Kuyu. Zindan. Dünya. Ahiret. Kur’an-ın en güzel kıssasında dört kelime, dört kapıyı açıyordu: İman. Aşk. Sadakat. Vuslat…
Üç gömlek. Üç yürek. Yakup. Yusuf ve Züleyha. Üç gömleği de yırtıldı da aşkının akı ile geçti kuyudan, zindandan ve kadından.
Yakup şimdi suskun. Yakup şimdi mahzun. Yakup şimdi hasret. Oğul şimdi gurbet. Çöle akşamın karanlığı iniyordu. Yakup’un yüreğine hasret harları: ”Ey kalbim! Dayanmalıyız Yusuf’suzluğa.”
Yusuf güzeldi, insanlığın edebiydi. Yusuf güvendi, erkeklerin efendiliğiydi.
Bir Yusuf yüreğidir Züleyha’ya zindan kadar kapalı. Bir baba kalbidir kuyu kadar naçar. Bir Züleyha sevdasıdır Nil kadar! Ne yöne aktığı müphem hüznü Züleyha’nın. Yakup’un iftarıdır Yusuf’a akıttığı gözyaşlarını içmek.
Ah Züleyha! Adı konmamış tüm anlaşılmamazlıkların yol ayrımı hep sana yükleniyordu nedense? Seni anan diller anlamadı yüreğini “Altı üstü bir aşk işte” diyecek kadar aşk yetimiydiler. Yusuf’unu bir yüz görümlüğü görmek için kaç yürek boşalttın da derin sevdalara daldın? Her dalışta binlerce vurgun yedin. Ah Züleyha!
Gitme Züleyha! Gittikçe aşk oluyorsun, dur! Tırnakların mora kına çalacak, yaran çerağ çerağ yanacak, en çok da Yusuf’unu figan edeceksin. Dur! Gitme! Ağla Züleyha! Sen ağladıkça çöllere yağmur duası bırakır melekler!
Anladım. Vuslatın aslı hasretmiş. Öğrendim. Her hasret bir hicrete bedelmiş. Bildim. Herkesin hicreti kendi içineymiş. Şimdi ben hicretimi yaşarken bedelini de ödüyorum.
Sana da bana da susmak düştü. Susalım.
”Rabbim göz verdin; gözyaşı da ver ki Yusuf’u bulmadan yitirmiş Züleyha için ağlayalım.”
***
Gönül güzelliğinin aşk destan haline geldği Yusuf ve Züleyha’yı yazarken kalemi tutan el kadar, yüreğimi de muhabbet ile tutuşturan saygıdeğer;
Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu, Prof. Dr. İskender Pala, Dr. Ender Saraç, Canan Tan, H. Nur Artıran, Serdar Tuncer, Züleyha Çay, Murat Çöğebakan, Nart Noyan, Uğur Babat ve Hayat yolculuğunda olduğu gibi Mısır yolculuğunda da yüreği ile yanımda olan eşime teşekkürlerimle…
***
Güneşin, ayın ve yıldızların secde ettiği nur alnını şehvetin çamuruna değdirmeyen Yusuf Peygambere selam olsun. Allah’ım yorulmuş,daralmış, çaresiz tüm yüreklere inşirakı bahşet!
***
Kitabı okurken Peygamberlerimizin isminin geçtiği yerlerde onlar için, Aleyhisselam “Ona selam olsun” demekle, selam gönderen secde kardeşlerimize teşekkürlerimizle.
***
MEALİ MUKADDİME
“Erkekler kuyusuzlığuna biz kadınlar Yusuf’suzluğumuza ağlayalım.
Aşk ne kadar acıtırsa acıtsın ey Rabbim! Yusuf”u öolmayan biz kadınlara acı!”
Ay’a and olsun. Ve yıldızlara. Ve dahi güneşe and olsun!
Es’selam olsun gerdanında ekin bulan çileye sızı dikenlere!
Es‘selam azığı aşk olanlara, aşk ağlayanlara!
Es’selam kitaba, hitaba ve yemine.
Es’selam secdeye, vecde ve hiçliğe.
Es’selam doksan dokuz boncuğa ah! ah! ah! çekenlere.
Masal değildi Yusuf ve Züleyha. Hakikatin perdesinden süzülen ışıklardı. Kur’an-ı Kerim’in övgüsü ile “Ahsenül Kasas” kıssaların en güzeli sunuluyordu iman kalplilere ayet ayet.
Aşk’a yalan deme! Eğer öyle ise; Yusuf ile Züleyha’nın Kur’an’da işi ne?
El Hak doğrudur. Aşk yalan değildir. El Hak.
Aşk; nefsinin kırbaçlanmış duvarında kendini terbiye edebilen yüreğin zikridir!
Sadık kalemin arif-i esrarı adına…
Ab-ı hayatın efsununa aşk-ı hakiki üfleyenin namına…
Kâinat, bir kuyunun duvarlarından aşkın saçlarını örmeye başladı! O gün bugündür Züleyha’nın avuçlarında kanar aşkın toprağındaki vuslatsız çiçekler. Bu kızıl kıyametin ağrısını hisseden her beşer, aşkın kapısını çalan alfabenin bir harfidir artık!
Yusuf atıldığı kuyunun duvarlarına sürdü dilinin lâl kesiği sancılarını. Sabrın çetelesini tuttu, gecenin göğsünde dualar harmanlayan yıldızlar.
Yusuf kuyunun teninden sıyrılırken, kölelik yazgısını bir kervanın onu bulmasıyla yaşamaya başlayacaktı. Yakup’un bakmaya kıyamadığı, kendi evlatlarından sakındığı nur yüzlü yavrusu artık Mısır’da bir köleydi. Peygamberliğini bildi, kulluğunu bildi. Köle olarak geldiği Mısır’a vezir oldu.
Kölelik ve özgürlüğün, ömrüne biçeceği bedelin kapısını çalacağı güne dek aşkın sınavı ile tavaf edecekti yüreği. Yusuf Mevlâ’ya teslimiyetin secdesinde, dualarını pusula yapıp yönünü hiç kaybetmemenin huzurunu içirecekti ruhuna.
Efendi olarak bileceği adamın eşi Züleyha, Yusufu ilk gördüğü andan itibaren aşkın yasaklanmış rengini yudumluyordu derinliğinin garip ummanında. Yüreğine kafile kafile sığınan her harf, Yusuf’un güzel yüzünde şeddeleniyor, ağrısına yâr oluyordu. Gözlerindeki ışık hicret ettikçe Yusufun saçlarına, kâinatın yüreğinde sancılar doğuruyordu gönlü. Yeniden ab-ı hayat akıyordu yüreğindeki çölün yataksız ırmağından. Züleyha’nın ellerindeki derman, yüreğindeki fırtınayla söz kesiyor; bir ateşin kanadı oluyordu sanki soluğu. “Yusuf” diyor, ona en bakir, hiç kullanılmamış en zengin cümleleri sıralamak istiyor ama yine Yusuf ile bitiyordu kelâmı! Sanki bütün harfler Yusufun adına secde ediyordu. Gözlerinde açan narçiçeklerinin kokusunu Yusuf’un haram değmemiş dudaklarında hissediyor, nefesi kesiliyordu. Nil’in kıyısında zambaklar intihar ediyordu aşkın çaresizlik doğuran ummanına gömerek yapraklarını!
Züleyha, inancın gömüsüne aşkın tılsımlı aynasını yansıtıyordu. Yusuf sessizliğinin zikrinde içinde büyüttüğü kuyusuyla şereflendirirken yüreğini, Züleyha nefsinin alaca dağından düşürüyordu aşkın masumiyetini. Ve yüreğinin kıblesine nefsinin saçları değdiği an Hz. Yusufun zindanlarda soluk alacağı zamanlara gebe olacaktı.
Yusuf, efendisinin karısına yan gözle bakmayacak kadar erdemli ve vefalıydı. Bedelinin Elif misali yalnızlık olacağını bilerek, dik bir duruşun asaletini sergiledi. O artık ne ötresine örtünen anlam kadar zengin olacaktı ne de şeddesine tutunan bir harfin şefkat mayalayan yanı kadar huzur çoğaltacaktı. Yusuf güzel ama evli olan bir ka dinin açtığı aşk pencersine buğu olup coşmaktansa hapse girmeyi yeğledi. Zindanın karanlığına yüreğinin inanç rahlesini koydu ve okudu İnsan olmanın ayetini sessizliğin gözlerine. Yüreğinin kundağına saramadığı Hz. Yusuf’a iftira atan Züleyha, onun yıllarca zindanlarda kalmasına vesile olmanın dayanılmaz acısını yaşadı. Vicdanındaki savaş, aşkın eteklerinden onu bir düşürüyor bir kaldırıyordu. Yüreğinin duvarlarında, kabrine yama olacak kırık ayna ağıtları başlamıştı sanki. Kırılan aynaların en sivri uçları aşka değen parmaklarını tek tek kesiyor kanla yıkanıyordu saçları.
Yusuf zindanda saçlarını gölgelere taratırken, Züleyha yüzündeki çizgileri çoğaltan zamana teslim olmuştu. Pişmanlığının asaleti cayır cayır ıslatıyordu içindeki ateşi.
Yıllar, umut iksirinin demir parmaklıklara uğrayacak nabzını dinlerken geçti Yusufun sabrı yudumlayan yanında. Mısır kralının rûyasındaki bir başağın, asıl manasını yorumlamasıylâ yeniden özgürlüğüne kavuştu. Kıraçlığın hüküm sürdüğü sahra sonsuzluğunda, rüya yorumları’nın elçiliğiyle ona sunulan özgürlük, kuyudaki ıslak sessizliğin takvalı çığlığını giydiriyordu bakışlarına. Zindandaki karanlık ve ahraz seferler. avuçlarına sığınan ufuk çizgilerini harmanlıyordu geleceğine.
Yorgundu Yusuf. Aşkın ona sırladığı aalaNu kimsenin duyamayacağı sandıkta saklıyordu. Bazen tek tek çöldeki kum tanelerini alıyordu avuçlarına ve her birine fısıldıyordu Mevla’ya olan aşkının Züleyha’dan geçen yol hikâyesini. Şükrün ruhundaki anlamını huşu içinde zikreden gönlü Züleyha’nın yaşlanmış, çaresiz kalmış bakışlarına yüklüyordu merhametli rengini.
Ve Yusufun kuyuda unuttuğu bir cümle yankılanıyordu kâinatın en bakir köşesinden:
“Allah’ım hata işleyenleri affet “
Tutkular gönlümüzü deli gömleği gibi sardı. Ey Yusuf bir gömlek de bize gönder! Açılsın gönlümüz.
Ey gömleği Miraç’ta biçilen Nebi! Nefis gömleğini yırtıp paramparça edip düştük yola, aşk gömleğinin gelişini beklemekteyiz.
Sen iftiraya uğradın ki kurulsun zindan. Sen zincire vuruldun ki kinisin zanlar.
Evvelen terler akıl, ahiren kalp ıslanır melekûtun buram buram rahmet sağdığı hârika-i sevdânın maşukuyla. Biz ki merbub olmuşuz aklımızın pazarında ki kendi ipini sunmuş bir gülün nefesine Züleyha.
Estağfirullah olsıın ki, biz ne kuyuya nur düşüren gece kadar afifâne gözleri hazan, nede Yusııfun gömleğindeki ip kadarız. Nede beşeri aşktan ilâhi aşka kanat vuran, Nil’e ahyanen çalım salan Züleyha’nın şezresi kadarız.
GECEYE YEMİN OLSUN!
“Dünya zulmün ve imtihanların yeşerdiği bir bataklıktır, Yusuf ki bataklıktan çıkmış kanlı bir gece gülüdür; ”
Milattan önceleri…
Çoktan da çok önceleri…
Evvel ahirin peşinde,
Ahir evvelin içinde.
Gecedir. Ama sıradan bir gece değil. O gecenin başkalığı akşamından bellidir. Akşama doğru önce güneş haber vermiştir farkındalığını. Yönsüz batmıştır yeryüzüne kapaklanırcasına. Gökyüzü çölün sarılığından daha sarıdır. Sonra kızıllık, ardından karanlık…
Akşamın haline anlam veremez insanlar:
“Nedir bu olanlar? Güneşe ne oluyor böyle?”
Güneş ayın elinden tutadursun, yıldızlar bututulmaya renk veredursun. Bir yeryüzü güzeli çocuk, gözlerine ağır ağır düşen uykuya mahur kalsın. Bir baba oğlunun başını okşayıp yanağına buse kondura dursun.
Leyl! Yani gece.
Veyl! Yani yazıklar olsun!
Gecede aşkın hecesini sayıklayanlara selam olsun.
Gecenin konuklarını uykusunun koynunda barındıran, kardeşlerine Yusufu düşman gösteren şeytana yazıklar olsun.
Çöldü…
Geceeydi…
Rüyaydı!..
Duaydı!
Çöl emre amadeydi. Zaman ise deli divane. Gündüz emaneti geceye devretti. Gece kapılarını bir rüyaya araladı.
On bir yıldızın İşi sordu. Kurtlu güneşin yere kapanması Ay tam ortasından ikiyi yarılmanın sancısındaydı,
Gecedir.
İpliğin Göğe doğru sarkıtıldığında siyah mı beyaz mı olduğu kestirilemeyen bir gece…
Batan güneşe, sönen ateşe gelmeyen habere, kabul görmeyen duaya, çözülmeyen kördüğüme, sır tutan sağırlığa…
Geceye düştü hûsn-ü zan!
Yusuf naz uykusundayken bir nur huzmesi alnına dokunup geçer. Odanın her yanını bir beyazlık kaplar. Melekler inmiştir odaya. Bünyamin biraz ötede yer döşeğinde uyumaktadır. Melekler nazlı nazlı tatlı uykusunda olan Yusuf’u yataktan alıp göğe doğru çıkartır. Bir yıldız Yusufun yanağında buse bırakır.
Rüya…
Çölde yaşayanın en güzel bahçesidir rüyalar içerisinde rüyalar görmek.
Susuza bir vahadır rüya.
Rüya sessiz harflerin renk renk döküldüğü bir denizdir.
Korkulu rüyalardan azade bir rüyanın içindedir Yusuf. Yanağında inci taneleri… Birazdan gece bitecek. Çöl uzanırken kuzeyden güneye bir uyku hali uykusuzluğa dönecek. Can cananın soluğunu örtecek. Yusuf bir çöl güzeli. Yusuf, gökte bir ay parçası. Yusuf, az sonra gökleri yerlere düşürecek. Rüya Yusuf’a ayan, Yusuf rüyalara beyan.
Dünya vardı. Âlemler vardı. Yusufun hallerinden gizli sırlar, mucizeler yayıldı, önce yıldızlar geldi. Secde etti Yusufa. Yusuf ürperdi. Sonra ay geldi. Yusufun karşısında durdu, secdeye kapandı. Yusuf titredi. Güneş geldi dönerek, raks ederek. O da secdeye vardı Yusufun önünde. Önce irkildi sonra üşüdüğünü hissetti Yusuf. Yatağında bir sağa bir sola döndü. İnce bir çığlık attı:
“Baba! Babacığım!”
Bünyamin çığlığa uyandı. Bir baba uyandı öte odadan, Koştu Yusuf’un odasına. Yusuf yatağında doğrulup bağdaş kurmuş, alnından terler boynuna doğru akmış, gözleri tavanda, şahadet parmağı havada Öylece dona kalmış durmakta. Sırtındaki gömlek sırılsıklam. Baba yüreği bu halde evladını görünce dayanamaz, önce ağlayan Bünyamin’i susturur ve yatırır. Sonra Yusufun yanına oturur. Sarılır evladına. Yusufun başı babanın göğsündedir.
*Korkma oğlum. Ben geldim. Ne oldu sana?”
“Babacığım bir rüya gördüm. Böyle bir rüyayı daha önce hiç görmemiştim. Rüyadan uyanınca irkildim ve korktum.” Baba bir yandan oğlunun ıslak gömleğini çıkartıp yeni bir gömlek giydirmekte, diğer yandan korkudan titreyen oğlunu sakinleştirmekte.
*Üzülme oğlum. Rüyadır. Anlat bakalım ne gördün?*
‘Karanlıktı çöl uçsuz bucaksız. Gecenin karanlığında bir kuyu kenarındaki ağacın altında diz çökmüş oturuyordum.”
Yutkundu Yusuf. Soluklandı. Babasının uzattığı sudan bir yudum içti.
*Sonra. Sonra neler oldu oğlum?”
‘Sonra gökten bir yıldız indi yanıma, sonra İkincisi, üçüncüsü, dördüncüsü. Dilim tutuldu. Gözüm kamaştı. Sonra beşincisi, altıncısı, yedincisi, sekizincisi geldi. Tek tek yıldızlara hayretle bakıyordum. Ardından dokuzuncusu, onuncusu öbek halini aldılar, Derken on birinci yıldız da yanlarındaydı. Fakat on birinci yıldızın parlaklığı diğerlerinden daha berraktı, Hepsi yan yana dİzildiler ve benim önümde secdeye kapandılar.”
“Allahü Ekberl” diye çığlık attı baba.
“Daha sonra neler oldu?”
“On bir yıldızdan sonra güneş geldi, o da secde etti.”
“Allahü Ekberl” diye yine bir çığlık daha atlı baba.
“Ya sonra?”
“Yıldızların ve güneşin yanı başına ay da gel di, o da secde etti ve korkudan sıçrayıp bağırarak uyandım.”
“Allah’a şükürler olsun. Aynı rüyayı üç gecedir ben de görüyordum. Ancak ayın, yıldızların ve güneşin kime secde ettiğini göremiyordum. Demek O sendin.”
Alnından öptü Yusuf’unun. Sımsıkı sarıldı ve ağlamaya başladı. Bir damla gözyaşı Yusuf’un yanağına değdi. Değer değmez Yusufun içine bir sc rinlik yayıldı. Korkusu dağıldı. Artık sakinleşmişti. Baba yüreğinde hem heyecan var hem helecan. Yusufun minik elini avucuna aldı. Şimdi titreme sırası babadaydı. Gördüğü rüyaya anlam veremeyen Yusuf, babasının bu hallerine de anlam veremiyordu. Baba fısıltı halinde konuşmaya başladı.
Oğlum! Yusuf’um. Sakın ha gördüğün rüyayı kimseye anlatma. Hele hele kardeşlerine hiç bahsetme. Bu rüya senin Peygamberlik müjdendir. Kardeşlerinin bu rüyadan haberleri olursa şeytana uyar ve sana düşmanlık ederler. Şimdi susma vakti.”
“Tamam babacığım. Rüyadan kimseye bahsetmeyeceğim. ”
Baba oğul aynı rüyayı görmüşlerdi. İki gece farkı ile iki rüya. Ancak babanın rüyası henüz yarımdı.
“Babacığım rüyamda gördüğüm yıldızların, güneşin ve ayın hikmeti nedir?”
Yakup suskunlaştı. Derin düşüncelere daldı. On bir yıldız on bir kardeşi anlatıyordu. Güneş ise babayı. Peki, ay neyi temsil ediyordu? Bilememişti. Yıllar sonra öğrenecekti ayın ay parçası Züleyha’yı temsil ettiğini. Oğlunu tekrar uyardı:
“Yusuf’um dediklerimi unutma oldumu oğlum? Rüyalarım anlatma!”
Yusuf babasının dediklerini düşünüyordu. Kardeşler. Şeytan. Rüyanı anlatma! Niçin? Kulağında hep yankılandı. Kardeşler. Şeytan.
Yakup’un özellikle şeytandan bahsetmesinin bir sebebi vardı. Şeytanı günler öncesi bir ikindi vakti çölde uyuyakaldığında rüyasında görmüştü. Tûr dağındaydı. Düşünde o dağa çıkmış, dolaşıyordu. Alçak bir yerde de Yusufu görmüştü. Birden şeytan hayvan suretinde belirip ansızın oğluna saldırmıştı. Ona yardıma koşacakken yer yarılmış, Yusuf kaybolmuştu. O anda uykudan uyanmış, gördüğü düş yüzünden canı çok sıkılmıştı…
“Aşkın Meali 1 – Yusuf ve Züleyha” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli) Tasavvuf
- Kitap AdıAşkın Meali 1 - Yusuf ve Züleyha
- Sayfa Sayısı224
- YazarSinan Yağmur
- ISBN9786051130859
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- Yayınevi / 2012-12
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Harap Mabetler ~ Halide Edib Adıvar
Harap Mabetler
Halide Edib Adıvar
“Bize dargın mısın ey ana toprağı? Seni çiğneyip geçen ayakların, seni yaralayıp, tırnaklayıp telvis eden haydut ellerin, senin kemiklerini kemiren hainlerin seyyiatını bu mert,...
- Yavuz ~ Okay Tiryakioğlu
Yavuz
Okay Tiryakioğlu
Kuşatma 1453’ün yazarı Okay Tiryakioğlu’ndan eşsiz bir tarihî şahsiyetin sarsıcı romanı: YAVUZ. Sefer güzergâhını soran vezire, “Sır tutmayı bilir misin?” diye soran; “Evet!” cevabını...
- Bin Yüz Bir Giz ~ M. Sadık Aslankara
Bin Yüz Bir Giz
M. Sadık Aslankara
Bin Yüz Bir Giz, Salihli’nin idealist belediye başkanı Zarif Bey’in sanata yönelik bir düşüyle başlıyor; Zarif Bey, göreve gelir gelmez, Salihli’ye bir tiyatro kazandırmak...
çok güzel…