Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşk Ateşi
Aşk Ateşi

Aşk Ateşi

Vegas’ta yaşanan Vegas’ta kalır. Autumn, üst üste yaşadığı kötü olaylardan sonra biraz uzaklaşmak için hep merak ettiği Las Vegas’a gider. Hep yapmayı istediği ama…

Vegas’ta yaşanan Vegas’ta kalır.

Autumn, üst üste yaşadığı kötü olaylardan sonra biraz uzaklaşmak için hep merak ettiği Las Vegas’a gider. Hep yapmayı istediği ama ertelemek zorunda kaldığı şeylerin bir listesini yapmıştır ve Las Vegas’ta bu listedeki her şeyi gerçekleştirmek üzere kendisine söz vermiştir.

Ancak beklenmedik bir şekilde karşısına çıkan ünlü hokey oyuncusu Sam LeClaire, Autumn’ın listesini alt üst edecek ve onu dönülmesi neredeyse imkansız bir yola sokacaktır.

Rachel Gibson Chinooks Hokey Takımı serisi Aşk Ateşi ile devam ediyor.

***

Birinci Bölüm

Sam LeClaire

Sam LeCiaire, yakışıklı ama bir o kadar da aşağılık bir herifti. Spor yazarlarından tutun, kendisine saçını süpürge eden annesi­ne kadar herkes böyle düşünürdü.

Hatta yatağında yatan genç kız da aynı fikirdeydi. Aslına bakılırsa genç kız denemezdi ona, zira olgun kadındı.

“Neden gidemeyecekmişim, anlamıyorum.”

Mavi çizgili kravatını boynuna bağlarken başını kaldırıp aynaya baktı ve yatağında yatan süper modelle göz göze geldi. Adı Veronica Del Toro’ydu, ama insanlar onu daha çok Veroni­ca diye tanırlardı; aynı Tyra ve Heidi ve Gisele gibi.

“Çünkü şehre ineceğini bilmiyordum,” diye onuncu kere de olsa açıklamaya çalıştı Sam. “Böyle bir zamanda yanımda bir misafir getirmem pek uygun kaçmaz.” Doğruyu söylemek gerekirse, bu asıl sebep değildi.

“Ama ben Veronica’yım”

İşte şimdi asıl sebebe geliyoruz. Veronica, kaba ve nar- sist biriydi. Bunu kimseye karşı kullanmış olduğundan değil, zira Sam de pekâlâ kaba ve narsist olabilirdi; ama hakkında ya­zılıp çizilenlerden farklı olarak, ne zaman tepki gösterileceğini iyi bilirdi o.

“Fazla yemeyeceğim.”

Yeme zaten. Veronica’nın hiç hazzetmediği huylarından biriydi bu. Ağzına tek lokma koymazdı. Her zamanki gibi aç­lıktan geberiyormuşçasına kendine yemek söylemiş ve tabağına hiç dokunmadan öylece bırakmıştı.

Kravatının düğümünü çekti ve çenesini yana doğru eğe­rek gömlek yakasını düğmeledi. “Sana taksi çağırdım bile.” Veronica’nın yataktan kalkıp kendisine doğru gelişini izledi ay­nada. Halının üzerinde sanki podyumdaymış gibi yürüyordu. O uzun bacakları, kolları… Büyük göğüsleri hiç kıpırdamıyordu sanki.

Kollarını Sam’in beline dolayıp, “Ne zaman geri döne­ceksin?” diye sordu. Çenesini omzuna koymuş ve koyu kahve­rengi gözlerinin içinden ona bakmıştı.

“Geç.” Başını yan tarafa eğerek gömleğinin diğer yaka­sını düğmelemeye başladı. Şifonyerin üzerindeki büyük Stan­ley Kupası şampiyonluk yüzüğüne kaydı gözleri. Beyaz ve san allın yüzüğün üzerinde takımın logosunu şekillendiren 160 el­mas, pırlanta ve safir vardı. Stanley Kupası’nın bir tarafına ta­rih, diğer tarafınaysa adı ve numarası kazınmıştı. Veronica’ya göstermek için yüzüğü dışarı çıkardı; ama parmağına takmayı düşünmedi. Mücevher takan biri olmasına rağmen ki aslında değildi- koca yüzük sağ elinin parmağını abartılı bir şekilde kaplamıştı. Abartıyı seven biri olmasına rağmen yine de, onun için bile çok abartılı duruyordu.

“Ne kadar geç?”

Aynaya bakarak komodinin üzerinde duran saati görme­ye çalıştı. Saat altı buçuk olmuştu bile ve düğün yedide başlaya­caktı. Aslında Veronica’yla görüşmeye pek vakti yoktu. Ancak Veronica şehre sık inmezdi, üstelik kısa keseceğine söz vermiş­ti. Tahmin etmeliydi bunu Sam. Veronica’ydı bu ve hiçbir şey­de elini asla çabuk tuttuğu görülmemişti. “Çok geç. Ne zaman uçuyorsun?”

“Sabahleyin,” diye iç çekti Veronica. Ellerini Sam’in kaslı, sert göğsüne kadar çıkardı. “Bekleyebilirim.”

Sam döndü. Veronica’nın avuç içleri Sam’in beline in­mişti.

“Ne zaman geri döneceğimi bilmiyorum. Bu şey ger­çekten uzun sürebilir.” Her zamanki sezon açılışı beş gün sonra olmasına rağmen yine de emin olamamıştı. Siyah saçlarını om­zunun arkasına attı. “Seattle’a bir daha geldiğinde ararsın beni.”

“Bu, aylar sürebilir ve o zamana kadar sen çoktan hokey oynamaya gitmiş olursun.” Veronica ellerini indirip yatağa doğ­ru yürüdü.

Daracık külotunu giyen Veronica’yı arkadan seyretti Sam. Veronica’da sevilecek pek çok şey vardı. Yüzü. Vücudu.

Derinlikli olmayan, yüzeysel biri olduğu için, o güzel kafasında fazla bir şey olduğu söylenemezdi pek. Yüzeysel olmanın yanlış bir tarafı yoktu tabii. Yüzeyde yaşamanın, ayrıntılardan kaçma­nın yanlış bir tarafı yoktu; hem bu hayatı daha kolay kılardı. “Yine her zaman olduğu gibi yolda karşılaşabiliriz.”

“Haklısın.” Kot pantolonunu giymeden önce kırmızı ti­şörtüne uzandı ve üzerine geçirdi. “Ama o sırada gözünü mo­rartmış olabilirler.”

Gülümsedi Sam. “Doğru.” Takım elbisesinin ceketini alıp üzerine geçirdi. Son sezon beraber Pittsburgh’da takılmış­lardı. Penguenler’le karşılaştıkları o gece bir gol atmış; ceza sa­hasında ikinci bir penaltı için beklediği sıra kendisinin ilk ve sezonun da en büyük morluğunu almıştı gözüne.

Belki Veronica kendisine bu yıl aynı türden bir şans geti­rebilirdi. Cüzdanına uzandı. Alıp hâki renkli pantolonunun arka cebine koydu.

Topuklu ayakkabılarını ayağına giyerken, “Geçen sezon bu harika yüzün berbat görünüyordu,” dedi Veronica.

O kadar berbat sayılmazdı aslında. Sadece birkaç dikiş ve hafif bir çürük izi vardı. NHL’deki’ on altıncı yılında çok zorluklar çekmişti, bu doğru.

“Modellik yapmalısın bence.”

“Hayır almayayım, teşekkürler.” Birkaç sene evvel Di­esel için bir iç çamaşırı reklâmında yer almıştı Sam. Bu reklâm süreci çok bunaltıcı gelmişti ona. Neredeyse bütün gününü be yaz iç çamaşırı ile oturup set ekibinin farklı açılardan görün­tü almasını bekleyerek geçirmişti. Sonuç, dev billboardlar ve magazin reklâmlarında bir hayli büyük görünen penisinin iyice ortaya çıktığı pek hoş olmayan görüntüleriydi. Takım arkadaş­ları kendisiyle günlerce dalga geçmiş ve annesi de bir ay kilise­ye gitmeye cesaret edememişti. Bu deneyimden sonra modellik yapmayı bırakmış ve bunu Beckham gibi bu tarz ilgiden hoşla­nan kişilere bırakılmıştı.

Beraber, Sam’in merkezde bulunan evinin çatı katı da­iresinden dışarı çıktılar. Güneş ışığı yavaşça çekilmeye başlar­ken evin içindeki gri gölge deri mobilyaların üzerine siniyordu.

Sam, ön kapıyı tutup Veronica için açtı. Onunla beraber dışarı çıktıktan sonra kapıyı arkasından kilitledi. Aşağıya indi­ler. Aklında San Jose ile bir haftadan daha kısa bir süre sonra oynayacakları maç vardı. Köpekbalıkları geçen sezon playoff- ların ilk turunda elenmişlerdi ama bu, sezonun açılış maçında Chinooks için maçı kazanmanın garantisi değildi. Hem de hiç.

Köpekbalıkları şimdi hırslıydılar ve Chinooks takımının kimi üyeleri sezon dışı partiler, eğlenmeler derken ölçüyü biraz fazla kaçırmışlardı. Sam de bu partilere katılmış ama öyle fazla içip göbek yapmamıştı. Karaciğeri hâlâ iyi durumdaydı. Johan ve Logan, her ikisi de midelerinde en az on kilo taşıyorlardı. Vlad da izne çıkmış ve sünger gibi içip durmuştu. Kulüp, kaptanlığı Walker Brooks’a vermişti. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Wal- ker geçen birkaç yıldır bu işi yürüten kişilerden biriydi zaten.

Asansöre doğru ilerlerken, “Düğünlerden çok hoşlanı­rım,” dedi Veronica iç geçirerek.

Herkes Alexander Devereaux’un formasının üzerine A harfi koyacağından emindi ama daha henüz böyle bir şeyin ola­cağı söylenmemişti. Yedek kaptanlık için Sam’i göstermişlerdi ama o, bu tuzağa düşmedi. Sam, en sorumsuz kişilerden biriydi ve üstelik bundan hiç gocunmuyordu.

Asansörün kapıları açıldı; birlikte içeri girdiler. “Sevmi­yor musun?” diye sordu Veronica.

“Neyi sevmiyor muyum?” Giriş katına inmek için asan­sörün düğmesine bastı.

“Düğünleri.”

“Tam olarak değil.” Düğünler Sam için kupayı havaya kaldırmak kadar eğlenceli şeylerden biri değildi.

Giriş katına ininceye kadar hiç konuşmadılar. Asansör­den çıktıktan sonra Sam elini Veronica’nın beline koydu. Cam vc paslanmaz çelikten iki ağır kapı açıldı. Köşede sarı bir taksi bekliyordu.

Veronica’yı yanaklarından öperek, “Geldiğinde beni ararsın. Seninle bir kez daha görüşelim istiyorum,” dedi ve ar­dından onu taksiye bindirdi.

Sonra köşeyi dönüp Fourth Avenue vc Rainier Club’a doğru yürümeye başladı.

Seattle’ın kararan siluetinde puslu bu­lutlar dolaşıyordu. Şehrin gürültüsü etrafını saran binalarda yankılanmıştı. Mağazanın penceresine yansıyan görüntüsüne baktı bir an. Sessiz esen rüzgâr yakalarını hafiften havaya kaldırmış, alnına düşen san saçlarını havalandırmıştı. Elini ceketinin önüne getirip düğmelerini ilikledi.

Bakışlarını kalabalık kaldırıma doğru çevirdi ve birkaç alçak binayı geçtikten sonra, duvarları eski tuğlalarla kaplı ve bahçesindeki çimleri özenle biçilmiş özel, eski bir klübe iliş­ti gözleri. Caddenin aşağısına doğru yürürken, durup kendisini izleyen insanları fark etti. İçlerinden birkaçı bağırarak ismini söylemişti.

Tebessüm ederek elini kaldırdıktan sonra yürüme­sine ara vermeden devam etti. Bu tür karşılaşmalar konusunda pek tecrübeli sayılmazdı. Evet, kendisini sevenler vardı. Hem de çok. Kendisinin yaptığı işi yapmak isteyenler, formalarının üzerine onun adını ve numarasını yazmak isteyenler… Geçen temmuzda, kupayı kazanmalarından bu yana şöhreti bir hayli artmıştı ve bundan öyle hiç de şikâyetçi görünmüyordu. Hay­ranlarının istediği sadece imza ya da el sıkışmaydı ve bunlar da onun için pek bir şey sayılmazdı doğrusu.

Binanın orta yerine geldiğinde caddeye bakıp kestirme yola geçti. Hayat Sam için çok güzel gidiyordu. Geçen sezon Seattle Chinooks takımı, Stanley Kupası’m kazanmış ve adı ar­tık hokeyin en yüksek ödülüne altın harflerle yazılmıştı. Kupayı tutup başının üzerine kaldırdığı an gözlerinin önüne geldiğinde dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti.

Profesyonel yaşamı göklerdeydi kısacası. Kan, ter ve zorlu şartlara rağmen karşısına çıkan fırsatları gole çevirmeyi başarabilmişti. Bir ömür boyunca çalışıp kazanarak elde ede­bileceğinden daha fazlasına sahipti ve bunu gayrimenkul, klas takım elbiseler, kaliteli şaraplar ile güzel kadınlara harcamaktan da büyük keyif alıyordu.

Rainier Club’ın siyah tentesinin altına doğru geldi. Ka­pıdaki kişi kendisini karşıladı. Sam’in kişisel hayatı da benzer şekilde kusursuzdu. Yaşamı boyunca kendisini tek bir kadına bağlamamıştı ki zaten hoşlandığı şey de buydu. Kadınlar onu severdi ve o da bunları karşılıksız bırakmazdı. Bazen aşırıya kaçmıyor da değildi yine de.

Klübün içi çok resmi görünüyordu. İçerideki kişilerden birkaçı geniş merdivenin altında gezinip duruyordu ve yüzleri hafiften asık bir haldeydi, ama pahalı kıyafetleri ve bronzlaşmış tenlerine bakılacak olursa hiç de fena görünmüyorlardı. İki ay sonra bu adamlardan birkaçı morarmış göz ve yüzlerine de dikiş yaraları almış olacaklardı.

“Ne iyi ettiniz de geldiniz,” diye öne çıktı Daniel Holstrom, Şam’a yaklaşarak.

Merdivenin yukarısından arp müziğinin sesi geliyordu. Sam, frak gömleğinin kelepçelerini çözüp kolundaki TAG Heuer saatine göz attı. “On dakikam daha var,” dedi. “Hepiniz ne bekliyorsunuz böyle?”

“Vlad ve Logan daha gelmediler,” diye cevap verdi ka­leci Marty Darche.

Sam hem damat hem de Chinooks’un eski kaptanı Ty Savage’i kastederek, “Savage nerede?” diye sordu.

“Yaklaşık on dakika önce görmüştüm onu,” diye cevap verdi Daniel. “Onu ilk sahada böylesine ter dökerken görmüş­tüm. Gelinden biraz çekiniyor olmalı.”

Marty sesini bir parça alçalttı. “Yukarıda en az dört tane Playboy kızı var.”

Gelin Seattle Chinooks’un sahibiydi; ayrıca yılın Play­boy kızı seçilmesi de şaşırtıcı sayılmazdı. Sam gülerek, “İyi bir parti olacak,” dedi. Tam o sırada parlak kumral saçlı, iyi görü­nümlü biri gözlerine takıldı. Başını çevirdi. Gülmesi yarım kal­mıştı.

Lobinin ön tarafına doğru giden kadını izlerken içindeki her şey bir anda durmuştu. Kadının başında bir kulaklık vardı ve ağzının ucuna gelen ufak mikrofona doğru konuşuyordu. Vücudunu saran siyah bir kazak giymişti. Siyah pantolonunun arkasındaysa küçük bir pil kutusu takılıydı. Midesi yanmaya başlayan Sam kaşlarını aşağıya düşürdü.

Eğer yeryüzünde kendisini sevmeyen tek bir kadın olsaydı  gerçeği söylemek gerekirse içgüdülerinden nefret ederdi  o ka­dın, az önce ön kapıdan çıkıp kaybolan kadın olurdu.

Daniel elini omzuna vurup, “Hey Sam, bu senin eşin de­ğil mi?” dedi.

“Sen evli misin?” Marty başını öne doğru getirdi.

“Eski eşim.” Midesinde yanan asit Sam’i daha bir rahat­sız etmeye başlamıştı.

“Senin evli olduğunu bilmiyordum.”

Daniel, ortada sanki çok komik bir şey varmışçasına bir kahkaha kopardı.

Sam gözlerinin ucuyla Daniel’e bakış attı. Bu sessiz uyan, takımın kanat oyuncusunun daha fazla gülmesine yaramıştı belki ama en azından ağzını açmamış ve Sam’in kafası

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıAşk Ateşi
  • Sayfa Sayısı326
  • YazarRachel Gibson
  • ÇevirmenGencer Çakır
  • ISBN9786055395940
  • Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNemesis Kitap / 2012
Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Emma ~ Jane AustenEmma

    Emma

    Jane Austen

    Jane Austen 1815’te 39 yaşındayken tamamladığı Emma’nın en sevdiği romanı olduğunu söyler. Bir taşra kasabasında yaşayan ve iyi bir çöpçatan olduğunu düşünen Emma’nın gerçek...

  2. Fransız Süiti ~ Irene NemirovskyFransız Süiti

    Fransız Süiti

    Irene Nemirovsky

    “Edebi ve ebedi bir şaheser!” -Times 1940 yılında Nazi işgalinden bir gece önce Paris’te başlayan Fransız Süiti, insanların kendi kontrolleri dışında savaş şartlarına atılmasının...

  3. Medici Mührü ~ Theresa BreslinMedici Mührü

    Medici Mührü

    Theresa Breslin

    Azılı bir katilden kaçan Matteo, büyük bir şans eseri Leonardo da Vinci’nin maiyetine girer. Maestro’nun zalim Cesare Borgia için yürüttüğü askerî projelere, ünlü yapıların...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur