Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Asil Aşk
Asil Aşk

Asil Aşk

Rachel Hawkins

New York Times çoksatan yazarı Rachel Hawkins, kendine özgü mizahını, Amerikan sevgisini ve romantizm yeteneğini gözler önüne seriyor. Daisy Winters, denizkızı kırmızısı saçları, Walmart çakması bir…

New York Times çoksatan yazarı Rachel Hawkins, kendine özgü mizahını, Amerikan sevgisini ve romantizm yeteneğini gözler önüne seriyor.

Daisy Winters, denizkızı kırmızısı saçları, Walmart çakması bir dükkânda yarı zamanlı bir işi ve İskoçya Veliaht Prensi’yle nişanlanmak üzere olan mükemmel bir ablası olan on altı yaşında sıradışı bir Floridalıydı. Spot ışıkları altında yaşamak gibi bir arzusu olmasa da magazin basınının amansız ilgisinin doğurduğu birtakım olaylar onu okyanusun karşı kıyısına uçmaya ve ablası Ellie’yle birlikte koca bir sarayda bir tür inzivaya çekilmeye zorlayacaktı.

İskoçya’nın gösterişli soylularından Miles, Daisy’ye saraylı olmanın inceliklerini öğretmekle görevlendirilmişken, Veliaht Prens’in çapkın küçük kardeşi gittiği her yerde skandallara neden olmaya devam ediyor ve Daisy’yi de bu skandalların içine çekmek için elinden geleni ardına koymuyordu. Kraliyet –ve gün geçtikçe göze daha da çekici gelmeye başlayan Miles– Daisy’yi bir leydiye dönüştürmeye çalışıyor olabilirdi… ama Daisy’nin de kraliyetin kurallarını kendine göre esnetmeye kalkışmayacağını kim garanti edebilirdi ki?

“Parlak bir başarı! Hayallerinizdeki mükemmel gençlik filmine doğru bir adım.” EW.com

“Neşeli, saf eğlence.” Romantic Times Book Reviews

“Tatlı, romantik ve sevimli. Meg Cabot hayranları Hawkins’in bu kitabından müthiş zevk alacak.” Buzzfeed

 “Plajda okunabilecek, gündüz düşleri kurduran bir roman. Mia Thermopolis’in Pippa Middleton’la buluştuğunu, romantizm ve skandalla süslendiğini düşünün.” Elite Daily

“Tatlı bir romantizm ve sonuna kadar eğlence.” Hello Giggles

“Plaj için mükemmel.” Culturess

“Tatlı ve muzip bir kadın kahramanın başrolde olduğu hafif bir romantizmle kendinizden geçmeye ihtiyaç duyduğunuzda, Rachel Hawkins’in bu kitabına muhakkak bir şans verin.” NPR

“Bu kitabı elinize aldınız mı bir daha bırakmak istemeyeceksiniz… Daisy Winters ve onun çılgın İskoç yazını kesinlikle kaçırmak istemezsiniz.” Hypable

Asil Aşk hayranları ya da tempolu bir romantik komedi arayan okurlar için mükemmel.” Booklist

“Olağanüstü bir kraliyet ailesi anlatısı boyunca hiç dinmeyen bir coşku ve eğlence.” Kirkus Reviews

“Kraliyet hayatının iç yüzünü öğrenmek ve biraz da romantizm arayan okurlar için kaçırılmayacak bir eğlence. Komik, esprili ve gerçekçi Hawkins, klasik gençlik aşkını hızla okunan heyecan verici bir romana dönüştürmüş.” VOYA

“Gençlerin, soyluların peri masalını andıran dünyasına bir pencere aralayan bu tempolu ve eğlenceli anlatıyı sevmeleri için kraliyet dedikodu sütunlarının hayranı olmaları gerekmiyor.” School Library Journal

Benimle mesajlaşıp William’la Kate’in
düğününü izlemek için sabah 5’te kalkan
Kathie Moore’a. Seni seviyorum, anne.

İskoçya Prensi Alexander sarışın Amerikan güzeliyle görüntülendiğinden beri Ellie hakkındaki her şeyi merak ediyoruz! Ama müstakbel prenses adayıyla ilgili her şeyi biliyor musunuz? Bunların en azından birkaçının sizi şaşırtacağına eminiz!

1. Eleanor Winters, erkek arkadaşıyla aynı soylu aksana sahip olabilir ancak Florida’da İngiliz bir anne babanın çocuğu olarak doğdu!

2. Ellie’nin babası bir zamanlar bir müzisyen olduğundan ve annesi Ellie’nin sevimli küçük kasabasında geçen gizem romanları yazdığından, ilgi odağı olma sevgisinin aileden geldiği belli.

3. 9 Eylül’de doğan Ellie’miz Başak burcu* (prenslerin sadece bakirelerle evlenmesiyle ilgili şaka yapmıyoruz)!

4. Sınıf birincisi, başarı bursu sahibi ve yerel yüzme takımının kaptanı olan Ellie’nin her zaman beklenenden daha başarılı olduğu açık! Hımm, listede hiç taç göremedik gerçi. Ama GERÇEK bir kraliçe olabilecekken neden balo kraliçesi olasın ki?

5. Ellie erkek arkadaşının ülkesinde, ki bir gün onun krallığı olacak, özel Isles Üniversitesi’ne gitti ve İngiliz Edebiyatı okudu!

6. Giydiği muhteşem kıyafetlerin bazılarından da anlayacağınız gibi en sevdiği renk mavi!

7. Ellie, geçtiğimiz yıl Edinburgh’da bulunan küçük bir yayınevi için İskoç tarihi konulu çocuk kitaplarının editörlüğünü yaptı. Belki de kendisi için bilgi tazeliyordur?

8. On iki yaşından beri vejetaryen olan Ellie, yılların doğa insanı Prens Alexander’ı sinek balıkçılığı ve avcılık gibi bazı eski hobilerinden vazgeçirdi! (Bu yüzden Prens’in yakın çevresinden bazılarının kendisinden pek hazzetmediğini duyduk!)

9. “Eleanor Winters” ismi kesinlikle havalı olsa da –kraliyete layık diyebilir miyiz?– Ellie’nin göbek adı şüphesiz daha az gösterişli: “Berry”! Görünüşe göre bu aile arasında bir şaka!

10. Belki de bitkiler Winters ailesinde gerçekten popülerdir* ; Ellie’nin Daisy adında on yedi yaşında bir kız kardeşi var!

BİRİNCİ BÖLÜM

“YAŞLI KADININ TEKI BANA AZ ÖNCE O ILE BAŞLAyan kelimeyi söyledi.” Sayfalarını karıştırdığım dergiden başımı kaldırdım. En iyi dostum ve Sur-N-Sav’daki kasiyer arkadaşım Isabel Alonso sırtını kasasına dayayıp sakızını patlattı. Önlüğünün yeşilinde iyice ortaya çıkan siyah saçlarını dağınık bir örgüyle toplamıştı. “Az önce mi?” diye sordum. Kasabanın diğer tarafına o koca Walmart açıldığından beri mağaza hemen hemen hep boştu, bu yüzden bugün kasiyer olarak sadece Isabel’le ben çalışıyorduk. Bir saatten fazladır kasama kimse gelmediğinden dergi okuyordum. Yine de –aşırı kaba olsa da– gerçekten heyecan verici bir şeyi kaçıracak kadar kendimi kaptırdığıma inanamıyordum. Isabel gözlerini devirdi. “Ekşi kremanın fiyatının artması benim suçummuş.” Ciddi bir tavırla başımla onaylayarak, “Haklı olabilir,” dedim. “Ne de olsa sen muhteşem süt ürünleri vârisisin.” Isabel kasasına döndü, rasgele tuşlara basıyordu. “Yeni bir iş bulmamız lazım, Daze. Bu küçük düşürücü.”

Katılmıyor değildim ama kuzey Florida’daki küçük bir kasabada yaşıyorsanız seçenekleriniz biraz sınırlıydı. Geçen sonbahar kütüphanede işe girmek istemiştim ama olmamıştı –ödenek yokmuş– ve İncil Yaz Okulu’na yardım etmekle geçen bir yaz küçük çocuklarla çalışma isteğimi yok etmişti, bu da bebek bakıcılığı ya da yerel anaokulunda yarı zamanlı çalışma seçeneği de masadan kaldırıyordu. Yani geriye bir tek Sur-N-Sav kalıyordu.

