“Babam, tamı tamamına yirmi beş yıl sonra, bir elinde yıllanmış üç telli bağlaması, diğer elinde ahşap bavulu, kapımın önünde diz çökmüş, gece vakti aniden ortaya çıkmış mahcup bir konuk veya geçip giden zamandan borcunu mahsup etmeye gelmiş eski bir alacaklı gibi öylece beni bekliyordu.”
Evvela, baba-oğul hesaplaşmasına dair bir roman bu… Kırgınlığın, kızgınlığın, suçluluk duygusuyla, hayatından çıkartma arzusunun kopamamakla boğuştuğu bir hesaplaşma. Romanın kahramanı avukatın “Her oğul gibi, ne kadar direnirsem direneyim daha en başından babama karşı yeniktim” hissinin hep orada durduğu bir hesaplaşma.
Bir yandan da kırık bir aşk hikâyesinin bulutu dolanıyor babasıyla “meselesini” halletmeye çalışan adamın üzerinde… Yoksa, iki aşk hikâyesinin mi?
Roman, aynı zamanda bir yol hikâyesi… Hem, düz anlamıyla bir yol hikâyesi: Diyarbakır’dan Kars’a yolculuk ediyoruz. Uzun yolun menzilleri, konaklama tesisleri, aramalar, kontroller, ıssız taşra köşeleri… Memleket hastaneleri…
Ama bir yandan da hafıza içinde bir yolculuğun hikâyesini dinliyoruz. Zihnin kuytularına, bilincin dehlizlerine de uzanan bir yolculuk. Her konakta çırak ve hayranlarının adeta onu beklediği saz âşığı babanın müphem ilişkilerinin ve evvel hayatındaki kadınların sırrına doğru yolculuk… Asıl uzun yol, o işte…
Okurları, Kemal Varol’un önceki eserlerine de uğradığını sezecektir bu yolculuğun.
Âşıklar Bayramı içli bir türkü…
İçindekiler
BİRİNCİ BÖLÜM
GECE GELEN…………………………………………………………………………………………………………………11
İKİNCİ BÖLÜM
KONUK KABUL EDİYOR MUSUN?………………………………………………………….19
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BABAMIN KALAN ZAMANI……………………………………………………………………………39
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KONUŞAMIYORUM…………………………………………………………………………………………………51
BİRİNCİ MEKTUP
AFFET!………………………………………………………………………………………………………………………………….71
BEŞİNCİ BÖLÜM
BİR DERDİM VAR……………………………………………………………………………………………………..79
ALTINCI BÖLÜM
YARIM KALAN……………………………………………………………………………………………………………..97
BİRİNCİ TÜRKÜ
HELALLİK İSTEYENİN TÜRKÜSÜ………………………………………………………..115
YEDİNCİ BÖLÜM
BAŞKA BİR YERDE………………………………………………………………………………………………..117
SEKİZİNCİ BÖLÜM
BIRAKIP GİDEN……………………………………………………………………………………………………….125
DOKUZUNCU BÖLÜM
AĞLAMA!………………………………………………………………………………………………………………………..137
İKİNCİ MEKTUP
ÜZGÜNÜM!…………………………………………………………………………………………………………………..161
ONUNCU BÖLÜM
VASİYET…………………………………………………………………………………………………………………………..167
İKİNCİ TÜRKÜ
KANADINDA TAŞ TÜRKÜSÜ…………………………………………………………………….183
ON BİRİNCİ BÖLÜM
BİR GÜN DAHA………………………………………………………………………………………………………..185
ÜÇÜNCÜ MEKTUP
UNUTMADIM……………………………………………………………………………………………………………..203
ON İKİNCİ BÖLÜM
ÖMRÜMÜZ…………………………………………………………………………………………………………………….209
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SAZIM…………………………………………………………………………………………………………………………………221
“Tükendi nakd-i ömrüm dilde bir sevda-yi ah kaldı
Tevessül dilber-i yare benim arzum nigah kaldı.”
Şair Rıfat
BİRİNCİ BÖLÜM
GECE GELEN
“Geceleyin gelen nedir, bilir misiniz?”
