O, kurnaz, yakışıklı, türlü zorlukların içinden sıyrılıp çıkmayı başaran, hazır cevap bir suç dehası!
O, polisi parmağının ucunda oynatan cesur bir antikahraman…
O, klasik kötü karakter klişelerini yıkıp geçen, dünyanın en centilmen hırsızı!
O, Arsen Lüpen!
Güzel ve talihsiz Hortense Daniel’in kalbini kazanmaya kararlı centilmen hırsız bu kez dedektifliğe soyunuyor. Eşsiz zekasıyla inanılmaz hikayelerin üzerindeki sır perdelerini bir bir kaldıran Arsen Lüpen yol arkadaşının mutluluğu için her şeyi göze almaktan çekinmiyor. Arsen Lüpen hayranlarını yıllar önce işlenen cinayetlerin failini bulmaktan giyotine götürülmekte olan bir mahkumu kurtarmaya varan heyecan dolu bir serüven bekliyor.
Klasikleşen kahramanı Arsen Lüpen’le hayal gücünün sınırlarını zorlayan Maurice Leblanc’tan, nefes kesen bir macera!
1
KULEDE
Hortense Daniel penceresini araladıktan sonra usulca seslendi:
“Orada mısınız, Rossigny?”
Şatoyu çeviren fundalıkların arasından bir ses, “Buradayım,” diye cevap verdi.
Genç kadın biraz öne eğildi. Oldukça şişman, toparlak yüzlü, kırmızı yanaklı ve sarı sakallı bir adam başını kaldırmış ona bakıyordu. “Evet?” diye sordu.
“Dün akşam amcamla yengem uzun uzun tartıştılar. Ne kocamdan kalan parayı ödemeyi kabul ediyorlar ne de avukatın gönderdiği uzlaşma metnini imzalamayı.”
“Ama bu evlilik anlaşmasının maddelerini hazırlayan amcanızdı..”
“Yine de reddediyor.”
“O halde ne yapmalıyız?”
“Hâlâ beni kaçırmaya kararlı mısınız?” diye sordu genç kız gülerek.
“Hem de nasıl!”
“Ama onurlu bir şekilde sözünüzü tutacaksınız değil mi?”
“Siz isteyin, yeter. Sizin için yanıp tutuştuğumu biliyorsunuz.”
“Ne yazık ki ben yanıp tutuşmuyorum.”
“O zaman niye bana yüz verdiniz?”
“Öylesine. Canım sıkılıyordu. Macera istiyordum. Risk almaya hazırım. İşte bavulum.”
Koskoca bir deri çantayı aşağı fırlattı. Rossigny yakaladı.
“Olan oldu artık,” diye mırıldandı. “If Adası’na giden dört yol ağzında beni arabanızla bekleyin. Ben atla geleceğim.”
“Olur mu hiç! Bir de at mı kaçıracağım?”
“O kendi kendine geri dönecektir.”
“Peki! Bu arada…”
“Ne?”
“Prens Rénine ne olacak? Adam üç günden beri sizin evde.
Kimse de onu tanımıyor.”
“Bilmiyorum. Amcam onunla bir av partisinde tanışıp eve davet etmiş.”
“Sizden çok hoşlanıyor. Dün kendisiyle uzun bir gezinti yaptınız. Ben o heriften hoşlanmıyorum.”
“İki saat sonra şatodan ayrılıyorum. Rezalet onu sakinleştirir. Neyse, çok konuştuk. Artık vakit kaybetmeyelim.”
Hortonse bavulu sırtına alıp tenha yolda yürüyen şişko Rossigny’ye birkaç dakika baktıktan sonra pencereyi kapadı.
Uzaktan kalk borusu duyuldu. Köpek sürüleri sese havlamalarla karşılık verdi. O sabah Mareze Şatosu’nda av partisi başlamıştı. Her yıl eylül başında ava çok meraklı olan Kont ve Kontes d’Aigleroche dostlarını ve komşularını davet ederdi.
Hortense elini yüzünü yıkadıktan sonra vücudunu iyice saran bir av kostümü giydi. Başına geçirdiği geniş kenarlı yumuşak fötr şapka kahverengi saçlarının çevrelediği güzel yüzüne çok yakışmıştı. Yazı masasının başına geçerek amcası Kont d’Aigleroche’a akşam ulaştırılacak bir veda mektubu yazdı. Yazması zor bir mektuptu. Birkaç kere başladıktan sonra sonunda vazgeçti.
“Öfkesi geçtikten sonra ben ona her şeyi yazarım,” diye söylendi.
Yüksek tavanlı yemek salonuna geçti.
Şöminede kocaman kütükler yanıyordu. Duvarlar hep avcı tüfekleri, tabancalarla süslüydü. Davetliler odaya doluşuyordu. Herkes kontla el sıkışıyordu. D’Aigleroche, köyde yetişmiş ve hayatını ava adamış, iri yarı, gösterişli bir aristokrattı. Şimdi şöminenin önüne geçmiş, en iyi cinsten şampanya doldurduğu kadehini misafirlerin kadehleriyle tokuşturmaktaydı. Hortense şaşırmış görünerek onun koluna girdi. “Amcacığım, hani siz içki içmezdiniz…
“Pöh!” diye cevap verdi beriki. “Bir adamın yılda en az
bir kere içmesi lazım.”
“Teyzem kızacak ama.”
“Teyzenin yine baş ağrısı tuttu; aşağı gelmez artık,” diye
aksi aksi söylendi. “Zaten ona ne! Sen de bu işe burnunu
sokma, canım.”
Prens Rénine Hortense’a yaklaştı. Genç ve oldukça şıktı.
Yüzü ince, uzun ve biraz solgundu. Gözlerindeki anlam
durmadan değişiyor; bazen sert, bazen yumuşak, bazen
içtenlikli, bazen de alaylı oluyordu.
Genç kadının önünde eğilerek elini öptü.
“Size vermiş olduğunuz sözü hatırlatmak isterim hanımefendi.”
“Verdiğim sözü mü? Ne sözü?”
“Evet, dün yarım kalan gezintimize bugün devam edecektik. İlgimizi çeken şu eski surlara bakacaktık. Halingre Şatosu deniyormuş oraya.”
Biraz sert bir tavırla cevap verdi genç kadın:
“Çok özür dilerim bayım, ama bu gezinti uzun sürer. Ben bugün yorgunum. Bahçede şöyle bir dolaşıp odama çekileceğim.”
Bir an ikisi de sustu. Sonra Serge Rénine, gözlerini genç kadının yüzüne dikerek gülümsedi ve usulca, “Sözünüzü tutacağınıza eminim,” dedi. “Sizinle gelmeme izin verirseniz daha iyi olur.”
“Kim için? Siz herhalde?”
“Sizin için de. Emin olun!”
Genç kadın hafifçe kızardı, ama cevap vermedi. Rénine etraftaki birkaç kişiyle el sıkıştıktan sonra dışarı çıktı.
Bahçeye açılan merdivenin başında bir seyis atını dizginlerinden tutmaktaydı. Genç kadın ata atlayarak bahçenin ardındaki ormana daldı.
Hava serin ve sakindi. Yaprak bile kımıldamıyordu. Gök masmaviydi. Hortense dar ve dolambaçlı yolda atı tırısa kaldırdı. Yarım saat boyunca inişli çıkışlı yolda hızla ilerledi. Ana yola çok yaklaşınca durdu.
Etrafta çıt çıkmıyordu. Rossigny motoru durdurmuş ve arabayı If Adası’na giden dört yol ağzında bir yerde gizlemiş olmalıydı.
Ana yoldan en fazla beş yüz metre uzaktaydılar.
Biraz duraksadıktan sonra Hortense atından indi ve hayvanı dizginlerinden, ufak bir hareketle serbest kalıp şatoya dönebilmesi için gayet gevşekçe bir ağaca bağladı. Yüzünü omuzlarına kadar inen kahverengi bir örtüyle kapattı ve
öne doğru birkaç adım attı.
Yanılmamıştı. İlk dönemeçte Rossigny’yi gördü. Adam yanaşarak onu fundalığa sürükledi.
“Çabuk! Çabuk! Ahh, geç kalacaksınız ya da fikir değiştireceksiniz diye ödüm koptu. Neyse ki geldiniz! Gözlerime inanamıyorum!”
Kadın gülümsedi:
“Ne kadar da mutlusunuz; aman aptalca bir şey yapmayın”
“Öyle mutluyum ki! Yemin ederim, siz de öyle olacaksınız.
Yaşamınız masallardaki gibi olacak. Zengin olup lüks içinde yaşayacaksınız.”
“Ben ne zengin olmak ne de lüks içinde yaşamak istiyorum!”
“Ya ne istiyorsunuz?”
“Mutlu olmak.”
“Onu rahatlıkla bana bırakabilirsiniz.”
Kadın alay etti:
“Sizin vereceğiniz mutluluk nasıl olur, bilemiyorum”
“Göreceksiniz… Göreceksiniz..”
Arabaya vardılar. Rossigny mutluluktan uçuyordu. Bir yandan abuk sabuk konuşurken bir yandan da motoru çalıştırdı. Hortense arabaya bindi ve üzerine bir pelerin geçirdi. Araba dört yol ağzına çıkan dar patikada ilerledi.
Rossigny hızı arttırdı. Derken ormanın sağ tarafından bir silah sesi geldi. Rossigny birden frene bastı; araba kaydı.
“Ön lastiklerden biri patladı galiba,” diyen Rossigny arabadan indi.
“Yok canım!” dedi Hortense. “Biri ateş etti.”
“İmkânsız. Bunu da nereden çıkardınız?”
Aynı anda iki kez sarsıldılar; iki el daha ateş edilmişti.
Oldukça uzaktan, ormanın içinden gelmişti silah sesleri.
Rossigny dişlerini gıcırdattı:
“Arka lastikler patladı! Lanet olsun, hangi haydut yaptı bunu? Bir elime geçirirsem!”
Araba çalılıkların arasından yukarı tırmandı. Etrafta kimseler yoktu. Ayrıca yabani otlar Rossigny’nin görüşünü engelliyordu.
“Kahretsin!” diye homurdandı. “Haklısınız. Arabaya ateş ettiler. Bu kadarı da fazla ama! Şimdi saatlerce burada kalacağız. Üç lastiği tamir edinceye kadar. Siz ne yapıyorsunuz, Tanrı aşkına?”
Genç kadın da arabadan inmişti. Çok heyecanlıydı:
“Ben gidiyorum…” dedi.
“Ama neden?”
“Bilmek istiyorum. Biri bize ateş etti, ama kim? Öğrenmek istiyorum…”
“Ayrılmayalım, ne olur…”
“Benim burada saatlerce bekleyeceğimi mi sandınız?”
“Ama yolculuğumuz? Planlarımız?”
“Yarın… Bunu yarın konuşuruz. Siz şatoya gelin. Bavulu da yanınızda getirin. Şimdilik hoşça kalın.” Genç kadın hemen oradan ayrıldı. Atını çabuk bulduğu gibi La Mareze’in aksi yönünde hızla ilerlemeye başladı.
Hiç şüphesi yoktu; üç kez ateş eden Prens Rénine’ydi.
“Bunu o yaptı,” diye öfkeyle mırıldandı. “Bunu o yaptı.
Böyle bir şeyi ancak o yapar…”
Zaten o gülümsemesiyle Hortense’i uyarmamış mıydı?
“Geri geleceksiniz, bundan eminim. Bekliyorum,” demişti.
Hem öfkeden hem de utançtan ağlıyordu. Şu anda Prens Rénine’le karşılaşsa, elindeki kırbacı onun yüzüne indirebilirdi.
Önünde Sarthe ve Orne şehirlerinin arasında kalan engebeli arazi şahane bir manzara sergilemekteydi. Buraya ‘Küçük İsviçre’ de deniyordu. Sık sık karşısına çıkan dik bayırlarda yavaş gitmek zorunda kalıyordu. Bu yüzden hedefine varmak için bir on kilometre daha gitmesi gerekecekti. Hızı azaldı ve yorgunluğu arttı, ama Prens Rénine’e hâlâ çok kızgındı. Hem de sadece Prens’in bu yaptığına değildi öfkesi; son üç gündür onunla samimi olma konusunda gösterdiği gayret ve güven verme çabasının yanı sıra aşırı nezaketi de onu rahatsız ediyordu.
Atını sürmeye devam etti. Bir vadinin başında, etrafını yosun ve yabani otların sardığı eski ve yıkık bir duvarın çevrelediği bahçede bir şatonun çan kulesi gözüne ilişti. Pencerelerinden bir kısmının panjurları kapalıydı. Bu Halingre Şatosu’ydu.
Duvar boyunca gittikten sonra içeri girdi. Giriş kapısının önündeki yarım daire şeklindeki alanda Serge Rénine atının yanında bekliyordu.
Genç kadın atından atladı. Prens, şapkasını çıkararak onu selamladı. Nazik bir iki laf edecekti ki kadın sitem edercesine söylendi:
“Bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum bayım. Az önce korkunç bir şey oldu. İçinde bulunduğum arabaya üç el ateş edildi. Siz mi ateş ettiniz?”
“Evet.”
Genç kadın afalladı:
“İtiraf ediyorsunuz demek?”
“Siz bana bir soru sordunuz, ben de cevap verdim, hanımefendi.”
“Buna nasıl cesaret edersiniz? Hangi hakla?”
“Ben sadece üzerime düşen görevi yaptım.”
“Yok canım! Neymiş o görev?”
“Sizi içinde bulunduğunuz durumdan yararlanarak sömürmek isteyen bir adamdan koruma görevi.”
“Böyle konuşmanızı yasaklıyorum. Hareketlerimden bizzat kendim sorumluyum. Kararımı da tamamen özgürce verdim.”
“Hanımefendi, bu sabah pencerenizden Rossigny ile konuştuklarınıza kulak misafiri oldum ve onunla gitme konusunda çok hevesli olmadığınızı anladım. Bu işe karışırken biraz kaba davrandıysam kusura bakmayın, ama niyetim sizi korumak ve kararınızı bir kez daha düşünmenizi sağlamaktı.”
“Her şeyi düşündüm ben zaten. Ben bir karar verdim mi bir daha fikrimi değiştirmem.”
“Bazen değiştirirsiniz. Öyle olmasa şimdi burada değil de orada olurdunuz.”
Genç kadın bir an için afalladı. Rénine’e şaşkınlıkla bakarken sıra dışı davranışlarda bulunan, cömert ve önyargıları olmayan bir adamın karşısında bulunduğunu hissediyordu. Hiçbir art niyeti bulunmadığına da emindi. Sadece yanlış yola sapan bir kadını uyarma görevini yerine getiren bir centilmen olduğu kuşkusuzdu.
Genç adam yumuşak bir tonla konuşmaya başladı:
“Hakkınızda çok az şey biliyorum hanımefendi, ama bildiğim bir şey varsa o da size yardımcı olmak istediğim. Siz yirmi altı yaşında, öksüz ve yetimsiniz. Yedi yıl önce Kont d’Aigleroche’un yeğeniyle evlendiniz. Bu adam yarı deliydi ve sonunda tımarhaneye yatırıldı. Bu nedenle boşanamıyorsunuz ve çeyiziniz çarçur edildiği için amcanızın yanında kalıyorsunuz; geçiminizi de o sağlıyor. Kont’la Kontes geçinemediği için içinde yaşadığınız ortam çok can sıkıcı. Uzun süre önce Kont ilk karısı tarafından terk edildi. Kadın Kontes’in ilk kocasına kaçtı. Aldatılan bu iki kişi evlendiler, ama bu evlilik sadece düş kırıklığı getirdi. Karı koca durmadan kavga ediyordu; kabak da hep sizin başınıza patlıyordu. Hayatınızın on bir ayı yalnızlık ve sıkıntıyla geçti. Derken bir gün Rossigny’yle karşılaştınız. Adam size âşık oldu ve birlikte kaçmayı önerdi. Siz onu sevmiyordunuz, ama hem can sıkıntısından, hem gençliğinizden kaynaklanan coşku ve heyecanın etkisiyle bir macera yaşamak için teklifini kabul ettiniz. Adama az buçuk ümit vererek amcanızı bir skandala sürüklemekle tehdit edecek ve ondan güven içinde, özgür bir hayat yaşayabilmek için para isteyecektiniz. Niyetiniz buydu. Şimdi karar verin; ya kendinizi Rossigny’nin ellerine bırakacaksınız ya da bana güveneceksiniz.”
Genç kadın Prens’e baktı. Ne demek istiyordu bu adam? Neden bir dost gibi ona yardım etmek istiyordu?
Kısa bir sessizlikten sonra genç adam iki atı dizginlerinden tutarak bağladı. Sonra her iki kanadı çaprazlamasına iki tahtayla çivilenmiş eski ve ağır kapıyı gözden geçirdi. Duruma bakılırsa yirmi yıldan beri bu kapının eşiğinden kimse adım atmamıştı.
Rénine kapı önünü çeviren demir parmaklıklardan birinin demirini çekip aldı. Onunla kapıyı zorladı ve çürük tahtalar kırıldı. Cebinden çıkardığı bir çakıyla kilidi açmaya çalıştı. Bir dakika sonra kapı açıldı; şimdi şatonun bahçesine girmişlerdi. Gözetleme kulesi olarak da kullanılan dört tane çan kulesi arasına düşen alanı ve yıkık duvarları bütünüyle eğreltiotları sarmıştı. Prens, Hortense’a döndü.
“Kimse sizi zorlamıyor,” dedi. “Bu akşam kararınızı verin. Rossigny bu kez de sizi ikna ederse, namusum üzerine yemin ederim ki yolunuza çıkmam artık. O zamana kadar yanımda kalarak beni onurlandırın. Dün bu şatoyu ziyaret etmek istemiştik; hâlâ ister misiniz? En azından vakit geçirmiş oluruz. Ayrıca burası ilginç bir yer.”
Öyle etkili konuşuyordu ki ister istemez kendini dinletiyordu. Rica ederken de emrediyor gibiydi. Genç kadın, iradesine boyun eğdiren bu şaşkınlıktan sıyrılmayı denemedi bile. Köhne merdivenden çıkan adamın peşinden yürüdü. Karşılarına yine çapraz tahtalarla çivilenmiş bir kapı çıktı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal Roman (Yabancı)
- Kitap AdıArsen Lüpen - Saat Sekizi Vurdu
- Sayfa Sayısı304
- YazarMaurice Leblanc
- ISBN9786257340021
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPortakal Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Alaska’nın Peşinde ~ John Green
Alaska’nın Peşinde
John Green
İlk içki, ilk şaka, ilk dost, ilk aşk, son sözler… Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François...
- İgi ve Ben Tatildeyiz ~ Jenny Valentine
İgi ve Ben Tatildeyiz
Jenny Valentine
Sevimli kardeşler İgi ve Flo bu kez yepyeni bir yaz macerasıyla yine karşınızda… Koca bir okul yılını geride bıraktılar. Uzun zamandır deniz kenarında tatil...
- Ulus ~ Terry Pratchett
Ulus
Terry Pratchett
Dünyanın sona erdiği gün… … Mo, Oğlanların Adası’ndan eve dönüyordu. Kısa süre sonra erkek olacaktı. Sonra dalga geldi. Dev bir dalga: kara geceyi peşinden...