Daha senden gayrı âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın hay deli gönül
Hele düşün devr-i Âdem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
Ruhsatî
10 Haziran 1617 sabahı Kulaksız Kabristanı’nda hatun kişi mezarı üzerinde, biri hanım üç ceset bulundu. Erkekler mezara kapaklanmış, kadın da erkeklerden birine sarılmış vaziyetteydi. Devrin ases teşkilatı aylar sonra üçünün de aynı vakitte öldüğünü açıkladı; aşk yüzünden…
- Bölüm
SULTAN
İstanbul, 7 Ekim 1609
“Hünkârım! Malumlarıdır ki büyük atanız Sultan Süleyman Han Süleymaniye’yi yaptırırken Malta ve Rodos ile birlikte İstanköy, İlyaki, Herke ve Sönbeki adalarını feth edip gelirlerini inşaata ve camiye vakfetmiş idi. Ola ki siz de devletinize durmadan gaile çıkaran şu Girit’i küffar elinden alıp bir taşla iki kuş vurasınız. El-Fatiha!..”
Tesviye edilen metruk hipodrom kalıntıları üzerinde toz ve toprağa bulanmış vaziyette bekleşen güngörmüş, devran geçirmiş devletlular birbirine bakıp Fatiha okumaya başladılar. Sonbahar güneşi pastırma yazına çevirmek üzereydi. Bulundukları geniş arazide ertesi gün büyük bir temel atma merasimi yapılacaktı. Hepsi merasimin son teftişi için buradaydılar. Devletin direği olan sadrazam başta, vezirler, şeyhülislâm, temel kadısı, temel mutemedi, sekbanbaşı, mimarbaşı ve diğerleri… İki saattir toprak arazide toz yutarak merasime dair her ayrıntıyı görüşmekteydiler. Birkaç adım gerilerinde ise yeniçeri ağasının adamları, işi yapacak olan Mimarlar Ocağı’ndan ilgililer, suyolu nazırı, kireçcibaşı, ikinci mimar ve diğerleri. Bir de ocağın tamirat amiri Müdeccen derviş ve şehzade Osman’ın tomak hocası dülger Bahşı Bey. Bu ikisi sultandan epey uzakta olmanın rahatlığıyla fısıldaşıyorlardı:
“Çok yaşamak insanın elinde değil, lakin baksana bu sultan adını çok yaşatacak zahir…”
“Gelgelelim öfkesi ömrünü kısaltacağa benziyor. Kiramen katibinden olsaydım defterini çirkin yazardım.
“Cimri bir zengin değil, mal hırsına tutulmuş Alim de degilken mi?”
Öfkeli bir devlet reisi olması yetmez mi? Güzellikle cami vapmaya çalışıyor ama öfkesiyle kalp yıkıyor…”
Lakin öfkesinde hakkı da yok değil… Dirayetli bir sultan olmasa, çocuk yaşta bunca kurt devlet adamlarına söz geçirebilir miydi? Karanlık gecede fenerle dolaşan kör gibi mi olsun?” “Susun bre!”
“Ssss..
İkisi birden sesin geldiği yana bakıp sustular. Sekbanbaşı Sülün Mustafa Ağa’ydı onları azarlayan. Sultanın böyle za-manlarında ihtiyatlı davranmak gerektiğini herkes gibi o da tecrübeyle biliyordu. Bu sultan diğerlerine benzemiyordu. Evvela, yaşından beklenmeyecek kadar atarlıydı. Son yeniçeri ayaklanmasında vezirlerinden Derviş ve Nasuh Paşaları kaşla göz arasında öbür tarafa yürütüvermişti. Beş yıl evvel çocuk denecek yaşta Osmanlı tahtına çıkınca, olduğu gibi görünmüş dürüstlük ve samimiyet göstermiş, kısa sürede askeri ve halkın sevgisini kazanmıştı. Oysa hem iran gailesi hem de Anadolu’daki Celali ayaklanmaları herkesin canını sıkıyordu. Devlet isyancılarla uğraşırken Malta ve Floransa korsanları Akdeniz’de Osmanlı sahillerine baskınlar yapmışlar. Onları tepelemek için donanma Akdeniz’e çıkınca da bu sefer Kazaklar Sinop’a inip yağmalara girişmişlerdi. Ekonomik düzenin bozukluğu, paranın değer kaybettiği, ülkede asayişin yara aldığı, can ve mal güvenliğinin zedelendigi zamanlardı Sultan ise her geçen gün devleti daha dirayetle yönetmeye çalışıyor, günbegün padişahlığının hakkını daha iyi veriyordu Şimdi de cami yapımına itiraz edenler ortaya çıkmıştı Bunca mali sıkıntı içinde cami de ne oluyor muş? “Ahalinin lokması saltanatımızın temelidir!” diyen bir sultana karşı üstelik. Cami masrafının yarısından çoğunu şahsi servetinden verdiği hâlde.
Sultanın gönlünden geçen koca bir külliyeydi. Hayal edi. yordu ki bu sayede şehir yenilenecek, Bizans kalıntılarıyla köhnemiş İstanbul güzelleşecekti. Şehrin en merkezi yerinde bir cami ve çevresinde her biri zarafet ve ihtişam timsali kasr-i hümayun, şifahane, han, hamam, mektep, sebil, odalar, dükkânlar… Saltanatına yaraşır bir şehirleşme hamlesi…
Hüdayi hazretlerinin fetih ve Fatiha buyurmasındaki umuda tutunarak önünde bekleyen iki arşınlık makete yeniden baktı, elini çerçeve yapıp üzerinde durdukları düz alana maketi inşa eder gibi hareketler eşliğinde sordu:
“Efendiler, şu itiraz sahipleri acaba şurada yükselecek camiyle birlikte şehrimizin nasıl güzelleştiğini göremiyorlar mı?” Herkes caminin maketini zihninde birkaç yüz kat büyü terek araziye kondurdular ve sultanın hayalindeki ihtişamın bir kısmını ancak anlayabildiler. Arkası geleceğin yorumlanyla doldu. Kimisi taşları seçerken renginin uygunluğuna, kimisi mermerlerin kalitesine, kimisi ahşabın veya demirin hangi ustaya yaptırılması gerektiğine, kimisi tezyinat bahsine dair fikirlerini art arda sıraladılar. Hatta bir tanesi caminin içinde yankılanarak çoğalacak sesin nasıl olması gerektiğini bile açıklamaya çalıştı. Musiki ile mimari arasındaki ilişkiden söz etti, yapılacak caminin donmuş bir musiki eseri olması gerektiğini söyledi. Sonunda bütün bakışlar mimarbaşına çevrildi. O da maketi arazide görür gibi tarifler ve tasvirler yaparak anlatıyordu:
“Hünkarım, inşallah caminiz şuralara konulacak beş kapısıyla İslâm’ın beş şartına, şuradaki avlunun sekiz kapısıyla sekiz cennete, yerleri belli altı minaresiyle imanın altı esasına, minarelerindeki on altı şerefesiyle de atalarınızdan bu yana on altıncı padişahımız oluşunuza…”
Sultan tevatürlere takılmak istemedi:
“Kâfidir mimar ağa. Bilirsin ki islamın ilk mescidi Kabe’dir. Sonra Medine’de Mescid-i Nebi olan Ravza-i Mutahhara gelir. Üçüncüsü Kudüs’te Mescid-i Aksa’dır. Dördüncüsü Şam’da Emeviye Camil’dir. İnşallah sen bize beşinci mescidi yapacaksın.”
Sultana yaranmak isteyen paşalardan biri atıldı:
“Yüce hünkarımız, bu kulunuza göre sizin mescidiniz dördüncü olmak gerektir. Zira siz halifesiniz. İlk üç mescidin kutsallığı Peygamberlikle alakalıdır, lakin dördüncüsü hilafetle alakalı olmak gerektir. Bir zamanlar Emeviye Camii’nin yerine şimdi sizin caminiz.”
Abdülmecid Sivasi hazretleri “Hünkârım” dedi, “paşa hazretlerinin hakkı vardır, eğer Rabbimizin rızasına ve sünnetullaha uygun iş yapmış olursanız mescidiniz hilafeti de temsil edecektir. Hak Teâlâ, Haşr sûresinde, Ayete’l-kürsi’nin sonunda bize isimlerinden üçünü el-Hâlık, el-Bârî ve el-Musavvir olarak beyan ediyor. İnşallah sizin caminiz O’nun bu mübarek isimleriyle vücut bularak hilafeti temsil eder.”
“İzah buyurunuz hocam!”
“Malumlarıdır ki bu üç ismin üçü de yaratmakla alakalıdır. Birincisi Allah’ın ‘takdir ettiği gibi yaratan’ oluşunu, ikincisi örneği olmadan yaratan’ kudretini, üçüncüsü ise ‘yarattığına şekil ve özellik veren, süsleyen’ idrakini gösterir. Yani Allah’ın Halik oluşu maddenin var olma zamanını ve alabileceği sayısız şekillerden biri olarak tecelli etmesini irade buyurmasıdır. Caminizin inşaatında kullanılacak taşı, toprağı, ağacı, demiri vs. yaratması gibi. Bari’ oluşu, Halık adıyla yarattığı şeye maddi açıdan şekil verip hacim kazandırmasıdır. Caminin taş ve topraktan örülüp bir şekil alması, inşaatın ortaya çıkması, duvarların, sütunların, kubbenin yapımı gibi. Yaratmanın sonuncu kademesini teşkil eden Musavvir oluşu ise yaratılan şeyin maddi ve manevi, fiziki ve ruhi portresini yine O’nun belirlemesidir ki caminizin son şekli, boyası, nakışı, çinisi, süslemesi…”
Sultan hoşnut olmuştu:
“Efendi hazretleri, ömrünüz bereketli, nefesiniz şifalı olsun… Yapacağımız şu cami şimdi daha da mânâ kazandı. Gayrı muhaliflerin sözlerine takılmayın. Yeter ki Aziz şeyhimiz Hüdayi hazretlerinin Girit’e dair fetih teklifini hayata geçirelim. Lakin bu zamanda Venedik kâfiriyle sulh u salâhımız vardır. Akdeniz’de gemi yürüten kaptanlarımızın şikâyetleri aradaki barışı bozacak çapta değildir. Sebepsiz iş işlemek de sultanlara yakışmaz, Allah katında mesul oluruz. Maslahat odur ki sulhu bozduracak güçlü bir sebep bulalım.”
Ferhat Paşa atıldı:
“Hünkârım, Malta korsanlarına yataklık etmeleri yeterli sebeptir. Akdeniz’de rakibin biri ölse bini kalacaktır. Vaaah ki öleceği diri kalmıştır. Girit’ten yaramaz Malta korsanlarının teslimini isteyelim. Vermeyecektir. İşte size sebep!”
Sultan bu sefer kaptan-1 deryaya döndü:
“Halil Paşa! Donanmamız Malta filosunu denize batirabilir mi?”
“Allah’ın izniyle buna muktediriz hünkarım!”
“O halde yarından tezi yok Girit pençpirimine elçiler gitsin, ya himaye ettiği Malta korsanlarının, ya Girit’in teslimi istensin. Korsanları teslim etmeyeceğine göre iki ay içerisinde de yelken açmak üzere hazırlıklara başlansın! Gazamız mübarek olsun!”
Herkesin rahat nefes aldığı andı. Vakit de zaten ilerlemiş, teftişin de müzakerenin de sonuna gelinmişti. Evli evine diye düşünüyorlardı, eğer sekbanbaşı Sülün Mustafa herkesi yerinde donduracak bir cümleyle yeniden ayak divanını ateşlemeseydi:
“Hünkârım, caminizin güzelliği ve ihtişamı için yalnızca Girit ganimeti yetmez, böyle bir mabede manevi bir zenginlik de gerektir!”
“?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli) Tarihi Roman
- Kitap AdıAşk Hikayesi
- Sayfa Sayısı272
- Yazarİskender Pala
- ISBN9786258096910
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKapı Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hep Sondan Başlar ~ Taçlı Yazıcıoğlu
Hep Sondan Başlar
Taçlı Yazıcıoğlu
“Yaşamıma şöyle bir baktığımda sürekli hikâye içinde hikâyeler görüyorum. Hangisi yan, hangisi ön? Birinden daha az söz edince, sansürlemiş gibi mi olur insan? Karar...
- Hep O Şarkı ~ Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Hep O Şarkı
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
“Yüksek zümrelerin son zenginlik günleri”… Yazar toplumu ve toplumsal sorunları gözlüyor; önemsediği “Konak”ın son direnişine tanıklık ediyor. Kent yaşamının konutu, konak. Yazlık köşk, yalı...
- Bozkurtlar Diriliyor ~ Hüseyin Nihal Atsız
Bozkurtlar Diriliyor
Hüseyin Nihal Atsız
Bozkurtlar Diriliyor, Türk Kağanlığının yıkılışı ve Kür Şad ihtilalinden kırk yıl sonra Kutluk Şad önderliğinde Türklerin yeniden şahlanışını ve ana yurtta Bozkurt soyunun sancağının...