Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşk ı Memnu
Aşk ı Memnu

Aşk ı Memnu

Halit Ziya Uşaklıgil

Aşk-ı Memnu yirminci yüzyıl başında İstanbul’da, Batılı yaşam tarzını benimsemiş bir toplum katında geçen gönül macerasını konu edinir. Her bir karakterin özel bir hayat…

Aşk-ı Memnu yirminci yüzyıl başında İstanbul’da, Batılı yaşam tarzını benimsemiş bir toplum katında geçen gönül macerasını konu edinir. Her bir karakterin özel bir hayat yaşaması romanın başlıca özelliği sayılır. Öte yandan bunlar tarihimizde bir dönüm noktası olan Batı’ya açılışın insanlarıdır, ama ne kadar Chopin çalsalar, Alexandre Dumas okusalar, redingot giyseler de düşünce ve duyarlıklarıyla bizim insanlarımızdır.

Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945) Tanınmış Uşakizade Ailesinin üyesi olarak çocukluğu İstanbul’da, ilk gençliği İzmir’de geçti. Eski tarzda Arapça ve Farsça öğrenim gördü. Aydın görüşlü babası Hacı Halil Efendi’nin elinden düşürmediği Hafız-ı Şirazî’nin Divan’ı ile Mevlânâ’nın Mesnevi’siyle yetişti. İstanbul’da yaşadığı yıllarda, Gedikpaşa’da Güllü Agop’un oyunlarını izleme fırsatı buldu. Özel Fransızca dersleri aldı. Yazı hayatı Avusturyalı Katolik rahiplerin yönettiği Mechitariste’de okurken başladı. On beşinde ilk yazısı yayımlandı.

İzmir’de tanınan, Fransız edebiyatçı Auguste de Jaba onu Mechitariste’ye hazırlarken bir de roman çevirtti. Okuldan ayrıldığında ilk işi şair Tevfik Nevzat’la Nevruz adlı bir dergi çıkarmak oldu (1884). Ardından Hizmet gazetesini yayımladı. İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği, Osmanlı Bankası’nda çevirmenlik yaptı. 1893’te İstanbul’daki Reji İdaresi’nde başkâtipliğe ve II. Meşrutiyet’in ilanıyla reji komiserliğine getirildi. 1909’da İttihat ve Terakki’nin önerisiyle V. Mehmed’in mabeyn başkâtipliğine atandı. Darülfünun’da Batı edebiyatı ve estetik dersleri verdi. Siyasal görevlerle Fransa, Almanya ve Romanya’ya gitti. Bu yoğun çalışma hayatının içinde yazarlığını da ilerletti. 1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılıp Servet-i Fünun’da kendisine büyük ün kazandıran romanlarını tefrika etmeye başladı. İlk büyük romanı Mai ve Siyah yayımlandığında büyük ses getirdi. Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar ve pek çok hikâyesi peş peşe geldi. 1901’de yazarlığı bıraktığını duyursa da II. Meşrutiyet’ten sonra yazmaya devam etti, ancak bu dönem yazdıklarını 1923’e kadar ortaya çıkarmadı. İlk romancılarımız Namık Kemal ve Ahmet Mithat olarak anılsa da edebiyatımız Halit Ziya ile çağdaş romanın gerçek örneklerine kavuşur.

*

1

Maun sandalla çarpışmayı andıran bu tesadüflere artık o kadar alışmışlardı ki bugün Kalender’den1 dönerken gene onun adeta çarparcasına yakından sıyırıp geçişini fark etmemiş göründüler. Beyaz sandala binmiş şık, zarif hanımlarda küçük bir telaş belirtisi, bir ufak korku çığlığı bile uyandırmayarak geçen maun sandala -her iki tarafı görebilmek üzere biraz yan oturanPeyker başını bile çevirmedi, arkasını sahile vererek Anadolu kıyısına dumanlarını serpen bir vapura dalmış gözleriyle Bihter’in beyaz örtüsünün içinde ağırbaşlı ve endişe dolu çehresi tamamıyla kayıtsız kaldı; yalnız anneleri, sarıya boyanmış saçlarının altında gözlerinin manasına derin bir belirsizlik veren geniş bir sürme çemberiyle çevrilmiş gözlerini çevirdi, ucunda gizli teşekkür anlamı titreyen bir serzeniş bakışıyla maun sandala büsbütün yabancı kalmadı.

Aralarında mesafe biraz uzanır uzanmaz bu üç kadının kayıtsız ağırbaşlılığı birden bozuldu, en önce anne -kırk beş senenin henüz yok etmeyi başaramadığı bir gençlik kuruntusuyla mesirelerde etrafa dağılan tebessümleri kendi lehine yormak alışkanlığını takip ederekdedi ki:

Bu Adnan Bey de! Artık âdet oldu, mutlaka her çıkışta tesadüf edeceğiz; bugün Kalender’de yoktu, değil mi Bihter?

Annesinin şikâyet şekli altında gizli bir memnuniyeti kâfi derecede saklayamayan sözlerini Bihter cevapsız bıraktı. Peyker annesine doğrudan doğruya cevap vermeyerek:

Bugün çocukları da yanında değil… dedi; ne güzel çocuklar, değil mi anne? Hele oğlan! Yumuk yumuk gözleriyle bir bakışı var ki…

Bihter, eğilmeyerek, dudaklarının ucuyla sordu:

-Annelerini tanır mıydınız, anne? Kız annesine çekmiş olmalı…

Firdevs Hanım Bihter’in sorusunu anlamamışçasına donuk gözlerle bir saniye baktı, sonra başını çevirerek artık gözden kaybolan sandalı araştırdı; tekrar Bihter’e bakarak ve bu defa kendi zihninden geçen düşünce silsilesini takip ederek:

-Ne tuhaf bir bakışı var! dedi. Israr eden bir bakış! Ne zaman gözlerim tesadüf etse…

Firdevs Hanım tamamlamadan önce biraz durup bekledi. Galiba “Bana” diyecekti, fakat kızlarına karşı bu kadarcık bir lisan sakınmasına tamamıyla sönmesi mümkün olamayan bir annelik ağırbaşlılığıyla lüzum gördü ve “Buraya bakarken görüyorum…” dedi.

Annelerinin bu küçük lisan sakınması ikisinin de gözünden kaçamadı, Peyker’le Bihter manalıca bakışarak gülümsediler, hatta Peyker bu gülümsemenin ifadesini açıklamaktan çekinmeyerek:

-Evet, gözlerini Bihter’den ayırmıyor, dedi.

Bu cümlenin etkisini görmek için annelerine baktılar; 0, cevap vermemek için uzaklara baktı.

Firdevs Hanım Melih Bey takımının özel şöhretinden en fazla payı olan bir çehredir ki işte otuz seneden beri -on beş yaşından kırk beş yaşına kadarbütün mesirelerin en çok tanınan hayat sembollerinden biridir. İstanbul’un gezinti takviminde ismi silinemeyen, hâlâ silinemeyecek görünen, hayatından her sene geçtikçe gençliğe daha fazla asılan bu kadın, beyazlığını saklamak için sarıya boyadığı saçlarıyla, tazeliğinin yok oluşunu örtmek için düzgünlere1 sıvadığı simasıyla kendisini o kadar aldatmış, henüz genç olduğu kuruntusunun içine öyle bir düşünce sapkınlığıyla kendini teslim etmişti ki Peyker’le Bihter’in yaşlarını -birinin yirmi beş, ötekinin yirmi iki senesiniunutarak onları bütün bu tebessümlerden, bu takiplerden pay alamayacak kadar çocuk zannederdi.

Bu, iki kızla anne arasında ebedi bir çekişme ve alay zeminiydi ki tamamen anlaşılırlık ve açıklık kazanamamakla birlikte hemen her gün tekrarlanır; Peyker’in manalı bir kelimesi, Bihter’in insafsız bir tebessümü sanki bu iki insanın gençlik üstünlüğünü hâlâ genç kalmak isteyen bu annenin harap ve yıpranmış kırk beş senesine çarpardı.

O, böyle hain bir kelime, merhametsiz bir tebessüm kulaklarına müthiş bir alay ıslığıyla kırk beş yaşını bağırırken dudaklarında acı bir şekillenmeyle dalgın dalgın Peyker’le Bihter’e bakar, sonra ufak bir titreyişle gözlerini bu hakikatten ayırarak tekrar gençlik kuruntusunun aldatıcı hazzına dönerdi.

Şimdi, dört aydan beri tedirgin edici bir düşünce beynini tırmalıyordu: Peyker biraz sonra onu büyükanne edecekti. Bunu anladıktan sonra büyükannelik bir kâbus ağırlığıyla onu bunaltmaya başladı. Kendi kendisine güya bu fikri silkip atmak isteyerek “Mümkün değil!” derdi.

Büyükanne!

Melih Bey takımının içinde kadınlar hatta zor anne olurken büyükanne olmak onun için bir alçalma, bir ayıp hükmündeydi. Şimdiden buna bir çare düşünüyor, saçlarının beyazlarıyla çehresinin haraplığına bir tamir tedbiri bulduktan sonra büyükanneliğe de bir şey icat etmek istiyordu. Öyle bir şey ki ona gençlik kuruntusunun sarhoşluğunda gizlenebilmek için imkân bıraksın: Çocuk annesine abla, ona da anne diyecekti.

Melih Bey takımının içinde böyle garip bir istisna oluşturacak kadar alçalmayı talih onun için mi alıkoymuştu? Bu olay hayatını kirletecek bir leke kadar onu korkutuyor ve artık Peyker’e, onu büyükanne edecek olan bu mahluka, açıkça düşmanlık ediyordu.

Peyker’in son cümlesinden sonra sandalda hep sustular. Adnan Bey artık unutulmuş göründü.

***

Melih Bey takımı!.. Bu takımın İstanbul hayatındaki yerinin belirlenmesi sağlam bir kurala dayalı olamaz. Tamamıyla kibar âlemine mensupluk iddia edecek kadar sağlam bir asalet sahibi olmayan bu ailenin yarım asır öncesine kadar varlığı kuşkulu ve belirsizdir, aile fertleri içinde kibar hayata ait kayıtlarda tanınmış isimler bırakanlara uzaktan yakından -biraz karışık olmakla birlikte tesadüf etmek nesillerin soyağaçlarıyla çokça uğraşanlar için belki mümkün olur. Asıl takımın özel hayat tarihi işte bu aileye ismini bırakan Melih Bey’den başlar. “Melih Bey takımı” unvanı ailenin bütün ruhi tarihini rumuz ve kapsamıyla kısaca toparlayan ve özetleyen bir ifade genişliğine sahiptir. Melih Bey kimdir?

Bu soruya açık bir cevap vermek zahmetine lüzum görülmemiştir. Melih Bey ölümünden sonra devam edebilecek hiçbir hatıra bırakmamıştır: Yalnız Anadolu kıyısında bir yalı ile bu yalıdan İstanbul’un hemen her tarafına yayılarak bugün “Melih Bey takımı” unvanıyla bir kendini gösterme noktasında birleşen kadınlar…

Melih Bey’in yalısı yarım asrın dönüşüm zincirinden geçmiştir. Bugün kim bilir kimindir? Fakat ne zaman önünden geçilse Boğaziçi’nin özel hayatından haberdar olanların kalplerinde gizli bir parmak uzanarak orasını gösterir ve belirsiz fakat zengin anlamlar vererek: “Melih Bey’in yalısı!” der…

Bir vakitler yalının pencerelerinden taşan şenlik nağmeleri hâlâ rıhtımın taşlarını yalayan suların ezgilerinde gizlidir, geceleri Boğaz’ın suları bir zamanlar buradan topladıkları neşe parıltısının hâlâ artakalmış pırıltısıyla parlıyor sanılır, onun için yalının o hayat devresini bilmeyenler bile yalnız onun anlamını hissederek buradan geçerken bir âlemin meçhul bir macerasına ait zevkleri duyarlar ve kendi kendilerine:

“Evet, Melih Bey’in yalısı!” derler.

Bu yalı şehrin tarihinde seçkin bir tür çiçek yetiştiren bir camekân gibi hizmet etmiş ve İstanbul’un kibar hayatına bu seçkin mahsulden örnekler serpmiştir. Bunlar yarım asırdan beri bu büyük şehrin çeşitli noktalarına dağılmışlardır; fakat onları dağılmakla birlikte birbirinden ayırmayan, bütün bu çeşitli çiçekleri bir bağla toplu bir demet şeklinde bağlayan bir şey vardır ki, ailenin unvanıdır. Bu [unvan] aileyi, akışının dalgaları içinde sürükleyip götüren dönüşümler nehrinin üstünde, batmaz bir tahta parçası şeklinde yüzmekte devam ettirmiştir.

Melih Bey takımında garip bir cinsine benzetme hissi vardır: Hangi aileyle ilişki kurarsa o aile için Melih Bey takımından olmak muhakkaktır. Melih Bey takımından bir kız -galiba bu ailenin ayrıcalıklarının muhafazası kadınlara bırakılmış olduğundan, kaderin özel bir müsaadesiyle takımdan hemen bütün kız evlat çıkmıştır bir diğer aileye girmekle manevi kimliğinin bu yeni ailenin hamuruna karişıp kaybolmamasını o öne çıkma özelliği emniyet altına alır. Hatta bu camekânın en seçkin çiçeklerinden Firdevs Hanım -aile tarihi içinde bir harika türündenhenüz on sekiz yaşındayken Rumeli sahilinin minimini zarif bir yalısina -bugün Kalender gezmesinden sonra beyaz sandalın rıhtımına yanaşmak üzere olduğu açık sarı boyalı yalıyagelin gider gitmez evlilik hediyesi olarak oraya derhal aile unvanını götürmüş oldu; o günden başlayarak kocasının ismi silindi ve yerine:

“Firdevs Hanım’ın beyi!..” denildi.

 

Eklendi: Yayım tarihi

“Aşk ı Memnu” için 6 yanıt

  1. bu romandaki kahramanların ama gerçek kahramanların resimlerini ve haklarında gerçek bilgilere ulaşabileceğimm bir adres var mı????????
    bu romanın sonu böyle olmamalı… bunun sonunu ben bitirmeliyimmm ….
    lütfn dikkate alın ve bana ulaşabileceğim gerçek adresler yollayınn….
    mutlaka onların devamı oonlardan kalan birileri olmalı ….

    bekliyorum büyük bir ümitleeeeee…

    1. Gerçek resimlerini bulamazsın çünkü bunlar birer roman kahramanı.Ayrıca Ziya’ya ilham veren ve ‘Ben gördüklerimi yazdım’ dedirten şahısların kendisi tarafından ifşa edildiklerini de hiç sanmıyorum.

      1. Bu dediğiniz gerçek mi yani halit ziya uşaklıgil e ilham veren gerçek kişiler mi var bu romandaki herşey gerçek hayatta yaşanmış şeyler mi

  2. ya ben bu kitabın baştan sona kadar nasıl bulurum net te lütfen bana yardımcı olur musunuz ama ben özet istemiyorum ……..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Nakil ~ Halit Ziya UşaklıgilNakil

    Nakil

    Halit Ziya Uşaklıgil

    Türk edebiyatının usta kalemlerinden Halid Ziya Uşaklıgil, henüz çocukken Gedikpaşa Tiyatrosu’nda seyrettiği oyunlar vesilesiyle Fransız kültürü ve edebiyatıyla tanışır; bu tanışıklık İzmir Rüşdiyesi’nın sıralarında...

  2. Edebiyatımız Ne Halde ? ~ Halit Ziya UşaklıgilEdebiyatımız Ne Halde ?

    Edebiyatımız Ne Halde ?

    Halit Ziya Uşaklıgil

    Mai ve Siyah’ın sizdeki tesiri ne yoldadır? “Her sahib-i sanatın âsârından biri hakkında bir zaaf-ı mahsusu vardır. Bende de bu zaaf Mai ve Siyah...

  3. Sefile ~ Halit Ziya UşaklıgilSefile

    Sefile

    Halit Ziya Uşaklıgil

    Halit Ziya Uşaklıgil’in 1887’de, henüz yirmili yaşlarında genç bir yazarken kaleme aldığı ilk romanı Sefile, küçük yaşta kimsesiz kalarak dilencilikten fuhuş denilen girdabın en...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Tansel Tozan Serüvenleri: Uçan Dalgalar ~ Mehmet AtillaTansel Tozan Serüvenleri: Uçan Dalgalar

    Tansel Tozan Serüvenleri: Uçan Dalgalar

    Mehmet Atilla

    Kapıyı çalan biri var. Yavaşça açıyoruz. Karşımızda ilginç bir adam duruyor. Görüyoruz, konuşuyoruz fakat bir türlü dokunamıyoruz. Bir şimşek hızıyla hareket ediyor ve istediği...

  2. Rahmet Yolları Kesti ~ Kemal TahirRahmet Yolları Kesti

    Rahmet Yolları Kesti

    Kemal Tahir

    “İnsanın dramı kişiseldir ama, kişiliğinden değil, toplumsallığından gelir.” Gerçeğin peşinden Türkçenin bütün imkanlarıyla doludizgin giden Kemal Tahir, bu kez “romantik bir başkaldırının soylu şövalyeleri”...

  3. Ah Bu Sevda! – Türk Edebiyatında “Öteki” Cinsellik Öyküleri 1872-1928 ~ Serdar SoydanAh Bu Sevda! – Türk Edebiyatında “Öteki” Cinsellik Öyküleri 1872-1928

    Ah Bu Sevda! – Türk Edebiyatında “Öteki” Cinsellik Öyküleri 1872-1928

    Serdar Soydan

    Nabizade Nazım’dan Recaizade Mahmut Ekrem’e, Ahmet Rasim’den Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Suat Derviş’e; Tanzimat’tan harf devrimine dek Türkçe edebiyatın zenginleşmesine katkı sunmuş isimlerin metinleri...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur