarım Bıraktın
Zeus Kabadayı
Şimdi yalnızlık en iyi arkadaşım… İçimde sürekli bana seslenen bir ses var, en zor anlarımda bile konuşmaktan vazgeçmiyor: “Bu hayatta çok şey gördük, geçirdik;...
- Karanlık Vardiya ~ Ali Yılmaz
Karanlık Vardiya
Ali Yılmaz
90’lı yılların politik arşivi… 90’lı yıllar Türkiyesi’ne yargısız infazlar, faili meçhuller, kayıplar, cezaevi direnişleri, köy yakmalar, açlık grevleri ve ölüm oruçları damgasını vurdu. Bu dönemde 12 Mart ve 12 Eylül’ün yol açtığı şiddetten hem nitelik hem nicelik olarak çok daha fazlası uygulandı. Karartılmış kanıtların koyu gölgesinde hak ihlallerinin ve mağdurlarının sayısını bilmek ise neredeyse imkânsız.