Ancak şimdi, kasaya yasladığım telefonuma bakınca Sur-NSav’daki zamanımın dolduğunu fark ettim. Mutlu bir şekilde, “Ah, saat üç, günün en güzel zamanı,” dediğimde Isabel homurdanarak “Bu hiç adil değil!” diye karşılık verdi. “Hey, sabah yediden beri buradayım,” diye hatırlattım ona. “Erken çıkmak istiyorsan…” “Sabah vardiyasını almalısın,” diye tamamladı bana elini sallayarak. “Pekâlâ Bayan Miller, anladım.” Bayan Miller, Sur-N-Sav’ın müdürüydü. Isabel’le ikimiz bir yıl boyunca onun nutuklarına epey alışmıştık.

Isabel içini çekerek kasasının yanına yaslandı, elini çenesine dayamıştı. Tırnakları yeşilin üç farklı tonuna boyanmıştı; ince bileğinden basit, boncuklu bir bileklik sarkıyordu. “Dört hafta daha,” dediğinde ben de en sevdiğimiz mantramızı tekrarladım.

“Dört hafta daha.”

Haziranın sonunda Isabel ve ben, Sur-N-Sav’daki hayatımıza pek de sevgi dolu olmayan bir veda edip Key Con için Key West’e doğru yola çıkacaktık, sonra da bir haftayı şehirde dolaşarak geçirmeyi planlıyorduk. Isabel’in abisi, eşiyle ve Isabel’in aşırı sevimli küçük yeğeniyle birlikte orada yaşıyordu, yani bedava (ve aile onaylı) kalacak yerimiz vardı. Bütün hayatımın bu gezi etrafında döndüğünü söylemek biraz yetersiz kalırdı. Yalnızca içimizdeki geek’i salmakla kalmayacak, Key West’te eğlenceli şeyler de yapacaktık. Şnorkelle yüzme, Hemingway’in evini ziyaret, bir kızın midesini doldurabileceği tüm o misket limonlu turtalar… Evet, bu gezi bütün yazımı mükemmelleştirecekti; Isa ve ben fuar açıklandığından beri neredeyse bir yıldır bunu planlıyorduk. En sevdiğimiz yazar Ash Bentley orada Finnegan Sparks serisi hakkında konuşacaktı, ayrıca uzay operalarındaki kadınlardan cosplay tasarımına kadar gitmek istediğimiz en az yirmi farklı panel vardı. Orası tam bir geek cennetiydi ve biz de tamamen hazırdık.

Whitney Houston hoparlörlerden aşkların en büyüğüyle ilgili haykırırken, Isabel doğrulup kasadaki rasgele düğmelere basarak “Bu hafta sonu bize gel de kıyafetleri ayarlamaya başlayalım,” dedi. “Finnegan and the Falcon’daki Miranda’nın mı yoksa Finnegan’s Moon’daki Jezza’nın mı kılığına girsem hâlâ karar veremedim.” “Ben muhtemelen Jezza’yı tercih eder,” dedim. Ben, Isa’nın erkek arkadaşıydı, aşağı yukarı milyonlarca yıldır çıkıyorlardı.

Tamam tamam, sekizinci sınıftan beri. “Jezza daha az kıyafet giyiyor.” Isa düşünürken yüzünü ekşitti. “Doğru ama Ben orada bile olmayacak, bütün Key West’e popomun çeyreğini göstermeye hazır olup olmadığımı bilmiyorum.” “Haklısın,” deyip onayladım. “Ayrıca, Miranda olursan mor peruk takabilirsin.” Bana bir parmağını uzattı. “Evet! O zaman Miranda olsun. Sen kim olarak gideceksin?” Gülümseyerek kasamı kapamaya başladım. “Cosplay senin işin,” diye hatırlattım ona, “bu yüzden kendim olarak gideceğim.

Kot ve Tişörtlü Sıkıcı Kız.” “Benim için her açıdan tam bir hayal kırıklığısın,” diye cevap verdiğinde başımı iki yana salladım. Kasamla işimi bitirip nakit çekmecesini Bayan Miller’ın ofisine götürürken kapı açıldı ve başka bir yaşlı müşteri içeri girdi. Çoğu markette tezgâhtarlar parayı kendileri sayardı ancak yıllarca genç elemanlarla çalışmak Bayan Miller’da güven sorunlarına neden olmuştu ve dürüst olmak gerekirse, bu el oyalayıcı işi başka birine bırakmaktan memnundum.

Bunu hallettikten sonra mağazanın öteki tarafına yöneldim, kasaların yanında sıralı dergi raflarının yanından geçerken dergilerin çoğunun ters çevrildiğini fark ettim, kapakları yerine arkalarındaki reklamlar müşteriye dönüktü.

Bu, Isabel’in marifeti olmalıydı. Bir rafa yürüyüp en yakındaki dergiyi önü bana bakacak şekilde çevirdim. İlk gözüme çarpan sarı saçlar ve parlak dişler oldu, ardından da kalın sarı harflerle yazılmış manşete takıldım: ELLIE WINTERS HAKKINDA HIÇ BILMEDIĞINIZ ON ŞEY! Bu on şeyin herhangi biri beni şaşırtır mıydı merak ettim. Bundan şüpheliydim.

Ablam skandallardan oldukça uzak bir hayat yaşamıştı, sanki bir gün dergi kapaklarına çıkacağını biliyormuş gibi. Neredeyse bir göz atacaktım ama sonra A) bunun tuhaf olacağına karar verdim ve B) Isabel dergileri benden saklama zahmetine girmişti. “Bu sefer kötü hiçbir şey yoktu,” diye seslendi Isabel. “Görmene gerek olmadığını düşündüm!” Ona başparmağımı kaldırarak mağazanın uzak tarafındaki kapıya doğru devam ettim.

Eşyalarım dinlenme odasındaydı; turuncu duvarlardan, yeşil plastik sandalyelerden ve üstü çizilmiş laminat masadan oluşan zavallı bir yerdi gerçekten. Zamanında birisi masaya “becky josh’ı seviyor” diye kazımıştı ve ne zaman dinlenirken, kitap okurken ya da çalışırken oraya otursam Becky ile Josh’a ne olduğunu merak ederdim. Hâlâ birbirlerine âşıklar mıydı? Becky de burada benim gibi ölümüne sıkılmış mıydı? Gerçi en azından Becky magazin dergilerinde ablasının fotoğraflarıyla hiç karşılaşmamıştı.

Hatta dergilere kendi de çıkmamıştı. Öf. O balo fiyaskosu göğsümde hâlâ dikenli bir top gibi oturan, öfkeyle acı karışımı bir şeydi ve bunu düşünmek ağrıyan bir dişle oynamak gibiydi. Dişin ne kadar ağrıdığını unutuyordunuz, ta ki aklınıza gelene kadar, sonra aniden düşünebildiğiniz tek şey o oluyordu. Şu an bunu düşünme riskine giremezdim yoksa Sur-N-Sav’ın dinlenme odasında ağlamaya başlayabilirdim ki dünyada bundan daha hüzünlü bir şey yoktu. Köpeğin-öldüğü-film seviyesinde bir acınasılıktı bu, yani evet, ağlamayacaktım.

Bunun yerine eski püskü yama işi çantamı omzuma atıp kapıdan çıktım. Otoparka girerken, mayıs sonu öğleden sonrasının kör edici parlaklığı ve sıcağı yoğundu. Gözlerimi kısıp çantamdaki güneş gözlüğüme uzandım, şimdiden öğleden sonranın geri kalanında ne yapacağımı düşünüyordum. Yapacaklarım çoğunlukla odamdaki havalandırma deliğine yapışmayı ve dün kitapçıdan aldığım yeni mangayı okumayı içeriyordu. “Dais.” İşte ağrıyan diş de gelmişti.

Harika. Michael dükkânın önündeki sarıya boyanmış beton direklerden birine ayaklarını çaprazlayarak yaslanmıştı, koyu renk saçları gözlerine düşüyordu. Muhtemelen bu poza çalışmıştı. Michael Dorset şampiyon bir yaslanıcıydı, en iyilerden biriydi cidden. Sevimli Oğlanlar Olimpiyatları’nda her seferinde Seksi Yaslanma kategorisinde altın madalyayı alırdı. Neyse ki artık Seksi Yaslanma’ya (marka başvurusu beklemede) karşı bağışıklık kazanmıştım.

Güneş gözlüğümü taktıktan sonra eski sevgilime elimi kaldırdım. “Hayır.” Michael kaşlarını çattı. Yuvarlak yanakları ve güzel kahverengi gözleriyle yüz hatları yumuşaktı, saçlarını tam alnının üstüne bilerek düşürdüğüne yemin edebilirdim. Bir ay öncesine kadar, bu surat yüzünden erimiş bir Daisy gölüne dönüşür, saçlarını alnından çekmek için uzanırdım. Michael Dorset’ten dokuzuncu sınıftan beri hoşlanıyordum. Her zaman benimkinden daha popüler bir grupla takılırdı (biliyorum, gözlüğümün ve Adventure Time tişörtlerimin beni daha çekici hâle getirmemesi şok edici bir durum), sonra geçen sene –nihayet– onu elde etmiştim.

Şimdi ise ellerini ceplerine sokarak “Her şeyi berbat ettim,” diyordu. Dünya üzerindeki en dar kotu giymişti –hatta dürüst olmam gerekirse resmen tayttı– ve bileğinde saç tokalarımdan biri vardı. Yeşil olanı.

O tokayı kolundan söküp atmak için içimde beliren çocukça dürtüyle savaşarak çantamı diğer omzuma aldım. “Az bile söyledin.” Otopark çok sıcaktı, kıyafetimin üstüne geçirdiğim yeşil SurN-Sav önlüğünü hâlâ giydiğimi fark ettim. Michael her zamanki gibi siyahlar içindeydi ama muhtemelen vücudunda % 0.06 oranında yağ bulunduğundan terliyormuş gibi görünmüyordu. Burası bu tartışmayı yapmayı istediğim son yerdi, bu yüzden yanından geçip arabama yöneldim.

Peşimden gelerek “Hadi ama,” diye dil döktü. “Bunu en azından konuşmamız lazım.” Yürümeye devam ederken spor ayakkabılarımın altındaki asfalt gıcırdıyordu. Plaja o kadar yakın olmasak da kum burada sihirli bir şekilde beliriyor, otoparktaki çatlaklarda ve çukurlarda birikiyordu. “Bunu zaten konuştuk,” dedim. “Ama konuşacak fazla bir şey yok. Balo fotoğraflarımızı satmaya çalıştın.” Ünlü bir ablan olmasının eğlenceli tarafı şuydu, sen de bir şekilde birazcık ünlü oluyordun. Ama görünüşe göre sana şöhretin sinir bozucu kısımları kalıyordu, mesela erkek arkadaşının özel görüntülerini gazeteye satması gibi. Veya satmaya çalışması.

Görünüşe göre kraliyet ailesinin bu tür işler için halihazırda adamları vardı ve fotoğraflar oldukça hızlı bir şekilde kaldırılmıştı, açıkçası bu durum bütün olayı daha da garip hâle getirmişti. “Bebeğim,” diye başladığında onu duymazdan geldim. O aptal fotoğrafları sevmiştim. Sevimli göründüğümüzü düşünmüştüm. Şimdi onlara her baktığımda, Ellie yüzünden garip bir hâl alan başka bir şey oluyorlardı.

Sanırım beni en çok kızdıran da buydu. Michael, “Bunu bizim için yapıyordum,” diye devam edince durup arkamı döndüm. “Bunu ‘aşırı güzel’ bir gitar almak için yaptın,” dedim düz bir sesle.

“Ezelden beri bahsettiğin o gitarı.” Sözlerim üzerine Michael biraz utanmış gibiydi.

Ellerini cebine sokup omuzlarını silkti ve topuklarının üstünde sallandı. “Ama müzik bizim olayımızdı,” dediğinde gözlerimi devirdim. “Sevdiğim grupları hiç sevmedin, arabada şarkılarımı çalmama hiç izin vermedin, sen…” Arka cebini karıştıran Michael, “Evet, ama dinle,” diyerek sözümü kesti, o kadar da bayılmadığım bir başka alışkanlığı daha. Telefonunu çıkarıp bir şey aradı ve tam arkamı dönüp arabama yürümek üzereydim ki Sur-N-Sav’dan ani bir çığlık yükseldi. “ERKEK YASAK!” diye bir ses çınladı otoparkın karşısından.

Mağazaya doğru döndüğümde müdürüm Bayan Miller’ı sürgülü kapıların hemen önündeki kaldırımda, elleri kalçalarında gördüm. Saçları aslında kızıldı ama rengi solup şeftali tonuna dönmüştü ve o kadar inceydi ki saç derisini görebiliyordunuz. “MESAİ SAATİNDE ERKEK YASAK!” diye bağırıp parmağını bana sallarken kolunun altındaki deri yargılarcasına sallanıyordu. “Mesaim bitti,” diye seslendim, sonra da başparmağımla Michael’ı gösterdim. “Bu da bir erkek değil.

Duyguları olan güzel saçlı bir dar pantolon.” “ERKEK! YASAK!” diye bağırdı Bayan Miller tekrar. Ciddiyim, Bayan Miller’ın kadın çalışanlarının etraflarında erkeklerin olması konusundaki takıntısı hem psikotik hem de gülünçtü. Neden Sur-N-Sav’ın bir cinsel aktivite yuvası olduğunu düşündüğünden emin değilim ama “karşı cinsle arkadaşlık etmemek” en katı kuralıydı. “OTOPARKTA EROTİZM FALAN YAŞAMIYORUZ!” diye bağırdım ama o sırada Michael aradığı şeyi bulmuştu.

“Bunu senin için yazdım,” diyerek ekrana dokununca telefonundan tiz bir müzik sesi yükseldi. Kalite berbattı, elektrogitarın ciyaklamasından sözleri pek de anlayamamıştım ama adımı birkaç kere duyduğumdan ve hem “deli” ile hem de “sisli” ile kafiye yapıldığından oldukça emindim.

Sonra Michael şarkıya eşlik etmeye başladı. Tanrım, lütfen ani bir güneş çarpmasıyla canımı al ya da arabanın biri dönüp beni Sur-N-Sav’ın otoparkında ezip geçsin çünkü bir yandan eski sevgilim “Daisy beni ediyor deli,” diye şakıyıp diğer yandan Bayan Miller bize doğru yürümeye başlarken bu öğleden sonranın daha ne kadar kötüleşebileceğinden emin değildim. Sonra başımı kaldırdığımda parkın kenarına park etmiş ve camını indirmiş siyah jipi gördüm…

Bir de bana doğrultulmuş olan kamerayı.

İKİNCİ BÖLÜM

OTOPARKIN ARKA TARAFINDAKI ARABAMA DOĞRU koşturdum, başımı eğip çantamı yanıma sıkıştırmıştım. Michael’ın aptal şarkısı yüzünden –telefonu bir adak gibi uzatmış hâlâ peşimde dolanıyordu– deklanşör seslerini duyamıyordum ama sesi bir şekilde hayal edebiliyordum. Şimdiden fotoğrafların nasıl görüneceğini, manşetlerde ne yazacağını düşünüyordum. Ne yazarsa yazsın, beni tamamen sürtük olarak gösterecekti. Ellie geçen sene Alex’le çıkmaya başladığından beri gazete haberlerinde kızın hatası olmayan hiçbir şey yoktu resmen. İki ay önce Alex ve Ellie, İskoçya’da bir gemi açılışına gitmişlerdi, Alex tören boyunca kaşlarını çatıp yüzünü buruşturmuştu. Bu da ablamın onu nasıl perişan ettiğine ve nişan yüzüğü taleplerinin aralarını bozduğuna dair söylentilere yol açmıştı.

Gerçek ne miydi? Alex o sabah merdivenlerden inerken takılıp ayak başparmağını kırmıştı. Yüzündeki acı dolu ifade gerçek, sahici acıydı, korkunç kız arkadaşı moralini bozduğu için duyduğu üzüntü değil. Yaşasın patriyarka, değil mi? Ellie’nin bu kraliyet olayını benimsemesi bana garip geliyordu. Kraliyet böyle saçmalıklar üzerine kurulmuştu. Alex’le evlenip bir kızları ve sonra da oğulları olsa mesela? Bilin bakalım tahta kim geçerdi?

Arabamın kapısını hızla açarak Michael’a döndüm. Şarkı bitince durdurdu, telefonuna bakıyordu. İçimden bir ses şarkıyı tekrar başlatacağını söylüyordu, elbette buna izin veremeyeceğimden elimi elinin üstüne koydum. Kafasını kaldırınca koyu renk gözleri benimkilerle buluştu. Öf ya, Seksi Yaslanma kadar etkili olan Gülümseme’yi yapıyordu, bunu daha başlamadan engellemem gerekiyordu. Başımla jipi işaret ederek “Bu da mı senin işin?” diye sorduğumda arkasına bir göz attı. Tamam, Michael sevimliydi falan ama berbat bir yalancıydı –beş yıl önce ortaokuldaki sosyal bilimler sınavı olayını hâlâ hatırlıyordum– bu yüzden gerçekten şaşırmış görünüp başını iki yana salladığında ona inandım ve rahatlayarak iç çektim.

Hâlâ balo fotoğraflarımızı satan bir pislikti ama en azından gidip paparazzileri çağırmamıştı. “Bak, Michael,” dedim hâlâ bize dönük olan kameranın, sırtımdan damlayan terin, saçlarımın yüzüme nasıl yapıştığının ve bu sabah yaptığım makyajın nasıl da uzak bir anı olduğunun acı farkındalığıyla. “Bunu konuştuk, tamam mı?” diye devam ettim. “Neden yaptığını anlıyorum, umarım gitar mükemmeldir ve tam da olmasını istediğin gibidir. Ama ilişkimiz bitti. Bu kadar. Tamamen bitti.” Lafımı bitirdikten sonra çantamı arabaya fırlattım, sürücü koltuğuna oturdum ve kapıyı suratına kapadım. Elinde telefonla orada duruyordu, bileğindeki saç tokama tekrar bakarak geri istesem mi diye düşündüm.

Yok, bu her şeyi daha acıklı hâle getirirdi, Bayan Miller’ın sonunda Michael’ın yanına vardığını göz önünde bulundurursak zaten cezasını çekiyordu. Kadının saçları müthiş bir öfkeyle titriyordu, Bayan Miller ona doğru parmağını sallarken ondan epey uzun olmasına rağmen Michael korkudan sinmişti.

İzlemesi eğlenceliydi.

Dikiz aynasından arkama bakma zahmetine girmeden otoparktan çıktım.

Oturduğumuz yer mağazadan sadece birkaç kilometre uzakta olduğundan eve dönmem uzun sürmüyordu. Pek manzaralı bir yol sayılmazdı. Ailem Perdido’ya ilk taşındığında burası aslında güzel bir yerdi. Şey, Florida’da okyanusa yakın olmayan bir yer ne kadar güzel olursa işte. İlginç ve eksantrikti; sanatçılarla, yazarlarla ve insanların çılgın renklere boyadığı eski evlerle doluydu. Bebek evi görünümlü Viktoryen konaklar ve rahat bungalovlar misket limonu yeşiline, turkuaza, “elektrik eflatunu” olduğunu düşündüğüm bir renge boyalıydı.

,Ama yıllar geçtikçe havalı insanların çoğu taşınmış ve en sonunda bej rengi, Perdido’ya geri dönmeye başlamıştı. Artık golf sahasının olduğu bir golf kulübü de vardı, babamı hareket etmeye zorlayan bir şeydi bu. Perdido bir zamanlar olduğu gibi pastoral küçük sanatçı topluluğunu barındırmasa da hâlâ güzel bir yerdi. Sessizdi, boştu ve annemin de sıkça belirttiği gibi ziyarete gelmeye değmeyecek kadar uzaktı. Bugünkü fotoğrafçı aylardır gördüğüm ilk fotoğrafçıydı. Paparazzinin peşinden gidecek daha iyi hedefleri vardı.

