Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arsène Guillot
Arsène Guillot

Arsène Guillot

Prosper Mérimée

Fransız yazar ve arkeolog Prosper Mérimée, Bizet’nin ünlü operasına ilham olan Carmen romanıyla tanınsa da, Arsène Guillot, André Gide’in en sevdiğidir. Gençlik ve güzellikleriyle…

Fransız yazar ve arkeolog Prosper Mérimée, Bizet’nin ünlü operasına ilham olan Carmen romanıyla tanınsa da, Arsène Guillot, André Gide’in en sevdiğidir. Gençlik ve güzellikleriyle benzer, yaşamöyküleri ve ait oldukları toplumsal kesimle bambaşka iki kadının dokunaklı hikâyesidir Arsène Guillot.

Varlıklı ve güzel Madam de Piennes, kilisede gördüğü perişan vaziyetteki genç Arsène Guillot’ya yardım etmek, onu sağlığına kavuşturmak için elinden geleni yapar. Kucak açtığı genç kadına merhametle bağlanan Madam de Piennes, bir yandan ona korkunç bir ihanette bulunduğu hissiyle, yaptığı iyiliklerin ahlakını sorgulayacak duruma gelir. Aralarına bir erkeğin girmesiyle alabora olan iki genç kadının hikâyesi, trajik ve tutkulu bir aşk hikâyesinden çok, zorlayıcı bir ahlak ve tutku ikileminin öyküsüdür.

I

Saint-Roch’ta günün son ayini yeni bitmişti ve kilise görevlisi boş şapelleri kapatmadan önce teftiş ediyordu. Bazı dindarların diğer inananlardan farklı olarak Tanrı’ya dua etme izinini para vererek satın aldıkları o aristokrat mabetlerinden birinin parmaklıklarını kapatmak üzereydi ki başını koltuğun arkasına dayamış, görünüşe göre derin düşüncelere dalmış bir kadının hâlâ orada oturmakta olduğunu fark etti. Şapelin girişinde durarak, “Madam de Piennes,” dedi kendi kendine. Kilise görevlisi Madam de Piennes’i iyi tanırdı. O zamanlar yüksek çevreden genç, zengin, güzel, kutsanmış ekmek veren, sunak örtüleri hediye eden, rahip aracılığıyla hatırı sayılır miktarda bağış yapan bir kadının dindarlığı, şayet kocası bir devlet memuru değilse, Dauphine’le1 bir bağlantısı yoksa ve kiliseleri ziyaret ederek Tanrı’nın lütfundan başka bir şey kazanmayı ummuyorsa biraz takdiri hak ediyordu. Madam de Piennes bunlardan biriydi. Kilise görevlisi akşam yemeğine gitmek için can atıyordu zira bu tür insanlar belli bir saatte yemek yerler, ama Saint-Roch Kilisesi cemaatine mensup bu kadar seçkin birini derin dinî düşüncelere dalmışken rahatsız etmeye cesaret edemedi. Bu yüzden kiliseyi turlayıp geri geldiğinde şapeli boş bulacağını umarak, ökçeleri aşınmış ayakkabıları taşların üzerinde yankılanarak uzaklaştı.

Genç bir kadın kiliseye girip merakla etrafına bakınarak koridorlardan birinde yürümeye başladığında, o çoktan koronun öte tarafına geçmişti. Mihraplar, nefler, kutsal su kurnaları, tüm bu şeyler ona Kahire’deki bir camiyi süsleyen kitabeler ya da kutsal nişler size ne kadar yabancıysa, madam, ona da o kadar yabancıydı. Yirmi beş yaşlarındaydı ama çok dikkatli bakmazsanız daha yaşlı olduğunu düşünebilirdiniz. Çok parlak siyah gözleri çöküktü ve mavimsi halkalarla çevrelenmişti; donuk beyaz teni, rengi solmuş dudakları acı çektiğini gösteriyordu ama yine de gözlerinde belli bir cüret ve neşe ifadesi vardı ki bu hastalıklı görünümle tezat oluşturuyordu. Giyim kuşamında, özensizlik ve özenin oluşturduğu garip karışım dikkat çekiciydi. Yapma çiçeklerle süslenmiş pembe şapkası daha çok bir geceliğe yakışacak nitelikteydi. Sosyeteden bir kadının tecrübeli gözlerinin ilk sahibi olmadığını fark edeceği uzun kaşmir bir şalın altında, metresi yirmi kuruşluk, biraz kırışmış bir patiska elbise gizlenmişti. Sıradan çoraplar ve uzun zamandır kaldırım taşlarıyla temas etmenin izlerini taşıyan keçe ayakkabıları ancak bir erkeğin beğenisine hitap edecek nitelikteydi. Hatırlarsanız madam, asfalt o zamanlar henüz icat edilmemişti Sosyal statüsünü tahmin edebileceğiniz bu kadın, Madam de Piennes’in hâlâ içinde bulunduğu şapele yaklaştı; onu bir süre tedirginlik ve mahcubiyetle izledikten sonra, kalkıp gitmek üzere olduğunu görünce ona yanaştı. “Madam lütfen bana söyleyebilir misiniz,” dedi yumuşak bir sesle ve utangaç bir gülümsemeyle, “söyleyebilir misiniz mum yakmak için kime başvurmam gerekiyor?”

Bu dil Madam de Piennes’in kulaklarına ilk duyduğunda anlayamayacağı kadar yabancıydı. Soruyu tekrar ettirdi. “Evet, Saint Roch için bir mum yakmak istiyorum ama parayı kime vereceğimi bilmiyorum.” Madam de Piennes, bu tür popüler batıl inançlara inanmayacak kadar aydındı. Ancak onlara saygı duyuyordu çünkü ne kadar kaba olursa olsun, her türlü tapınma biçiminde dokunaklı bir şeyler vardır. Bunun bir adak ya da benzeri bir şey olduğuna ikna olduğundan ve pembe şapkalı genç kadının kıyafetinden çıkarılamayacak kadar hayırsever olduğundan, ona yaklaşmakta olan kilise görevlisini gösterdi. Yabancı ona teşekkür etti ve durumu şıpın işi anlamış gibi görünen bu adama doğru koştu. Madam de Piennes ayin kitabını alıp eşarbını düzeltirken, mum isteyen kadının cebinden küçük bir kese çıkardığını, bir sürü bozuk paranın arasından tek bir beş franklığı eline aldığını ve fısıldayarak söylediği uzun talimatlarını gülümseyerek dinleyen kilise görevlisine uzattığını gördü. İki kadın aynı anda kiliseden ayrıldı ama mum yakan kadın çok hızlı yürüyordu ve Madam de Piennes aynı yöne gitmesine rağmen kısa süre sonra onu gözden kaybetti. Oturduğu sokağın köşesinde onunla yeniden karşılaştı. Yabancı yakındaki bir dükkândan aldığı dört liralık bir somunu elden düşme kaşmir şalının altında gizlemeye çalışıyordu. Madam de Piennes’i yeniden görünce başını eğdi, gülümsemekten kendini alamadı ve adımlarını hızlandırdı. Gülümsemesi şöyle diyordu: “Ne bekliyordunuz? Ben fakir biriyim. Alay edin benimle. Pembe bir şapka ve kaşmir bir şalla ekmek alınmayacağını ben de biliyorum.” Bu sahte tevazu ile boyun eğmişlik ve neşeli ruh hali karışımı Madam de Piennes’in gözünden kaçmadı. Bu genç kızın olası durumunu üzüntüyle düşündü.

“Onun dindarlığı benimkinden daha değerli,” dedi kendi kendine. “Onun bağışladığı beş frank benim kendimi hiçbir şeyden mahrum bırakmadan fakirlere verdiğim sadakadan kesinlikle çok daha büyük bir fedakârlık.” Sonra küçücük bir bağışın Tanrı’yı zenginlerin gösterişli sadakalarından daha çok memnun ettiğini hatırladı. “Yeterince iyilik yapmıyorum,” diye düşündü. “Elimden gelenin en iyisini yapmıyorum.” Hak etmediği bu suçlamaları kendine yönelterek eve döndü. Mum, dört kuruşluk somun ve özellikle de vermiş olduğu beş franklık, bir dindarlık simgesi olarak gördüğü genç kadının görüntüsünü Madam de Piennes’in hafızasına kazımıştı. Onunla daha sonra sık sık kilisenin yanındaki sokakta karşılaştı ama asla kilisedeki ayinlerde görmedi. Yabancı kadın, Madam de Piennes’in önünden her geçişinde başını eğiyor ve tatlı tatlı gülümsüyordu. Bu çok alçakgönüllü gülümseme Madam de Piennes’in hoşuna gidiyordu. Önce ilgisini çekmiş olan, şimdi ise onda acıma duygusu uyandıran zavallı kızı memnun etmek için bir fırsat bulmak isterdi; zira pembe şapkasının solmaya başladığını ve kaşmir şalın da ortadan kaybolduğunu fark etmişti. Kaşmir şal ikinci el satıcısına iade edilmişti kuşkusuz. Saint Roch’un kendisine yapılmış olan bağışa katbekat fazlasıyla karşılık vermemiş olduğu açıktı. Bir gün Madam de Piennes, Saint-Roch’a taşınan bir tabut gördü; tabutu şapkasında yas tülü olmayan oldukça kötü giyimli bir adam takip ediyordu. Hamala benziyordu. Mum adayan genç kadınla karşılaşmayalı bir ayı geçmişti ve bir anda onun cenazesine tanık olduğunu düşündü. Madam de Piennes onu son gördüğünde çok solgun ve zayıf olduğundan bu ona çok olası göründü. Konuyla ilgili sorular sorulan kilise görevlisi, tabutu takip eden adama sordu. Adam, Louis-le-Grand Sokağı’ndaki bir evin kapıcısı olduğunu, kiracılardan birinin öldüğünü, ölen bu Madam Guillot’nun bir kızı dışında ne akrabası ne de arkadaşı olduğunu ve yalnızca iyi kalpliliğinden dolayı bir kapıcı olarak, kendisinin hiçbir şeyi olmayan birinin cenazesine katıldığını söyledi. Madam de Piennes hemen gözünde yabancı kadının geride çaresizlik içinde küçük bir kız bırakarak sefalet içinde öldüğünü canlandırdı ve genellikle hayır işlerinde görevlendirdiği bir rahibi bilgi toplamak için göndermeye kendi kendine söz verdi. Üç gün sonra evinden çıkarken, caddeyi enlemesine kesen bir yük arabası nedeniyle kendi arabası bir süre durmak zorunda kaldı. Dalgın bir edayla araba kapısının camından dışarı bakarken öldüğünü sandığı kızın bir yol taşına oturduğunu gördü. Her zamankinden daha solgun ve zayıf olmasına rağmen onu zorluk çekmeden tanıdı, yas kıyafetleri içindeydi: Eldiveni ve şapkası yoktu. İfadesinde bir tuhaflık vardı. Her zamanki gülümsemesinden eser yoktu, tüm yüz hatları kasılmıştı; iri siyah gözlerinde yabani bir bakış vardı; gözlerini Madam de Piennes’e çevirdi ama onu tanımadı, çünkü hiçbir şey görmüyordu. Davranışlarında acı değil, öfkeli bir kararlılık okunuyordu. Yük arabası çekilmişti, Madam de Piennes’in arabası hızla uzaklaştı ama genç kızın görüntüsü ve umutsuz ifadesi Madam de Piennes’i saatlerce terk etmedi. Döndüğünde, oturduğu sokakta büyük bir kalabalık gördü. Bütün kapıcılar sokak kapılarında, komşularının canlı bir ilgiyle dinlediği hikâyeyi anlatıyorlardı. Kalabalık özellikle Madam de Piennes’in yaşadığı evin yakınındaki bir evin önünde toplanmıştı. Tüm gözler üçüncü kattaki açık bir pencereye çevrilmişti ve her küçük grup içinden bir ya da iki kol, pencereyi topluluğun dikkatine sunmak için havaya kalkıyor, sonra birdenbire kollar iniyor ve tüm gözler bu hareketi izliyordu. Olağanüstü bir şey olmuştu.

Madam de Piennes girişten geçerken korkmuş hizmetkârlarının her birinin mahalledeki büyük haberi ona ilk duyuran kişi olmak için kendisine doğru aceleyle koşturduğunu gördü. Ama o daha soru sorma fırsatını bulamadan oda hizmetçisi haykırdı: “Ah! Madam!.. Madam bir bilseniz!..” Ve inanılmaz bir çeviklikle kapıları açarak hanımıyla birlikte sanctum sanctorum’a1 yani evin geri kalanının giremeyeceği giyinme odasına kadar geldi. “Ah! Madam,” dedi Matmazel Joséphine, Madam de Piennes’in şalını çıkarırken, “büyük bir şok içindeyim! Hiç bu kadar korkunç bir şey görmemiştim, yani aslında görmedim, duyar duymaz koşmama rağmen… Ama yine de…” “Peki ne oldu? Çabuk anlatın matmazel.” “Madam, üç kapı ötede zavallı, bahtsız bir genç kız kendini pencereden attı, daha üç dakika olmadı, madam bir dakika erken gelseydi, sesi duyacaktı.” “Aman Tanrım! Talihsiz kız öldü mü?” “Korkunç bir şeydi madam. Savaşa katılmış olan Baptiste bile hayatında böyle bir şey görmediğini söylüyor. Üçüncü kattan madam!” “Hemen öldü mü?” “Ah! Madam, hâlâ hareket ediyordu, hatta konuştu bile. ‘Ölmek istiyorum!’ dedi. Ama kemikleri paramparça olmuştu. Madam, ne kadar korkunç bir düşüş yaşadığını tahmin edebilir.” “Peki bu talihsiz kıza… yardım eden oldu mu?.. Bir doktor ya da rahip çağrıldı mı?” “Bir rahibin gelmesi için… madam bunu benden daha iyi bilir… ama eğer ben bir rahip olsaydım…

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıArsène Guillot
  • Sayfa Sayısı64
  • YazarProsper Mérimée
  • ISBN9789750761232
  • Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ondancı ~ M. Sadık AslankaraOndancı

    Ondancı

    M. Sadık Aslankara

    Kör olsaydım neleri yitirirdim sonsuzca? Sağır olsaydım ya da dilsiz? Burnum hiç mi hiç koku almasaydı ne yapardım? Kolsuz biri olmak nasıl bir şeydi...

  2. Ülkemin Efsaneleri ~ İbrahim Zeki BurdurluÜlkemin Efsaneleri

    Ülkemin Efsaneleri

    İbrahim Zeki Burdurlu

    İbrahim Zeki Burdurlu bu çalışmasında, cennet Anadolu’nun değişik yörelerinden söylence örnekleri sunuyor bize. Efsaneler Anadolu’nun özü, ruhu, can damarıdır… BURDURLU HOCA’DAN YURT SÖYLENCELERİ Her...

  3. Mürebbiye ~ Stefan ZweigMürebbiye

    Mürebbiye

    Stefan Zweig

    Mürebbiyeleri katı bir ahlak anlayışının kurbanı olurken, yetişkin dünyasının gaddarlığıyla tanışan iki masum çocuk; Como gölü kıyısındaki bir otelin dingin ortamında gözüne kestirdiği bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur