“Sürmeli Türkçe” isimli kitabıyla onbinlerce insana Türkçe sevgisini aşılayan usta denemeci Şeref Yılmaz, “Aşka Sor O Bilir” isimli yeni kitabında bir yandan çağımızda bireyin yalnızlığına, dağınıklığına, parçalanmışlığına dikkat çekerken bir yandan da “inanç, umut, sevgi, aşk” deyip çıkış yolu gösteriyor.
“Modern çağda, kalabalıklar içinde gittikçe yalnızlaşan bireyin, kırılan umudu, dağılan psikolojisi, nasıl ve nelerle düzelecek?” sorusunun cevabını kitabın satır aralarında buluyoruz. Düşündüren ifadelerle ve derinleşen tespitlerle denemenin sınırlarını zorlayan Şeref Yılmaz, yazılarında sosyal hayattan kareler sunarak bireyin çıkmazları karşısında çareler sunuyor. Gündelik hayatta gözümüz önünde defalarca tekrarlanmasına rağmen gözden kaçırdığımız olayların ne denli önemli olduğunu, bu yazıların akıcılığı ve şiirselliği içinde hayretle ve ibretle görüyoruz. Detayların birer edebi şaheser haline geldiği yazılarda, önemsiz gibi duran olayların perde arkasını görerek hayatta hiçbir ayrıntının gereksiz ve önemsiz olmadığını anlıyoruz. Yer yer ironi ve espriyle süslenen yazılar, okurun zihnine kazınırken ruhunda da edebi ve estetik bir haz bırakıyor.
“Aşka Sor O Bilir” İsimli yazı ise kitabın en kapsamlı ve sarsıcı yazısı olma özelliği taşıyor. “Aşk’ı nasıl anlıyoruz, nasıl anlamalıyız? Aşkı niçin dilimize doluyoruz? Aşk’a niçin ilgi duyuyoruz? Acı, aşkın nesi olur? Aşkı inkâr etmek neyi ifade ediyor? Vefa, aşk coğrafyasında nerede durur?” gibi birçok sorunun cevabını bu yazıda buluyoruz. Felsefi altyapısı ve edebi niteliği ile tadı damağımızda kalacak yazıları, usta bir ismin kaleminden okumanın, farklı ve tarifsiz hazzını yaşamak isteyenler için bu kitap çok şey ifade ediyor.
***
İçindekiler
Ölüler İmza Atmaz……………………………………………………………………9
Mendilimde Gül Oya………………………………………………………………13
Şehirlerin Dili…………………………………………………………………………17
Kredi Kartına ve Modern Köleliğe Dair…………………………………….21
Hoş Gör Ya Hu……………………………………………………………………….29
Rızka ve Evliliğe Dair……………………………………………………………..33
Apartman Önünde Üzüm Asması……………………………………………..41
Minibüs Edebiyatı ve Felsefesi ………………………………………………… 47
Torun Baldan Tatlıdır………………………………………………………………57
Teknolojinin Sesi: Mikrofon…………………………………………………….61
Kahvaltı Kültürü…………………………………………………………………….65
Günlüklerle Baş Başa ……………………………………………………………… 69
Çayın Tadı Kahvenin Hatırı……………………………………………………..75
Edebi Türler ve Darvin……………………………………………………………87
Sınırsız Tarifeler ve Teknolojinin Çanaklan……………………………….91
Âlem Sana Hayran………………………………………………………………….97
Aşka Sor O Bilir……………………………………………………………………105
Dinle Mevlana’yı Bak Neler Söyler………………………………………..119
Erik Dalında Üzüm Yiyen Derviş……………………………………………123
Mevlevilikte Ritüel ve İbadet………………………………………………….127
Ölüler İmza Atmaz
O’nun adıyla dirilir ruh Yükselir göğe şahadetin parmağı Bir imza atılır toprağın üstüne Ruhun dizine Yine o imza düşer
İmza, şahsi olduğu kadar şahsiyetli de olmalıdır. Çünkü o, bizden bir parçadır. Bir yere imza atmak, şahsiyetimizi ortaya koymaktır. Şahsiyetli davranmayanlar, bir yere imza atamazlar.
İmza atarken özene bezene atanları hep takdir etmişimdir. İmza atıyorum diye kâğıdın üzerini karalayanları da oldum olası anlamamışımdır. İmza, bizden bir parçadır. Öyleyse imza atarken kendimizi ortaya koyuyor gibi davranmalıyız. İmza atıyorum diye kâğıdı karalayanlar, farkına varmadan kendi şahsiyetlerini karalıyorlar gibi gelir bana… Bir imzanın mükemmel olabilmesi için şu üç unsuru “ihtiva” etmesi gerektiğine inanıyorum: İmza,”şık” durmalı, başka imzalara benzememeli ve taklit edilememelidir. Bu şartları “haiz” bir imza, tablo gibi seyredilmeye layıktır. İmzayı önemsemek bile başlı başına bir şahsiyet meselesidir. İmzasını önemsemeyenler ve imzasının ardında duramayanlar, kendilerini de önemsemezler.
Yasa/klan delenlerin, insan hayatına kastedenlerin, toplum düzeniyle oynayanların ve yeryüzünü kana bulamak isteyenlerin imzaları yoktur. İmza atmak, şahsiyetli davranmaktır.
Kâğıt üzerine imza atılabildiği gibi birtakım başarılara da imza atılabilir. İkisi de şahsiyetimizi ortaya koyar. Bir senet üzerine attığımız imza, “Ben borcumu ödeyeceğim.”anlamına gelir. Bu ahit/ akit bir anlamda şahsiyetimizi gösterir. Hırsızlık yapan birisinin, bir yere imza atmayacağı açıktır.
İmza, parmak izidir. Ya da şöyle diyelim: Parmak izimiz, aynı zamanda imzamızdır. Bu öyle bir imzadır ki sahtesini yapmaya beşer henüz muktedir değildir. Eskiden, imza yerine parmak izi alınırdı. Şimdi parmak izi yerine kalemle imza atıyoruz. Parmağını kalem yerine kullanıp imza atanlar, kendilerinden bir parçayı umumun nazarına sunduklarının daha iyi farkında idiler belki de… Kalemin şahsiyetini, kendi şahsiyetiyle bütünleştiremeyenler, bir yerlere imza atarken aynı hassasiyeti gösteremediler. Bunun sonucu olarak sahte imzalar türedi. Sahte imza, sahte kimlik demektir ve karakter kırılmasıdır.
İmza, var olduğumuzun beyanıdır. Hayatta/r olmayan imza atamaz. İmza atmak için hayat sahibi olmak şarttır. Çünkü ölülerin imzası yoktur. Bir yere atılan imzadan daha çok bir şeye atılan imza kalıcıdır. Gün gelir, devran döner, ömür biter, kâğıt üzerindeki imzalar kaybolur. Devletlerarası anlaşmalar bile zamanla değişir ya da feshedilir. Yani bir yere atılan imza baki değildir ama bir şeye atılan imza bakidir. Bir ülkenin, dünya ile yarışır hâle gelmesinde kimin imzası varsa, o imza dünya durdukça önemini yitirmez. Dermansız bir hastalığın tedavisinde hangi bilim adamının imzası varsa, o imza ebedidir. Bu anlamda Pastör, Einstein, Edison gibi bilim adamları; İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Farabi, Gazali gibi mütefekkirler; Mevlana, Yunus, Yesevi, Bediüzzaman gibi maneviyat sultanları bakidir. Çünkü bunlar, bir yere değil, bir şeye imza atmış isimlerdir. Ya bir buluşa imza atarak insanlığın hizmetine bitmeyecek bir başarı sunmuşlar ya da gönüllere girerek insan denilen varlığı “evc-i kemal”e çıkarmışlardır.
imza atmak, var olduğumuzu (varlığımızı/servetimizi değil) ortaya koyduğuna göre, ilk imzamızı hayata doğarken/dünyaya gelirken atıyoruz. İlk ağlamamız, ilk imzamız oluyor bu durumda… “Ben de varlık âlemine doğdum; ben de bir varlığım.” anlamına geliyor bu ağlayış. Doğuşumuz, bir şeye/hayata imza atmak anlamına geliyor. Doğarken hayata imza atan insan, zamanla kendisinin de ezeli ve ebedi bir imza olduğunu fark eder. Sonsuz bir kudret, insan denen varlığın her zerresine mucizevi imzasını atar, sonra da onu dünyaya gönderir. Her zerrede o mucizevi imzayı görmemiz ve takdir etmemiz demek, aynı zamanda kendimizin de kalıcı bir imza atması demektir. Çünkü “Bakiye müteveccih olan, bekanın cilvesinemazhar olur.”Kendisinin, mucizevi bir imza olduğunu gören, sonsuzun kapısını aralama imkânı bulur. Bu da bir imzadır.
İmza, iz bırakmadır. İlk ağlamasıyla hayata imza atan insanoğlu, yemesiyle, ayağa kalkmasıyla, yürümesiyle, kendisini idrak etmesiyle ve yaratıcısını tanımasıyla hep birer iz bırakmış olur. Yaptığımız işler karşısında vicdanımız rahat, kalbimiz mutmain ise, imzamızın bir değeri vardır; illa o imza silinmeye mahkûmdur.
Bana öyle geliyor ki asıl imza, hayatın tamamının altına atılabilenidir. Bütün bir hayata kefil olma demektir bu. Yaptıklarımızın ardında durabilmedir. Hayata veda ederken, geride bıraktığımız her şey için “Vicdanım rahat, kalbim mutmain… Amenna…” diyebiliyorsak, bu imza kalıcıdır. Asıl “şık” imza da budur.
Mendilimde Gül Oya
Önceleri hayatın hemen hemen her karesinde yer alan mendil,günümüzde unutkanlık çengeline asılmış bir hâlde duruyor. Eskiden hayatın unutulmaz anları, mendil vasıtasıyla anlamlı hâle getirilmek istenirdi.
Mendil denince zihnimde ona yakıştırdığım bir işçilik beliriyor: Oya. Mendilin ayrılmaz bir unsuru gibidir bu işçilik. Her mendil oyalı olmaz elbette. Ama oyalı mendilin bir ayrıcalığı olduğunu kabul etmeliyiz. Nişanlılık döneminin en önemli hatırası gibi görülürdü oyalı mendiller. Hayatın dönüm noktalarından biri olan evliliğe ilk adımı atarken sevgiyi, mutluluğu ve hayatın yükünü birlikte taşımaya karar vermeyi simgelerdi bu mendiller. Öyle ortalarda dolaşmazdı; özenle saklanırdı. Yıllar sonra ona bakılır, hatıralar tazelenirdi. “Çanakkale içinde bir uzun selvi/Kimimiz nişanlı kimimiz evli” diye türkü yakanların cebinde de oyalı bir mendil var mıydı acaba?
Çocukluğumda düğün davetiyesi yerine mendil dağıtılırdı ve adına “okuntu” denirdi. Bu isim sadece mendil için değil, davetiye olarak verilen bütün nesneler için kullanılırdı. İnsanların, kendilerine verilen nesneyi sıradan görmemeleri, onun bir davetiye, bir çağrı olduğunu iyi okumaları için mi bu isim verilmişti acaba?
Yoksa bu davetiyeleri gönderenler dua okurda mı gönderirdi? Ya da alanlar dua mı okurdu? Bunlar geçmişte çocuk zihnimi meşgul etmeyen ama bugün düşündüğüm “etimolojik” ihtimaller cümlesindendir. Mendil, o dönemlerin en muteber nişan hediyesi ve düğün davetiyesiydi.
“Beyaz mendil salladım akasyalar açarken” diyen şarkının sözleri sizce ne anlama geliyor? Mendildeki beyazlıkla; sevgi ve mutluluk arasında ince bir bağ var mıdır acaba? Mutluluklar, aşklar sadece mendille değil, mendilin beyaz rengiyle mi anlamlandırılırdı yoksa? Yahya Kemal, “mendil sallamaya” daha bir derinlik katmak ister sanki. Meçhule giden gemiyi anlatırken: “Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol” der. O hâlde mendil sallamak ne anlama geliyor? Meçhule gitmeyen gemilerde yolcu ettiklerimize mendil sallarken meçhule giden gemilere neden mendil sallamayız? Ömrümüzün hicran ve sevgi dolu en anlamlı vedalaşmalarına şahit olan tren istasyonlarında neden mendil sallanmaz? Demek ki mendil, belli mekâna ve zamana ait özel anlamlar taşıyabiliyor.
Onca kalabalığın karşısına mendiliyle çıkan sihirbazlar var bir de. İzleyenlere: “Mendil olmadan ne şapkadan tavşan çıkıyor ne de baston işe yarıyor.” dedirtecek türden mendiller. Sihirbazlar, hareketlerine mendilleri neden perde yaparlar? Ya da her maharet öncesi neden mendiller nazara verilir? Mazhar olduğu itibarı görenin, mendile keramet atfedeceği gelir.