Mesela Ellie. Tamam, bej rengi Perdido’ya yerleşmişti ama henüz mahallemize sıçramamıştı. Evim mahalledeki daha sönük renkli binalardan biriydi, mor veya çivit mavisi yerine canlı bir sarıydı. Sokağın gerisinde, muz ağaçları ve begonvillerle çevriliydi, pembe çiçekler güneş ışığı rengindeki boyanın üstünde güzel duruyordu. Buralardaki hediyelik eşya dükkânlarında satılan cam, flüt gibi ses çıkaran ahşap ve sıradan deniz kabuklu rüzgâr çanları verandada sallanıyordu. Annem rüzgâr çanlarına meraklıydı.

Ama garaj yoluna girerken gözüme çarpan şey rüzgâr çanları değildi. Annemin arabasının arkasına park edilmiş jipti.

Birdenbire, Sur-N-Sav’da gördüğüm fotoğrafçının neden orada olduğunu anlamıştım.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ARABAMI JIPIN YANINA PARK ETTIM VE INERKEN korumalara el salladım. El ve Alex ne zaman Birleşik Devletler’e gelseler yanlarında hep bu ikisi oluyordu, o yüzden onlara alışmıştım. “Selam Malcolm!” diye seslendim. “David, nasıl gidiyor?”

Genç olan David su şişesini kaldırarak selamıma karşılık verirken Malcolm sadece başını hafifçe eğdi. Her zamanki gibi ciddi siyah takım elbiselerini giymişlerdi, arabada klimayı sonuna kadar açsalar da sıcaktan öldüklerini tahmin edebiliyordum. Sıcak çekilir gibi değildi ama Alexander korumaları ailemin evine sokmayı sevmediğinden Malcolm ve David garaj yolunda bekliyordu.

Arabanın yanından geçerken onlara, “Ekoseli takım elbise giymediğiniz için hâlâ kırgınım,” dedim ve Malcolm güneş gözlüğünün ardından eve bakmaya devam ederken David gülümsedi. Verandanın basamaklarını hızlıca çıkarken anahtarlarım elimde şıngırdadı ve ön kapının açık ancak cam kapının kapalı olduğunu fark ettim. İçeri girmeden önce bir saniyeliğine ablamı ve erkek arkadaşını kanepede mükemmel duruşlarıyla otururken gördüm. Her zamanki gibi muhteşem ve gösterişli görünüyorlardı; Ellie ayak bileklerini ağırbaşlı bir şekilde çaprazlamıştı, Alexander ise annemin çiçekli kanepesinde sanki bir tahtmış gibi oturuyordu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Acemi Cadı ~ Rachel HawkinsAcemi Cadı

    Acemi Cadı

    Rachel Hawkins

    “Hex Hall’un kapağını açmak bir kutu çikolatanın kapağını açmak gibi, kendinize hâkim olmanız mümkün değil! Sonuç: Sophie Mercer beni büyüledi!” –Becca Fitzpatrick On iki yaşında...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Balinalar Geldiğinde ~ Michael MorpurgoBalinalar Geldiğinde

    Balinalar Geldiğinde

    Michael Morpurgo

    “Kuşçu insanlara büyü yapıyor. Onunla konuşmamalıyız. Bu kesinlikle yasak.” Savaş Atı, Kelebek Aslanı, Issız Adanın Kralı, Kayıp Zamanlar gibi milyonlarca okura ulaşmayı başaran kitaplarından tanıdığımız, Children’s Book Ödülü’nün sahibi İngiliz...

  2. Arlekenlere Bak! ~ Vladimir NabokovArlekenlere Bak!

    Arlekenlere Bak!

    Vladimir Nabokov

    “Bu gezinti sırasında ya da belki daha sonralarında, ama kesinlikle aynı bölgede, aniden kopan bir fırtına o Temmuz gününün tüm ihtişamını silip süpürdü. Gömleklerimiz,...

  3. Türkü Söylüyor Otlar ~ Doris LessingTürkü Söylüyor Otlar

    Türkü Söylüyor Otlar

    Doris Lessing

    “Çok kötü bir iş.” Türkü Söylüyor Otlar’da Rodezya’nın ırkçı beyazları, Turnerların uzak çiftliğinde işlenen cinayetten bu alelade cümleyle söz ederler. Ayrıcalıklarını korumak, krizleri sıradanlaştırmakla...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur