“Kimi kime şikayet edeceksin oğul. Para her kapıyı açıyor. Bir sürü kulp bulurlar benim kanıtımı çürütmek için. Kafama koymuşum bir kez… Kendi davamı kendim göreceğim. O da sezinlemiş bunu. Bir gün tarlada çalışırken bir kurşun saplandı yanı başıma. İyi nişan alamamış pezevenk. Yoksa oracıkta boylayacaktık öbür dünyaya. Kendimi zor attım zeytin ağacının ardına. Baktım birisi çitten atlayop kaçmakta… Şapkasından tanıdım deyusu.”
İÇİNDEKİLER
Dertli
Çocuk ve Anne
Arkadaşım Yalnızlık
Elif Ana
İki Kadın
Fatı Nine
DERTLİ
Asıl adını bilen pek azdı köyde. Herkes Denli diye çağırır, kendinden küçüklerse, dertli amca, dertli dede diye dinlerlerdi kendisini.
Bir gün takıldı kafama. Bu adamın adı yok mu, niye dertli diye çağırıyorlar diyorken?
Bir nedeni olmalıydı böyle dinlenmesinin. O günden sonra hep elverişli bir zamanı kollayıp durdum. Baktım ki bir gün kahvenin uzak köşesindeki akasya ağacının dibine oturmuş, sigarasını tüttürmekte, “iyi günler bey amca!” diyerekten sokuldum yanına. “İyi günler evladım” diyerek karşıladı beni. Yüzünü gülümsemeyle karışık bir kuşku kaplamıştı.
— Rahatsız etmiyorum ya?
— Yok…
— Yüzünüz bir tuhaf oldu da…
— Seninle ilgili değil oğul. Şimdiye değin kimse beni sizin gibi dinlemedi de…
— Evet dikkat ettim herkes Dertli diye çağırıyor sizi. Asıl adınız ne peki?
-Ali…
— Niye dertli diye çağırıyorlar o zaman? -Ha dertli ha Ali, ne fark eder ki oğul…
— Ama bir nedeni olmalı bunun…
— Boş ver nedenini oğul. Sen ne içersin onu söyle.
— İçerim bir çayım ama, nedenini de öğrenmek isterim. Yaşlı adamın yüzü birden değişti. Gözleri buğulandı ve
başladı yaşlar akmaya. Cebinden çıkardığı mendiliyle gözlerini silerek, bu uzun bir öykü oğul. Şimdiye değin kimse sormadı bunun nedenini. Niye sorsunlar ki, herkes biliyor zaten. Kime sorsan anlatır sana.
— Ama ben sizden dinlemek isterim.
— Belki bir gün anlatırım.
Baktım ki pek istekli değil, üstelemedim. Ama merakım daha da arta. Köyün yaşlılarına sordum, bir takım bir şeyler anlattılar ama, anlatılanların hiç birisi doyurucu değildi. Anlatılanlara göre karısı öldürülmüş olarak bulunmuştu yazları kaldıkları tarladaki çardakta.
O günden sonra hep onu kolladım durdum. Bir gün yine kahvenin bahçesindeki akasya ağacının dibinde tek başına otururken yakaladım kendisini, iyi günler Ali amca diyerek sokuldum yanına, “iyi günler” diyerek karşıladı. Bir şeyler sezinlemiş olmalı ki, pek de hoşnut olmadığı belli oluyordu geldiğimde.
— Nasılsınız görüştüğümüzden bu yana?. .
— Nasıl olalım be oğul, gezdirmeye çalışıyoruz işte bu ağır gövdeyi…
— Yok yok yaşına göre iyisin Ali amca.
— iyi olsan ne olacak, kötü olsan ne alacak oğul. Allah bir can vermiş, ölünceye kadar taşıyacağız işte.
— Eee anlat bakalım şu öyküyü artık.
— Küllenmiş bir yarayı deşersin be oğul. Ne var ki anlatacak “derken gene buğulandı gözleri.
— Ali Araca seni üzmek değil amacım. Meraklandım işte -Hele yaşlıların yarım yamalak anlattıklarından sonra daha da arttı merakım.
— Peki anlatayım” diyerek başladı söze,
Sevgi dolu oldukça da güzel bir karon vardı oğul. Zengin değildik ama çalışarak ele güne gereksinim duymadan geçinip giderdik. O günler kıtlık günleriydi. Köyün suları da azalırdı yazları. Onun için yaz geldi mi, su altında bir yerlere bir şeyler eker, çalılarla örerek yaptığımız çardaklarda geçirirdik yazı. Hem susuzluk çekmez, hem de iyi kötü kışlık yiyeceğimizi yapardık. Ektiğimiz yerler ağaların yerleriydi. Çalışkandım, İş yerinde kaytarmayı bilmezdim.
O yüzden çok tutardı ağalar beni. Hangisine gidip ben falanca yere bir şeyler etmek istiyorum desem kırmazlardı. O yaz da öyle yaptık. Karı koca çalışarak fasulyeydi börülceydi gibi bir şeyler ektik. Gündüzleri ben işe gidiyor, karım da hem bebemize bakıyor hem de. bahçeyi sulayıp çapalıyordu. Yoruluyorduk ama mutluyduk. Bir aksam eve döndüğümde karımı üstü başı parçalanmış ve öldürülmüş, olarak buldum. Bir buçuk yaşındaki kızımız, bir şeyin ayırdında olmaksızın annesinin açıkta duran memelerini emmeye çalışıyordu. Dünyam yıkıldı oğul.
Kızımı yan tarladaki komşuya bırakarak, koştum karakola. Soruşturmalar, araştırmalar bir sonuç vermedi. Kim, kim yapabilirdi bunu? Gecelerce uyku uyumadım. Kuşkulandığım kişinin böyle bir şey yapabileceğini düşünmek bile istemiyordum, işi zamana bıraktım. Elbet bir gün öğrenecek, ben de aynı acıdan tattıracaktım kendisine.” deyip sustu Ali Amca.
— Peki sonra?
— Sonrasına boş ver gayrı oğul. Sonrasını öğrenip te bu yaştan sonra başımı derde mi sokacaksın. Bırak sonrası bende
— Bu yaştan sonra sana kim ne yapabilir ki Ali Amca? Hem bir suç işlemişsen bile, üzerinden on tane af geçti.
— Doğru söylersin de, öğrenirlerse beni sağ korlar mı dersin?
— Ali Amca ne olursun anlat. Sana yemin ediyorum ki bu sır ikimizin arasında kalacak.
Sözlerime inanmış olacak ki, uzun bir susuştan sonra tekrar başladı anlatmaya.
— O gün çardakta küçük bir çakı bulup cebime koymuştum. Bu çakıyı daha önce de görmüştüm ama kimde gördüğümü bir türlü çıkaramıyordum. Sonunda bir şeyleri anımsar gibi oldum. Ne var ki, tam olarak emin değildim. Çakıyı ağanın oğlunda gördüğümü sanıyordum.
Ne yapıp yapıp bunu hatırlamalıydım. Aylarca hep o anı kollayıp durdum. Bu arada büyük ağa ölmüş, işleri oğlu yönetmeye başlamıştı. Bir gün tarlada çalışırken çıka geldi. Halimi hatmini sorduktan sonra, ” Ali Amca biraz armut topla da eve gö-türeyim.” dedi. Armutları topladıktan sonra, iri bir armudu, ” Buyur ağam” diyerek çakıyla birlikte kendisine uzattım. Çakıyı görünce boş bulunup. ” Aa sen bunu nerde buldun” deyiverdi. Sonra da yüzü sapsarı kesildi.
Gaf yaptığını anlamıştı ama iş işten geçmiş, ben de gerçeği öğrenmiştim. Hemen oracıkta boğasım geldi deyyusu. Ama benim yaptığım anlaşılırdı. Geceler boyu planlar yapıp elverişli bir ortam bulmaya çalıştım. Artık öldürmeyi kafama koymuştum. O nasıl benim hayatımı söndürmüşse, ben de onunkini söndürecektim. Çünkü karımın o hali gözlerimin önünden gitmiyordu bir türlü.
— Niçin şikayet etmeyi değil de, öldürmeyi düşündün?
— Kimi kime şikâyet edeceksin oğul. Para her kapıyı açıyor. Bir sürü kulp bulurlar benim kanıtımı çürütmek için. Kafama koymuşum bir kez. Kendi davamı kendim göreceğim. O da sezinlemiş bunu. Bir gün tarlada çalışırken bir kurşun saplandı yanı başıma. İyi nişan alamamış pezevenk. Yoksa orada boylayacaktık öbür dünyaya. Kendimi zor attım zeytin ağacının ardına. Baktım çitten birisi atlayıp kaçmakta. Şapkasından tanıdım deyyusu. Ağanın kâhyası idi kaçan. Belli ki o da beni ortadan kaldırmayı koymuş kafasına. Eh ağa, şimdi daha da hak ettin ölümü dedim kendi kendime. Kâhyayı yakaladım akşamına, niye kurşunladın beni diye, Pür inkâr geldi.” Ne alışverişim var ki seninle. Niye yapayım öyle bir şeyi. Diyerekten. Ben de bunu öğrenmek istiyorum ya.” dedim kendisine. “Yok öyle bir şey. Yanılmışsın.” dedi.
İki gün sonra ağa çağırıyor seni dedi adamlarından biri gelerek. Gittim. Gittim ama kendimce gerekli önlemleri almayı da unutmadım. Güler bir yüzle karşıladı beni, Kahve söyledi.
Karnımın aç olup olmadığını sordu. Sonunda çıkardı baklayı ağzından, “Bak Ali dayı seni çağırmamın nedeni gecikmiş bir görevi yerine getirmek içindir. Babam sağlığında, Ali’nin bize çok hakkı geçti. Ekip biçtiği tarlayı ona verelim derdi. Biz de öyle düşündük ve kararımızı verdik. Bundan sonra o tarla senindir,” diyerek bir tapu uzattı. Yani olup biteni unut gitsin diyordu pezevenk. Sağ olun deyip alıp tapuyu koydum cebime. Karım dikildi sanki karşıma, bir tapuya sattın beni diyerek.
Kızımı kız kardeşim almıştı yanına, sen bakamasın diyerek. Akşamına ona uğradım. Tapuyu kendisine vererek, mademki kızıma siz bakarsınız, istediğiniz gibi ekip biçin bu tarlayı. Okursa okutun. Okumasa evlendirip ev bark sahibi edersiniz diyerek. Kız kardeşim kuşkulu gözlerlerle baktı .”niye öyle söylersin ağabey” diye, “Niyesini sorma” bana bir şey olursa kızım size emanet deyip ayrıldım…
Karımın parçalanmış elbiseler içersinde çırılçıplak yarısı bir türlü gitmiyordu güzümün önünden. Tapuyu alınca sustu dedirtemezdim kendime. Alçalamazdım bu denli. Herkesden kaçar oldum. İşte o günlerde koydular adımı Dertli diye. O gün bu gündür de dertli diye çağırırlar hep.” dedikten sonra tekrar sustu Ali Amca,
– Peki soma ne oldu. Alabildin mi öcünü?
– Aldım aldım oğul. Aldım ama o günden beri hep bir hesaplaşma yapar dururum kendimle… Öldürmekle iyi mi ettim diyerek, içim burkulur o anı anımsadıkça. Cahillik zor, kin tutmak kötü oğul. İnsanoğluna yakışmayan şeyler bunlar. Şimdilerde olsa öldürmezdim belki de. Ama olan oldu bir kere.
– Peki nasıl oldu bu iş?
– Oldu işte oğul… Ne yapacaksın nasıl olduğunu öğrenip de.
– Peki anlamadılar mı senin yaptığını?
– Anlasalardı sağ koymazlardı ki…” deyip sustu Ali Amca. Ben de üstelemedim daha fazla.
ÇOCUK VE ANNE
Her zamanki gibi çay bahçesine oturmuş, çayımı içerken bir taraftan da, gazeteme göz gezdiriyordum. Ön tarafımdaki masaya otuz otuz beş yaşlarında bir kadınla, üç dört yaşlarında bir çocuk gelip oturdu. Garson gelip ne içeceklerini sorduğunda,”bir çay bir oralet” dedi kadın.
Ardından da. “ama oralet soğuk olsun.” diye ekledi.
Balık etinde sade giyinmiş oldukça güzel bir kadın. Çocuksa, lüle lüle saçları, sürekli gülümsüyormuş gibi duran yüzüyle sevimli bir maskara. Omletini içer içmez sandalyeden inerek başladı masalar arasında dolaşmaya. Anne tedirgin ve düşünceli.. .Bir yaramazlık yapmasın diye ikide bir uyarıyor çocuğu. Bir ara çocuğun dondurma yiyen bir aileye dikkatle baktığı ve yalandığını gördüm. Olaya tanık olan anne, çocuğu gidip elinden tutarak sinirli davranışlarla getirip oturttu yerine. Gazeteyi okumayı bırakmış onlarla ilgilenir olmuştum. Çocuk “dondurma” dedi Anne hiçbir şey söylemeksizin işaret parmağım dudağına götürerek sus der gibi bir işaret yaptı.
Bir vakit yerinde oturan çocuk, sandalyeden inerek tekrar dolaşmaya başladı. Anne olayın ayırdında bile değil. Dalgın gözlerle bakıyor, dudaklarım ısırıyor, elleriyle sürekli anlamsız hareketler yapıyor. Bir bunalım içersinde olduğunu her haliyle belli ediyordu. Çocuk tost ve gözleme yapılan büfenin önünde durarak,bir zaman onları izledi. Sonra koşarak annesine dönüp”Karnım acıktı.” dedi…Anne çantasını açarak, çıkardığı bir dilim ekmekle, bir küçük parça peyniri bir kâğıt peçetenin üzerine koyarak çocuğun önüne sürdü. Çocuk annesinin yüzüne bakıp bir şeyler söyleyecekti ki, anne tekrar parmağını dudağına götüre…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıArkadaşım Yalnızlık
- Sayfa Sayısı93
- YazarM. Hıfzı Aksoy
- ISBN6054268030
- Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviMÜHÜR KİTAPLIĞI / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hadiseler Cereyan Ederken ~ Elif Derviş
Hadiseler Cereyan Ederken
Elif Derviş
Hadiseler Cereyan Ederken’de Elif Derviş, apaçık gerçekliğe büyülü sınırlar çiziyor ve rüyaları yeniden-yazımla çoğaltıyor. Hatırlanamayan komşudan babalar ve oğullara, kesik ellerin peşindeki ahaliden parmak...
- Bu Böyledir ~ Mustafa Kutlu
Bu Böyledir
Mustafa Kutlu
Lunapark metaforu içinde bir çekirdek ailenin başından geçenler. Yazar, ülkemizdeki sosyal değişimi eleştirirken bir yandan da insanın dünya hayatındaki temel varoluş meselesine vurgu yapıyor....
- Dört Kişilik Bahçe ~ Murathan Mungan
Dört Kişilik Bahçe
Murathan Mungan
Aynı malzemenin üç ayrı türde yazılması ve yazarlık teknikleri açısından incelenmesi. “Radyo Oyunu”, “Film Senaryosu” ve “Uzun Hikâye” olarak: Dört Kişilik Bahçe. Farklı bir...