Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşk Cephesi
Aşk Cephesi

Aşk Cephesi

Bahadır Yenişehirlioğlu

Ege’nin bu yakasında, yalnız, kafası karışık, kendisiyle barışmak için işaret bekleyen bir adam… Rodos’ta, emanet mektupları hiç tanımadığı sahibine ulaştırmak isteyen genç bir kadın……

Ege’nin bu yakasında, yalnız, kafası karışık, kendisiyle barışmak için işaret bekleyen bir adam…

Rodos’ta, emanet mektupları hiç tanımadığı sahibine ulaştırmak isteyen genç bir kadın…

Yalnızca tek bir kitabın eşlik ettiği bir yolculuk…

Zaman içinde, kendi içine bir seyahat…

Savaşın ve göçün ayırdığı iki aşık…

Hiç beklenmedik bir şekilde geçmişi ve bugünü Çanakkale cephesinde buluşturan sıcacık bir aşk romanı…

BÖLÜMLER

“KİTAP”
(JOE)
BROKEN HILL, 1915
AVUSTRALYA / 25
“KİTAP”
(ALİ)
AKHİSAR, 1913
TÜRKİYE / 45
YOL HALİ
(SELİM)
RODOS’A DOĞRU, 2013 / 63
“KİTAP”
(JOE’NUN KARARI)
BROKEN HILL, 1915 / 71
“KİTAP”
(ALİ’NİN KARARI)
AKHİSAR, 1915 / 81
“KİTAP”
(JOE)
ÇÖL/MISIR
KAHİRE, 1915 / 151
“KİTAP”
(ALİ)
EVDEN CEPHEYE
AKHİSAR, 1915 / 165
“KİTAP”
(JOE VE ALİ)
KARŞILAŞMA / 179

Bu mektubu yazıp yazmama konusunda çok tereddüt ettim. Ama daha fazla düşünmemem gerektiğine karar verdim. Meçhule yazılmış bir mektup neticede… Ölüm anında büyükannemin yüzüne ay ışığının vurduğunu söylemişti annem. Ben de bu anı gözümün önüne getirerek, işte bu mektubu yazmanın tam zamanı dedim kendi kendime. Büyükannemin kaleme aldığı ironik, umutlu ya da trajik duygularla yazılmış mektupların içinde kendimi buldum zaman zaman. Onun gibi hissetmeye çalıştım ve defalarca, bir kere daha, bir kere daha okudum. Bu mektup sahibine olmasa da onun bir yakınına ulaşmayı fazlasıyla hakediyordu. Sevgiliye yazılan ümitsiz bir serzenişle yüklü bu mektuplar, aşkın onu yalnızlaştırdığı noktada büyükanneme arkadaş, sırdaş olmuş, belki de bu ızdıraba dayanmasını ve her şeye rağmen eksik de olsa soluk alıp verebilmesini sağlamış. Belki gönderdiğim bu mektupla ilgilenecek ya da ilgilenmeyeceksiniz. Belki de elinize hiç ulaşmayacak, kim bilir… İşin tuhafı, kime yazdığımı bile bilmiyorum, sadece bir isim var elimde ve bir de zarfın üzerindeki adres; hepsi bu. Ama ben bu mektubu yazmak zorundayım, biliyorum ki postaya verdiğim zaman kendimi rahatlamış hissedeceğim. Çocukça gelecek biliyorum ama yadigâr olarak kalan fi ldişi kulesi hükmündeki bu mektupları ulaştırmam, büyükannemin yattığı yerde daha huzurlu olacağı hissini uyandırıyor içimde.

Annemin anlattığına göre; herkes gibi âşık olan, herkes gibi seven, herkes gibi yaşayan biriymiş büyükannem… Tek farkı aşkını doyasıya hiçbir zaman yaşayamamasıydı. Sevdiği ile bir araya gelememesine rağmen ölünceye kadar unutmadığı bu aşk, benim gözümde onu karanlık bir orkideye büründürüyor. Bu yüzden bu mukaddes aşka saygım sonsuz… Sevmeyi bilmiş büyükannem, ölürcesine seven bir yüreğe sahipmiş. Mektuplardan anlıyorum bunları. Güneşleri batırmış, geceyi doğurmuş, yıldızları çıkarmış gecenin orta yerine. Acıları, aşkını yaşamış kendi içinde. Büyükannemin elleri başka ellere değmiş sonunda, gözleri başka göze bakmış; belki sevdiği erkek için de aynı durumlar söz konusu olmuştur, bunu bilmiyorum. Kendi yüreklerini sevdiklerinde unuttuklarını sanıyorum. Büyükannemin sevdiği erkek için de bunu diliyorum. Fakat anlaşılan, büyükannem sevdiği gözleri hiç unutamamış. Esas acı olan taraf ise başka birinin gözlerinde unutmuş gibi yaparak bütün hayatını sürdürmüş. Terbiyesinden, hayasından, asilliğinden böyle davranmış ama yüreğine asla söz geçirememiş. Şimdi büyükannem bambaşka güneşler altında… Mutlu bir kız olarak yemişler ve çiçeklerle bezeli bir bahçenin içerisinde benim bu mektubu yazdığımı görüyor belki de… Bunu hissediyorum. İlk kez şen şakrak güldüğünü hayal ediyor ve mutlu oluyorum. Adresimi yazıyorum size. Bana ulaşabilirseniz -ve eğer doğru kişiyseniz- büyükannemin mektuplarını size teslim ederim. İnanın garip geliyor. “Siz” diyorum ama aslında kim olduğunuzu bile bilmiyorum.

Görüşmek ümidiyle…

Angela

Rodos 14/10/2013

 

Satırlara dokunmanın büyüsü hiç ummadığı bir anda değiştirir insanı. Kurgular ve yeniden yazar insan öğrendiği her şeyi. Güneş gümüş bir broş gibi parlar, ardında saklar bütün hayalleri, gerçekleri ve keşfedilmeyi düşler. Her ne kadar sislerin ardında olsalar da güneşin de düşleri vardır. Kitapçının kapısını araladı ve içeriye girdi. Adımını att ığında, kapıdaki çıngırak sesinin verdiği bir direktifl e bütün senfoni başladı, bir kıpırdanma rafl arda… Renkler ve harfl er dört bir yana uçuşmaya başladı. İnsana dair ne varsa hepsi buradaydı. Kimine uzun zamandır el sürülmemiş, kimi kısa zamanda tükenmiş ve yerine yenileri eklenmiş. Kitaplar kıskanmazlar ki birbirlerini, her birinin bambaşka nasibi vardır. Sadece zaman gereklidir, hayatt a da olduğu gibi… Günü geldiğinde bir el uzanacak, tutup çıkaracak sıkışıp kaldığı aradan ve işte o zaman serüven başlayacak. Hele sıra sayfaların şöyle bir karıştırılma anına gelip yapraklar birbiri ardına akıp gitt iğinde, gün ışığı yaprakların arasına dolmaya başladığında, bulutların arasından sıyrılacak güneş. Böyledir bu serüven… Sözler insanı geliştirir. Sözler büyütür bütün masalları, harfl er bir araya gelerek bütün hikâyeyi anlatmaya başlarar ve nesilden nesile devam eder bu büyük serüven. Yoksa insan diğer türlü nasıl gelişir? İnsan okumadan kâinatın gizli ipuçlarını keşfedemez ki… Bu yüzden sihirlidir kitap, hangi zaman ve mekânda geçerse geçsin bize elbet söyleyecekleri vardır. Kitaplar da sahiplerini özler. Kimi zaman bir kitap sahibini sahiplenir, kimi zamansa sahip kitabını. Kitaplar sahiplerine âşık olur, çoğu zaman da sahipler kitaplarına. Kitaplar kimin elindeyseler onun ruhuna sirayet ederler. Yazanından çıkmıştır artık. Bambaşka denizlerde, bilinmez diyarlarda, zihnin sokaklarında dolaşmaya başlarlar. Kelimeler uçuşur; kâh karlı dağları dumanı tüterek aşan bir tren bacasından, kâh bir kurşunun cephede menziline varmak için kan revan koşuşturma anından, kâh parke taş döşeli dar sokaktaki nemli taşların üzerine yansıyan ay ışığından… Bilinmezliklere gebedir her kitap. Belki biraz ipucu verir size göz kırparak ama asıl muhabbeti sunmak ve macerayı yaşamak adına hep içine çekmeye çalışır, kuytusuna, yuvasına… Selim, durmasını sağlayacak hiçbir sebep olmadan, kendisinin de anlamadığı bir duygu ile bir rafın önünde durdu. Sanki bağlı bulunduğu ip sona ermiş de ondan öteye gidemiyormuş gibi… Bakışlarını kitaplar arasında dolaştırmaya başladı ve yıllardır aradığı kayıp eşyasını bulmuş gibi tek bir kitap başka parladı o an. Selim elini uzatt ı, raft a bir coşku peyda oldu. Bütün kitaplarda bir sevinç… Evet, aralarından biri daha buluyordu sahibini. Selim parmaklarının ucu ile dokundu, eline aldı. Çevirdi, ön kapağına baktı. Kalın harfl er ile “KİTAP” yazıyordu, hemen altında parantez içinde küçük harfl erle “Roman”. Kitabın arkasını çevirdi: “Ben aslanımı cenge uçurdum, yavrumu bu günlere büyütt üm, aslanım Çanakkale’de, ben burada yiğit anası. İsmail, biliriz biz kuzularımızı, kurban için doğururuz yiğitleri, efeleri, erleri. Kanla, gözyaşıyla yıkanmış şehitlik yolu. Ben aslanımı cenge uçurdum. Şehitlik kınasını istekli yaktı. Yaş döker ağlarım, kederden değil, sevinçten. Ardınca yürürken yağan rahmet boşuna değil.” Selim kasaya doğru yöneldi, kitabı kasiyere uzatarak parasını ödedi. Poşete konmasını beklemeden çantasının içine yerleştirdi ve çıktı dükkândan.

***

İçe sığ, dışa sığ, biçilmiş olan rolün manasızlığının iklimlerinde gidip geldiğim zamanlardayım. Bütün köprüleri yeniden inşa etmem ve yepyeni düşünceleri ve gerçeği, aydınlığı geçirmem gerektiğinin derdindeyim. Karanlık olmasa yıldızlar parlayabilir mi? Yalnız olmaları parlamalarına engel değil, soğuk engel değil, parlayacak elbet ve yön verecek kayıp diyarlarda yorgun ve yalnız ruhlara. Hikmeti burada, sırrı burada, gayesi burada… Bütün yapmam gereken maske takınmış insanların arasından sıyrılıp çıkmak… Kendi maskemi de fırlatıp atmak, paramparça etmek, asla bir daha bir araya gelemeyecek şekilde ezmek ve parçalamak… Huzurlu ve dingin ruhların artık var olamayacağına, onların çok eski masallarda kaldığına dair inancı yok etmek istiyorum. Kanıksadığımız dünyanın bir parçası haline gelen savaşın, felaketlerin, düşmanlığın, merhametsizliğin uzağında bir yer arıyorum, bir ada. Böyle bir yer var mı? Bilmiyorum ama eğer varsa en yakınımdakinde soluğu almak istiyorum. Mitolojide ve rüyalarda olduğuna inanılan huzurlu vadileri keşfetmek istiyorum, hem de bu devirde, yaşadığım şu anın içinde. Sabaha karşı uyuyabiliyorum ancak. Bu suskunluğumun içinde sürüp giden kâbuslar görüyorum ne zamandır. Ateşler içinde uyanıyorum, tipi altında kalmış gibi tir tir titriyorum sonrasında. Ama bu kâbusların karanlığın dünyasına ait olduklarına ve gün ışığına onları taşıyarak, güneş altında eriyen buz parçaları gibi eritip kaybedebileceğime inanmak istiyorum, buna ihtiyacım var. Bütün bu yaşananlar, ülkemin bu karışıklığı, aklı firar etmiş pek çok insan… Merhametini, şefk atini kaybett i insanoğlu. Kâinatın düzenini bozdu. Acımasızlaştı ve şiddet yüklendi. Yakıp yıkıyor, bütün düzeni yok ediyor. Böyle olunca dokunduğu şeyler de kirlendi ve karmaşıklaştı. Nefes almakta zorlanıyorum. Boğulduğumu hissediyorum çoğu zaman. Kaçmak bana iyi gelecek. Dünyanın hiçbir coğrafyası benim ülkem kadar renkli ve çeşitli ama bir o kadar da gergin olmamıştır. Bu topraklara has bir durum sanırım. Bunca çeşitlilik pek çok kazanıma sebep olacağına, aksine ne çok örselenmeye sebep oluyor, anlamakta zorlanıyorum. Neden böylesine zalim, sorumsuz ve bütünüyle ben merkezli bir hale geldik biz? Tutku, gurur ve ihtiras at koşturuyor dört başı mamur, kontrolsüz, dizginsiz. Dış nedenler devreye girdiği için mi? Merhametsizlik günümüz insanının yeni dini olduğu için mi? İnsanoğlu nefsine yenik düştüğü, anlık kazanımlara tutsak olduğu için mi? Bütünüyle aşkı kaybett iğinden mi? Bilmiyorum. Bu sorular aklımı firar ett irecek diye de korkuyorum. Eğer ışık olmasaydı insanlığın hayat dolu mantığı değişirdi. Sanırım ışığını kaybediyor insanlık. En azından bir çakıl taşını yerden kaldırsak, birbirimize fırlatmak yerine engelleri kaldırıp biraz nefes almamıza müsaade etsek… Biz unutt uk. Ama yine de yağmur hepimizin üzerine sevgi ile düşüyor. Bütün acılara inat, kahreden düşmanlığa, sevgisizliğe, hoyratlığa inat yine verecek dallar baharını inanıyorum, inanmak istiyorum. Önce kendime başkaldırmam gerektiğini anlamam ne çok zamanımı aldı oysa. Bana biçilmiş ama üzerime bir türlü oturtamadığım sanal hayatı yazgı diye kabullenmediğime çok seviniyor ve bir kere daha şükrediyorum. Şimdi geriye dönüp baktığımda görebiliyorum; senaryoyu şekillendirmeyerek sessizce bekleyen ve eline tutuşturulmuş rollerin ezberi derdindeki küçük figüranlardan olmadığımı fark etmem vakit alacakmış demek ki… Bunda da vardır bir hayır. Sihirli sözün ciğerime işlemesi, zihnimde güçlü şimşeklerin çakmasına ve bambaşka iklimlere yol almama sebep oldu. Duygular açığa çıkacaktı elbet. Bunu hissediyordum, bunu biliyordum ama bir sözün bütün duygularımı tekrar harmanlayacağını ve bilindik sözlerin bambaşka yüzlerini göreceğimi asla tahmin etmiyordum. İnanarak; sevgiyle, şefk atle, aşkla, merhametle söylenen bir söz yerle bir eder mi her şeyi? Ediyormuş demek ki… Sözün kimin ağzından çıktığı; nasıl, ne amaçla söylendiği önemliymiş. Kelamın büyüsü ve rengi o zaman çıkıyormuş. Bu seyahat benim için bir kaçış, bir soluk alma, her şeyi yeni baştan düşünme şansı olacak, bunu hissediyorum. Ama adaya gitmek istememin esas sebebi meçhule yazılmış bir mektubun bana kadar ulaşması… Büyükbabama ait olduğu söylenen mektupların peşinden gidiyorum. Bu beni heyecanlandırıyor. Mektupları yazan kişinin torununun dedeme gönderdiği mektubun macerasına çıkıyorum biraz da. Nasıl biriyle karşı karşıya kalacağımı bilmiyorum. Ama yazdığı mektupta içimde bir yerlere dokunan, bende bazı duyguları uyandıran çözemediğim bir şey vardı. Son derece samimi yazılmış. Keşfe çıkmış bir mektup… Emaneti sahibine ulaştırma kaygısı ile yazılmış bir çağrı… Şişenin içine konulmuş bir notun birileri tarafından bulunması ve sahibine ulaşma ihtimali gibi umut dolu ama bir o kadar da çaresiz… Beklentili ama kaygılı… Huzura erdirecek ya da eksik kalacak bir hikâye… Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, velhasıl ilginç ve gizemli bir maceraya çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Bütün hatıraları derleyip toplayarak düş gezgini bir adım ile her şeye yeniden başlama zamanı.

***

Yanıma fazla eşya almak istemiyorum. Bana yetecek kadar birkaç parça eşya, küçük bir sırt çantası, hepsi bu. Plansız programsız, ne bir yere yetişme ne de ajandamdaki işleri bitirme derdi olmadan gitmek istiyorum.

Günün dirilten ışıklarıyla yola çıkacağım için sabahlayacağım. Güneşin doğuşunu görmeyeli ne çok zaman oldu. Güneş tepelerin üzerinde yükselecek. Yeşil çayırlar, deniz, boylu boyunca sahil ve bir tek ben onun aydınlık kollarının tazeliğinde sarıp sarmalanacağız. Mecburiyett en, acı dolu, ruhsuz gülümsemeler ile destekli, aklında bambaşka düşüncelerle tezgâhlı sohbetler yapmayacağım. Yeniden inşa edeceğim bütün yolları. Köprüler kuracağım, yıktıkları ne varsa tamir edeceğim ve karşı kıyıya halatlar uzatacağım. Yeniden, yeni ve temiz, pür bir şahlanışla kaybett iğim ne varsa birbirine bağlayacağım. Böyle sohbetlere izin vereceğim. Kimseyle sürtüşmeyeceğim, cebelleşmeyeceğim, futbol ya da siyasetin lafını etmeyeceğim. Gerilmeden, germeden soluk almak istiyorum. Deniz ve güneş; bütün istediğim bu… Eskiden dilbilgisi dersinde öğretmenimin öğrett iği ‘özne’, bugün artık yok. Şimdilerde modern dünyanın insanı her şeyin öznesini kaybett i. Fertlerin hürriyetinden bahsetmek mümkün mü? Kendine has özel bir alanı var mı? Hepimiz bilgi sarmalının içinde özgürleştiğimizi zannederek köleleşmiyor muyuz? Her şeyden haberi olan bugünün insanından kimsenin haberdar olmaması ne kötü! Dünyayı tanıdığını iddia eden insanoğlunun üst katt aki komşusunu tanımaması ne ironi ve de ne büyük bir kâbus! Günümüz insanı tamamen bir bilgi labirentinin içinde kaybolmuş durumda ve el uzatanı yok. Kendimle baş başa kalmak bana çok iyi gelecek diyorum defalarca kendime. “Benden üç beş gün haber alamazsanız merak etmeyin” diye son zamanlarda hayatımın pek çok aşamasında bedenen yanımda olmasa bile sesi ve nasihatleriyle yanımda olan Abdullah Bey’in yanına uğradığımda, “Kendini bilge biri olarak görme, gururlanma. Allah’tan kork, kötülükten uzak dur. Bir bilgeyle yemeğe oturduğunda önüne konulana dikkat et. Menkıbenin sana sunacaklarına pürdikkat kesil. İşaretleri takip edeceğine söz ver” demişti. Dikkatli olacağıma söz verdim. Merak etmemesi gerektiğini de söyleyerek elini öptüm. Öyle ya, haber vermeden birden ortadan kaybolmak da olmaz. Bu hayatın anlamsız koşuşturmasında hâlâ nerede, nasıl olduğumuzu merak eden dostlarımız var çok şükür. Sabahın diriliğinde özgürlüğünü kâh denizin ortasında, kâh dağın zirve tepesinde bulmak umuduyla kendini tutsak eden zincirlerden kurtulmak için ayaklarını kesen mahkum misali arabama atladım. Beni tutsak eden şartlanmışlıklardan uzaklaşma macerama ara durak olacak kısa yolculuğuma Marmaris’e doğru yol almakla başladım bile. Berekete gebe tarlalardan geçtim. Yol kenarlarında müşteri bekleyen, üzeri saç örgülü somunların kokularını içime çektim. Ceza kesmeye kararlı zulaya yatmış trafik polislerinin, okula giden uyku mahmuru çocukların, rızkının peşinde işe gitmek için servis bekleyen işçilerin umutlarında yol aldım. Sipil Dağı’nın eteğinden İzmir Körfezi’ne doğru kâh viraj döndüm, kâh tırmandım, kâh dolu dizgin indim. Asla radyo açmamaya söz verdim. Ne geveze DJ’leri ne kâbusa dönüşen sabah haberlerini dinlemeye niyetim var. Ruh halime uygun, yalnızlığıma arkadaş, hüzünlü ama mutlu hissetmeme sebep olan Emre Aydın’ı dinleyeceğim yol boyu:

Duymak istiyorum, duymak istiyorum.
Kalbimde ruhunu duymak istiyorum.
Görmek istiyorum, görmek istiyorum.
Gözünde gözümü görmek istiyorum.

Şu anki ruh halime denk düşen bu sözler bana huzur vermeye yetiyor. Camı açıyorum biraz, rüzgârı hissediyorum saçlarımın arasında ve avaz avaz söylüyorum, nasıl olsa arabada kimseler yok ve kendimi kimseye beğendirmek zorunda değilim. Müziğin sesini kısmamı isteyecek biri de olmadığına göre yolda akıp gidiyorum bir bilinmeze doğru. Otobanda ne ışıklara takılıyorum, ne beni yan arabadan kesen meraklı gözlere aldırış ediyorum. Trafik ışıkları yandığı an eli kornanın üzerinde sabırsız insanlar artık çok uzağımda kaldılar.

***

Otoban çıkışından bir süre daha devam ett ikten sonra önüme gelen ilk çay bahçesinde durdum. Ege otlarından yapılmış gözleme ve çayın tadına vardım. Yolcuların arabalarını yıkamaları için uzunca bir direk üzerinden akıtılan fıskiyelerin altında arabalarını bir öne bir arkaya kaydırarak yıkamaya çalışanları izledim. Arabalar yıkanıp silecekleri bir sağa bir sola savruldukça içim genişledi. Arabalar temizlendikçe ferahladım. “Su suretlerimizi zahiren nasıl temizliyorsa, temizlenmiş yürek de insanın içini yansıtır, yüzünü parlatır” sözü düştü aklıma Abdullah Bey’in. Her şeyi sindire sindire yaşıyordum birkaç saatt ir, belki de uzun zamandan sonra ilk kez yaşadığımı hissediyordum. Biraz daha yol aldıktan sonra dayanamayıp arabamı tekrar kenara çektim. Çam ağaçlarının eşliğinde Marmaris’i, ka-

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıAşk Cephesi
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarBahadır Yenişehirlioğlu
  • ISBN9786050816518
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Son Hasat ~ Bahadır YenişehirlioğluSon Hasat

    Son Hasat

    Bahadır Yenişehirlioğlu

    Gökkuşağından ormanlar dikiyorum şimdi Bütün renkleri geri getirmeye geliyorum Ölümümle yaşamımı geri getirmeye geliyorum Cennette seni bekliyorum Belki dirilir gönlümün yalnızlığı Hepsi bir aşk...

  2. Duvarları Yıkmak ~ Bahadır YenişehirlioğluDuvarları Yıkmak

    Duvarları Yıkmak

    Bahadır Yenişehirlioğlu

    Kalpte, zihinde, yüksek yüksek duvarlar örmek yerine, köprüler kurmak gerek dostlar. Ardımız engin bir denizdir, ışıktır. Gelin o duvarları yıkalım ve ışık tüm ihtişamıyla...

  3. Antikacı ~ Bahadır YenişehirlioğluAntikacı

    Antikacı

    Bahadır Yenişehirlioğlu

    Romanları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu bu kez şaşırtıcı bir romanla çıkıyor okurlarının karşısına. Her şeyi geride...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sen Gülerken ~ Ayşe ÖzmenSen Gülerken

    Sen Gülerken

    Ayşe Özmen

    Hülya, üç-dört yaşlarından beri bir hayalin peşinden koşmaktadır. Tam hatırlayamadığı ama zihninden de bir türlü atamadığı bir hayalin… İlkokul yıllarında bu hayal, tesadüfen resmini...

  2. Cumhuriyetin İzinde ~ Koray Avcı Çakman, Toprak IşıkCumhuriyetin İzinde

    Cumhuriyetin İzinde

    Koray Avcı Çakman, Toprak Işık

    Hep beraber el ele, cumhuriyetin izinde… “Cumhuriyet, bir yönetim şekli olarak nasıl ortaya çıkmıştır?” sorusuna yanıt arayan Koray Avcı Çakman ve Toprak Işık’ı tek yürekte buluşturan Cumhuriyetin...

  3. Yeniden Yaşayabilseydik ~ Suat DervişYeniden Yaşayabilseydik

    Yeniden Yaşayabilseydik

    Suat Derviş

    “Sadece, bu geçen hayatı, bir kere daha, ta başından itibaren yeniden yaşamak lazım. O kadar! Bugünkü tecrübelerle yeniden yaşasa… O zaman yapmış olduğu yanlışları...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur