Yunanistan’ın Parga kentinden korsanlarca kaçırılıp Manisa’da dul bir kadına satıldıktan sonra şehzade Süleyman’a hediye edilen ve kabiliyetleri sayesinde Makbul İbrahim Paşa adıyla sadaret makamına kadar yükselen Piero.
Venedik Doçu Andrea Gritti’nin gayrimeşru oğlu olduğu için ata yurdu yerine İstanbul’a giden ve ticari kariyeri sebebiyle imparatorluktaki en kudretli insanlardan biri olan Alvise Gritti.
Bu iki kişinin yolları 16. yüzyılın başlarında İstanbul’da kesişecek ve ne yazık ki son nefeslerini verirken de benzer bir kaderi paylaşacaklardır.
Arslanhane’de Christopher de Bellaigue, bu iki karakter üzerinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman döneminin tarihini kurgusal öğelerle zenginleştirerek bir roman tadında okurlara sunuyor.
“Christopher de Bellaigue’in tarihi olayları kaleme alma yeteneği büyüleyici.”
Orhan Pamuk
“Bu bir tarih kitabı ama bildiklerimizden değil. Gerçeklere dayansa da roman gibi okunan, olaylar ve sinematik ayrıntılar açısından zengin bir eser. Tam anlamıyla muhteşem.”
Justin Marozzi, Sunday Times
İçindekiler
Oyunun Kişileri • 9
ARSLANHANE
Birinci Sahne: Makbul • 13
İkinci Sahne: Beyoğlu • 73
Üçüncü Sahne: Gurur • 107
Dördüncü Sahne: Denizler ve Karalar Hükümdarlığı • 159
Beşinci Sahne: Süleyman Yükseliyor • 209
Teşekkür • 233
Kaynakça • 235
Notlar • 243
Dizin • 255
Oyunun Kişileri
I. Süleyman, onuncu Osmanlı Sultanı
Hürrem, Sultan’ın Rutenyalı karısı, genelde yanlışlıkla Rus olarak tanınıyor
Pargalı İbrahim, Sultan’ın dostu ve Sadrazamı, Frenk olarak tanınıyor
Alvise Gritti, Beyoğlu olarak tanınan plütokrat
Hızır, Hayreddin, Barbaros ve Cezayir Hâkimi olarak çeşitli adlarla tanınan korsan
Mehmed
Selim Süleyman ve Hürrem’in oğulları
Cihangir
Bayezid
Mâhidevran, Sultan’ın ‘kadın’larından
Mustafa, Mâhidevran ve Süleyman’ın oğlu
II. Mehmed, Süleyman’ın büyük büyükbabası, İstanbul Fatihi
I. Selim, Süleyman’ın babası, dokuzuncu Osmanlı Sultanı
Hafsa, Süleyman’ın annesi
İskender Çelebi, Osmanlı Defterdarı ve Serasker Kethüdası
Figânî, şair
V. Karl (Şarlken), İspanya Kralı ve Kutsal Roma İmparatoru
Ferdinand, Avusturya Arşidükü, ileride Romalıların Kralı, Karl’ın
kardeşi
I. François, Fransa Kralı, En Hıristiyan Kral olarak tanınıyor
János, Macaristan Kralı
Tahmasp, İran Şahı
İsmail, Tahmasp’ın babası ve İran Şahı olarak önceli
Andrea Gritti, Venedik Doçu
János Dóczy
Orbán Batthyány Alvise Gritti’nin destekçileri, Gritticiler
Tranquillus Andronicus
Francesco Della Valle
Hieronymus Laski, Polonyalı diplomat
Pietro Zen, Venedikli diplomat
Marco Minio, Kandiye Dükü, Venedikli diplomat
Cornelis de Schepper, Flaman diplomat
Marino Sanuto, günlükçü ve başarısız siyasetçi
ARSLANHANE
Birinci Sahne: Makbul
I
Bir ilkbahar sabahı. Collegio her günkü gibi Doç Antonio Grimani’nin başkanlığında Dukalık Sarayı’nda toplanıyor. Altı danışmandan oluşan kabinesiyle Grimani ve kalburüstü on altı kişi daha Senato’nun gündem maddelerine karar veriyor, aynı zamanda çok kritik istihbaratı değerlendiriyorlar. Sırma gibi parlayıp burulan kornişlerin altında, kıpkırmızı ve mavi cüppeli yirmi üç kişi. İhtiyat ve Uyum duvardan gözlüyor. Açık pencereden deniz kokusu geliyor, dalgaların çırpıntısı duyuluyor. Venedik.
Collegio’nun kürsülerinde, oturdukları yerde mabatlarını kıpırdatan adamlar, patrici’ler. Yüzyıllardır onların aileleri gücü elinde tutuyor. Hem güven verici hem de hafiften nahoş bir tekdüzelikle aynı adlar boy gösteriyor. Venedik oligarşisi, Venedik’i hanedanlar arası mücadelelerden koruyarak ve en iyi yaptığı işi, yani A’dan B’ye mal gönderip dünyanın parasını B’ye ödetmeyi sürdürmesine imkân vererek usulca devridaim yapıyor.
Bir lagün cumhuriyeti, dükkânsız bir vitrin olan Venedik ancak dışarıya bakabilir. İsa’nın Göğe Yükseliş Günü’nde, Doç’un kayığı daha önemsiz deniz araçlarından oluşan bir filonun ortasında, Lido’dan denize açılıyor. Saltanat kayığının yolcuları, denizle sembolik bir evliliğin işareti olarak Zatıalilerinin suya bir yüzük fırlatışını görmek için uzanıyorlar. Aziz Markos’un kendisi bu dalgaların armağanıydı, kemikleri neredeyse yedi yüz yıl önce İskenderiye’den kaçırılarak burada onun adını taşıyan çok büyük bir şapele konulmuştu. Venedik’te bir kimsenin serveti, sahip olduğu bağ ya da arazilerin büyüklüğüyle değil, gemideki balya, sürgü ve fıçılarla ölçülüyor. Venedikli soylular, ellerinden geldiğince karada savaşmaktan kaçınıyorlar. Amirallik şeref kazandırıyor, komutanlık ise yalnızca ücret.
Molo’da, denizden Piazza’ya girişteki geniş taş rıhtımda demir alan bir kaptan, Venedik gözden kaybolduktan sonra güvenli bir liman eksikliği duymuyor. Aşağı Adriyatik kıyılarına, Mora’nın çevresine ve daha öteye dağılmış garnizonlu koloniler ile Venedik’e bağlı devletler ona tatlı su, çekek yerleri ve sığınak sağlıyorlar. Venedik’in büyük, tam teçhizatlı ve azimle korsanların peşine düşmüş düzenli donanması ve hangi konvoyun hangi malı nereye ve hangi geminin eşliğinde götüreceğini belirleyen bir ticaret kurulu olarak Senato’nun yeterliği göz önünde bulundurulduğunda Yüceler Yücesi Venedik Cumhuriyeti’nin –Serenissima– bu iş için biçilmiş kaftan olduğu izlenimi uyanıyor.
Jacopo de Barbari’nin bu yakınlarda yaptığı büyükkent gravüründe her şey yerli yerinde. Bu gravür kentin kuşbakışı bir görünümü olmaktan ziyade ötelerinde Murano, Torcello gibi adaların seçilebildiği her kalenin, her rıhtımın, her istinat duvarının Tanrı bakışı bir görünümü de. Pamuk, çivit, altın, muskat, güherçile, gümüş, değerli taş, ipek, karabiber ve tahıl yüklü kalyonların yelkenlerini sekiz ayrı yönden melekler şişiriyor. Ortada küçük, tekdüze San Marco meydanı ve onun yanında, şimdi tıpkı Jacopo’nun ufak deniz kuşlarından biri gibi pike yaptığımız ve tam da bugün, 8 Nisan 1522’de Türk hakkında brifing verilecek olan Dukalık Sarayı var.
Venedik’e geri dönen diplomat, ayağının tozuyla annesini ziyaret ettikten sonra raporunu sunmak üzere Collegio’nun yolunu tutuyor. Venedik, rakipleri –şehir devletleri ve çoğunlukla büyük arazileri ve sağlam ittifakları olan imparatorluklar– karşısında az sayıda göreli üstünlüğe sahip. Bunların belki de en önemlisi topladığı nitelikli istihbarat.
Doğruluk, Venedik’i dünyanın önde gelen bilgi toplayıcısı haline getirdi. Doğruluk ve hız. 1498’de Palmiye Pazarı arifesinde Amboise’da ölen Fransa Kralı Charles’ın ölüm haberi, San Marco’nun çanları Paskalya dönemini ilan etmeden Venedik’e ulaştı. Bu haberi ulaştırmak için on üç at çatlayıncaya kadar dörtnala sürüldü.
Bir de Venedik’in pragmatizmi var. Olur da Martin Luther, Wittenberg’de bir birahanede Papa’ya söverse Venedik bunun haberini hiç öfkeye kapılmadan, bunu kendi yararına çevirmeye kararlı bir neşeyle alır.
Collegio’da söylenenler mutlaka Collegio’da kalmıyor. Bunların kâğıda dökülmüş hali gizlice çoğaltılıyor ya da seçme bölümler çatlaklardan kanallara, sokak aralarına ve köprülere kayıveriyor ve yabancı tacirler, diplomatlar ve simsarlar bunları toplayıp kendi ülkelerine gönderiyorlar. Kentin at sineği günlükçüsü Marino Sanuto da kendi günlüğünde kullanmak üzere bunlardan avuç avuç çıkarıyor. İngiltere kendi temsilcilerinin ele geçirebildiği tüm Venedik raporlarının kopyalarına sahip. Fransa öyle. İspanya keza.
Kostantiniyye’ye giden son iki elçi, Molo’da kıyıya çıktıktan kısa süre sonra raporlarını sunmaya fırsat bulamadan öldü. Marco Minio böyle bir talihsizliğe uğramak istemiyor. Osmanlı payitahtındaki son görevini tamamladıktan sonra, neyse ki sapasağlam, doğrudan Venedik’in kolonisi Kandiye’ye yelken açtı. Şimdi burayı Zatıalileri adına yönetiyor ve heba olmaması için değerlendirmesini kâtibiyle Venedik’e gönderdi. İşte Collegio’nun dinlemek üzere toplandığı rapor, Minio’nun –yeni unvanını kullanırsak Kandiye Dükü’nün– raporu.
Rapor, Zatıalilerini uzun bir yazıyla oyalamama vaadiyle başlıyor. Hiç kimse Andrea Gritti’nin bir işe yaramayan bir yenişememeyle sonuçlanan Cambrai Savaşı’nda Venedik’e rehberlik ettikten sonra Senato’yu maruz bıraktığı dört saatlik destansı tiradın yinelenmesini istemiyor. Doç Grimani söylenenlerin çoğunu anlayacak durumda değil; geçen yıl 87 yaşında doç seçilerek bu makama gelen en yaşlı insan oldu ve iş gününün çoğunu uyuyarak geçiriyor.
Açılış konuşmasından sonra Minio, açık açık Türk meselesinden ne anladığını anlatıyor. Padova Üniversitesi’nin –akla dayalı hümanizmanın kalesinin– etkili bir simasından beklenebilecek akılcı bir rapor bu; kendince takdirkâr ama yine de düşündürücü.
“Sultan devlet geliri, insan kaynağı ve itaat bakımından zengin.”
Minio’nun bu sözünden anlıyoruz ki Büyük Türk topyekûn savaş açmak için ihtiyaç duyacağı ne varsa hepsine sahip.
“Gelirinin üç milyon altın olduğu anlaşılıyor. Hıristiyan ve Yahudilere getirilen vergi, ona 1.200.000 duka altını kazandırıyor ve Paşa her nerede birini huzuruna kabul etse işin içinde sayısız meşin para kesesi var ve toplanan sikkeler tartılıyor ve bu her zaman büyük bir miktarı buluyor. Diğer önemli vergi koyundan geliyor ve koyun başına alınan vergi o kadar yüksek ki buradan elde edilen gelir 800.000 duka altınından fazla. Sultan madenlerden 800.000 duka altını elde ediyor, bir o kadar da tuz üretiminden geliyor, bu üç milyonluk meblağın geri kalanını da işletmelerden elde ediyor.”
Minio, Sultan’ın İmparatorluğun sınırları ötesindeki liman ve kentlerden aldığı haracı hesaba katmıyor bile.
Minio, kırk ay boyunca Venedik’in merhum Papa Leo nezdindeki elçisiydi. Minio’nun sessiz sedasız yaptığı araştırmalar, Leo’nun borca batacağını, 220.000 duka altını değerindeki gelirinin çok sevdiği tiyatro oyunlarına ve av gezilerine ancak yettiğini gösterdi. Başpiskopos, kendi savurganlığına yetişmek için sabitlenmemiş her şeyi rehin koydu: Kardinal serpuşları, endüljanslar, mobilya. Papa’nın yoksulluğu haliyle dış düşmanlarla savaşma gücüne tesir etti. Türklere karşı planladığı Haçlı Seferi onun tarafından kutsanacak, masrafı ise başkaları tarafından karşılanacaktı.
Venedik’e gelince; Cumhuriyet mal alır gibi asker satın alıyor. Andrea Gritti gibi bir askeri idareci, hayatında lagün görmemiş ve ilk yenilgide toz olan kiralık adamlardan yararlanarak sonuç almak zorunda. Gritti’nin Senato’dan para dilenmesi gerekiyor; ondan soluk kesici zaferler bekleyen ama bir sur inşa etmek için bir avuç dolusu duka altını harcadığı takdirde bunu mesele yapan bir Senato’dan.
Öte yandan Sultan’ın insan sermayesi onun büyük toprak zenginliğinin bir sonucu. Bolluk ve bereketi şöyle bir sıyırması, büyük bir savaş aygıtının anında cisimleşmesi için yeterli. Minio, Sultan’ın koca imparatorluğunun “vasal benzeri çeşitli insanlar arasında bölüştürüldüğünü ve bunların hepsinin, Sultan onlara hiçbir şey ödemeksizin sefere belli sayıda süvariyle katılmak zorunda olduklarını” açıklıyor. “Sultan’ın egemenliğindeki engin topraklar dikkate alınırsa sayısız insandan oluşan ordular toplamaya gücü yettiğine ikna olmak zor değil.”
Sultan Kostantiniyye ve Gelibolu’daki tersanelerini genişletiyor. Çok yakında bu tersaneler Sultan’ın bütün donanmasını barındırıp bakımını yapacak büyüklükte olacak. Bunlar Venedik’teki tophaneyle bile boy ölçüşebilir. “Hem Sultan ne zaman bir filo toplamak istese bunu ucuza seferber edebiliyor; çünkü bütün ülke on kişiden birini, orduya alınıp üç ayda bir ödeme yapılmak üzere ona vermekle yükümlü. Halatlara ve diğer palanga parçalarına el konuyor.”
Minio, Kostantiniyye’deyken Sultan’ın huzuruna kabul ediliyor. İki ifadesiz teşrifatçının dirseklerinden tuttuğu Minio, hükümdarın elini öpmeden önce üç defa karşısında diz çöküyor. Büyük Türk mesafeli, gözleri içe gömülü; belirgin olmak şöyle dursun, mermerşahi kıvrımlarına iki balıkçıl tüyünün dikildiği toparlak kavuğu, ona kısık gözlü, gizemli bir hava veriyor. Sultan teşrifat süresince oturduğundan Minio onun boyunun ne kadar uzun olduğunu söyleyemiyor.
Sultan doğası gereği melankolik, cömert, gururlu ve fevri. Güçlü kolları var ve saraydaki herkesten daha uzağa ok atabiliyor. Ya da kimse ondan uzağa ok atmakta hayır görmüyor.
Başka ne biliyoruz? Sultan, hükümdarlığının ilk günlerinde, Suriye Valisi Canbirdi Gazâlî’nin isyanını bastırdıktan sonra gücünün kanıtı olarak isyancının başını Doç’a göndermek istedi. Onu bundan caydırmak için daha deneyimli beyefendilerin çok dil dökmesi gerekti. Barbarca bir anlayış ama bir şekilde etkili işte.
Sultan’la anlamlı herhangi bir ilişki olmadığından Minio kendi etkili yakın çevresini işliyor. İmparatorluğun İkinci Veziri Mustafa Paşa ile yaptığı, Rumeli Beylerbeyi’nin de hazır bulunduğu uzun görüşme aydınlatıcı oluyor. Devlet ricali Minio’ya Papa’nın geliri ve ordusunun büyüklüğü hakkında soru soruyorlar. Minio haliyle abartıyor ama bunu dinleyicilerinde küçümseme ya da kızgınlık uyandıracak kadar yapmıyor. Ona Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ı ve kendinden En Hıristiyan Kral olarak söz etmeyi seven Fransa Kralı I. François’yı da soruyorlar. Avrupalı hükümdarlar arasında yalnızca Karl ve François, Türklerle savaşacak paraya ve insan gücüne sahip. İngiltere kralı VIII. Henry’ye gelince; fakir ve uçkuruna düşkün biri o ve –Venedik elçisinin bildirdiğine göre– Hindistan’ı tehdit etmedikleri sürece Türklerle ilgilenmiyor artık.
Kutsal Roma İmparatorluğu hiçbir şekilde imparatorluk değil, en azından ortak bir yönetim ve para biriminin birleştirdiği eski Roma İmparatorluğu’nun olduğu anlamda değil. Orta Avrupa’nın en kalabalık bölgelerini oluşturan, birbirleriyle gevşek bir ilişki içindeki araziler toplamı. İmparatorluğun Roma’yla tek ilişkisi, Papa’nın zaman zaman İmparator’a taç giydiriyor olmasından ibaret.
1519’da bu makamda bulunan Karl’ın büyükbabası Maximilian’ın ölümü üzerine seçim zamanı geldiğinde François ve Karl imparator tahtı için rekabet ettiler. Karl, Augsburglu Fugger’lerin bankasından büyük miktarda borç alarak bu yarışı kazandı. Bu para onun zafere giden yolu rüşvetle açmasını sağladı. Karl ve François ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıArslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu
- Sayfa Sayısı264
- YazarChristopher de Bellaigue
- ISBN9789750863516
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yüzbaşının Kızı ~ Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Yüzbaşının Kızı
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Yüzbaşının Kızı, konusu on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Rusyayı tehdit eden Kazak ve köylü isyanları döneminde geçen tarihsel bir roman. Tarihsel roman “geleneğine” göre...
- Son Kıta ~ Terry Pratchett
Son Kıta
Terry Pratchett
lüm tek seferliktir ama kaçmak sonsuza dek sürer… Efsane yazar Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Son Kıta,...
- Japon Sevgili ~ Isabel Allende
Japon Sevgili
Isabel Allende
“Yaz Boz Tahtası” Haldun Taner’in Devekuşuna Mektuplar başlıklı köşe yazılarından oluşan ikinci kitabı. 1970’li yıllarda günlük olaylar, toplumsal, siyasal, kültürel gelişmeler, değişmeler ve en...