Bütün savaşların esas kahramanları kadınlardır.
Ve savaşlar yalnızca insanları değil, türküleri de öldürür.
1911…
Yemen…
Birbirinden zorla ayrılan iki kardeş.
Çöl ve ateşin kavurduğu, yemenisine sarılmış küçücük bir kız.
2014…
İstanbul…
Yemen türküsünün kayıp mısrasını arayan bir kadın.
Geç gelen aşkın ve umudun peşinde bir adam.
Okurlarının, “geçmiş ve bugünün kadınını en iyi konuşturan yazar” olarak andığı Bahadır Yenişehirlioğlu, binlerce askerin şehit olduğu Yemen Cephesi’nin gölgesinde, birbirinden ayrı düşen iki kardeşin hikâyesini Yemen türküsüne ve bugüne ustaca bağlıyor.
Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne şivandır?
Şu Yemen elleri neden yamandır?
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Hüzün, sevinç, paylaşmak, tarih, kardeşlik ve ölümsüz sevdalar…
AŞK ÇÖLÜ; Bahadır Yenişehirlioğlu kaleminden…
BÖLÜMLER
HATIRALAR
YEMEN 1911
(KISMET) / 7
GÜNÜMÜZ
İSTANBUL 2014
(NAGEHAN) / 18
REDİF ASKER
URFA 1911
(MEHMET) / 31
GÜNÜMÜZ
İSTANBUL 2014
(NAGEHAN-TARIK) / 43
RIHTIM
İSKENDERUN 1911
(MEHMET) / 56
GÜNÜMÜZ
İSTANBUL 2014
(NAGEHAN-SERHAT) / 71
YENİ VATAN
YEMEN 1911
(KISMET-GELİN) / 92
HER YER ÇÖL
YEMEN 1914
(MEHMET) / 104
GÜNÜMÜZ
İSTANBUL 2014
(ŞOK) / 131
ZOR GÜNLER
YEMEN 1918
(MEHMET) / 154
KAVUŞMA
YEMEN 1918
(MEHMET-KISMET) / 171
GÜNÜMÜZ
İSTANBUL 2014
(NAGEHAN-SERHAT) / 192
KARŞILAŞMA
YEMEN 2014
(NAGEHAN-TARIK) / 206
HATIRALAR
YEMEN 1911
(KISMET)
Hasret sanki sinemde durmaksızın kanayan bir yara… Hatıralar yazmakla dinlenen ruhuma bir ilaç… Uçsuz bucaksız bu sahra denizinde ise her vaha sen ve her ulaştığımda biraz daha uzaklaşan sinen… O günü hiç unutmuyorum, en ufak bir kıvılcım her şeyi silbaştan hatırlamama yetiyor; bir daha, bir daha yaşıyorum sanki zihnimde. Bize anne olmaya çalıştığı ilk gün, işte o ilk gün ayrıldık biz birtanem. Neden ayrı düştük, bunu şimdilerde çok daha iyi anlayabiliyorum ama yaşadıklarımız da ortada, zamanı geriye sarmak mümkün değil. Bu yüzden şimdi derin depremler yaşıyoruz. Daha doğrusu ben yaşıyorum ya, senin de yaşadığını düşünüyorum. Seni kazanabilmek için elimden geleni yapmıştım. İdrak paramparça olmuştu, sorularıma verilecek cevapları duymayaysa benim gücüm el vermemişti. Ama yine de küçücük bedenimle hiçbir şekilde karşı koyamayıp gitmek zorunda kaldığım gün adeta dünyadan ayrılmış, tek başıma zifir karanlık bir denize açılmıştım. Elimde kalan tek varlığım olan seni geride bıraktığım o hayalî dünyada esir bırakılmıştım. Beni ummanın ortasındaki ceviz kabuğuna bindirdiklerinde, karşı tarafta sen, bu tarafta ben… Ayrılığın şaşkınlığı ile tir tir titreyen o iki küçük beden… Sana mı yansam, bana mı yansam? Korkularımız zemheri bir ayaz tenimizde… Dünya yok olmuştu sanki; bir sen vardın, bir de ben. Geri kalan ne var ne yoksa yerle yeksan… Sen her yerde, ben her yerde… Sen hiçbir yerde, ben hiçbir yerde… Hangi mevsimdi bunu bile unuttum ama boynuna bağladıkları kırmızı atkı, benim başıma bağladıkları siyah şaldan dolayı diyorum ki, güzdü mevsim. Bahar çoktan dökmüştü bütün çiçeklerini ve dallar kuruyakalmıştı soğuya gebe. Ne var ne yok geriye çekilmiş, kurumuştu toprak. Salıncakta sallandığımız gün duruyor mu hâlâ zamanı dondurduğum anda? Bir onu hatırlıyorum, bir de anamın arkadan esen güven dolu kokusunu… Yaprakların aralarından süzülen güneş gözümü alıyor havaya uçtuğumda. Sıranı beklerken seni düşlüyorum, “Haydi in abla artık diye bağırmalarını. Ne güzel günlerdi ah, ne güzeldik! Ömrümü tarih düşüp ayrıldığımız rıhtıma, her an seni özledim. Hangi erguvanın moru daha güzeldir bizim bahçemizdekinden? Bizimkilerden gayrı biliyorum yalan bütün morlar. Şimdi benden uzaktasın. Ne çabuk geçti zaman, biz ne çabuk büyüdük de büyüdüğümüzü bilemedik?
Değil gül yanaklarına dokunmak, hayaline zar zor ulaşıyorum artık. Ne kadar büyürsen büyü, ceviz kabuğundan sana baktığımda gördüğüm, Firdevs Teyze’nin kucağındaki, yanakları al al olmuş halini büyütemiyorum bir türlü. Seni adam yapıp da kardeşim diye bağrıma basamıyorum. Sende sakinleyip huzur bulmayı hayal ediyorum sürekli. Gariptir ama anamın, babamın kokusunu sende bulacağımı umuyorum. Bu yüzden hep çocuk, hep küçük kaldın zihnimde. Bense koca bir kadın oldum yılların içinde savrulan… Ayrılık hasreti vurdu bağrıma. Neden ayrı düştük sanki! Yalnızlık çölünde mahzun biriyim. Gönlüm ateş sanki… Hasret ise elime batmış ve bir türlü çıkmak bilmeyen bir kıymık… Hayata küstüm; çünkü beni senden, seni benden çaldı. Kalpsiz bir bedenle, çölün orta yerinde, ortada bıraktı beni savunmasızca. Kızardım, dalından koparıldım, yavuklu oldum, sahiplenildim, ana oldum ama bil ki hep eksik kaldım. Üredim, soy oldum ama soyuma bir türlü kavuşamadım ya, buna yanarım. Çırpınır hâlâ yüreğim ayrılık yasında, gönül deryamın bütün kayıklarının kürekleri kırık. Elim ulaşmaz ummana çekmeye suyu senin bulunduğun yere. Çöle kök salmanın derdinde unuttum ne varsa düne dair. Ne zaman suskun çölü adımlasam, her günün ardında umuda yakalansam, koca karı olsam, ruhumu gül yapraklarına, işlenmiş atlas bohçalara sarsam yine de mutlu olamam. Adam oldun mu? Yavuklun oldu mu? Soyun, neslin? Ben evlatlarına hala oldum mu?
Küheylanım ovalarımızda geziyor musun ağır adımlarla? Yağız, civan bir adam olarak ateş atıyor musun âşıkların bağrına? Gece pencere altlarında bekliyor musun gönül eşini? Arıyor musun türküler dolu zamanlarda sevdiğini? Kul bu kadar mı uzun tutulur hasrette? Bilirim isyan etsem de, yine yana yıkıla tövbe ederim. Nereye baksam, gözlerim arar seni. Yalnızlık nükseder sessiz gözyaşlarımda. Ummanın kıyısındaki rıhtımda mahzun birileri bekliyor hâlâ. İki acı nefes; biri sen, diğeri de ben. Nefeslerimiz bitap beklemekten, bilmem ki neylesem?
***
O güne dönersek… Hâlâ kulaklarımda, bugün gibi taze duyduklarım. Unutamıyorum. Hatırlıyorum da her ikimizi birden alamayacaklarını konuşmuşlardı arka odada. Konuşmalarının bir kısmını duyabilmiştim. Tam anlayamasam da içime bir kor düşmüştü. Duyduklarımı idrak etmekten çok uzaktım ama içgüdüsel olarak huzursuzdum. “Her ikisini de alamayız Firdevs, küçük olanını al. Seni anne bilecektir. Hem ben oğlum olmasını istedim yıllardır.” “Neden?” sorusuna bugün hâlâ cevaplar arıyorum ve bulduklarımla asla huzur bulamıyorum. Bunu neden yaptıklarını… Annemle babamı kaybetmemizin sonucunu nasıl oluyor da kendilerine bir kazanç olarak dönüştürdüklerini… Kendilerince hayır işliyor gibi göründüklerini ama iki kardeşi birbirinden ayırmakla ne büyük günaha girdiklerini şimdilerde çok daha iyi anlıyorum. Hayatın onlara vermediğini büyük bir acıya imza atarak zorla aldıklarını, güya Mehmet’i Allah’ın bir lütuf gibi onlara sunduğu aldatmacasını yaşadıklarını ve çevreye böyle gösterdiklerini çok daha iyi anlıyorum şimdi. “Her ikisini de alamayız Firdevs, küçük olanını al.” O esnada kardeşimin elinden tutuyordum. Bu sözü duyduğumda daha çok sıktığımı hatırlıyorum elini. “Abla canımı acıtıyorsun” demişti usulca. O zaman kendime gelmiştim. Bu kez çocuk aklımla ayrılmamak için boynuna sarılmıştım. Böyle yaparsam, kenetlenirsem bizi ayıramazlar ya da acırlar halimize diye düşünmüştüm. Kardeşimle ne kadar böyle sarılı kaldık, hatırlamıyorum. Nice sonra odadan çıkmışlardı. Her ikisi de gülümsüyorlardı. Bu gülümsemenin beni korkuttuğunu hatırlıyorum. Ortada garip bir hava hâkimdi, onların da tedirginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Her zamankinden daha şirin ve sevecen davranmaları beni iyice ürkütmüştü. Olanca gücümle bağırdım, “Biz ayrılmak istemiyoruz!” Annemle babamın en yakın dostlarıydılar, onları çok severdim de… Gidip gelirdik birbirimize. Akşamüzerleri annem ya da Firdevs Teyze birbirlerine çay içmeye gider, sohbet ederlerdi. Onlara gittiğimizde kardeşimle bahçelerinde oynardık. Özellikle erik ağacının dalına asılı bulunan salıncağa binmeyi çok severdik. Yaprakların arasından güneşi izlerdim. Sallandığım sırada başımı arkaya doğru atar ve hayaller kurardım. Kâh gözümü alır, kâh saklanırdı yaprakların arasına güneş.
Gariptir, bu ailenin hiç çocuğu yoktu ama salıncakları vardı. Hatta evlerinde bez bebekler, tahta bir at ve çeşitli oyuncaklar… Kardeşimle oynamamıza da izin verirdi Firdevs Teyze mutlulukla. Neden çocukları yoktu? Bunu bilmiyorum. Çocukları olmadığı halde neden oyuncakları ve bahçelerinde bir salıncak vardı evlerinde? Bunu da bilmiyorum. Ama anneme hep çok nasipli olduğunu söylerdi. Kendisinin ise çok nasipsiz olduğunu… Zürriyetinin devam etmeyeceğine çok üzüldüğünü… “Zürriyet” kelimesinin ne anlama geldiğini o yaşlarda bilmiyordum. Devam etmeyecek şeyin onu neden üzdüğünü… Bir an için ben de üzülürdüm ama daha sonra üzülmekten vazgeçer, sallanmaya devam ederdim. Ne de olsa zürriyet denen şey elbet bir gün devam eder ve üzüntüsü geçerdi. “Karnınız acıkmıştır yavrularım, haydi gelin size yumurta kırayım” demişti, “Biz aç değiliz” diye reddetmiştim hırçın bir ses tonuyla. “Ama annem sabahtan beri hiçbir şey yemediniz. Hem çok yoruldunuz, ağladınız. Bütün gün ayakta kaldınız. Haydi beni üzmeyin de gelin yemek yiyelim. Dilerseniz peynir kızartırım. Annenizin yaptığı gibi…” demişti. “Sen bizim annemiz değilsin!” diye karşılık vermiştim. “Anneler evlatlarını birbirinden ayırmaz. Onları birbirinden koparmaz, kardeşi kardeşten asla ayrı tutmaz” demeyi akıl edememiştim çocuk aklımla. Şimdi keşke bunları söyleyebilseydim diye hayıflanıyorum. “Ama evladım ben sizin teyzeniz sayılırım; hem teyze, anne yarısı değil mi?” diye karşılık vermişti. Mehmet’in gözlerini bana dikip “Abla ben acıktım” demesi üzerine bütün direncimin, güçlü görünme çabamın yerle bir olduğunu hatırlıyorum. Kırmızı yanaklı Mehmet’im açlığına hiç dayanamazdı. Sonrasında o küçük elin avucumun içinden usulca kaydığını, Firdevs Teyze’nin elini tutarak, “Ne yiyeceğiz?” dediğini hatırlıyorum.” “Hah evladım benim, kuzum, acıktın tabii. Şimdi ben sana ne güzel yemekler yapacağım. Ablasıyla yiyecek benim oğlum!” Firdevs Teyze’nin bu anaç ve şefkat dolu yaklaşımı, eğilip kardeşime sarılması ve zorlanarak da olsa kucağına almaya çalışması beni şaşırttı. Ama benim aklım hâlâ duyduklarımdaydı, o esnada “Bizi bu kadar seviyorsa, neden ayırmak istiyor acaba?” diye düşündüğümü unutamıyorum. Artlarından bakakalmıştım. Firdevs Teyze kucağında Mehmet’le mutfağa doğru gitmiş, bense odada kalakalarak Firdevs Teyze’nin kocası Tufan Amca ile göz göze gelmiştim. O da ayağa kalkarak usulca bana seslenmişti, “Haydi mutfağa!” Kendimi çok garip hissetmiştim. Mutfağa gittiklerinde bir daha Mehmet’i göremeyeceğimi, annemle babam gibi buhar olup uçacaklarını zannetmiştim. Ardından, bu düşüncenin verdiği tedirginlikle, olanca hızımla mutfağa doğru koşturduğumu hatırlıyorum. Eğer yanlarında ben de olursam yok olamazlardı. Ama bunların aksine başka bir şey yaptım. Hışımla mutfağa girip, “Çabuk kardeşimi bana geri ver! Yoksa seni döverim!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Firdevs Teyze ise kucağında kardeşimle bakakalmıştı. “Çabuk kardeşimi bana ver dedim! Ver kardeşimi!”
Bu koca çölün orta yerinde bugün bile çaresizce haykırışlarım kulaklarımda çınlıyor. “Anneciğim neden böyle yapıyorsun, bak kardeşini korkutuyorsun” demişti. “Bana anneciğim deme. Kardeşime de deme. Sen bizim annemiz değilsin!” dediğim esnada masanın üzerindeki cam bardağı elime alıp olanca gücümle yere çarpmıştım, her yere cam parçaları savrulmuştu. Paramparça olan bendim aslında ve hâlâ eksik parçalarımı arıyorum bu uçsuz bucaksız çölde. Kucağında kardeşimi tutan Firdevs Hanım, “Aman Allahım!” diye korkudan sıçramıştı. Tam o sırada iki güçlü elin omuzlarımdan tutup beni arkamdan kavradığını, “Bağırmaya devam edersen seni bir güzel pataklarım!” dediğini, benimse olanca gücümle yüzüne tükürdüğümü, ardından kollarını tırmalamaya çalıştığımı hatırlıyorum. İşte tam o sırada inmişti güçlü bir tokat yüzüme ve bütün dünyam kararmıştı. Mutfağın yaprak desenli karolarına doğru savrulduğum sırada o acı sözlerle cam kırıklıkları elime değil, adeta kalbime saplanmıştı. “Sizin anneniz de, babanız da öldü. Bundan sonra kardeşin bizim ve sen teyzenin yanına gideceksin Kısmet!” Yüzüme inen tokadın şiddetiyle mi, yoksa duyduklarımdan mıdır bilinmez, oturduğum yerde ağlamaya başlamıştım. Korkmuştum. Çok korkmuştum. “Teyzem mi? Benim başka teyzem var mı? Benim teyzem sen değil misin? Öyle demiştin Firdevs Teyze” demiştim çaresizlik içerisinde. Bu ânın acısını, savunmasızlığını, dermansızlığını unutmam mümkün mü? Asla! Çaresizlik içinde bakıyordum Mehmet’i elinden tutan Firdevs Teyze’ye. Kader kurmuştu hükmünü. Zaman dağıtıyordu örülü saçlarımı tarumar. Zemheri bir ayaz dünden bugüne huzur denen duyguyu uzaklaştırıyordu benden. Şimdi geriye, yaşadıklarıma bakıyorum. Genç bir kadın olarak eski anılar gözümün önünden akıp gidiyor birer birer. Bütün anıları tekrar seslendiriyor; bir daha, bir daha yorumluyorum. Belki söylemek isteyip de söyleyemediğim her şeyi şimdi haykırıyorum. Hoş, söyleyip söylemediğimi bile tam hatırlamıyorum ya… Yine de içimde kalıp da söyleyemediğim ne varsa söylemişim gibi yorumluyorum şimdilerde. Bir kez daha “Küçük bir cana bu yapılır mı?” diye düşünüyorum penceremin ardındaki uçsuz bucaksız çölün dinginliğine bakarak. Tokat yanağımda kor gibi bir acıya dönüştüğü sırada, yüreğimdeki çaresizliğimden şu cümleyi kurduğumu çok iyi hatırlıyorum: “Ben de gitmeyeyim o zaman. Mehmet’le kalayım. Yemek de yiyeceğim söz!”
***
Zaman, ey zaman! Hükmünü öyle ya da böyle bağırta bağırta koyan zaman! Zaman ki ne yaman! Çatıları uçup dağılmış haneler… Ana olmadan, baba olmadan hane mi olurmuş? Bir telaş yaşanacak kanat çırpıntılarında. Gök ağaracak, yer ağaracak ve bir çiğ tanesinde sabahlar ola-
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAşk Çölü
- Sayfa Sayısı224
- YazarBahadır Yenişehirlioğlu
- ISBN9786050818796
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hayatın Işıkları Yanınca ~ Serdar Özkan
Hayatın Işıkları Yanınca
Serdar Özkan
Aradığı çocuğu bu sahil kasabasında da bulamamıştı yaşlı adam. Ege Denizi'nin sessiz bir köşesinde, birbirine yakın konumlanmış yedi şirin ada vardır. Yaşlı adamın geride bırakmak üzere olduğu kasaba işte o yedi adayı gören on sekiz kasabadan biriydi. Bugüne kadar ziyaret ettiklerinin on altıncısı.
- Aşk Notası ~ Aydilge
Aşk Notası
Aydilge
Kayıp Bir Notayım Ben! Ellerimi Tut. Düşüyorum. Yaklaştır Dudaklarını. Kalbimin Müziğini Duyamıyorum. “Sen gelmeden önce kendimi ölümün ucunda sallandırıyordum. Sense ipimi çözüp beni kalbine...
- Boş Çerçeve Operasyonu ~ Yıldıray Karakiya
Boş Çerçeve Operasyonu
Yıldıray Karakiya
“HIIIAAAARRGGHHHHH!” Ah Can! Keşke biyonik arkadaşın Zortan’ın yaramazlıklarına ortak olmasaydın. Flaş Disk Operasyonu krizini yeni atlatmışken Boş Çerçeve Operasyonu da nereden çıktı şimdi?.. Her...