Tarık suresi
Gecenin bir yarısı, kapının sadece bir kez çalan kararsız ziliyle gözlerimi aralamaya çalıştım. Belki de zil bir kere çalmamış da ben sadece birbiri ardınca çalan o zillerin sonuncusuna uyanmıştım, henüz bunun ayırdında değildim. Evimin içinde yankılanıp sonra aniden susan sese direnerek bir süre gözlerimi açmamaya gayret ettim. Güçlükle birbirine kavuşmuş kirpiklerimin açılmaya mecali yoktu. Günler sonra doğru dürüst uyumak için aldığım ilacın etkisiyle kolumu bile kaldıramıyor, yerimden doğrulup kapıya yönelmeye takatimin olmadığını hissediyordum. Üç gündür ağır bir sisle sarmalanmış gecenin bu hayli geç vakti kimseyi beklemiyordum. Uykumu kaçırmasın diye bütün gece telefonlarına cevap vermediğim, son zamanlarda iyiden iyiye koptuğumuz Yıldız olsa, zili çalmaktansa muhtemelen kapıyı yumruklamayı denerdi. Başımı kaldırmak yerine gözlerimi zorlukla aralayıp fosforlu saatimi yüzüme doğru tuttum. Yarı aralık kirpiklerimin arasındaki bulanık saat, üçü çeyrek geçiyordu. Uyuyalı henüz bir iki saat bile olmamıştı ve bu kadar uyku bana yetmiyor, gecenin bir vakti beni uykumdan kaldıran bu haddini bilmez sese karşı içimde derin bir kızgınlık duyuyordum. Kaç gecedir uykuya hasrettim. İki gece arka arkaya, vaktimin çoğunu on beş yıl önceki sevgilim Aylın’a hiçbir zaman gönderemeyeceğim, belki de hep bende kalacak, arada bir açıp okuyacağım uzun bir mektuba ayırmıştım ve hem mektubun hem de uykusuzluğun bedelini şimdi ödüyordum. Belki bir kez daha çalar diye kulağımı koridorun sonundaki kapıya doğru çevirdim ama kapıdan herhangi bir ses gelmedi. Bir an, her saat başı çalan saatin alarmını kapı zili sanmış olabileceğim, düpedüz yanılmış olduğum ya da hayal gördüğüm ihtimali geldi aklıma. Belki de kapım hiç çalmamış ve ben hâlâ o kanepenin içindeki obrukta derin derin uyuyor, hatta sonradan hayal meyal hatırlayacağım upuzun bir rüya görüyordum. Bir süre daha yatağımda öylece sessiz ve gözlerim yarı aralık halde beklemeye karar verdim. İlaç sadece kafamı değil adeta tüm vücudumu uyuşturmuştu. Fakat bir yanım aralık gözlerimi kapamamı öğütlerken diğer yanım bir konuğum olduğunu, koşup ona kapıyı açmamı söylüyordu. Kapıdan hâlâ bir ses gelmediğine göre en iyisi bir süre daha uyanık kalıp ikinci kez çalacak zili beklemekti. Çaresizce gözlerimi yeniden kapayıp ürpermiş kulaklarımı kapıdan gelecek sese çevirdim ama dışarıdan herhangi bir ses gelmeyince tekrar uyumaya çalıştım. Yatak odam çoktandır bana nefes vermediği için orada yatamıyordum. Bu yüzden ayaklarımı oturma odasındaki kanepenin kenarına uzatıp, o ayaklar sanki benim değil de kanepenin bir parçasıymış gibi sırtüstü yatmaya çalıştım ama fayda etmedi. Önce sağa ardından homurdana homurdana sola döndüm. Nefesimi kontrol edip kendimi sakinleştirmeye, zihnimden geçen bütün kötü ihtimalleri savuşturmaya çalıştım ama nafile, işe yaramıyordu. Hiçbir zaman üzerime tam örtemediğim, çoğu kez bacak arama topladığım nevresimi okkalı bir küfürle yere savurdum. Bu saatte birini rahatsız etmek, ne kadar yakının olursa olsun bir başkasının kapısına dayanmak yapılacak şey değildi. Üstelik sabah erkenden cezaevinde ziyaret etmem gereken bir müvekkil ile başka bir müvekkilimin 3. Ağır Ceza’daki duruşması beni bekliyordu. Yoğundum. İşlerim başımdan aşkındı son zamanlarda. Üstelik çoktandır başımda Yıldız diye bir bela vardı. Son bir haftadır habire rüyama girip çıkan Aylın vardı bir de. Uyumam gerekiyordu artık. Başımı çevirip bir süre kızgınlıkla kapıyı dinledim ama çok geçmeden o kızgınlığın yerini merak ve korku aldı yeniden. Belki arada bir yanmayan lamba yüzünden komşulardan biri yanlışlıkla ışık yerine zile basmış, sonra da mahcup olup üst kata çıkmıştı. Binada akşamcı olduğunu bildiğim, hatta kimi davalarını üstlendiğim birkaç patavatsız komşum vardı, zili onlardan biri de çalmış olabilirdi. Bütün bunların müsebbibi o olabilir diye tekrar saatime baktım. Akreple yelkovan uyum içinde hareket etmeye, birbirlerini kovalamaya devam ediyordu. Kanepede doğrulup sıkıntıyla yüzümü avuçladım ve dışarıdaki sise bulanmış gecenin bana verecek önemli bir sırrı varmış gibi başımı pencereye doğru çevirdim. Bir süre dışarı bakmaya çalıştım ama şehri çepeçevre saran bu bembeyaz karanlığın yerden kalkıp dağların doruklarına çekilmeye hâlâ niyeti yoktu. Adeta gökle yer arasında bir yarık oluşmuş, o yarıktan aşağıya sızan sis bulabildiği her şeyi bir anda içine çekmişti. Sokak boyunca her an devrilecekmiş gibi yan yana dizilen apartmanlar, bu apartmanların arasında kendine küçük bir aralık bulan çocuk parkı ve gece karanlığında arada tatlı tatlı gıcırdayan salıncakları, ileride kıvrılıp başka yollara, köprü ve altgeçitlere açılan çevre yolu, yıkık haldeki Suriçi, önce yükselip sonra giderek duyulmaz hale gelen ambulans sesleri ve gece vakti yoldan geçen tek tük arabaların farları bile sis içindeydi. Oturduğum apartmanla yaşıt çınar ağacının dalları ikide bir yatak odamın camını tıklıyor, bir süreliğine geri çekilip gece gelen vakitsiz bir konuk gibi yeniden cama yükleniyordu. Bahçedeki arabam, çam, akasya ve çınardan oluşan küçük bahçe bile görünmüyordu. Üç parmağımın arasına sıkıştırdığım sigaramı balkondan aşağı fırlatıp hafif ürpermiş bir halde serin odama döndüm. Tekrar uyuyabileceğimden, terimle ıslanmış yastığımın beni eskisi gibi sarmalayacağından, gözlerimi huzurla kapayacağımdan şüpheliydim. Sinirlerim altüst olmuştu. Merakımı yenmek için gidip kapıyı açmaya cesaret edemiyordum. Belki de boşuna kaygılanıyordum. Kapıda biri olsa, sahiden bana gelmiş olsa, muhakkak şansını bir daha denerdi. Yine de içimde dönüp duran meraka engel olamadım. Işıkları açmadan çıplak ayaklarımla yavaşça kapıya doğru yürüyüp sanki başıma gelecek talihsiz bir şeyi bekliyormuş da neyi beklediğimi tam olarak bilmiyormuşum gibi gözümü kapı dürbününe dayadım. Ara elektrik yanmıyordu. Kapıda birinin varlığını doğrulayacak herhangi bir ses yoktu. Kulağımı bir süre kapıya dayayıp merak ve hafif hafif bastıran bir ürpertiyle dışarıyı dinledim ama en ufak bir ses işitmedim. Bir ara kapıyı açmayı, dışarıya bakmayı düşündüm. Ama sanki ben başımı dışarı uzatır uzatmaz birileri boynuma bir şey indirecekmiş gibi korkup vazgeçtim. Yüzüm asık bir şekilde mutfağa yönelip horultuyu andıran garip sesiyle tek başına olmadığım hissi veren buzdolabının kapısını açtım yavaşça. Mutfağın küçük bir bölümüne önce buzdolabının o huzur veren ışığı, sonra da içeride çoktandır bekleyip duran serinliği doldu. Buzdolabının kapısını açık bırakıp bir süre mutfak penceresinden dışarı, birkaç yıl önce sabahlara kadar top seslerinin duyulduğu eski şehre ve surlara bakındım ama bir şey görmem imkânsızdı. Üç gündür şehri saran bu beyaz karanlık, azalacak, artık yeter deyip dağılacak yerde yoğunluğunu bir kat daha artırmıştı sanki. Dışarıda arada bir dallarını birbirine sürtüp konuşmaya çalışır gibi sallanan çınar ağacı, bu gecenin uğursuzluğunu hatırlatan baykuş sesi ve ağacın birer ikişer dökmeye başladığı yaprakların hışırtısı hariç en ufak bir ses bile yoktu. Bir ara sitenin yanından yeşil tepe lambası yanan bir cenaze nakil aracı geçti sanki ama bu görüntüden bile yeterince emin olamadım. Bir bardak su alıp yeniden kanepeme döndüğümde garip bir şekilde üşüdüğümü hissedip hastalandığımdan korkmaya başladım. Oysa ben öyle kolay üşümez, hatta soğuğu öteden beri severdim. Elimi alnıma götürüp ateşime bakmaya çalıştım ama bunu anlamamın imkânı yoktu. Bunca iş güç arasında bir de hastalıkla uğraşmayayım diye kalkıp açık bıraktığım pencereyi hafifçe örttüm ve kendimi bitkin bir halde kanepeye yuvarladım. Ama galiba pencere yerine tam oturmamıştı ki cızırdayarak bir daha açıldı. Dert etmeyip tekrar uykuya çekildim. Yastığımın kabarıklıklarını düzeltmek için önce birkaç kez yumrukladım, bir elimi alttan bir elimi üstten geçirip bir kadının yumuşacık tenine sokulur gibi sarıldım, kokusunu içime çektim. Elime gelen pamuk topaklarını şefkatle okşarken kendimi kandırmaya çalışarak bir süre uyuyor numarası yaptım hatta. Derin derin soluk alıp verdim. Horlar gibi sesler çıkardım. Gövdemi iyice gevşetip yumuşacık kanepenin içine gömdüm. Kaç zamandır, nedenini bilmediğim, belki de hiç çalmayan kapı ziline bağlayamayacağım bir sıkıntı basıyordu beni. İçimde bir yerde, sanki senelerdir ipleri birbirine dolaşık halde bekleyen eski bir bayrak yarıya inmiş, ne kadar asılır….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıÂşıklar Bayramı
- Sayfa Sayısı227
- YazarKemal Varol
- ISBN9789750525896
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beyaz Zambak ~ Nurten Ertul
Beyaz Zambak
Nurten Ertul
Müslüman kızı Ante’nin, Ortodoks genci Boris’in, Musevi kadını Lisa’nın, Katolik gazeteci Danny’nin Avrupa’nın arka bahçesinde Bosna’da tarihten günümüze akıp gelen aşklarını yüreğinizin bir tarafı...
- Amida, Eğer Sana Gelemezsem ~ Özcan Karabulut
Amida, Eğer Sana Gelemezsem
Özcan Karabulut
Usta öykücümüz Özcan Karabulut, siyasal yaşamını, muhalif kimliğini öykülerine yansıtarak kendine bir politik edebiyat alanı açmıştı. Amida, Eğer Sana Gelemezsem, bu çizgiyi sürdüren bir roman. Romanın kahramanı Arat, çocuk işçilerle ilgili bir çalışma için Diyarbakır’a gider.
- Mago ~ Ayla Çınaroğlu
Mago
Ayla Çınaroğlu
Düşünüp duruyordu Minik Mago, bu böyle sürüp gidemezdi. Bu karanlık mağarada, yapayalnız daha ne kadar dayanabilirdi? Yaşamını burada tek başına geçirmek istemiyordu. Adı “Minik...