Uzaklaşmak isteyen güzel bir kadın.
Uzakta onu bekleyen yakışıklı bir erkek.
Kışkırtıcı bir aşk hikayesi…
Sadece ‘gitmek’ istediğiniz bir zaman oldu mu hiç? Yaşadığınız şehirden, yoğun işinizden uzaklaşmak, yeni bir hayata başlamak istediğiniz bir zaman… Bunu kaçımız başarabiliriz ki?
Bu kitabın sihirli dünyasına adım atın. Gerçek aşk, tutku ve eğlence bu sayfalarda sizi bekliyor.
Rachel Gibson “Amerikan Aşk Romanı Yazarları Birliği” tarafından Rita Award Ödülü’ne layık görülmüştür ve romanlarıyla iki defa yılın en beğenilen yazarı olarak seçilmiştir.
“Aşk Seni Bulursa” USA Today ve Newyork Times tarafından belirlenen “En Çok Satılan Elli Kitap” listesine girmeyi başarmıştır…
Dolayısıyla elinizde tuttuğunuz kitap, gittikçe yükselen bir yıldıza aittir.
***
1
Sevgililer günü berbat geçiyordu.
Kate Hamilton sıcak rom fincanını aldı ve son damlasına kadar içip bitirdi. Sevgililer günü, Kate’in berbat şeyler listesinde, insanlar içinde yüzüstü düşmek ve büyük teyzesi Edna’nın ünlü keki arasında bir yere denk geliyordu. Biri acı verici ve utandırıcı bir deneyimdi; diğeri ise Tanrı’nın bile sizden tiksinmesine neden olabilecek kadar kötü bir şeydi.
Kate fincanını indirdi ve dudaklarını yaladı. Sıcak rom bütün vücudunu ısıtmıştı, oda bile artık gözüne daha sıcak ve samimi görünüyordu. Yine de hiçbiri moralini düzeltmeye yetmedi.
Kendisine acıyor ve bundan nefret ediyordu. Öyle üzgün, ağlak bir hâlde oturup duracak bir kadın değildi. Hayatla mücadele etmeyi, yaşamayı seven biriydi ama tek başına olan bir kızın kendisini ezik hissetmesine yol açan, sevgililere adanmış koskoca bir gün oldukça sinir bozucuydu.
Başka bir kadına gönderilen kalpler, çiçekler, çikolatalı şekerler ve seksi iç çamaşırları gibi hediyelerle dolu bir gün. Hak etmeyen bir kadına. Kendisine değil başka bir kadına. Ona, genellikle pasaklı bir tişörtle, tek başına uyuduğunu hatırlatan bir 24 saat. Sonunda çöpe gidecek olan başka bir kötü ilişkiye tek adım uzaklıkta olduğunu âdeta gözüne sokan koca bir gün. Bir çift topuklu ayakkabı yerine normal bir ayakkabı giymesine, hayvan barınağına gidip bir kedi almasına ramak kala yaşanacak bir gün.
Kate, Sun Valley’de, bir bar taburesinde oturduğu Duchin Salonu’na şöyle bir baktı. Pirinç tırabzanlar, parlak ve kalpli çelenklerle süslenmişti. Her masanın üstünde güller ve ışıldayan mumlar vardı. Barın arka tarafına kırmızı ve pembe kalpler yapıştırılmıştı, büyük pencerelerden dışarı baktığınız zaman karla kaplı çam ağaçlarını, süslenmiş yürüyüş yollarını ve gece paten kayan insanları görebiliyordunuz. Işıklar yamaçları aydınlatıyor ve koyu gölgelerin arasında onlara beyaz altın rengi veriyorlardı.
Duchin’dekiler son moda kayak kıyafetleri giymişlerdi. Ralph Lauren ve Armani marka kazaklar, UGG botlar ve Patagonia marka yünlü yelekler. Kate, kot pantolonu ve koyu kahverengi kazağıyla kendisini onların arasında biraz fakir hissediyordu. Kazağı üzerine tam oturmuştu ve rengi gözleriyle uyum sağlıyordu ama ünlü bir marka değildi. Bu kazağı; bir torba Haines Her Way marka külot, bir büyük kutu şampuan ve iki kilo margarin ile birlikte Costco’dan almıştı.
Taburesinin üstünde yana döndü ve gözü barın diğer tarafındaki büyük pencereye takıldı. Ne zamandan beri iç çamaşırlarını Victoria’s Secret’tan almayı bırakmış ve toptancı mağazalardan almaya başlamıştı? Hayatı ne zamandan beri bu kadar acınası bir hâldeydi? Ve iki kilo margarin almak nasıl olmuş da o an için iyi bir fikir gibi gelmişti?
Duchin’in penceresinden, kar tanelerinin zarif bir şekilde, yanan ışıkların üstüne doğru yağışı ve sonra da yumuşakça yere düştüğü görülebiliyordu. Kar o gün, öğlenin ilk saatlerinde, Kate Idaho/Nevada sınırına geldikten kısa bir süre sonra yağmaya başlamıştı ve o zamandan beri de yağmaya devam ediyordu. Normalde Las Vegas’tan Sun Valley’e gelmesi yedi saat sürerken, bu sefer kar yüzünden tam dokuz saatini almıştı.
Normalde yolda asla mola vermezdi ama oldukça yoğun bir kar yağışı vardı. Hem de hava çok karanlıktı, Sawtooth Wilderness’da arabayla yapacağı tek bir yanlış dönüş, kendisini bütün erkeklerinin ve koyunlarının sinirli olduğu küçük kasabalardan birinde bulmasına sebep olabilirdi. Ertesi sabah, büyükbabasının yaşadığı, Idaho’daki küçük kasaba Gospel’e gitmeyi planlıyordu.
Kate üçüncü sıcak romunu ısmarladı ve ilgisini barmene verdi. Yirmili yaşlarının sonlarında görünen, kıvırcık saçlı bir adamdı ve kahverengi gözlerinde şeytani bir ışıltı vardı. Beyaz bir gömlek ve siyah pantolon giymişti. Genç ve tatlıydı, ve yüzük parmağında bir yüzük vardı.
“Başka bir şey ister misin, Kate?” diye sordu çocuksu çekicilikteki gülümsemesiyle. İsmini hatırlıyordu, bu da onun iyi bir barmen olduğuna işaretti ama Kate’in kafasındaki asıl düşünce onun büyük olasılıkla ortalıkta dolanan birkaç kız arkadaşının olduğuydu. Onun gibi adamların genelde böyle sevgilileri olurdu.
“Hayır, teşekkürler,” diye cevap verdi ve şüpheci düşüncelerinin tümünü bilerek beyninin ücra köşelerine çekti. Bu kadar olumsuz bir insan olmak hoşuna gitmiyordu. Beynindeki, tüm hâkimiyeti eline almış pesimistten nefret ediyordu. Eski Kate’i geri istiyordu. Bu kadar olumsuz olmayan eski Kate’i.
Masalarda ve bölmelerde oturan çiftler şarap içerek kahkahalar atıyor, sohbet ediyor ve öpüşüyorlardı. Kate’in sevgililer günü hüznü giderek daha derine doğru iniyor ve canını acıtıyordu.
Geçen sene bu zamanlar Kate Las Vegas’ta Le Cirque’de erkek arkadaşı Manny Ferranti’yle yemek yiyordu. O zaman kendisi otuz üç, Manny ise otuz dokuz yaşındaydı. Karides kokteyli yedikleri sırada Kate ona, Bellagio’da bir suit tuttuğunu söylemişti. Rostolarını yerken de, elbisesinin altındaki ağsız külotunu ve yine ona uyan sutyenini anlatmıştı. Sıra tatlılarını yemeye geldiğinde evlilik konusunu açmıştı. İki yıldır beraberlerdi ve gelecekleri hakkında konuşma zamanının geldiğini düşünmüştü. Ama ertesi sabah Manny bu konuyu netleştirmek yerine Kate’i terk etmeyi tercih etmişti. Elbette oteldeki güzel suiti kullandıktan ve Kate’in bahsettiği ağsız külodunu gördükten sonra…
O zamanlar Kate, yaşadığı ayrılığı bu kadar iyi karşılamış olmasına şaşırmıştı. Pekâlâ, belki o kadar da iyi karşılamamıştı. Oldukça zorlandığı zamanlar olmuştu ama dünyası da yıkılmamıştı. Manny’yi sevmişti ama Kate mantıklı bir kadındı. Bunu daha önce neden göremediğini bilmiyordu ama Manny’de bağlanma korkusu vardı. Otuz dokuz yaşında ve asla evlenmemiş… Adamın ciddi sorunlarının olduğu açıkça ortadaydı ve Kate vaktini bağlanmaya hazır olmayan birisiyle harcamak istemiyordu. Bu yollardan daha önce geçmişti, yıllarca beraber olduğu ama asla daha fazlası için hazır olmayan başka erkek arkadaşları da olmuştu. Kötü ilişkilerden iyi kurtuluyordu.
En azından kendisine böyle söylüyordu. Birkaç ay önce Manny’nin evlilik ilanını gazetede görene kadar da olaya yaklaşımı bu şekilde olmuştu. Ofisinde oturmuş, Las Vegas Review Journal’ı karıştırıyor, kayıp insanlardan birinin ölmüş olma ihtimali var mı diye kontrol etmek için ilan sayfasına bakıyordu, o anda birden ilanı gördü. Fotoğraflı küçük tatlı bir ilan. Birbirlerine âşık görünen, mutlu bir çift. Manny ve esmerin biri.
Manny, Kate’le ayrılmalarından sonra, sekiz aydan daha kısa bir süre içinde birisini bulmuştu ve şimdi de evleniyordu. Hem de sekiz aydan daha kısa süredir birlikte olduğu birisiyle. Demek ki birisine bağlanmaya karşı değildi. Hiç de bile. Onun karşı olduğu şey; Kate’le bir bağlılık kurmaktı. Bu durum Kate’i önceden hiç hayal edemeyeceği kadar kırmıştı. Bu bir ayrılıktan daha fazlasıydı. Ateşli bir sevişme yaşadıkları o gecenin ardından, Kate’i orada bırakıp gitmesinden daha fazlasıydı. Birden Kate’in göğsü sıkışmış, boğazı kurumuştu ve artık daha fazla görmezden gelemeyeceği bir şeyi kabul etmişti.
Sorun kendisindeydi.
Sorun, onun bir metre altmış beş santimlik boyundan başka bir şeydi. Kırk bir numara ayaklarından ve düz kızıl saçlarından da başka bir şey… Kate özel dedektifti. Hayatını, insanların özel hayatlarını didik didik ederek, niyetlerini ve yapacaklarını araştırarak kazanıyordu. Başkalarının geçmişlerini, her anlamda gözetliyordu ama asla durup da kendi hayatına bakmamıştı.
Gazetede Manny’nin düğün ilanını görmek bu durumu değiştirdi. Mümkün oldukça kaçındığı bir şeyi yapması, kendi hayatını incelemesi için onu zorladı. Kate bu süreçte, her zaman için, ulaşılması zor erkeklerin kendisini çektiğini fark etti. Gözü sürekli başka yerlerde olan, gizli kız arkadaşları ya da bağlanma korkusu olan adamlar ilgisini çekiyordu.
Belki de bundan daha iyisini hak ettiğini düşünmemişti hiç. Belki de mücadele hoşuna gidiyordu. Neden sürekli böyle erkekleri seçtiğini bilmiyordu ama emin olduğu bir şey vardı: kötü ilişkilerden ve kalbinin kırılmasından sıkılmıştı.
Manny’nin ilanını gördükten sonraki gün, artık kötü bir ilişki yaşamayacağına yemin etmişti. Artık sadece ilişkiye müsait, hiçbir sorunu olmayan, iyi adamlarla çıkacaktı. Ve kendini işine verdi. Çok sevdiği ve kesinlikle çok iyi olduğu işine.
Las Vegas’taki en prestijli dedektiflik bürolarından biri olan Intel Inc. için çalışıyordu. Dedektif olmayı her yönüyle çok seviyordu. Dolandırıcı sigorta şirketlerine ya da kumarhanelere casusluk etmekten tutun da, uzun süredir ayrı kalmış âşıkları ya da aile üyelerini birleştirmeye kadar her şey ona zevk veriyordu. Aldatan sevgilileri ya da nişanlıları takip etmek de hoşuna gidiyordu. Eğer bir adam ya da kadın aldatıyorsa yakalanmayı da hak ediyordu. Eğer aldatmıyorlarsa (ki bu asla olmamıştı), sorun yoktu. Zaten ne olursa olsun bu onun sorunu değildi. Kate harcadığı zaman için ödemesini alır ve sonra da yürür giderdi…
Ta ki Randy Meyers, onun dördüncü kattaki ofisine gelene kadar. Randy’nin öyle çok önemli bir özelliği yoktu. Ne yakışıklıydı ne de çirkin. Ne kısaydı ne de uzun. Öyle, basit bir adamdı.
Intel Inc.’ye ve Kate’e gelmişti çünkü karısı, iki çocuğuyla birlikte ortadan kaybolmuştu. Kate’e klasik bir aile fotoğrafı göstermişti. Alışveriş merkezinde otuz dolar karşılığında çektirebileceğiniz bir fotoğraf. Fotoğrafla ilgili her şey oldukça normaldi. Birbirlerine uyumlu kazaklarından tutun da, oğlanın sıfır numara saç tıraşına ve kızın düşmüş ön dişine kadar.
Ve Randy hakkındaki her şey kontrol edilmişti. Söylediği yerde çalışıyordu. Sabıka kaydı temizdi. Kimseye kötü muamele ettiği görülmemişti. Valley Araba Galerisi’nde araba satıyordu ve oğlunun izci lideriydi. Kızının futbol koçuydu. O ve karısı Doreen, belediye üniversitesinde beraber ders alıyorlardı.
Karısı ve çocuklarını bulmak hiç de zor olmamıştı. Doreen çocukları da alarak, kız kardeşiyle kalmak için Waynesboro, Tennessee’ye uçmuştu. Kate öğrendiği bilgiyi Randy’ye vermiş, davayı kapatmış ve yirmi dört saat sonra Randy’nin televizyona çıkacağına hiç ihtimal vermemişti. Randy’nin kendisini öldürmeden önce karısına ve çocuklarına yaptıkları, bütün ülkenin kanını dondurmuştu. Kate ise resmen şoka girmişti.
Kate bu sefer, kendisini bu olaydan bağımsız görmeyi başaramamıştı. Bu sefer kendisine bunun onun sorunu olmadığını, sadece işini yaptığını söyleyememişti. Bu sefer kaldığı yerden devam etmeye gücü yoktu.
Bir hafta sonra istifa etmişti. Sonra büyükbabasını aramış ve bir süreliğini onu ziyaret etmeye geleceğini söylemişti. Büyükannesi iki sene önce ölmüştü ve Kate, büyükbabası, Stanley’nin yalnız olduğunu biliyordu. Kate’in arkadaşlığı, evde bir başka ses olması ona çok iyi gelecekti. Onunla ne kadar kalacağını bilmiyordu ama artık ne yapacağına karar vermek için yeterince zamanı vardı. Bir adım geri çekilip ne yapacağını düşünmek için…
Bara doğru döndü ve bir içki aldı. Rom boğazından hafifçe kaydı ve zihninde gittikçe çoğalan düşüncelerden ayılıp kendine geldi. Meyers ailesiyle ilgili düşünceleri, zor da olsa zihninden çıkardı ve kendini barın etrafında asılı olan kalplere vermeye çalıştı. Sevgililer Günü’ydü ve bu ona aylardır güzel bir randevuya çıkmadığını hatırlattı. Manny ile Bellagio’da geçirdikleri geceden bu yana kimseyle sevişmemişti. Gerçekte özlediği Manny değil, sadece birisinden yakınlık görmekti. Bir erkeğin güçlü ellerinin dokunuşunu özlemişti. Bazen keşke bardan erkek kaldıran kadınlardan biri olabilsem diye düşünürdü. Pişmanlık yok. Karşılıklı şikâyet yok. İlk önce sabıka kaydı istemek yok.
Bazen arkadaşı Marilyn gibi olmayı dilerdi. Marilyn’in hayat sloganı, “Onu kullanmazsan, kaybedersin,” idi, sanki vajinasının bir son kullanım tarihi varmış gibi.
Barın arkasındaki aynadan yansımasına baktı ve acaba insanın içindeki seks arzusunu kaybetmesi, çamaşırhanede çorabının tekini kaybetmesi gibi bir şey mi diye merak etti. Arzuları hiç iz bırakmadan kaybolup gitmiş miydi? Gittiğini anladığınız an artık her şey için çok mu geç olurdu? Geri dönmemek üzere mi gitmişlerdi?
İçindeki seks tutkusunu kaybetmek istemiyordu. Bunun için henüz çok gençti. Sadece bir geceliğine de olsa zihnindeki yargıcı susturmak ve çevresindeki en yakışıklı erkeği bulmak, onu gömleğinden tutup dudaklarına kapanmak istiyordu. Sadece bir geceliğine de olsa hiç tanımadığı ve bir daha asla görmeyeceği bir erkekle deliler gibi sevişmek istiyordu. Adamın dokunuşunun onu diri diri yakmasını ve dudaklarından başka her şeyi unutmak istiyordu. Onu otel odasına götürürdü ya da belki de odaya kadar bile sabredemezler ve asansörde sevişmeye başlarlardı, Belki de temizlik eşyalarının durduğu dolapta ya da merdiven boşluğunda sevişirlerdi.
Kate içkisinden bir yudum aldı ve ilgisini yakışıklı barmene çevirdi. Barın sonunda durmuş bir yandan kahkahalar atıp espriler yaparken bir yandan martini hazırlıyordu. İnsanlar hakkında çok şüpheci biri olabilirdi, özellikle de erkekler hakkında, ama yine de bir kadındı. Kafasının içinde binlerce fantezi dönüp duran bir kadın. Kendini güçlü kolların arasında hissettiği fanteziler. Kalabalık bir odada karşılaşan gözler. Birden alevlenen karşı koyulmaz bir çekim. Merhametsiz bir ihtiras.
Manny’yle ayrıldıklarından bu yana, hayal ettiği bütün adamlar, eski erkek arkadaşının tam tersi özelliklerde olmuşlardı. Hepsi kötü çocuklardı, daha büyük elleri vardı ve daha büyük…ayakları. Şu sıralar kafasında olan fantezinin kahramanı, kırk yedi numara motosiklet botu olan sarışın bir kötü çocuktu. Onu Cosmo dergisindeki Dolce & Gabbana ilanından bulmuştu, öyle havalı ve karakterine uyan serseri bir hâli vardı ki…
Bazen fantezisinde bu adam onu Harley motorunun arkasına atıp aşk kulübesine kaçırıyordu. Bazen de onunla, Küstah Parmaklar ya da Şeytanın Tohumu gibi değişik isimli meyhanelerde karşılaştığını hayal ediyordu. Birden göz göze geliyorlar ve daha tuvaletin oraya gelmeden birbirlerinin kıyafetlerini parçalamaya başlıyorlardı.
Birisi Kate’in yanındaki tabureyi aldı ve bunu yaparken omzuna çarptı. Kate içkisi dökülmesin diye eliyle sıcak bardağın ağzını kapadı.
“Sun Valley birası,” dedi yanındaki erkeksi ses.
“Fıçı mı, şişe mi?” diye sordu barmen.
“Şişe.”
Kate her ne kadar fantezilerinden birini yaşamak istese de bunun asla olmayacağını biliyordu çünkü kafasındaki dedektifi asla durduramazdı. Böyle bir anda, ilk once, karşısına çıkan erkeğin geçmişini taraması gerektiğine karar verecek dedektifi engelleyemezdi.
Gecenin serin kokusu birden başının etrafını sardı ve bakışlarını fincandan kaldırıp yeşil ekoseli tişörtünü dirseklerine doğru sıvamış kalın kollara çevirdi. Sol bileğinde altın Rolex bir saat ve orta parmağında da ince gümüş bir yüzük vardı.
“Oda hesabınıza yazmamı ister misiniz?” diye sordu barmen.
“Yoo, şimdi ödeyeceğim.” Derinden gelen sert bir sesi vardı. Sonra da Levi’s kotunun arka cebindeki cüzdanına uzandı. Kate bakışlarını onun yeşil ekoseli tişörtünden büyük omuzlarına çevirdiği sırada adamın dirseği hafifçe onunkine sürtüp geçti. Tavan ışıkları adamı aydınlatıyor, kahverengi saçlarına altınımsı bir renk veriyordu. Asi ve parmaklarıyla taradığı saçları yakasının ve kulaklarının üst kısmını kapatıyordu. Geniş dudaklarının etrafını kaplayan bir Fu Manchu bıyığı ve kalın alt dudağının altında ufak bir sakalı vardı.
Kate’in bakışları yukarıya doğru ilerledikçe geniş omzunun üzerinden kendisine bakan yeşil gözlerle karşılaştı. Göz kapakları biraz ağırlaşmış gibi görünüyordu, sanki yorgunmuş ya da daha yataktan yeni kalkmış gibi.
Kate yutkundu.
“Merhaba,” dedi adam, sesi aynı sıcak rom gibi boğazından aşağı kayacaktı sanki.
Aman Tanrım! Kötü çocuk fantezisi mi getirmişti bu adamı buraya? Sarışın değildi gerçi, ama kimin umurunda ki? “Merhaba,” demeyi başardı en sonunda, sanki ensesindeki saçlar ürpermeye başlamamış gibi sakin görünmeye çalışıyordu.
“Kaymak için güzel bir gece. Sen de öyle düşünmüyor musun?”
“Harikulade,” diye cevap verdi, aklından geçen şey kayak yapmak olmamasına rağmen. İri bir adamdı. Genlerinden gelen bir irilik olmalıydı bu. Adamın otuzlu yaşlarının ortalarında ya da sonlarında olduğunu düşünüyordu Kate.
“Yeni yağmış kar.”
“Doğru.” Kate parmak uçlarını sıcak porselen fincanın etrafına bastırdı, sekizinci sınıfta yaptığı gibi saçıyla oynamamak için kendisini zor tutuyordu. “Yeni yağmış karı sevmemek imkânsız.”
Adam taburesinde dönüp de yüz yüze geldiklerinde Kate’in kalbi az kalsın duracaktı. Fantezisindeki adam olağanüstü yakışıklı olmasına rağmen bu adam ondan çok daha fazla yakışıklıydı.
“Peki, neden dışarıda değilsin?” diye sordu adam.
“Ben kaymam,” diye itiraf etti.
Adamın şaşkınlıkla tek kaşı kalktı ve hafifçe gülümsedi. “Kaymaz mısın?”
Adam kesinlikle bir model kadar yakışıklıydı. Ama onu daha önce bir ilanda, Dolce & Gabbana ya da Gucci marka bir takım elbiseyle uzanmış yatarken görmemişti. Adam çok iriydi. Çok erkeksiydi. İnsanın üzerinde bıraktığı etki o kadar gerçekti ki…
“Hayır. Sadece buradan geçiyordum. Kar öyle hızlı yağıyordu ki, bir geceliğine durmam gerekti.” Adamın dudağının altındaki ufak sakalının altında küçük beyaz bir yara izi vardı ve burnu da daha önceden kırılmış gibi görünüyordu. Fark etmesi oldukça güçtü fakat Kate bir insanın yüzündeki her şeyi fark etmek için eğitilmişti. Ve bu adamın yüzüne bakmak ona inanılmaz bir zevk veriyordu.
“Umarım düzelir.” Adam bira şişesini sağ eline geçirdi. “Sabah Bogus Basin’e gitmek için yola çıkacağım.”
“Sürekli kayak için dolaşır mısın?”
“Kış aylarını genellikle böyle geçiririm. Bogus’tan sonra Colorado’ya dönmeden önce Targhee ve Jackson Hole’a da uğrayacağız.”
“Uğrayacağız mı? “Buraya arkadaşlarınla mı geldin?”
“Evet, bizim çocuklar hâlâ dışarıda kayıyorlar.” Adam botlarının topuklarını taburesinin alttaki çemberine geçirip bacaklarını açınca dizi Kate’in kalçasına değdi.
Bu dokunuş Kate’in içinde bir şeylerin harekete geçmesine yol açtı. Bu duygunun, aniden ortaya çıkan, merhametsiz bir ihtiras olduğu söylenemezdi ama yine de değişik bir şeydi.
“Neden onların yanında değilsin?” Çocuklar. Erkek olmalıydılar. Erkekler genelde kız arkadaşlarından çocuklar diye bahsetmezlerdi.
Adam birasını dudaklarını götürdü. “Dizlerim pek iyi değil,” dedi ve içkisinden uzun bir yudum aldı.
“Sevgililer gününde arkadaşlarınla kaymaya geldin demek.” Kate’in içinde, bu adamın hayatında bir kadın olduğuna dair şüphe vardı. Hatta belki de birden fazla…
Adam şişesini tezgaha doğru indirirken yeşil gözlerini Kate’den hiç ayırmadı. “Bugün sevgililer günü mü?” diye sordu, üst dudağındaki bira damlasını yalarken.
Kate gülümsedi. Bugünün ne olduğunun farkında olmaması ciddi bir ilişkisinin olmadığına işaret ediyordu. “Her sene şubat ayının on dördünde olduğu gibi.”
Adam sanki ilk defa görüyormuş gibi salona baktı. “Ah, neden her yerde kalp olduğunu şimdi anladım.”
Kate bakışlarını, adamın geniş dudaklarını çevreleyen bıyığından, bir sütun kadar geniş ve bronzlaşmış boynuna doğru indirdi. “Sanırım burada çift olmayan tek ikili biziz.”
“Bana buraya yalnız geldiğini söyleme sakın.”
Kate bakışlarını onunkilere çevirip bir kahkaha attı. Adamın bunu söyleme şekli çok hoşuna gitmişti çünkü adam sanki bu inanması çok zor bir şeymiş gibi bir ses tonuyla söylemişti.
“Aynen.” En sevdiği fantezisi, seksi bir adamla Nordstorm’s ayakkabı mağazasında esir kalmaktı. “Ya sen? Sevgililer gününü unuttun diye sana kızacak biri var mı?”
“Hayır.”
Daha önce hiçbir fantezisinde kayak merkezini mekân olarak kullanmamıştı ama şimdi düşünüyordu. Kendine engel olamıyordu. Adam Çernobil’deki nükleer bir reaktör gibi etrafına feromon saçıyordu. Bu kadar yakın otururken radyoaktif ölümden kurtulmak imkânsızdı.
Adam uzun kollu tişörtünün kollarını sıvayınca sol kolunda bir yılan ya da yılana benzer bir çeşit sürüngenin kuyruğunu andıran bir görüntü belirdi.
“O bir yılan mı?”
“Evet. Bu Chloe. Çok tatlıdır.”
Doğru. Dövme koyu altın rengindeydi; üzerinde siyah beyaz çizgiler vardı ve gerçek gibi görünüyordu. Kate daha yakından bakmak için biraz eğildi. Yılan derisinin pulları öyle güzel ve gerçekçi çizilmişti ki… Kate birden hiç düşünmeden uzandı ve adamın çıplak koluna dokundu.
“Ne çeşit bir yılan bu?” Sıcak pürüzsüz bir et hissinden çok, soğuk bir yılana dokunmayı bekliyordu neredeyse.
“Angola pitonu.”
“Piton. Ayy! Ne kadar büyüklükte?” Kate tekrar onun yüzüne baktı. Adamın gözlerinin yeşil derinliklerinde sıcak ve şehvetli bir şeyler parıldıyordu. Nabzının hızla atmasına, bileğinin karıncalanmasına sebep olan bir ihtiyaç var gibiydi gözlerinde.
Adam birasını dudaklarına götürdü ve uzaklara baktı. “Bir buçuk metre.” İçkisinden büyük bir yudum aldı ve tekrar Kate’e baktığında gözlerindeki ışıltı gitmişti. Sanki hiç var olmamış gibi…
Kate elini çekti. “Bir buçuk metrenin hepsini vücuduna mı kazıttın?”
“Evet.” Birasıyla dirseğini işaret etti. “Kuyruğu burada bitiyor. Kolumun etrafında sarılı, sırtıma doğru gidiyor ve sağ uyluğumun üstünde bir burgu yapıyor.”
Kate aşağıya adamın kalçasına doğru, tam kasıklarına baktı. Levi’s kotu bacaklarını sarmıştı ve ağ bölgesinde bir şişkinlik vardı. Adam onun bakışlarını yakalamasın diye başını hızla çevirdi. “Benim de bir dövmem var.”
Adam bir kahkaha attı. Adamın göğsündeki titreşim âdeta onun göğsünü de etkiliyordu. “Nasıl bir dövme? Ayak bileğinde bir kalp mi?”
Kate başını iki yana salladı ve fincanından büyük bir yudum aldı. Vücut ısısı birden yükseldi ve yüzünün kızardığını hissetti. Bunun sebebi içtiği rom mu, yoksa yanında oturan insan kılığındaki testosteron kokteyli miydi bilmiyordu ama başının dönmeye başladığına şüphe yoktu. İnsanı bayıltan bir baş dönmesi değildi bu ama ortada gülünecek bir şey yokken yüzünüze bir gülümsemenin oturmasına sebep olacak türde bir şeydi.
“Kalp değil mi?” Adam bakışlarını Kate’in boynuna indirdi. “Omzunda bir gül?”
Bir kızın onu terleten sıcak şeyleri düşünmesine sebep olan türde bir baş dönmesi. Muhtemelen yapmaması gereken, sıcak, terleten çıplak düşünceler. “Hayır.”
Tekrar Kate’in gözlerine baktı ve, “Göbek deliğinin çevresinde bir güneş?” diye tahminde bulundu.
“Bir ay ve birkaç yıldız ama göbek deliğimin etrafında değil.”
“Kızlara özgü bir şey olduğunu biliyordum,” dedi alaycı bir ses tonuyla ve başını iki yana salladı. “Nerende?”
Bunu hisseden sadece o olamazdı. Adam da hissediyor olmalıydı ama ya Kate teklif edince onu geri çevirirse? Kate böylesine bir aşağılanmayı kaldıramayacağını düşünüyordu. “Popomda.”
Adamın gözlerinin çevresinde gülme çizgileri belirdi ve bir kahkaha daha attı. “Dolunay mı yoksa yarım ay mı?”
Dur bir dakika, o bir erkek diye düşündü içkisini bitirirken. Erkek her zaman erkektir. Kate’i asla geri çevirmezdi. “Hilal.”
“Ayın üstünde bir ay.” Tek kaşını kaldırdı ve sanki elbisesinin içinden görebilecekmiş gibi eğilip poposuna doğru baktı. “İlginç. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim.” Birasından bir yudum aldı ve doğruldu.
O an düşündüğü şeyin nedeni, içtiği rom ve sıcak, terleten çıplak düşünceleri olabilirdi. Belki de o günün sevgililer günü olması ve onun böyle bir günde yalnız olması bu cesareti vermişti. İlk defa bir içgüdüsüne göre davranmak istemesi de düşündüğü şeyin nedeni olabilirdi. Ya da tüm bunların birleşimi böyle bir etkide bulunmuştu ve birden kendine engel olamadan;
“Görmek ister misin?” diye sordu. Sözcükler dudaklarını terk eder etmez kalbinin duracağını, nefesinin kesileceğini hissetti. Aman Tanrım!
Adam şişesini indirdi. “Bana bir teklifte mi bulunuyorsun?”
Öyle miydi? Evet. Hayır. Belki. Gerçekten bununla başa çıkabilir miydi? Olayı çok inceleme. Sonunda ölüm varmış gibi düşünme, dedi kendi kendine. Bu adamı bir daha asla görmeyeceksin. Hayatında bir kez olsun sadece içinden geleni yap. Daha adamın adını bile bilmiyordu. Gerçi bunun çok da önemi yok diye düşündü. “Teklifim ilgini çekti mi?”
Adam yavaşça, onu doğru anladığından iyice emin olmak istermiş gibi sordu. “Sevişmekten mi bahsediyorsun?”
Kate kendisine bakan gözlere tekrar baktı ve göğsündeki daralmayı geçirmek için nefes almaya çalıştı. Onu kullanıp taciz edebilir miydi? Onu bir kâğıt gibi, kullandıktan sonra buruşturup atabilir miydi? O böyle bir insan mıydı? “Evet.”
İşte yine başlamıştı. Birden alev alan ve yanmaya başlayan sıcak his. Daha sonra göz açıp kapayana kadar adamın vücut hatlarının sertleştiğini ve bakışlarının soğuklaştığını gördü.
“Korkarım hayır,” dedi sanki Kate ona ölümden daha beter bir şey sunmuş gibi. Birasını tezgâhın üzerine bıraktı ve yavaşça ayağa kalktı.
Kate; yanakları alev almadan ve kulakları uğuldamaya başlamadan önce, şaşırmış bir ses çıkarmayı başarmıştı. Elini uyuşmuş yüzüne doğru kaldırdı ve bayılmamak için dua etti.
“Kişisel algılama ama barlarda tanıştığım kadınlarla sevişmem,” dedi adam ve daha sonra hızla yürüyerek salonu terk etti.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAşk Seni Bulursa
- Sayfa Sayısı300
- YazarRachel Gibson
- ÇevirmenAyşe Tunca
- ISBN6055913793
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviNemesis Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hale ~ Alexandra Adornetto
Hale
Alexandra Adornetto
Görev için bir melek dünyaya gönderildi. Ama âşık olmak, planın bir parçası değildi. Üç melek savaşçı Gabriel, şifacı Ivy, en genç ve en insani...
- Film Kulübü ~ David Gilmour
Film Kulübü
David Gilmour
“Okul Yok. İş Yok. Sorumluluk Yok. Sadece Haftada Üç Film İzlenecek.” Oğlunun okulu bırakmasına izin veren -birlikte haftada üç film seyretmek şartıyla- bir babanın...
- Savaş ve Savaş ~ Laszlo Krasznahorkai
Savaş ve Savaş
Laszlo Krasznahorkai
Macaristan’daki bir kasabada arşivcilik yapan Korin, sıradan belgelerin içinde eski bir elyazması keşfeder. Savaştan kaçmak isterken bir başka savaşa yakalanan dört arkadaşın efsanevi hikâyesini...