Aslında Cennet de Yok, öyküleri kitap-lık, Eşik Cini, Notos Öykü, Özgür Edebiyat dergilerinde yayımlanan Kerem Işıkın ilk kitabı. Yazar öykülerinde, yaşamın olağan görünen akışı içinde pek de göze çarpmayan ayrıntıları bütün sıradan görüntüsünden çekip, incelikle, yalın bir dille işliyor. Kerem Işık odaklandığı konuyu ve meselesini, kimi zaman çokkimlikli bir parçalılıkla, kimi zaman sıradan insana yönelen bir sesin dikkatiyle ve en sade haliyle ele alırken, abartılı söz oyunlarına başvurmadan, delidolu, öfkesini içten içe işleyen, duygulu, düşünceli karakterin naif ses perdesinde kalarak, duru bir Türkçeyle kuruyor öykülerini: naif bakışını insanın geçiciliğini kavramış bir dünya görüşüyle bütünleştirmiş oluyor. Tadımlık Unut Gitsin adlı öyküden Adımlar görüyorum. Ayaklar. Renk renk ayakkabıların içinde gizlenen parmaklar. Bacaklar ve kollar neden sonra ilişiyor gözüme. Üst gövde ve başlarıysa görmüyorum bile. Sonsuz özgürlüğe olan inancım kadar özgür olabileceğim safsatasıyla meşgul olan bir grup insanı geride bırakıp yüzümde, ilk bakışta, yarım saat içinde en yüce utkulara ulaştığımın, en çapraşık kanunlarla düşüncelerin gizeminin çözülmesiyle sonlanacak dolambaçlı bir yola girdiğimin bilincine vardığımı düşündürecek yarı gülümser, yarı sıkıntı çeker ruh halimi yansıtan bir ifadeyle, sessizce seminer odasından çıkıyorum. Anlayıştan, bahsedilen o içi boşaltılmış değer yargılarını kavradıklarını düşünen topluluğa sempati beslemekten çok uzağım. Yalnızca tuvalete gitmem gerek. Bu davranışım, sıradan bağırsak hareketlenmelerinin bir sonucu. Umuma açık tuvaletin, günümüzde herkese eşit mesafede durulduğunu imgeleyen soğuk, kişiliksiz, porselen dünyasında (kısaca: hepinizin canı cehenneme!) kişisel bağırsak hareketlerimin edimsel bir zirveye ulaştığı o büyülü anda, bu sözde seminere hiçbir amaç gütmeden katıldığımın ayırdına varıyorum. Bu sokak arası felsefe seminerinde bulunmam tamamen rastlantısal. Başlayan yağmurdan kaçmak, gece vakti katılmam beklenen bir iş toplantısına gitmeden önce bambaşka bir sosyal ortamda neler konuşulup nasıl davranıldığını anımsama isteğimi tatmin etmek istemiştim yalnızca. Bu davranışım da, son zamanlarda anlamlandıramadığım çoğu davranışım gibi, tamamen içsel bir itkinin sonucuydu.
İÇİNDEKİLER
Unut Gitsin • 9
Sonra • 18
Geçip Giden Tüm Gülüşler • 21
Her Şeyi Bilir mi Bir Sokak Kedisi? • 26
Çiçekler • 28
Yaz Biterken • 34
Bu Bir Oyun Bir Oyun mu Bu • 38
Tek Bir Fırça Darbesi • 43
Unutulmuş Bir Kentteki Bin Beş Yüz Sokak • 46
Delilik Bu! • 52
Bir Tuhaf Rüyaymış Zaman ♦ 58
Ayrılık • 60
Bir Bakışın Düşündürdükleri • 64
Bir Ara Sokakta Günbatımı • 69
Vurun Kendinizi Kıyılarınıza • 70
Aslında Cennet de Yok • 73
Yazmak • 78
Masal • 84
Unut Gitsin
Adımlar görüyorum. Ayaklar. Renk renk ayakkabıların içinde gizlenen parmaklar. Bacaklar ve kollar neden sonra ilişiyor gözüme. Üst gövde ve başlarıysa görmüyorum bile. Sonsuz özgürlüğe olan inancım kadar özgür olabileceğim safsatasıyla meşgul olan bir grup insanı geride bırakıp yüzümde, ilk bakışta, yarım saat içinde en yüce utkulara ulaştığımın, en çapraşık kanunlarla düşüncelerin gizeminin çözülmesiyle sonlanacak dolambaçlı bir yola girdiğimin bilincine vardığımı düşündürecek yarı gülümser, yarı sıkıntı çeker ruh halimi yansıtan bir ifadeyle, sessizce seminer odasından çıkıyorum. Anlayıştan, bahsedilen o içi boşaltılmış değer yargılarını kavradıklarını düşünen topluluğa sempati beslemekten çok uzağım. Yalnızca tuvalete gitmem gerek. Bu davranışım, sıradan bağırsak hareketlenmelerinin bir sonucu. Umuma açık tuvaletin, günümüzde herkese eşit mesafede durulduğunu imgeleyen soğuk, kişiliksiz, porselen dünyasında (kısaca: hepinizin canı cehenneme!) kişisel bağırsak hareketlerimin edimsel bir zirveye ulaştığı o büyülü anda, bu sözde seminere hiçbir amaç gütmeden katıldığımın ayırdına varıyorum. Bu sokak arası felsefe seminerinde bulunmam tamamen rastlantısal. Başlayan yağmurdan kaçmak, gece vakti katılmam beklenen bir iş toplantısına gitmeden önce bambaşka bir sosyal ortamda neler konuşulup nasıl davranıldığını anımsama isteğimi tatmin etmek istemiştim yalnızca. Bu davranışım da, son zamanlarda anlamlandırmadığım çoğu davranışım gibi, tamamen içsel bir itkinin sonucuydu. Oysa şimdi, baldırlarımın yavaş yavaş alıştığı soğuk bir klozetin üzerinde, başımı yumruk yaptığım sağ elimin üzerine yaslamış, düşünen adam konumunda yağmur damlalarını düşünüyorum. Bu aralar sık sık yapıyorum bunu. Olur olmaz ayrıntılara takılıp kalıyorum. Çevremde olup bitenleri anlamlandırmaya çalışmak yoruyor beni. Örneğin yağmur yağarken (işte yine yağmur!) balkon penceresinin önüne geçip bulutları, yoldan koşarak geçen tanımadığım insanları, denizlikte biriken çamurlu suyu seyrediyorum. Bir yaprak mı kapıldı rüzgâra, bakışlarımla takip ediyorum gözden kaybolana dek. Ya da sarı paltolu bir kadın mı geçti koşar adım, sol bacağının her kıvrılışında paltosunun diz kapağının arkasına sıkışmasını izliyorum. Kedim Thomas’ın bıyıklarını sayıyorum her kucağıma çıkışında. Sanki biri eksik olsa kıyamet kopacak. Gece yatmadan önce kullandığım burun damlasını ikişer kez sıkıyorum burun deliklerime. Terliklerimi bitiştiriyor, çayımı saat yönünde karıştırıyorum. Vakit geçirmek için en sık yaptığım şeylerden biri de Yapıbozumcu Eşya İncelemesi adını verdiğim uydurma bir oyunu saatlerce oynamak. Gözüme çarpan ilk nesneyi alıp salondaki masif yemek masasının üzerine yerleştiriyor, perdeleri kapayıp kapıları kilitliyor, odanın zifiri karanlığa gömüldüğüne kanaat getirdikten sonra da okuma lambamı uzatma kablosuyla masanın üzerindeki nesneye doğrultup her türlü ayrıntısını inceliyorum. Ne, ne kadar gerçektir görmek istiyorum. Yakın dostlarım kaçık olduğumu söylüyor. Ne kadar uğraş verdiysem de kurmaya çalıştığım gerçekliği bir türlü anlatamıyorum onlara. Örnek vermek gerekirse aramızdan kaç kişi şeylerin dünyasında yaşadığımızı fark etmiştir? Kaç kişi buna kafayı takıp geceler boyu gözüne uyku girmeden tavandaki gölgeleri seyretmiştir? Elinize boş bir kâğıt tutuşturup aklınıza her geleni yazmanızı istesem neye benzer listeniz?
gömlek buzdolabı
taraklar lamba
rüya sinekler
sokaklar düşünceler
İç içe yaşadığımız bu şeylerin listesi uzatılabilir. Önem sırası kabul etmez bu liste. Anlam aramaya değmez. Hangi düşüncemiz bir öncekinden daha anlamlıdır ki? Her an her şey değişebilir. Tıpkı yarım saat öncesine kadar yağmurdan kaçarken şimdi yağmurdan başka bir şey düşünememem gibi. Uzak durulan, kaçılan, zarar vereceği düşünülen şey metalaştı işte. Tenimde yağmur damlalarının ıslaklığını duyumsadığımı, onca damlanın arasında ayrıksı bir damla olduğumu, çevremdeki diğer tüm damlalarınsa bu ayrıksılığın farkında olmadan asfalta, taşa, çatılara, kuşlara, bebek arabalarının naylon tentelerine çarparak içsel enerjilerini harcamaya devam ettiklerini kuruyorum aklımda. Bu biricikleşmeye çabalayan yağmur damlalarının, sınırları giderek silikleşen dünyalarında sımsıkı sarıldıkları şemsi-yeleriyle durmaksızın bir yerlere yetişmeye çabalayan insanlardan farkı, sonlu olduklarını daha baştan kabul etmiş olmaları belki de. Göz açıp kapayıncaya kadar betonda, ya da kel bir zavallının başında paralanan yağmur damlalarını özgür kılan işte bu sonluluk bilinci olsa gerek. Bu hiçbir şeye sahip olmama, hiçbir şey olmama hali. Bunu başarabildiğimde özgür olacağım. Yağmur damlaları, özgürlük ve bir tutam cogito. Bir tutam falan değil düpedüz ele avuca sığmayan bir düşünce yığını dört dönüyor aklımda. Düşünce kabızıyım ben. Aklıma gelen düşünceyi bir türlü bırakamıyorum, ondan vazgeçip olduğu yerden söküp atamıyorum. Ah, keşke oturduğum yerde -oturduğum yerin bir klozet olmadığını hayal edelim lütfen- bağırsaklarımdan mideme, ciğerlerimden beynime tüm bedenimi kaplayan düşünce kurtçukları sayesinde aklıma gelen tüm soruların yanıtına ulaşabilseydim. Ancak bu totolojiden başka bir şey olmazdı! İçimde dolaşan kurtçuklarımın ortaya attığı çözümlemelerin farklı sorunlar için yinelenmesi yahut ömürlerini tamamlayan kurtçukların haleflerinde yeniden vücut bulmaları kaçınılmaz olurdu. Sürekli aynı yerde oturduğumda meydanlardaki fıskiyelerden farkım kalmazdı ne de olsa. Her gün üzerimdeki farklı deliklerden belirli bir miktar su fışkırtıp, başka deliklerden aynı miktardaki suyu devridaim yaparak çığır açıcı fikirlere erişebilmeni düşünülemez. Fıskiyeleşmekten kaçınmam gerek. Hay aksi! Nereden çıktı bu kavramlar şimdi? Delik, devridaim ve fıskiye metaforları bir klozetin üzerinde oturuyor olmamla mı ilintili? Tuvaletin giriş kapısı açılıyor. Biri daha tuvalete girmiş olmalı.
Yoksa seminer bitti mi? Kalabalıktan oldum olası nefret ederim. Sokağa çıkabilmek için tanımadığım bir suru insanın arasından geçmem gerekeceğini düşünmek içimi bunaltıyor. Hızla topar-lanıyorum ama kabinden hemen çıkmıyorum. Dışarıdan su sesi geliyor. Tuvalete giren her kimse lavabolardan birinin başında olmalı. Bu da dışarı çıkar çıkmaz karşılaşacağımız ve belki de göz göze gelip -eğer daha önce seminerde göz göze geldiğim biriyse- başımı tuhaf bir şekilde yana eğerek ya da dudaklarımı çarpıtıp gözlerimi sıkıca kapayıp yeniden açarak onu tanıdığımı, işlerin onun için de yolunda gidiyor olduğunu umduğumu belirten birtakım hareketler yapmam gerekliği anlamına geliyor ki bunu hiç mi hiç istemiyorum. Su akarken öylece beklemeye devam ediyorum. Benim burada, bu kabinin içinde onun çıkıp gitmesini beklediğimi biliyor olamaz ne de olsa. Klozetin kapağını kapatıp üstüne oturuyorum. Sabırsızlanıyorum. Ses çıkarmamaya çalışsam da soluk alıp verişim giderek hızlanıyor. Sanırım çok yakında hapşıracağım. Elimi burnuma götürüp hapşırmamı engellemeye girişeceğim esnada su sesi kesiliyor. Otomatik kâğıt havlu makinesi çalışıyor. Bu iyiye işaret. Ellerini kuruladıktan sonra tuvaletten çıkıp gider herhalde. Dizlerimi burnuma doğru çekip başka şeyler düşünmeye çalışıyorum. Bu imkânsız. Tüm benliğimle dışarıdaki seslere odaklanmışken ve bilincim de bunun farkındayken başka bir şey düşünebilmem çok güç. Lanet olsun! Hâlâ ne yapıyor olabilir? Mutlaka yetişmem gereken bir yer olmalı. Yapmam gereken önemli şeyler var benim. Şirketteki akşam toplantısı geliyor aklıma. Tabii ya! Yine dalgınlığım üzerimde. Her yerde bir şey unutmam yetmiyormuş gibi artık yapmam gereken işleri de unutmaya başladım. Apar topar kalkıp kabinin kapısını kilitli tutan sürgüyü yavaşça çekip kapıyı aralıyorum. Kimse yok. Tuvaletteki her kimse, ben fark etmeden çıkmış olmalı. Rahatlıyorum. Etraf sessiz. Demek seminer devam ediyor. Binadan çıkıyorum. Yağmur dinmiş. Havada toprak kokusu. Tuhaf; kentin ortasında toprak kokusu. Buradan ofisin bulunduğu iş merkezine yürüyerek gidebilirim. Yalnız, arkadaşsız bir yürüyüş. Çocukluğumda da bir başıma yürüyüşlere çıkardım. Aslında pek de bir başına sayılmazdım çünkü Faruk2000 eşlik ederdi bana. İlkokul öğretmenim veli ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Hikaye Tüm Kitaplar
- Kitap AdıAslında Cennet de Yok
- Sayfa Sayısı88
- YazarKerem Işık
- ISBN9789750817212
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonsuz ~ Geveze
Sonsuz
Geveze
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir’den yardım istemiş. “Kibir, lütfen bana yardım et!” Kibir, “Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin.” diye...
- Bir Dilek Dile Gerçek Olsun ~ Safiya Hussain
Bir Dilek Dile Gerçek Olsun
Safiya Hussain
Birazdan okuyacaklarınız genç bir kadının gerçek hikâyesidir. Uçaktayım. Kutsal bir yolculuğa çıkıyorum. Bunun tam olarak ne olduğu ve hacca gidebilecek kadar Müslüman olup olmadığım...
- Lucky ~ Sezgin Kaymaz
Lucky
Sezgin Kaymaz
Sezgin Kaymaz’ın, kendi okurunu edinmesini sağlayan ve yeni kuşak yazarlarda fazla rastlanmayan hasletleri var. İnsanları, özellikle kaderin sillesini yemiş olanları, aşağıdakileri, kaybedenleri iyi tanıyor....