“Arkamda yaylılar çalıyor. Biri bir filmde ya da dizide gururla yürüdüğünde çaldığı gibi. Hep hüzünlü şeyler çaldığını bildiğim yaylılar, ben gülümserken bambaşka duyuluyor. Sonunda hüzünlü şeyler çalmadıkları için mi gülümsüyorum, yoksa gülümseyebildiğim için mi hüzünlü şeyler çalmıyorlar?”
Melikşah Altuntaş ilk kitabı Arkada Yaylılar Çalıyor’da kayıpların yasını tutmaya, kördüğüm ilişkilere, günlükler üzerinden iletişim kuran anne ve çocuklara, sorunlu baba-oğullara dair öyküleri bir araya getiriyor. Yer yer özkurmaca ile flört eden hikâyeler, yaşamın tüm karanlığının içine gizlenmiş olan hayatta kalma arzusuna doğru yol alıyor.
Bütün ölümlere, terk edişlere, kayıplara ise zamanı sımsıkı tutmak isteyen alelade fotoğraflar eşlik ediyor. Sayfalar elimizin altından akıp giderken Altuntaş, hüzünlü vedaların arkasında usul usul çalan yaylılara işaret ediyor.
İÇİNDEKİLER
Sen Gelince Görüşürüz
Ciddiye Aldığım Şeyler
Arkada Yaylılar Çalıyor
Taşınabilir Bir An
Aptallar!
Babamı Nasıl Öldürdüm?
Kızgın Şeylerin Altında
Sabahın Ölümü
Kesik Yeşil Çimen
Bisikletin Gidebildiği
Cinnet Faili
Sayıklamalar
Sonra Olanlar
Enkaz
Yataktan
Teşekkürler
Sen Gelince Görüşürüz
Sadece havaalanlarında, hızlı ve konsantre biçimde yazabildiğimi anladığımda on yedi yaşındaydım ve İstanbul’dan Düsseldorf’a bir hiç uğruna gidiyordum. Babamla tanışmamızın üzerinden on yıl geçmişti ve nihayet yıllardır kafamın içinde başka başka cümlelerle kurup durduğum konuşmayı yapmaya gidiyordum. Sorulacak çok sorum vardı. Bazılarının cevapları olmasa bile soruların sorulması gerekiyordu.
Babama sormak istediğim şeyler öyle bir anda aklıma üşüşmedi. Yedi yaşındayken aniden karşıma çıkıp kafamı karıştırdığı günün gecesi düşünmeye başlamıştım. Gündüzünde sormadığım “Neredeydin?” sorusu, o gece belirdi. Bu sorunun zihnimdeki ilk cevapsız kalışı sekiz yaşımdan gün aldığım yıl gerçekleşti.
İlkokul dördüncü sınıfa geçtiğimde yalnızca hayat bilgisi dersine değil, babamın hafızamdaki silüetine de veda ettim. Onu ilk kez gördükten üç yıl sonra nasıl birine benzediğini artık tamamen unutmuştum. “Neredeydin?” diye sormayı nasıl unuttuysam, babamın neye benzediğini de öylece siliverdim zihnimden.
Ortaokulun ilk günü, sınıftaki herkes sırayla ayağa kalkıp kendini kısaca tanıtırken, Göt Umut cevabının içine annesinin ve babasının isimleriyle mesleklerini de ekledi. Ondan sonra ayağa kalkıp kendini tanıtan herkes bu meslek kutucuklarını doldurmaya devam etti.
Göt Umut “İki kardeşiz. Annem Cemile ev hanımı, babam Tayfun da bankacı,” deyip yerine oturmasa ondan sonra kalkan Pınar da babası Hakan’ın serbest meslekle uğraştığını; Buket, babası Kıvanç’ın emlakçı olduğunu söylemeyecekti. Ayşegül’e gelene kadar herkes bir arada yaşayan anne babasının adlarını ve mesleklerini gururla söylemiş, yalnızca Ayşegül babası hakkında tek kelime etmeden yerine oturmuştu. Göt Umut bile atlayıp “Babanı unuttun,” dememişken öğretmenin “Annenle baban hayatta mı Ayşegül?” diye sorması neyin nesiydi peki? Öğretmenlerin bildikleri pek çok şey arasında çocuk kalbinin kırılganlığı bilinmezliğini koruyordu belli ki.
Ayşegül’ün babası yoktu. Orta ikiye giderken boş derste okulun arka bahçesindeki bankta ağzımın kenarına fısıldayan dudağının sıcağından öğrendiğim kadarıyla babasını hiç görmemişti. Ama bir yıl önce onun kadar cesur olamadığım okulun ilk gününde ayağa kalkmıştım ve meraklı gözlerle bana bakan öğretmenim, Göt Umut ve hiç tanımadığım yeni arkadaşlarımla dolu sınıfta babamla ilgili boşluğu doldurmak zorunda bırakılmıştım. Yıllar içinde tüm boşluklar, tüm sorular şu an yazdığım gibi bir defterin içine dolmaya başladı.
“Ben Murat Korkmaz. Annem Leyla Korkmaz Tekel fabrikasında çalışıyor. Babam Tahir Korkmaz iş gezisinde… İş gezisinden dönmedi… Babam Tahir Korkmaz iş gezisinden dönmeyecek gibi.”
Barış Manço’nun öldüğü gece, daha sonra çıkacak Mançoloji albümünde garip bir biçimde yer verilmemiş olduğunu görüp albümü almaktan vazgeçmeme neden olan “Güle Güle Oğlum” parçasını dinleyerek ağlıyordum. O gece Ayşegül’ün orta ikide bir ay boyunca onunla çıkarken bana aldığı siyah suni deri kaplı defterin kapağını aralayıp sormuştum: “Neredeydin?” Cevapsız bıraksam bile yazabilmiştim sonunda. Karşımda duruyordu ilk kez bu soru.
On dört yaşıma bastığım güne kadar doldurdum defterleri. Babamla konuştum, sorular sordum, cevapsız kalıp durdum o defterlerde. Annem odamı temizlerken bulmuş bir tanesini. Okumuş her şeyi, yatağımın kenarına oturup ağlamış. Ben de onun günlüğünü okuyunca öğrendim bunu. Babamla ilgili birbirimize söyleyemediğimiz her şeyi birbirimizin günlüklerinden okumuştuk.
Henüz okula dahi gitmezken annemin babama dair söylediği tek şey işe gittiği ve yakında döneceğiydi. Dolayısıyla yedi yaşıma girdiğim gün bir anda karşıma dikildiğinde, nihayet, işten gelmiş olmalıydı babam. Lunaparkta geçirdiğimiz koca bir günün hiçbir yerine sıkıştıramadığım “Neredeydin?” sorusunun cevabı bu olmalıydı. İşteydi ve şimdi dönmüştü. İş neredeydi peki, neydi iş, babaların çocuklarından başka ne işi olurdu?
On dört yaşıma bastığım gün babam aradı. Rahatsız edici beş koca dakika boyunca konuşup sustuk telefonda. Çok utandım, hiç konuşamadım, doğru dürüst bir soru bile soramadım. Çok sinirliydim, konuşsam kırardım. Çok üzgündüm, konuşmayı isteseydi arardı, gelirdi, neyin hesabını soracaktım.
“Neredeydin?” diye soramadım belki ama “Neredesin baba?” diyebildim.
“Düsseldorf’tayım oğlum, gelmek ister misin yanıma?”
Telefonun ahizesi kulağımı yaktı. Boğazım kurudu, düğümlendi, konuşmaya kalksam boğulurum diye korktum. Günlüğünde, annemin paralelden dinlediği telefonu tam bu noktada kapattığını okudum. O da ağlamaklı olmuş, “evet” derim diye korkmuş.
“Yok, okulum var. Sen gelince görüşürüz.” Sessizlik.
“Peki oğlum.” Sessizlik.
Tam tamına üç yıl boyunca tek kelime yazamadım. Defterlerimi attım. Şimdi çok pişmanım ama o gün gözümü dahi kırpmadan yaktım tüm defterleri Ayşegüllerin evinin bahçesinde. Ayşegül’e yazdıklarımla birlikte.
Orta ikide beni bırakıp Göt Umut’un çıkma teklifini kabul eden, hiç unutamadığım, çok kızdığım Ayşegül’e yazdıklarımla birlikte, hiç unutamadığım ve çok kızdığım babama yazdıklarımı da yaktım. Babası olan, Ayşegül’ü olan, özgüveni olan Göt Umut annesiyle de…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıArkada Yaylılar Çalıyor
- Sayfa Sayısı154
- YazarMelikşah Altuntaş
- ISBN9786259993096
- Boyutlar, Kapak12.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviHolden Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Papatya Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk Derince
Papatya Kokulu Hikayeler
Ender Haluk Derince
“Papatya Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Hiç kimsenin yanınızdan mutsuz ve kötü ayrılmasına izin vermeyin. Bulunduğunuz konumda mutlu olmaya bakın. Çiçek büyütün,...
- Kıyısızlar ~ Kahraman Tazeoğlu
Kıyısızlar
Kahraman Tazeoğlu
İşte o sözler, “Katilime Mektuplar” olarak yer alıyor kitapta... Hikâyeleri okurken, satırlar arasında bir o yana, bir bu yana savrulacaksınız. Katiline âşık olduğu için kaybetmeye mahkûm olan insanların hüznüne, isyanına, içsel sorgularına, çelişkilerine ve nasıl tutunamadıklarına şahitlik edeceksiniz.
- Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı ~ Edgar Allan Poe
Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı
Edgar Allan Poe
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz çevirisi nedeniyle birçokları için Annabel Lee’nın şairi olan Poe, bir roman (Artbur Gordon Pym ‘in Öyküsü), kozmoloji üzerine...