Âşıkpaşaoğlu Tarihi’ni hazırlayan Hüseyin Nihal Atsız’ın ifadesiyle, “dil ve üslûp bakımından Dede Korkut Kitabı’nı aratmayan” bu metin; Osmanlı Hanedanı’nın Fatih Sultan Mehmed Han’a kadarki yedi hükümdarının dönemini kapsıyor. Bunun dışında, Âşıkpaşaoğlu’nun Oğuz Kağan’a kadar şeceresini verdiği Ertuğrul Gazi ve diğer kudretli beylerle birlikte Kayı boyunun Anadolu’ya gelişi ve burada yurt tutuşu da fevkalade ayrıntılarla anlatılıyor.
Âşıkpaşaoğlu, sadece padişahların katıldığı savaşları değil, dönemin insan ilişkilerini, şehirlerin sosyal dokularını, padişahların ilim adamlarına yaklaşımını, savaşlarda izlenen usûl ve teamülleri de canlı bir dil kullanarak aktarıyor. Âşıkpaşaoğlu Tarihi; beğlerin ve paşaların akçeli işlerle zor imtihanına da yer vererek, gaza ruhuyla hareket eden bir kitlenin bünyesinde boy vermeye başlayan aksaklıklara işaret etmesi bakımından da büyük bir önem taşıyor.
Âşıkpaşaoğlu ve Eseri
Kendisini “Derviş Ahmed Âşıkî” diye tanıtan Âşıkpaşaoğlu hicrî 795’te (Milâdî: 17 Kasım 1392 5 Kasım 1393)
Amasya’ya bağlı Ulvan Çelebi köyünde doğdu.
Soykütüğü şöyledir:
Ali (Âşık Paşa)
Derviş Ahmed Âşıkî
Şeyh Yahya
Horasanlı Ali
Horasanlı Şücâaddin İlyas (Baba İlyas)
Muhliseddin Musa Baba (Muhlis Paşa)
Şeyh Selman (veya Süleyman)
816’da (Milâdî: 3 Nisan 1413 22 Mart 1414) yani yirmi yaşlarında iken Geyve’de hastalanmış ve Orhan Gazi’nin imamının oğlu olan Yahşi Fakih’in evinde kalarak bu evde Osmanlı tarihinin Yıldırım Bayazıd sonuna kadar olan bölümünü yazılı olarak bulup okumuştur. Bu sırada Çelebi Sultan Mehmed’in, Musa Çelebi ile çarpışmak üzere Rumeli’ye geçtiğini görmüştür. Hatta kendisinin de Geyve’ye kadar Çelebi Mehmed’in maiyetinde gelmiş olması muhtemeldir. 825’te (Milâdî: 26 Aralık 1421 14 Aralık 1422) İkinci Murad’la Yıldırım’ın oğlu Mustafa Çelebi arasındaki vukuata katılmıştır. Vaktiyle Musa Çelebi’nin maiyetinde bulunduğu için Tokat’ta mahbus bulunan Mihaloğlu Mehmed Beğ, vezirlerin iltiması ile hapisten çıkarılarak Bursa’ya gelirken Ulvan Çelebi Tekkesi’ne uğrayarak Derviş Ahmed Âşıkî’yi de yanına almış, İkinci Murad’ın ordusuna getirmiştir. Ahmed Âşıkî, Ulubat köprüsü yanında iki ordu arasındaki vukuatı görmüştür. 840’ta (Milâdî: 16 Temmuz 1436 4 Temmuz 1437) hacca gitmiştir. Mısır’da Bekriyye tarikatından Seyid Ebülvefâ’nın halifesi olmuş, Mekke’de de başka şeyhlerle görüşüp konuşmuştur. 841’de (Milâdî: 5 Temmuz 1437 23 Haziran 1438) hacdan dönerek sancak beğlerinden İshak Beğ’le birlikte Üsküb’e gelmiş, onunla birlikte akınlara katılmıştır. Bir defa İshak Beğ’in oğlu “Paşa Beğ” ile ve “Kılıç Doğan’la birlikte çapula gitmiş, bir gün de İshak Beğ’in maiyetinde büyük bir çarpışmaya katılarak birkaç düşman öldürdükten başka beş tanesini de esir ederek Üsküb’e getirmiş ve 900 akçaya satmıştır. 842’de (Milâdî: 24 Haziran 1438 13 Haziran 1439) İkinci Murad’ın Macaristan alanına katılmış ve Sultan Murad kendisine dokuz esir verince Âşıkpaşaoğlu: “Devletlü Sultanum! Bu esiri götürmeğe at gerekdür ve bu yolda akça gerek” demiş, padişah da kendisine 5000 akça ile 2 at vermiştir. Âşıkpaşaoğlu esirleri dört ata (ikisi herhalde kendisinindi) yükleyerek Edirne’ye gelmiş, esirlerin kimini 200, kimini 300 akçaya satmıştır. 852’de (19 Ekim 1448) Hunyadi Yanoş’la yapılan İkinci Kosova Savaşı’nda bulunmuş, 55 yaşında bulunmasına rağmen, vuruşmada bir düşman askerini öldürmüş ve padişah tarafından kendisine bir at verilmiştir. 857’de (29 Mayıs 1453) İstanbul’un fethinde Ak Şemseddin, Şeyh Vefa, Akbıyık gibi şeyhlerle birlikte bulunup İstanbul alındıktan sonra kendisine gaza malından ev verilmiş olması ve dışardan İstanbul’a getirilenleri irşadla vazifelendirilmiş bulunması kuvvetle muhtemeldir. Bu sırada evinin yanına bir de mescit yaptırmıştır. İstanbul’a yerleştikten sonra Râbia adında bir kızı doğmuştur. 861’de (Milâdî: 29 Kasım 1456 18 Kasım 1457) Fatih’in oğulları Bayazıd’la Mustafa’nın, Edirne’de yapılan sünnet düğününde davetli olarak bulunmuş ve herkes gibi o da padişahın ihsanına nail olmuştur. Aynı yılda padişahın yaptığı Ballıbadra seferi dolayısıyla ihsan umarak Üsküb’e gitmiştir. Tarihinde ihsan aldığına dair bir şey söylemediğine göre umduğuna erememiş olduğu anlaşılıyor. 874’te (Milâdî: 11 Temmuz 1469 29 Haziran 1470) kızı Râbia Hatun’u, müridlerinden Seyid Velayet’le evlendirmiştir. 22 Muharrem 886 Cuma günü (23 Mart 1481) Milâdî hesapla 88 yaşında olduğu halde ölmüştür. Eserine “Tevârîh-i Âl-i Osman” denilmiştir. “Osmanlı Hanedanı Tarihi” demektir. Bunu 1476’da yazmaya başlamıştır. O zaman 83 yaşında olduğuna göre hafızaya dayanarak verdiği bilgilerde epey yanlışlar olacağı tabiîdir ve bu yanlışlar belli olmaktadır. Fakat içinde bulunduğu vakalar hakkındaki bilgileri tarihî değer taşımaktadır. Tarihinin kaynaklarını şöylece sıralayabiliriz:
— Başlangıçtan Yıldırım Bayazıd sonuna kadar olan kısmı, Orhan Gazi’nin imamının oğlu Yahşi Fakih’in evinde gördüğü bir kitabı okuyarak öğrenmiştir. Kendisi o sırada 20 yaşında idi. Kitabını yazarken 83 yaşında olduğuna göre arada geçen 63 yılda birçok vukuatı unutmuş veya yanlış hatırlamış, karıştırmış olacağı tabiîdir.
— Hicrî 793’te (Milâdî: 9 Aralık 1390 28 Kasım 1391) Yıldırım Bayazıd’ın Alahisar’da Macarlar’la yaptığı savaşı, o savaşta bulunan Temürtaşoğlu Umur Beğ’den dinleyerek anlatmıştır.
— Yıldırım’la Aksak Temir arasındaki 1402 Çubukova Savaşı’nı, o savaşta Yıldırım’ın solaklarından olup sonra Çelebi Mehmed zamanında Amasya dizdarı, İkinci Murad zamanında da Bursa naibi tayin olunan birisinden işiterek yazmış, fakat bu adamın adını söylememiştir.
— İkinci Murad ve Fatih zamanlarını bizzat yaşayarak ve savaşlardan bazısına katılarak kaleme almıştır. Bu tarih, o zamanın konuşulan Türkçesiyle yazılmış bir eser olup tarihî değerinden başka dil bakımından da büyük kıymet taşımaktadır. Dili ve üslûbu Dede Korkut Kitabı’nın dilini ve üslûbunu andırmaktadır. Kitaba, müellifin ölümünden sonra da bazı kimseler, ihtimal Âşıkpaşaoğlu’nun müridleri tarafından eklemeler yapılmıştır. Ben o parçaları buraya almadım. Müellif, anlattığı vakaların tarihini yalnız hicrî yıl olarak vermekte, ay ve gün zikretmemektedir. Bu sebeple bir hicrî yıl, milâdî tarihin hangi yılının hangi gününden başlayıp hangisinde bitiyorsa, onu, parantez içinde göstererek okuyuculara kolaylık sağladım. Âşıkpaşaoğlu tarihinin yazma nüshalarında bazı isimler ve rakamlar birbirinden farklı şekilde kaydedilmiştir. Bu farkları dip notlarında gösterdim.
Müellif, bâblara ayırdığı eserinde, hemen her bâbın sonuna bir takım manzumeler de eklemiştir. O bâbdaki tarih vakaları ile ilgili olan bu manzumeler gayet bozuk bir aruzla yazılmıştır. Şiir bakımından hiçbir değeri olmadığı gibi eserdeki güzel ve akıcı Türkçeden de bu manzumelerde eser yoktur. Bu sebeple boşuna yer kaplamaması için bu acemice manzumeleri buraya almadım.
23 Şubat 1970
ATSIZ
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm
Tanrı’ya hamdolsun ki bizi nimetlendirip slâma ulaştırdı ve kendisine salâvât ve selâm olsun, sevgilisi Muhammed’in ümmetinden kıldı. Ben ki fakir Derviş Ahmed Âşıkî’yim. Babam Şeyh Yahya, onun babası Şeyh Selman, onun babası Âşık Paşa, onun babası da zamanın kutbu Baba lyas’tır ki Seyyid Ebülvefâ’nın halîfesidir. Tanrı hepsinin mezarlarını nurlandırsın. Ben fakir, stanbul’da her şeyden elimi çekmiş olarak oturmuş, dua ile meşguldüm. Bir aralık azizlerden birkaç kişi Osmanlı Hanedanının tarihinden ve menkıbelerinden bahsettiler. Benden de sordular. Ben fakir dahi cevap verip dedim ki: “Orhan Gazi’nin imamı olan shak Fakı’nın oğlu Yahşi Fakı’da Osmanlı Hanedanı menkıbelerini Bayazıd Han zamanına kadar yazılmış buldum. Bilip işittiklerimden, bazı hallerinden ve menkıbelerinden kısaltıp yazdım.” Can ve gönülden, doğrulukla şöyle dedim: Ey her şeyi bilen, her şeyi yaratan Ulu Tanrı! nsanı yoksul veya sultan eden, hükmüne delil ve tanık veren, ayıpları kapatan, günahları bağışlayan sen, gönlüm gözüne de güzelliği göster. Ben zayıf, değersiz bir kulum. Ömrüm uzayıp seksen altıya vardı. Cihanın hesaba gelmez garipliklerini gördüm. Devrimde olanları yazdım. Oğuz’dan olan Gök Alp’a kadar gittim. Olgun gaziler, hanlar, sultanlar olan Osmanlı Hanedanının menkıbelerini yazdım. Dedim ki soykütüğünü söyleyeyim de bu hanların aslı anlaşılsın. Nerden gelip hangi ile vardıkları, yahut vardıkları ili nasıl aldıklarını, cihan padişahları olan hanların o illerde neler yaptıklarını binde bir de olsa anlatayım. Benim soyum, sopum bu ülkede doğdu. Doğanlarımız da bu Hanedanı gördü. Biz onların hizmetinde açık veya kapalı dua edenleriz. Osmanlı Hanedanı benim soyuma “Âşıkî” diye ihsan ederler. Önce bu Hanedana dua edip sonra menkıbelerini anlatalım.
1. Bâb
Osmanlı Hanedanı Soyunun Adları
Sultan Korkud, onun babası mücâhidler sultanı Sultan Bayazıd Han Gazi, onun babası Sultan Mehmed Han Gazi, onun babası Sultan Murad Han Gazi, onun babası Sultan Mehmed Gazi, onun babası Sultan Bayazıd Han Gazi, onun babası Sultan Murad Han Gazi, onun babası Orhan Gazi, onun babası Osman Gazi, onun babası Erdungrıl, onun babası Süleymanşah, onun babası Kaya Alp2 , onun babası Kızıl Buğa, onun babası Bayıntur, onun babası Ay-kuluk, onun babası Toğar3 , onun babası Kaytun4 , onun babası Sunkur5 , onun babası Bakı, onun babası Suğar6 , onun babası Tok Temür7 , onun babası Basuk8 , onun babası Gök Alp, onun babası Oğuz, onun babası Kara Han, onun babası Ay Kutluk9 , onun babası Tuzak, onun babası Kara Han, onun babası Baysub, onun babası Kamarı, onun babası Kızıl Buğa, onun babası Yamak10, onun babası Başbuğa, onun babası Baybus11, onun babası Sevünc, onun babası Çar Buğa12, onun babası Kurtulmış13, onun babası Karaca, onun babası Amudı, onun babası Karalu Oğlan14, onun babası Süleymanşah, onun babası Karahul15, onun babası Karluğa, onun babası Yan Temür16, onun babası Durmuş17, onun babası Çin, onun babası Maçin, onun babası Yâfes, onun babası Nuh aleyhisselâm.
2. Bâb
Bu Bâb Osman Gazi ve Çocuklarını Beyan Eder ve Padişahlığına Sebep Ne Olduğunu ve Rûm (Anadolu) Ülkesine Hangi Ülkeden Geldiklerini ve Buraya Gelmelerine Sebep Nedir, Onu Beyan Eder.
(Bizans) da, Acem de mağlûptu. Yâfes nesli olmaları sebebiyle Acem padişahları gayretlendiler. Bize Arap galip oldu diye gayrete gelip Yâfes neslinden göçebe Türkleri kendilerine dayanak edip Araplar’a galip geldiler. Bu yüzden Arap mağlûp olunca kâfir ülkeleri kafa tutmaya başladılar. Kâfirler Müslümanlara itaat etmez oldu. Bu göçebe Türkler’den Acem padişahları çekinir oldular. Tedbir düşünerek ittifak ettiler ki bu göçer evli Türkleri kendi üzerlerinden uzaklaştıralar. Süleymanşah Gazi’yi ileri çektiler ki o, göçer evlilerin ulularındandı. Elli bin kadar göçer Türkmen ve Tatar evini onun yanına verdiler. “Varın, Rûm’da (= Anadolu’da) gaza edin.” dediler. Süleymanşah dahi kabul etti. Geldiler. Erzurum’dan Erzincan’a indiler. Erzincan’dan Rûm (Anadolu) ülkesine girdiler. Rûm (Anadolu) ülkesinde altı yıl durdular. Etrafları fethettiler. Süleymanşah Gazi haylı bahadırlıklar etti. Fakat bu Rûm’un (Anadolu’nun) dağlarından ve derelerinden incindiler. Göçer evlerin davarı dereden, tepeden incinir oldu. Yine Türkistan’a dön düler. Geldikleri yola gitmediler. Halep iline çıktılar. Oradan Ca’ber kalesinin önüne vardılar. Orada Fırat ırmağının önlerine geldiler. Geçmek istediler. Süleymanşah Gaziye: “Hanım! Biz bu suyu nasıl geçelim.” dediler. Süleymanşah dahi atını suya tepti. Önü yar imiş. Atı sürtçü. Süleymanşah suya düştü. Ecel mukaddermiş. Allah’ın rahmetine kavuştu. Sudan çıkardılar. Ca’ber kalesinin önünde gömdüler. Şimdiki zamanda ona Türk Mezarı derler. O kaleye de yine o nesilden Döger derler bir taife vardır, şimdi onlar hükmeder. Böyle olunca bu göçer evliler etrafa dağıldı. Bazısı Berriye’ye gitti. Şimdiki halde onlara Şam Türkmeni derler. Bazısı yine Rûm’a (Anadolu’ya) döndüler. Kimi Tatar ve kimi Türkmen’dir. Şimdiki halde Rûm’da (Anadolu’da) olan Tatar ve Türkmenler o taifedendir. Bazısı Süleymanşah’ın üç oğluna uydular ki biri Sunkur Tegin’dir. Biri dahi Erdungrıl’dır. Birisi Gündoğdu’dur. Fırat suyunun başından bu üç kardeş geldikleri yola döndüler. Pasin ovasına, Sürmeli Çukuru’na vardılar. Erdungrıl orda kaldı. Kardeşleri ile gitmedi. Bir dört yüz kadar göçer ev ile kaldı. O iki kardeş yine asıl vatanlarına gittiler. Erdungrıl o arada bir nice müddet durdu. Yaylasında yayladı. Kışlasında kışladı. Bir nice zaman sonra Sultan Alâaddin dahi Rûm (Anadolu) ülkesine yöneldi. Kısmet olduğu kadar fethetti. Padişah oldu. Bunun tafsili çoktur. Ben ihtisar ettim. Onun için ki Osmanlı Hanedanının menkıbelerini anlatayım. Erdungrıl Gazi bunu işitti ki Selçuk Hanedanı neslinden Sultan Alâaddin, Acem’den Rûm’a (Anadolu’ya) gelip padişah oldu: “Öyleyse bize dahi vâcib oldu ki erin kadri, kıymeti bilinir memlekete gidelim, biz de gaza edelim.” dedi. Erdungrıl Gazi’nin üç oğlu vardı. Biri Osman idi. Biri Gündüz idi. Biri Saru Yatı idi. Ona Savcı dahi derlerdi. Bunlar dahi Rûm’a (Anadolu’ya) yöneldiler. Geldiler. Hısnımansur18 iline erdiler. Erdungrıl Gazi’nin Rûm’a (Anadolu’ya) gelmesine dair nice rivayetler vardır. En doğrusu bu benim anlattığımdır. O, oğlu Saru Yatı’yı Sultan Alâaddin’e gönderdi: “Bize de yurt gösterin. Varalım, gaza edelim.” dedi. Saru Yatı babasının haberini Sultan Alâaddin’e getirdi. Sultan Alâaddin de bunların geldiklerine gayet sevindi. Sultan Önü’nün ve Karaca Hisar’ın tekfürü muti olup Sultana haraç verirdi. Domaniç Dağı’nı ve Ermeni Beli’ni bunlara yayla verdi. Saru Yatı babasına geldi. Bu haberi verdi. Erdungrıl Gazi dahi kabul etti. O vakit yürüyüp Engürü’ye (Ankara’ya) geldiler. Yerlerinde sâkin oldular. Erdungrıl Gazi zamanında savaş olmadı. Yaylaklarında yayladılar. Kışlaklarında kışladılar. O zamanda Sahip Kara Hisar (Afyon) ilinde Germiyanlılar’ın atası Alişar vardı. Bir de Çavdar derler bir Tatar zümresi vardı. Bu Kara Hisar ili ile Bilecik ilini zaman zaman gelirler, vururlar, yıkarlardı. Bu Erdungrıl Gazi’nin gelmesiyle o kâfirlerin ili o Tatarlar’dan emin olmuştu. Geldiklerinden bir nice yıl sonra Erdungrıl Gazi, Allah rahmetine vardı. Erdungrıl Gazi’nin Rûm’a (Anadolu’ya) gelmesine dair bir nice rivayet vardır. En doğrusu benim anlattığımdır. Söğüt’te Osman Gazi’yi babasının yerine lâyık gördüler. Osman Gazi, babasının yerine geçince yakın komşu kâfirlerle iyi geçinmeye başladı. Fakat Germiyanoğlu ile düşmanlığa başladı. Onun için ki bu gelmiş oldukları ülkenin halkını onlar daima incitirlerdi. Osman Gazi dahi gâh geceleyin, gâh gündüz gitmekle uzak yerlerden av avlamaya başladı. Kendisinin yanına hayli adam toplandı.
3. Bâb
Bu Bâb Onu Beyan Eder ki Osman Gazi Etrafa Gecede, Gündüzde Gâh Gâh Yürümeye Başladı.
İnegöl’de Aya Nikola derler bir kâfir vardı. Osman Gazi yaylaya ve kışlaya gittiği vakit onun göç eşyasına rahatsızlık verirdi. Osman Gazi, Bilecik tekfürüne bundan şikâyet etti. Bilecik tekfürüne dedi ki: “Sizden dileğimiz budur ki bizim göç eşyamızı, yaylaya göçtüğümüzde sizde emanet bırakalım.” O da kabul etti. Ne vakit Osman Gazi yaylaya gitse bütün eşyalarını öküzlere yükletirlerdi. Birkaç hatun kişiyle gönderirlerdi. Kaleye bırakırlardı. Ne zaman yayladan gelseler armağan olarak peynir, halı, kilim ve kuzu iletirlerdi. Emanetlerini yine alırlar, giderlerdi. Bu kâfirler bunlara gayet güvenirdi. Ancak negöl kâfirleri Osman’dan çekinirlerdi. Bunlar da onlardan çekinirdi.
Bir gün Osman Gazi yetmiş kişiyle Ermeni Beli’nden, geceleyin negöl’ü ateşe vermek için geldi. Bu kâfirlerin casusu vardı. Pusu kurdular. Osman Gazi’nin Aratun adında bir casusu vardı. Geldi, haber getirdi: “Ermeni Beli’nin tükendiği yerde pusu kuldular.” dedi. Gaziler de Hakk’a sığındılar. Doğru pusuya yürüdüler. Hepsi yaya idi. Kâfirler çoktu. Büyük savaş oldu. Osman Gazi’nin kardeşi Saru Yatı’nın oğlu şehid oldu ki o Bay Koca’dır. Ermeni Beli’nin tükendiği yerde Hamza Beğ köyünün civarındadır. Ziyaretgâhının yanında bir harapça kervansaray vardı. Oradan döndüler. Osman geri geldi, yaylaya gitti.
….
7 Yahut “Bak Temür”.
8 Yahut “Başak”.
9 Yahut “Aykıl Teli”.
10 Yahut “Aka”.
11 Yahut “Baysuğ” veya “Baysus”.
12 Yahut “Çur Buğa”.
13 Yahut “Kartalmış”.
14 Yahut “Karalu Aklan” veya “Karalu Oğlak” veya “Kulu Oğlan”.
15 Yahut “Karacul”.
16 Yahut “Bayıntur” veya “Yatmur” yahut “Yantur”.
17 Yahut “Kurmuş” veya “Durtmuş”.
18 Bugünkü “Adıyaman”.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
- Kitap AdıAşıkpaşaoğlu Tarihi
- Sayfa Sayısı213
- YazarHüseyin Nihal Atsız
- ISBN9789754378689
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023