Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi (1288-1485)
Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi (1288-1485)

Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi (1288-1485)

Mevlânâ Mehmed Neşri, Necdet Öztürk

Osmanlı tarih yazıcılığının en iyi örneklerinden biri Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün sadeleştirdiği, Cihânnümâ olarak bilinen bu eser, Mevlana Mehmed Neşrî tarafından yazılmış ve İkinci…

Osmanlı tarih yazıcılığının en iyi örneklerinden biri Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün sadeleştirdiği, Cihânnümâ olarak bilinen bu eser, Mevlana Mehmed Neşrî tarafından yazılmış ve İkinci Bayezid’a sunulmuştur. Sultan İkinci Bayezid devri (1481-1512) tarihçilerinden Neşrî, eserinin başında, kısa bir girişten sonra, Oğuzlar, Türkiye Selçukluları ve Karamanoğulları ile ilgili özet bilgiler verir. Ardından 1288 yılı olaylarıyla başlattığı Osmanoğulları’nın siyasi tarihini, Kara Boğdan Gazası (Ağustos 1485) ile bitirir. Osmanlı’nın kuruluş zamanlarını, devlet haline gelişini, karışıklıklarla geçen fetret devrinin ayrıntılarını ve Fatih Sultan Mehmed Han’la imparatorluğa giden yolu kaleme alan Neşrî, kitapta ayrıca Osmanlı vezirlerinin yaptırdıkları hayır kurumlarını anlatır. Ardından ilim adamları, dervişler/abdallar ve şeyhlerin adlarını sayar ve İkinci Bayezid’e yazdığı ‘Kaside’ ile eserini tamamlar. Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi, kuruluş ve yükseliş dönemlerine ait Osmanlı tarih yazıcılığının en iyi örneklerinden biridir. Güvenilir bir tarihçinin kalemiyle, akıcı ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmış olan bu eser keyifle okunacak bir tarih kaynağıdır. İlk iki yüzyılın Osmanlı tarihi olayları en geniş ve en doğru biçimde Neşri Tarihinden okunur.

MEVLÂNÂ MEHMED NEŞRÎ

15. yüzyılın en tanınmış tarihçilerinden olan Neşrî’nin hayatı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak belli değildir. Bursa’da eğitim gördü. Bu şehirdeki Sultaniye Medresesi müderrisi iken 1520’de öldüğü tahmin ediliyor. Neşrî, onun şiirlerinde kullandığı takma adıdır. Kitâb-ı Cihannümâ [dünyayı gösteren kitap] adlı eseri altı kısımlık bir dünya tarihidir. Eserin ancak Osmanlı tarihi ile ilgili altıncı kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Bu bölüm üç kısma ayrılır: “Oğuzlar”, “Türkiye Selçukluları” ve “Osmanlılar”. Osmanlı tarihi 1288’den 1485 yılına kadar gelmektedir. Neşrî’nin kendisinden sonraki tarihçilere tesiri büyük olmuştur. O, 14-15. yüzyıl Osmanlı tarihini çağdaşı diğer tarihçilere göre daha geniş tuttuğu gibi, daha doğru bilgiler vermeye çalışmıştır.Cihannümâ, Türkçe yazılan ilk dünya tarihi olması bakımından da ayrı bir öneme sahiptir.

NECDET ÖZTÜRK

1949 Düzce doğumlu. Arifiye İlköğretmen Okulu ve Çapa Yükseköğretmen Okulu’nu yatılı okudu. İlkokul öğretmenliği (1972/73) yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Lise tarih öğretmenliği (1977/79; 1982/85) yaptı. Vatani vazifesini yedek subay olarak yerine getirdi (1979/1981). Kabataş Erkek Lisesi tarih öğretmeni iken Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak naklen atandı (1985). Hadîdî’nin Tevârih-iÂl-i Osman ı üzerindeki çalışması ile Dr. unvanını aldı (1986). Yardımcı doçent (1989/92) olarak çalıştı. Daha sonra Doçent (1992) ve Profesör (1998) unvanlarını aldı. Çalışmalarını 15. yüzyıl Osmanlı kroniklerinin yayınları üzerinde yoğunlaştıran Öz-türk aynı Üniversitede öğretim üyeliğini sürdürmektedir. Çok sayıda sempozyum, kongre bildirileri ve makaleleri yanında 15. yüzyıl Osmanlı tarih kaynağı yayını bulunmaktadır. Almanca bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Hazırladığı Diğer Eserler

1.    Hadîdî, Tevârih-iÂl-i Osman (Doktora tezi), haz. N. Öztürk, İstanbul 1991.

2.    R. F. Kreutel, Haniwaldanus Anonimine Göre Sultan Bayezid-i Velî (1481-1512), çev. N. Öztürk, İstanbul 1997.

3.    Kemal, Selâtîn-nâme (699-895/1299-1490), haz. N. Öztürk, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2001.

4.    Anonim Osmanlı Kroniği (1299-1512), haz. N. Öztürk, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 2000.

5.    Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî: Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1465), haz. N. Öztürk, Kitabevi, İstanbul 2003.

6.    Oruç Beğ Tarihi (1288-1502), Çamlıca Yayınevi, İstanbul 2007.

7.    Mevlânâ Mehmed Neşrî, Cihânnümâ, haz. N. Öztürk, Çamlıca Yayınevi, İstanbul 2008.

8.    Oruç Bey, Osmanlı Tarihi (1288-1502), Uç Beyliğinden Dünya Devletine, Çamlıca Yayınevi, sad. N. Öztürk, İstanbul 2009.

Sevgili torunum Demir GÖMEÇLİ’ye…

İçindekiler

ÖNSÖZ…………………………………………………………………. 9

KONU BAŞLIKLARI…………………………………………………11

GİRİŞ……………………………………………………………………19

BİRİNCİ BÖLÜM: OĞUZLAR…………………………………….23

İKİNCİ BÖLÜM: TÜRKİYE SELÇUKLULARI………………..29

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: OSMANLILAR……………………………..41

OSMAN GAZİ………………………………………………………..47

ORHAN GAZİ………………………………………………………..71

MURAD HÜDAVENDİGÂR……………………………………….89

YILDIRIM BAYEZİD………………………………………………131

FETRET DEVRİ…………………………………………………….153

ÇELEBİ MEHMED…………………………………………………207

SULTAN MURAD GAZİ………………………………………….221

FATİH SULTAN MEHMED……………………………………..271

SULTAN İKİNCİ BAYEZİD……………………………………..335

OSMANLI VEZİRLERİ VE ESERLERİ………………………..345

İLİM ADAMLARI, DERVİŞLER VE ŞEYHLER………………351

KASİDE ………………………………………………………………354

SÖZLÜK……………………………………………………………..353

DİZİN…………………………………………………………………371

ÖNSÖZ

Mehmed Neşrî, Sultan İkinci Bayezid devrinin (1481-1512) önde gelen tarihçilerindendir. Hayatı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak belli değildir. Bursa’da eğitim gördü. Bu şehirdeki Sultaniye Medresesi müderrisi iken 1520’de öldüğü tahmin ediliyor. Neşrî, onun şiirlerinde kullandığı takma adıdır.

Neşrî’nin Cihannümâ Kitabı (dünyayı gösteren kitap) adını verdiği eserini Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi olarak sadeleştirdik. Onun bu eseri, ilk iki yüzyılın Osmanlı tarih kaynakları arasında özel bir yer tutar. Çünkü Neşrî, kendisiyle çağdaş diğer tarih yazarlarına göre daha doğru ve ayrıntılı bilgiler verme gayretindedir. Bazen konu başlığı olarak kullandığı “hikâye” ve “latife” kelimeleri verdiği bilgilerin doğruluğundan kuşku duymamızı gerektirmez. O, bu başlıklar altında gerçek tarihi olayları açıklar.

Neşrî, kısa bir girişin ardından birinci bölümde Oğuzlar, ikinci bölümde Türkiye Selçukluları hakkında özet bilgiler verdikten sonra üçüncü bölümde Osmanlıları anlatır. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin atalarının Anadolu’ya gelişleri, nereleri yurt tuttukları, Ertuğrul Gazi’nin gazaları, Anadolu Selçuklu sultanı Birinci Alaaddin Keykubad ile olan siyasi ilişkileri, bu bölümün ilk konularını teşkil eder. Yazar, Osmanlıların ilk devirleri ile ilgili tartışmalı bazı olaylara açıklık getirmeye çalışır.

Kuruluştan itibaren padişah devirlerine göre anlattığı Osmanlı tarihini, 1485’te Kara Boğdan’a yapılan seferle sonlandırır. Bundan sonra başlangıçtan kendi zamanına kadarki Osmanlı devlet ve siyaset adamlarının yaptırdıkları eğitim, sağlık ve sosyal amaçlı hayır kurumlarını açıklar. Ardından yine padişah devirlerine göre ilim adamları, dervişler/abdallar ve şeyhlerin adlarını sayar. Bunu takiben Sultan İkinci Bayezid’in menakıbına yer verir ve eserini, bu padişaha yazdığı “Kaside” ile bitirir.

Neşrî’nin ilk Osmanlı tarihçisi olarak kabul edilen Ahmedî’den aldığı şiirlerin tamamına yakınını sadeleştirme çalışmasına dâhil etmedik.

Eserde coğrafi ad olarak Rum: Anadolu coğrafyası yanında, Amasya-Tokat-Sivas ve yöresini; Acem: İran’ı ifade eder. Laz: Sırp, Sırp kralı ve Sırbistan; Ungurus: Macar kralı ve Macaristan; il: vilayet, ülke, halk anlamındadır. Eserde bazı olaylar anlatılırken “şimdi” ve “şimdiki zamanda” ifadesi geçmektedir. Bu kronolojik bilgiden, Neşrî’nin eserini yazdığı 15. yüzyılın sonları anlaşılmalıdır.

Neşrî’nin anlatım dili, 15. yüzyılın sonlarında kullanılan Türk-çedir. Eski Türkçe kelimelerin pek çoğu günümüz okuyucusu için Arapça, Farsça kelimeler kadar, hatta onlardan da yabancıdır.

Sadeleştirmede, gerekli görülen açıklamalarla hicri tarihlerin miladi karşılıkları parantez içerisinde gösterildi. Padişah adlarının yer aldığı başlıklar dışında, Neşrî’nin eserinde kullandığı başlıklar genel olarak korundu.

Eserin sonunda Arapça, Farsça, eski Türkçe kelime ve kavramların açıklandığı bir “Sözlük” yer almaktadır. Daha sonra kişi, yer adları ve terimlerden oluşan “Dizin” gelmektedir.

Bu eseri yayına hazırlarken yardımlarını gördüğüm öğrencilerim Abdullah Satun’a, Alper İğci’ye ve Göker İnan’a teşekkür ederim.

15. yüzyıl Osmanlı tarihi kaynakları arasında özel bir yeri ve değeri olan bu eseri, tarihe ilgi duyanların keyifle okuyacakları umulur.

Eserin basımını üstlenen Timaş Yayınevi’nin yöneticilerine ve emeği geçen editörlerine müteşekkirim.

Prof. Dr. Necdet ÖZTÜRK Acıbadem /11 Mayıs-2011

GİRİŞ

Yeri ve gökleri, ruhlar ve cisimler âlemini yaratan, yeryüzünü bitki ve hayvanlarla süsleyen, akıl ve konuşma özelliği verdiği insanı diğer canlılara üstün kılan Allah’a sonsuz şükürler olsun. Allah’ın salât ve selâmı, dünyayı, azgın cehenneminden selâmet cennetine, dalalet yolundan doğru yola ulaştıran, bütün varlıkların övdüğü, kâinatın efendisi Hazreti Muhammed Mustafa’nın üzerine olsun. Karanlık yolların fenerleri olan evlat ve arkadaşlarının hepsinden de Allah razı olsun.

Aklın açıklığı şuna şahitlik eder: İlim, hayat ve vücut hayrın; cahillik, ölüm ve yokluk şerrin yani kötülüğün ta kendisidir. Her ne kadar hayat ilmin sebebi olsa da ilim hayatın sebebi kılınmıştır. Çünkü ilimsiz hayat ölümden beterdir. Nitekim şöyle demişlerdir:

Beyit

Vücudunda hayat bulunmayan ölü sayılmaz Asıl ölü odur ki, benliğinde şuur bulunmaya

İlimlerin en yücesi, bilgilerin en güçlüsü, semavi kitaplarla [Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an] doğrulanmış olanlardır.

İlimler üçe ayrılır: 1- Tevhid ilmi, 2- Şeriat ilmi, 3- Tarih ilmi.

İnsanların en şereflileri üçtür: 1- Peygamberler, 2- Ümera [emirler/beyler], 3- Ulema [âlimler].

Peygamberlerin işi, tebliğ ve elçiliktir. İlim adamlarının işi, ilim ve ibadettir. Sultanların işi, adalet ve siyasettir. Peygamberler, ilahî kitapların üç mertebesini nefislerinde toplamışlardır. Büyük âlimler, her ne kadar hepsini bilseler de, yine de hükümlerin uygulanmasında sultanlara muhtaçtırlar. Çünkü onlar bir yerden sonra âciz kalırlar.

Şerefli meliklerden ve büyük sultanlardan birisi; şeriat ilminde âlim olursa, olayların tarihlerini bilirse, geçmiş meliklerin ve sultanların yaptıklarını öğrenirse, yukarıda söylenen üç ilmi bilmiş olur. Allah’ın elçileri olan peygamberler, Allah’ın emirlerini tebliğ ederler ve Allah ile kulları arasında elçilik ederler. Melikler ve sultanlar ise hükmederler ve siyaset yaparlar. Onun için “Sultan, Allah’ın yeryüzünde gölgesidir.” denir. Bunlar, hüküm ve siyaset sahibidirler.

Peygamberlik ve hükümdarlık, bir parmakta iki yüzük, bir madende iki mücevher gibidir. Peygamberlik nuru olmasa şaşmışlık ve şaşırmışlık karanlığında akıl şaşkına döner, doğru yolu bulamaz. Siyaset işleri olmasa dünyada düzen olmaz. Zayıfların şikâyet dumanı, zalimlerin zulüm ateşi yüzünden dünya evinin penceresinden dışarı çıkardı.

İşte bu açık anlamları hatırlayıp ben de insan gücünün elverdiği ölçüde, tarih ilmine dair Türk dilinde geçmiş hükümdarların hayatlarını mümkün olduğu kadar tamamıyla bir araya toplayan bir kitap yazmak sevdasına düştüm. Tarihin dışındaki diğer ilimlerde, her biri şifa verici ve yeterli olan birçok eserin yazılmış olduğunu gördüm. Fakat tarih ilmine dair kitapları dağınık ve toplanmamış buldum, özellikle Türk dilinde. Bunun üzerine dünyanın başlangıcından zamanımıza kadar bütün âlem hakkında bilgi edinmek için Kitâb-ı Cihannümâ [dünyayı gösteren kitap] adında müsvedde olarak bir kitap kaleme aldım.

Allah’a şükürler olsun ki, müsvedde hâlindeki bu kitabı, zamanın en büyük hükümdarı, Arap ve Acem [İran] diyarının övüncü, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi Sultan Murad Han Gazi oğlu Sultan Mehmed Han Gazi’nin [Fatih] saltanat ve adaletinde temize çektim. Onun oğlu Sultan Bayezid Han Gazi’nin [Sultan İkinci Bayezid] zamanında Osmanoğulları tarihini, Oğuz Han’dan itibaren bu kitabın sonu hayırla mühürlensin diye, altıncı kısımda ayrıca belirttim. Âmin ey âlemlerin Rabbi.

Kitabın beşinci kısmında, Türk Oğuz Han evladı ve onların durumları ayrıntılı olarak açıklanır. Bu kısım, üç bölüme ayrılmıştır: Birinci bölümde Oğuz Han oğulları; ikinci bölümde Türkiye Selçuklu sultanları; üçüncü bölümde ise Osmanoğulları anlatılır.

BİRİNCİ BÖLÜM OĞUZLAR

Seçkin tarih kitaplarında şöyle anlatılır: Türkler, yaşayış biçimleri bakımından birçok sınıfa ayrılır. Bazıları şehir ve kalelerde, bazıları çadırlarda otururlar. Çadırlarda kalanlar çadırlarını dağ başlarına ve ovalara kurarlar. Kimisi güneşe, kimisi ateşe, kimisi puta, kimisi bakıra, kimisi ağaca, kimisi taşa tapar; bazıları da vardır ki din ve diyanet nedir bilmezler. Kimileri Yahudiliği taklit ederler.

Türkler, hükümdarlarına hakan derler. Hakanlar ipek elbiseler giyip başlarına altın taç takarlar.

Bu Oğuz boyu son derece bahadır olur. Bunların hepsi Nuh Peygamber oğlu Yafes oğlu Bulcas Han soyundandır. Bulcas’ın Türk, Oğuz ve Moğol adlarında üç oğlu vardı. Bunların soyu, kum ve ağaç yaprağı kadar pek çok olup sayısını ancak Allah bilir. Oturdukları yerler, Ceyhun Nehri ile Çin arasındaki Türkistan beldesidir. Yazın, Kürtak ve Ortak dağlarının üzerinde yaylarlar, karaevlerde [kara çadırlar] otururlar; kışın ise Bursun, Kakıyan, Karakurum, Kari ve Sayram adlı yerlerde kışlarlardı. Hükümdarları Hakan Han’ın taht merkezi Talas şehri idi.

Bulcas Han ölünce yerine büyük oğlu Zib-takoy geçti. Bunun arazisi, saltanatı, heybeti ve askeri babasınınkinden fazla idi. Zib-takoy’un Kara Han, Orhan, Güz Han, Gür Han adlarında dört oğlu oldu. Bunların nesli son derece çoğaldı.

Bulcas oğlu Zib-takoy ölünce yerine büyük oğlu Kara Han geçti. O, dinsiz bir kâfir ve zalim idi. Türkistan’dan ta doğu ve kuzey ülkelerine kadar olan yerleri ele geçirdi.

Kara Han’ın Oğuz adında bir oğlu oldu. Yüce Allah, onu kendi birliği yoluna sevk etti. Türklerden ilk önce Müslüman olan ve “Allah’tan başka Allah yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir.” diyen odur. Oğuz, ergenlik çağına erişince, babasının amcasının kızı ile evlendi, çocukları oldu.

Oğuz Han, güzel yüzlü, gösterişli, cesur, cömert, güzel vücutlu, orta boylu bir genç idi. Yüzünde İslamlık nuru parlardı. Türkler, onun güzel yüzlülüğüne hayranlık duyarlardı. Türklerden, kav-mini ilk önce hak dinine yani İslam’a davet eden odur. Bu yüzden babası ile arasında büyük bir gerginlik oldu. Oğuz Han, babası onun öldürülmesini isteyince, karıları, çocukları, amca oğulları ve kendisine bağlı olanlar ile birlikte güneye doğru kaçtı. Şimdi oraya Türkistan derler. Oğuz Han Yesi’de oturdu.

Oğuz ile babası Kara Han arasında yetmiş beş yıl boyunca birçok savaş oldu. Sonunda Kara Han öldürüldü. Oğuz, babasının elinde olan bütün memleketlere sahip oldu, şöhreti arttı. Doğudan batıya varıncaya kadar yeryüzünü ele geçirdi. Bu olay, Hazreti İbrahim Peygamber zamanında idi. Oğuz, ona iman getirmişti. Türkler, Hak Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği Zü1karneyn’in İbrahim Peygamber olduğunu sanırlar.

Oğuz Han’ın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han adlarında altı oğlu oldu. Her birinin de dörder oğlu oldu. Bunlar:

GÜN HAN: 1- Kayı, 2- Bayat, 3- Alka-evli, 4- Kara-evli.

AY HAN: 1-Yazır, 2- Döger, 3- Dodurga, 4- Yaparlı.

YILDIZ HAN: 1-Avşar, 2- Kırtok, 3- Beydili, 4- Karkın.

GÖK HAN: 1-Bayındır, 2- Becene, 3- Çavundur, 4- Çepni.

DAĞ HAN:1- Salur, 2- Eymür, 3- Ala-yuntlu, 4- Üregir.

DENİZ HAN: 1- İğdir, 2- Bulduz, 3- Yıva, 4- Kınık.

Şimdi Türkistan ülkelerinde Maveraünnehir’de [Mâ-verâ: Arapça bir kelime olup ‘ötesi’ anlamındadır. Maverâünnehir, ‘nehrin ötesi’ demektir. Günümüzde Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür], Horasan’da, Fars’ta, Irak’ta, Azerbaycan’da, Diyarbakır’da, Ermenistan’da, Rum’da, Şam’da, Mısır’da, Mağrip’te [Kuzeybatı Afrika bölgesi] oturan bütün Müslüman Türkler, hem Oğuz’un bu yirmi dört torunu soyundan, hem de Oğuz’la birlikte Türkistan ülkelerine kaçan amcalarının oğulları soyundandır.

Oğuz’la düşman olup Türkistan’a gelen yedi kabile şunlardır: 1- Uygur, 2- Kayıklı, 3- Kıpçak, 4- Karluk, 5- Kalaç,

6- Ağaç-eri, 7- Ayferi [Ayferi, Th. Menzel ve Manisa yazmalarında geçmeyip, sadece Unat-Köymen yayınında geçiyor (1987: 12, 13)] Oğuz’a tâbi olmayan kavimler, kuzey ve doğu ülkelerine kaçıp oralara yerleştiler. Şimdi o yerlere Moğolistan derler.

Bu kitabı yazan ben tarihçi Neşrî şöyle derim: Oğuz Han; Çin, Hıtay, Gur, Gazne, Hind, Sind, Türkistan, Deylem, Babil, Rum, Frenk, Rus, Şam, Hicaz, Habeş, Yemen, Berber gibi doğuda ve batıda olan ülkeleri ve illeri ele geçirince, yine asıl vatanı olan Ortak ve Kürtak’a döndü. Oğuz Han, oğullarından Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han’ı sağ kola; Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han’ı, oğulları ile birlikte sol kola tayin etti. Kendisi Sayram’da oturdu. Halka adalet dağıttı, saltanata çekidüzen vermekle meşgul oldu. Oğullarına iyi vasiyetlerde bulunduktan sonra o da vefat etti.

Oğuz Han ölünce yerine vasiyeti üzerine büyük oğlu Gün Han geçti. Babasının yolundan giden Gün Han, Allah’ın birliğine inanan âdil ve akıllı biri idi. Doğu ve kuzey ülkelerini adaleti ile bayındır yaptı. Onun zamanında, Türkistan’da ve başka yerlerde nice şehirler kuruldu. Gün Han, Türkistan’da saltanat geleneğini başlatan ve askerlik düzenini kuran ilk hükümdardır. Hiçbir işte ve konuda, kardeşlerinin kendisine muhalefet edememesi için damga koydu. Yetmiş yıl padişahlık yaptıktan sonra Gün Han da öteki dünyaya göç etti. Yerine büyük oğlu Kayı Han, Oğuz tahtına geçip oturdu.

Ülkeler fetheden Kayı Han, babası ve dedesinin yolundan ayrılmadı. Saltanat, Kayı Han’ın ve oğullarının elinde asırlarca ve nesillerce kaldı. Zamanla saltanat sol koldan Dağ Han’ın oğlu Salur nesline geçti. Bunlarla İran hükümdarları arasında Cahiliyet devrinde ve Hazreti Muhammed zamanında birçok savaş oldu. Sonra Emeviler zamanında da Oğuzlarla Müslümanlar arasında savaşlar meydana geldi.

Bir süre geçtikten sonra, Abbasi Devleti zamanında, Salur’un saltanatından sonra Türk neslinden Çanak Han hükümdar oldu ve Kara Han lakabını aldı. Türk meliklerinden İslam dinine ilk giren ve Müslüman olan Kara Han’dır. Hicretin 300 (912/13) yılında Türklerden iki bin kişi Müslüman oldu. Bundan ötürü onlara Türk-i iman [iman Türkü] denildi. Söyleyişte hafifletip Türkman [Türkmen] dediler. Türkmen adı o zamandan beri kullanıldı.

Çanak Han vefat edince yerine oğlu Musa Han geçti. Dindar ve âdil bir melikti. Mescitler ve medreseler yaptı. Etraftaki âlimleri kendi yanında topladı.

Musa Han ölünce yerine amcası Süleyman’ın oğlu Buğra Han Harun hükümdar oldu. Kaşgar ve Balasagun’dan başka Hıtay’a ve Çin’e kadar uzanan yerler ona aitti. Samanoğulları Devleti dağılınca Buhara üzerine yürüyerek hicretin 389 yılı Zilkadesi’nde (Ekim-Kasım 999) burayı ele geçirdi.

Buğra Han ölünce yerine Ali oğlu Ahmed Han Ebu Nasr tahta oturdu. Müslüman olmayan Türklere karşı büyük gazalar yaptı. Bunun saltanatı zamanında birçok Türk kavmi Müslüman oldu. Dindar, erdemli, ilim ve din dostu bir hükümdardı. Hicretin 406 (1015/16) yılında öldüğünde Türkler doğu ülkelerine üstün idiler.

Ahmed Han’dan sonra yerine kardeşi Arslan Han padişah olarak bütün Maveraünnehir ‘e hâkim oldu. Şerefüddevle lakabını alan Arslan Han, hicretin 409 (1018/19) yılında vefat etti.

Arslan Han’dan sonra yerine Buğra Han oğlu Kadir Han Yusuf tahta geçti. Kâfir ülkelerinden çok şehirler fethetti. Hafız bir kişi gelip yanında bir cüz Kur’an okusa yüz bin akça bağışlardı. O, “İşittim ki, Sebük Tekin’in oğlu Mahmud bir şarkıcıya yüz bin akça bağışlarmış. Ben onun aksine olarak Kur’an okuyucusuna bağışlarım.” derdi.

Kadir Yusuf Han, hicretin 423 (1031/32) yılında ölünce yerine oğlu Kara Han Ömer tahta geçti. Kardeşi Muhammed, hicretin 439 (1047/48) yılında onu tutup hapsetti. Sonra ikisi birlikte zehirle helak oldular. Semerkand’dan Nasr İlik Han oğlu Tamgaç Han Ebu İshak İbrahim bunların memleketlerine yürüyüp orayı ele geçirdi. Tamgaç Han, hicretin 462 (1069/70) yılında ölünce yerine oğlu Şemsülmülk İlik Han Nasr tahta geçti. O, Sultan Alp Arslan’ın kızı ile evlendi. Sultan Melikşah da bunun kız kardeşi Türkân Hatun ile evlendi. Şemsülmülk ölünce yerine kardeşi Hızır Han geçti. Sonra o da ölünce yerine oğlu Ahmed Han tahta oturdu. Sultan Melikşah, onu yakalayıp yine ülkesine gönderdi. Hicretin 488 (1095) yılında, “Hak mezhebinden ayrılmıştır.” diye hakkında delil ortaya çıkınca asker tarafından öldürüldü.

Bundan sonra Yusuf oğlu Kadir Han Cibril padişah oldu. Melikşah oğlu Sultan Sencer Kadir Han’ı tepeleyince, yerine Tamgaç oğlu İbrahim oğlu Davud oğlu Süleyman oğlu Muhammed Han geçti. Muhammed Han, hicretin 515 (1121/22) yılına kadar saltanat sürdü.

Ben tarihçi Neşrî, “Hâniye hükümdarları ve Hakaniye sultanları hakkında son edindiğim bilgiler bunlardır. Bunların dışında başka bir bilgiye sahip olmadım.”

Fayda: Halk arasında Türk hükümdarlarına “han” ve “hakan”; Çin hükümdarlarına “fağfur”; Hind hükümdarlarına “rayî”; İran hükümdarlarına “kisra”; Rum hükümdarlarına “kayser”; Mısır hükümdarlarına “firavun”; Yemen hüküm

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur