Ölümlünün ölümlüye aşkı, rüzgarda kuma yazı yazmak gibidir…
“Bütün dünyadan vazgeçtim, ahiret gözümde kalmadı. Ölmeden evvel ölüp, kanımı nefesime helal ettirdim. Aşk ile yandım, aşka battımda aşktan doğan bir nur oldum. Aşk sarayının mumuna, Hakk’ın pervanesiyim. Belalardan çiçekler toplayıp, zehri bal eyledim. Doğduğum andan itibaren hep ağladım, hiç gülmedim. Nihayet uluhiyetin kutsal makamına erdim. Kendi vehmi varlığımı yok ettim. Hz. Peygamber’in, ‘li ma’allah’ makamına ulaşıp, aşk kainatının kitabını yazdım da bir damla yaş, nasibim oldu.”
Yunus veda edip yola koyuldu. Köyün aşağı ucundaki hamamın yaslandığı yokuşu çıkınca aklı başına geldi. “Velayet erine vardım, bana nasip sundular, alıcımın her çekirdeği başına on nefes verdiler, kail olmadım. Ne olmayacak iş ettim, gafil oldum. İmdi bu buğday bir niçe gün içinde tükenir, nefes ise ölünceye dek tükenmez. Ola ki himmet ettikleri nasibi vereler” dedi. Kalbi buğulandı gözleri doldu, gözyaşları henüz yere düşmeden geriye döndü… BEN BENİ BIRAKTIĞIM ZAMAN, SEN BENİ BIRAKMA YARAB…
Derya benim katremdir denizler umman
bana Aşk dilin bilmeyen ya delidir ya dehri
Ben kuşdilin bilirim söyler Süleyman bana
Kuyuda yazgısını beklemekti aşk, Tûr-i Sina’da bayılmak. Denize Yunusça dalmak, bir ömür Yusuf’una ağlamaktı. Hira’da kalmak,Taif’te taşlanmaktı aşk…
Eli boş gitmemekti gönül dergâhına; düşünmekti, akledip fikretmekti boş gidilmeyeceğini. Dilinde şiirler taşımaktı aşkın adı besmeleyle başlayan. Heybesinde taneler taşımak… Sahip olduğundan verebilmekti utanmadan. Resule kulak verip ‘Elindekini fakirliğinden dolayı vermeye utanan fakire yazıklar olsun’u düşünerek. Gönlünden topladığı alıçları aşk dilendiği veliye sunabilmekti. Aşkın adı, sevgiliye varmanın umurunu taşımaktı. Hem dün, hem bugün, hem yarın ona endişelenebil- mekti. Yunuslar içinde Yunus’u bulmak, Yunus’un içinde dervişi bulmaktı aşkın adı. Yananla yakanı yan yana haşredip yandım da kandım, yandıkça dondum, yandım da oldum… Diyebilmekti. İçine düştüğü kaynar kazanı buza çevirmekti aşk.
Aşkı tarif etmede en güzeliyse yine aşktı. Ve nihayet, yananla yakan yan yana haşr olunca bir ‘derviş”, dervişten “gözyaşı”, gözyaşından “aşk” kaldı. Gerideyse ne bir Yunus, ne bir Taptuk, iki Emre’den“Aşka Ağlayan Derviş” kaldı.
Susalım söz onda güzelleşsin. İçimize bir ruh katsın, aklımız aydınlansın. Aşksız geçen ömrümüze yazıklar katsın. Aşk için, aşk ile gözümüzden bir damla akıtsın da çorak gönlümüz aşk ile yeşersin.
Söz senin, ey gönlünde taht kuran şahını kendi dilince çağıran! Sıra senin, ey aşk pınarından içip nefesi bal ve şekere benzeyen! Kelam senin, ey kelimeleri mü’mine deva, münkire yılan zehri olan! Sen varken sözde ve özde bize susmak ve seni dinlemek düşer. Hep sen konuş biz susalım; sen söyle biz dinleyelim. “Söyle ey Yunus, şevkimiz vardır” demişti Taptuk Emre, “Söyle de aşksız gönüllerimiz aşk ile dolsun. Aşk denizine daldır da ruhlarımızı kıyama kaldır.” Söyledi Yunus. Söyledi… Sesler kesildi. Diller sustu…
TALİBİ AŞKIM BEN TARİFE NE HACET
Aşkt atmayanlara benim sözüm, kayaya seslenmek gibi olur. Yankı yapar, yine bana döner. Ben söylerim ben dinlerim. Gönlünde bir zerre aşk olmayan, hem bizden hem gerçeklerden uzaktadır…
Nereli olduğumu, kim olduğumu merak ediyor sevenlerim. Anlatıyorlar. Anlatılanları dinliyorlar. Bir kez daha yazıyorlar daha önceden yazılanları; üzerine bir şey koymadan… Tam olarak da bulup bilemiyorlar. Bilinmemesi iyiydi belki. Olması gereken oluyordu böylece. Varlık sebebimiz de bilinmek değildi. Bilinmek ve gizli bir hazineyken kendini bildirmek, sadece O’nun kudret elindeydi.
Doğduğum yerlerin aranması, sorulması, herkesin beni kendi yerine ve yurduna yakın görmesi beni mutlu ediyor. Ancak dağlara taşlara teklif edilip de kabule korkulan ve bize verilen emaneti taşıma sorumluluğunda olanların hayatı yoktur ortalarda. Bu nedenle varlığım da yokluğum gibi bir varmış bir yokmuş mesabesinde. Bütün çabam, derdim ne kendimi sevdirmek ne başkalarına yerdirmek. Bedenimin hiçbir surette kadri kıymeti yok. Elest bezminde muhatap olduğum soruya verdiğim cevabın gailesi içindeyim.
Ne cennet tasası ne de cehennem korkusu içindeyim. Her şeyimle, bütün benliğimle Yaradan’ın rızasını kazanma arzusundayım. Kendimi bilme, özümü bulma teiaşındayım. Yaradanı seviyorum, O’ndan razıyım bunda şüphe yok. Onun sevgisini kazanma, O’nun sevdiklerinin listesine girebilme derdindeyim.
Küçüklüğümde dedemden dinlemiştim: °Bir gün Hızır (a.s.) hamamda yıkanan bir ihtiyarın yanına yaklaşmış. İhtiyar kendi kendine yıkanmaktaymış. Hızır demiş ki:
– Ey ihtiyar! Gençliğinde yaşlılara yardım etseydin şimdi şu gençler de sana yardım ederlerdi.
İhtiyar adam şöyle cevap vermiş:
– Ben gençliğimde yaşlılara yardım ederdim ama zamane gençliği şimdilerde yardım etmez olmuş. Hızır (a.s.) bir taraftan ihtiyar adamın sırtını keselerken bir taraftan da konuşmaya devam etmiş:
– Demek ki yaptığın yardımları içinden gelerek yapmamışsın, Allah’ın sevgisini kazanamamışsın, yoksa ettiğin o hayrı neden görmeyeceksin ki? İhtiyar adam şöyle demiş:
Eğer yaptığımı Allah için yapmasaydım, O’nun sevgisini kazanmasaydım, Allah bugün benim sırtımı Hızır’a keseletir miydi?
Hızır (a.s.) duydukları karşısında çok şaşırmış. Allah’ım demiş, bana verdiğin seni sevenlerin listesinde bu ihtiyarın adı yok, bu nasıl olur?
Yüce Allah şöyle demiş:
“Ey Hızır! Biz, bizi sevenlerin listesini sana verdik ancak bizim sevdiklerimizin listesi bizim yanımızdadır.”
Ne kadar çok arzuluyorum, Allah’ın sevdiği kullarının adının olduğu listeye girmeyi. Ne kadar çok istiyorum nefs-i mardiyye basamağına varmayı. Hâsılı kelam bütün derdim, bütün gailem, bütün çabam Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Sizi çok seviyorum. Belki sizin beni sevdiğinizden daha çok. Sevginin sevgiye üstünlüğünü gönle dolan nağmelerden anlamak mümkün. Nağmelerim şüphesiz Allah’a. Size olan sevgim de O’na olan sevgime dayanan duygularımdan. Ancak sizin adınıza kaygılıyım da. Hakk aşkı için beni kof duygularla, makam ve mevki uğruna çıkarlarınıza alet etmeyin. Ne olur beni iyi anlayın. Yerimin, yurdumun bir önemi yok. Ben nefsinin esaret zincirini kıran Hakk âşığıyım. Canım ten kafesinden kurtulmuş âlemleri seyretmede. Değil ki bir şehre, bir bölgeye, bir dünyaya hapsolayım!
Ey hırsı gözünü bürüyen! Vazgeç bu sevdadan. Benim adıma kendini, içinde Yusuf olmayan zindanlara atma. Kapalıysa can gözün kalp gözünü aç da âlemi seyret… Ve yine anla ki beni; bizim hayatlarımız bilinirlik üzerine kurulu ve kurgulu değildir.
Her ne kadar hayatımız bilinirlik üzerine kurulu ve kurgulu olmasa da merak ettikleriniz kadarını da anlatacağım. Yalnız, hayatımın başlangıcındaki gelgitleri ve aşk adına yaşadığım çelişkileri hayatımın temeli yapmadan okuyun beni. Beni elinize aldığınızda ön yargılarınızı yere bırakın. Aşkımın ve hayatımın sonunu bilmeden, sırrımın tamamına ortak olmadan, sırrınızı benimle paylaşmadan, hakiki aşkıma ermeden, yalancı aşkıma takılıp beni sigaya çekmeyin. Paylaştıklarımın, aşkınızı ve sevginizi artırmasını dilerken; şimdilik hayatımın özü ve özetine dair, kendimi Rabbime adamışlığıma dair diyeceğim oldur ki; ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”
ötesi mi? Talibi aşkım ben. Aşk dilenirim. Topladığım aşktır. Sattığım aşk. Kendime tasavvufu yol tuttum, dergâhı mesken. Hepsi vesile, hepsi sebep. Aşka kadar ruhumun gıdası Fatıha’dır. Aşktan sonrası gözyaşı. Aşığın gözyaşı duadır maşukun yanında. Eğer ki varsa, yüreğimin size ait köşesinden damla damla aşk olur musunuz? Tüllenmiş sevgi tellerimi aşk için ilmik ilmik dokur musunuz? Tatmışsanız bir kez aşkı, talipseniz aşkı hayatıma ve ruhunuza değmişse “Aşka Ağlayan Derviş” Fatiha niyetine bir damla okur musunuz?
ÇOCUKLUĞUM: İLİM OKUDUM KENDİMİ BİLDİM
Harfler monaların kelepçesidir. Aşık, kelepçe ve prangalarını kıran İnsandır. Denizler urgan olup bağlasa elim, çöl olur yutarım. Tehdidin birkaç harf mİ senin?
Dedem, Anadolu erenleri gibi Horasan’dan kalkıp gelmese de, onlar kadar İlmi derinliği olmasa da ilim için çalışan bir zattı. Bu haliyle köyümüz Sivrihisar’da ve çevre köylerde büyüklerden kabul edilir, sözü dinlenirdi. Kutsal mekânların adabını, tekke ve zaviye kültürünü ilk ondan almıştım. Tasavvuf yoluna çıkışımda şüphesiz onun etkisi büyüktür. Taptuk pirimin dergâhına alışmam bu yüzden zor olmadı. Tekke adabını zaten küçüklüğümden bir nebze olsun biliyordum.
Çocukluğum, hem anam hem babam olan dedemin yanında ve onun anlattığı hikâyelerle geçmişti. Hızır aleyhisselamın ihtiyar adamın sırtını keselemesini de ondan dinlemiştim İlk.
Anam babam mı? Moğol’u ve ettiklerini, Taptuk Pirimin dediğini yapıp Allah’a havale enim. ‘Kabak’dervişin Rabbine…
Dedem, köyden yanına gelen talebeleriyle beraber Kur’an ve dini ilimler tedrisinin dışında; toprağı eker, diker, ürünü ha- sad ederdi. Yetiştirdiği talebelerinden istidatlı olanları (evredeki dergâhlara yollardı. Bu dergah ve tekkelerde zahiri ve bâtıni ilimlerin yanında sürekli bir hareket, sürekli bir çalışma vardı. O zamanlar tekkeleri arı kovanlarına benzetirdim. Nasıl ki arılar harıl harıl çalışır, hem kendi hem de ihtiyacı olanların yiyeceğini bal tadında yaparsa tekkeler de böyleydi. Herkesin bir işi, bir meşgalesi vardı.Tekkelerdeki bunca meşguliyetin sebebini sormuştum dedeme. O da: “Kendini din ile donatıp iş ile meşgul etmeyeni şeytan işgal eder” demişti. Hâşâ ki tekkeler uyuşuk yatağı değildi. Şeyhler ve dervişler kendi ürünlerini yer içer, misafirlerine ikram eder, ihtiyaç sahiplerinin de ihtiyaçlarını karşılarlardı. Sabahın erinde kalkıp görevlerinin başında olurlar, güneş onları asla uykuda yakalayamazdı. Böyle olunca da bolluk ve bereket kaçınılmazdı. Ben, erken kalkmaya alışıktım. Çoğu zaman sabah namazının ardından bağ bahçe işlerinde dedeme yardım ederdim.
İlk mektep çağlarıma geldiğimde bütün çocuklar gibi beni de mektebe gönderdiler. Diğer çocuklar kısa sürede elifi be’yi sökmelerine rağmen ben bir türlü elif’in ötesine geçmek istemiyordum. Daha doğrusu geçemiyordum. Hocamın anlattıkları ve öğretmeye çalıştıkları dilimde vardı ama gönlüme girmiyordu. İçimde başka bir duygu kaynıyordu. Sınıf adeta beni boğuyor, derin manaların yolcusu ruhumu sıkıyordu. Yıllar sonra bilecektim ki aslında ruhumun gizlerinde yatan esrar perdesi “elif” aradığım hakikatin, Hakk’ın ta kendisiymiş. Bütün mana bir elif’teymiş.
Bir gün hocamız, kum üzerine harfleri yazmamız için bizi bahçeye çıkardı. Herkes önünde birkaç kelime yazacak kadar bir yeri eliyle düzlüyor, harfleri çatıştırarak hocamızın söylediği kelimeleri yazıyordu. Ben de bir şeyler yazmaya çalışıyordum.
“Aşka Ağlayan Derviş Yunus Emre” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi Kişiler Tasavvuf
- Kitap AdıAşka Ağlayan Derviş Yunus Emre
- Sayfa Sayısı256
- YazarMahmut Ulu
- ISBN6051130705
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKARATAY AKADEMİ YAYINLARI / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Herkes O’nu Anlatıyor – 2 / Kızları ~ Hatice Kübra Tongar
Herkes O’nu Anlatıyor – 2 / Kızları
Hatice Kübra Tongar
Gözlerinizi kapatın ve zamanın, çölde savrulan kum taneleri gibi geriye akmasına izin verin. Tarih bin beş yüz yıl önceye gitsin, takvim Asr-ı Saadet’i göstersin,...
- Hegel ~ Terry Pinkard
Hegel
Terry Pinkard
Modern düşüncenin kurucularından biri olan Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), genel olarak Prusya mutlakıyetçiliğinin dar kafalı savunucusu, anlaşılmayacak şekilde ve anlaşılmamak için yazmış asık...
- Keşf-i Kadîm; İmam Gazâlîye Dâir ~ Dücane Cündioğlu
Keşf-i Kadîm; İmam Gazâlîye Dâir
Dücane Cündioğlu
Kâdim olanı keşfetmek, yeni olanı ortaya koymaktan belki daha güç ve fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki çok daha asil bir çabadır! Tar,h, bugüne...
Severek ve aydınlanarak okudum. Yunus Emre’ye ait bir iki cümle bilirken şimdi onun ilmi- irfanı ile aydınlandım. Meğer ne çok eksik bilgiye sahipmişim diye hayıflandım. Kitabı büyük bir özenle hazırlayan ve bizlere sunan Mahmut Ulu’ya teşekkür ediyorum. Saygılarımla.