Alın teri silinen mendilleri de unutmamalı. Onurlu bir hayatı örgüleyen her damla terin, nakış nakış işlediği mendilleri, insanlık adına tarihe düşülen bir not gibi düşünürüm. Ceket ceplerinde taşınan mendiller gibi aksesuardan ibaret değildir onlar. Göze değil, akla seslenirler, düşünenlerle konuşurlar.
Gözyaşlarına değen mendiller de var. Bunlar ya bir teselliye ortak olmuş ya da bir sevinci paylaşmışlardır. Sırlarımızı emanet ettiğimiz mendillerdir bunlar.
Bayramlarda hediye edilen ipek mendiller, ne kadar eskilerde kaldı! Günümüz nesli böyle hediyelerle muhatap olmuyor artık. Selim İleri bu sahneyi şöyle tablolaştırır: “Bayramın birinci günü anneannemlere, Kadıköyü’ne gitmişsek, ikinci günü de Lâleli’ye giderdik. Ah o gidişlerimiz! Onları hatırlarken, hatırlayışlarıma hep beyaz ipek, kocaman bir mendil eşlik eder. Dedemler, bayram harçlığı verirlerken; Nezihe halam elini öptürür gibi yapar, sonra hemen beyaz ipek mendili cebime sokardı. Bursa’da ipeklinin silinip gitmediği günlerden bu ipek mendiller bayramdan bayrama bende çoğalırdı. Sonraları, Nezihe halamız ne çok mendille gelmiş Bursa’dan diye düşündüm. Çünkü Nezihe hala, bayram ziyaretine gelen bütün çocuklara ipek mendiller hediye ederdi. Erkek çocuklarınki ağırbaşlı, düz ipek mendillerken, kız çocuklarınki ya beyaz üstüne işlemeli olurdu ya da renkli…”
Dilenci mendillerini görürüz kaldırıma serilmiş. İnsanların elinden düşecek birkaç bozuk parayı sabırla bekleyen mendiller. Duygu sömürüsünden, liyakat kavramına kadar birçok konunun, zihinde siyah bir duman gibi savrulmasına sebep olan mendiller. Bir mendilin düşebileceği en son noktayı bu mendiller gösterir.
Bu sözlerimiz, günümüz nesli için acaba ne ifade ediyor? Mendil deyince bugünün çocukları, sadece kâğıt mendilleri hatırlıyor. Onlarla sadece el ve burun silindiğini görüyor haklı olarak. Dünün mendiline hangi gözle bakılıyordu bugünün mendiline hangi gözle bakılıyor? Gelinen nokta ne kadar ibretlik!
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat
- Kitap AdıAşka Sor O Bilir
- Sayfa Sayısı132
- YazarŞeref Yılmaz
- ISBN9786054447350
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFERFİR YAYINLARI / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 99 Yüz / İzdüşümler – Söz Senaryosu ~ Cemal Süreya
99 Yüz / İzdüşümler – Söz Senaryosu
Cemal Süreya
Süleyman Demirel, İbrahim Tatlıses, Çetin Altan, Deniz Baykal, Metin Oktay, Sakıp Sabancı, Sezai Karakoç… Siyasetten spora, bürokrasiden sanat dünyasına, işinsanlarına, gazetecilere yüzden fazla isim....
- Aydınlar Üzerine ~ Jean Paul Sartre
Aydınlar Üzerine
Jean Paul Sartre
Bu konferansların ve söyleşinin –aralarında beş yıllık bir zaman ve 68 Mayısı olayları var– amacı, aydın kavramının günümüzde ne kadar tutarsız olduğunu göstermek. Japonya’da verdiğim konferanslarda, 68’den beri sık sık klasik aydın olarak adlandırılan şeyin ne olduğunu, adını koymadan tanımlamış ve aydının, Almanların deyişiyle, ne kadar da unselbständig1 göründüğünü –ama tam olarak farkına varmaksızın– daha o zaman ortaya koymuştum.
- Yol Hali ~ Nazan Bekiroğlu
Yol Hali
Nazan Bekiroğlu
Nazan Bekiroğlu'nun güçlü kaleminden İran, Suriye, Mısır güzergâhında bir yol öyküsü...