Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arayışlar
Arayışlar

Arayışlar

Lou Andreas-Salomé

Gerçekten bizim olanı kimse bizden alamaz Adine. Gerçekten bizim olan bize kalır, er ya da geç. Polonya’da doğan Adine, Paris’e taşınıp görsel sanatlara olan…

Gerçekten bizim olanı kimse bizden alamaz Adine. Gerçekten bizim olan bize kalır, er ya da geç.

Polonya’da doğan Adine, Paris’e taşınıp görsel sanatlara olan tutkusunun peşinden gitme fırsatı bulunca, bir sanatçı olarak kendini geliştirerek özgür ve bağımsız kadın kimliğinin inşasına girişir. Ancak bu yaşam tarzı, Adine’nin çocukluğundan bu yana belletilen kadın kimliğiyle bağdaşmaz. Bir yandan ataerkil toplumdaki kadınların davranış kalıplarını içselleştirirken, öte yandan kendisini annesinin kuşağından ayıran güçlü bir özgürlük ihtiyacı hisseder.

Arayışlar, genç bir kadının kendini sanata adama arzusu ile bir eş ve anne olma arasında bocalayışının, nihayetinde de yolunu buluşunun öyküsü.

*

Burada, aydınlık atölyemde, aramızda dile getirildi nihayet, başka bir yerde de olamazdı zaten, çünkü tanıdığım bütün erkekler arasında, bir sanatçı olarak beni ilgilendiren her şeyin en yakınında, en içinde olan sensin: Kendin de faal bir sanatçı olduğun için, belki daha bile fazlası. En azından bana, senin her şeyi olduğu gibi ve bütünüyle kabul edip yaşayan güzelliklere çeviren zengin üslubunla tüm hayatına dahil ederek yaşadığın şeyi, ben sanatsal araçlarla ancak bir derece icra ediyormuşum gibi geldi hep. Beni de böyle olduğum gibi ve bütünüyle kabul ettin, bu yüzden diğer herkesten daha çok sevdin, pekâlâ biliyorum bunu. Bütün benliğim, hiç kimsenin senin kadar incelikle yaklaşmadığı resimlerim ve eskizlerime yansıyormuş gibi geliyordu sana ve sebebi – ah, sebebi gerçeklere aldırmayan eski bir gençlik aşkıydı yalnızca. Bunda da haklısın. Haklısın – haklısın da? O zaman neden belirsiz bir süreliğine ayrıldık, neden ortalıkta geleceğimize dair tereddütlü, yarı ölgün bir umutla dolaşıyorsun – ve ben, şövalemin başında mutlu mesut çalışmak yerine, neden masama eğilmiş, kamburum çıkmış, geçmişimi düşünürken bütün sinirlerim gerilmiş halde yazıp duruyorum? Ya da senin, hep çok istediğim şeyi artık yapamayacağımdan, artık vazgeçmiş, bitkin bir insanmışım gibi tüm gücümle ve bağlılığımla sevemeyeceğimden şüphelenmen, benim bunu kabullenmem neden? Keşke mesele önyargıların üstesinden gelmek, düşüncesizliği ve ufak tefek hataları affetmek olsaydı – ah, keşke bütün mesele bu olsaydı! Önemsiz şeyleri dert etmeyen sen, her şeyi anlayan, her duyguyu paylaşabilen sen, böyle bir şey yüzünden ellerimden kayıp gitmezdin. Ama mesele bu değil, yine de şu var ki: Uzun süren bir uçarılık, beni ciddiyetle ve tam anlamıyla sevmekten âciz kıldı.

Şimdi bunu kendime izah etmeye çalıştığımda şu düşünce beni hayrete düşürüyor: Hayatımız bilinçli olarak yapıp ettiklerimizle değil, daha ziyade bireysel gelişimimizle hiçbir ilgisi olmayan örtük ve kontrol edilemez duyusal etkilerle şekilleniyor. Düşünebilecek yaşa geldiğimden beri, kendi isteklerim ve umutlarımla hareket etmeye başladığımdan beri sanata yaklaşmaya çalıştım, sevinci onda buldum, onun uğruna acı çektim ve kendimi gerçekten sanata adayacak duruma gelmeden çok önce bile bir bakıma sanatla ilgili heyecanların yaşandığı bir çevrede bulundum. Yine de şimdi sana hayatımı anlatacak olsam sanat pek de bahis konusu olmaz, kendine doğru düzgün bir yer bile bulamaz; ama bireysel bilincimde neredeyse hiç var olmayan ve benim gözümde hep gölgeler arasında, belli belirsiz kalan şeyler ister istemez devasa büyüklüklerde ön plana çıkar. Bir keresinde, sıcak bir yaz gününde henüz küçücük bir kızken, babamın o zamanlar garnizonda görevli olduğu Almanya-Galiçya sınırının epey gerisinde, eski sütannemin kucağına oturmuş, kocası ensesine vurduğunda sütannemin ona aşk dolu bir alçakgönüllülükle baktığına tanık olmuştum. Sıcaktan dolayı örtmediği, kavrulmuş ensesinde kıpkırmızı bir iz kalmıştı fakat ben dehşet içinde ağlamaya başladığımda Galiçyalı sütannem yüzüme bakıp öylesine mutlulukla gülmüştü ki çocuk yüreğim, bu acımasız darbenin hiç şüphesiz hayatındaki yeri ayrı güzelliklerden biri olduğunu sanmıştı. Belki gerçekten de bir bakıma öyleydi, çünkü beni dokuz ay boyunca emzirdikten sonra bazı Slav kadınlarında görülen, neredeyse köpeksi denebilecek bir bağlılıkla evimizden ayrılmayı kabul etmediği için kocasının artık yanına uğramaz olacağından, adama karşı ne sevgi ne de öfke besleyeceğinden korkuyordu. Her halükârda adam geldiğinde onu sık sık dövüyor ve sütannem halk şarkılarını hiçbir zaman, bu bayram gibi buluşmalardan sonra olduğu kadar şevkle söylemiyordu.

Öncesinde ve sonrasındaki ilk çocukluk anılarımın birçoğu –hatta yıllar sonrakiler bile– hiçbir iz bırakmadan silinip gitti. Ama sütannemin o anlardaki bakış ve jestlerine yerleşmiş, neredeyse şehvetle yumuşamış o alçakgönüllülük ifadesi, daha sonraları zihnimde sık sık canlanıp durdu, her seferinde de kısık sesle gülüşündeki o mutlu tını ve bizi kavuran güneşin sıcaklığıyla aynı anda. Sırtımdan garip bir ürpertinin ilk kez bu ânı hatırladığımda geçmesinin tamamen tesadüf mü yoksa sadece dış etkenlerin bir sonucu mu olduğunu kim söyleyebilir? Ama hayatımızın en gizli yanlarını, fark edilmeyen bir kuvvetle, önceleri, çok önceleri sinirlerimizi titretip rüyalarımızı etkileyerek şekillendiren binlerce tesadüf değil midir? Belki çok daha öncesine dayanıyordur, biz daha beşikte uyurken küçük bir kuş cıvıldayarak ileride ne olacağımızı, ne acılar çekeceğimizi söylüyordur. Bilmiyorum – belki de kulağımıza bunları fısıldayan ne bir tesadüftür ne de mucizevi bir kuşun sesi, belki geçmiş yüzyılların alışkanlıkları, çoktan ölmüş kadınların köle mutluluğu mırıldanıyor, bize fısıldıyordur: Artık bizim olmayan ancak bir rüya, bir ürperti, bir sinir bozukluğu ânında anlayabildiğimiz bir dilde.

Annem ve babamı gerçekten örnek bir evlilik içinde gördüm hep – büyüyen çocuğun, yakın çevresinde heyecansız, iç açıcı bir uyumdan başka neredeyse hiçbir şey algılamadığı, şüphesiz epey nadir görülen evliliklerden biriydi. Ama bu uyum şöyle işliyordu: Sevgili annem, babamın her istediğini, babamsa benim her istediğimi yapardı. Babam muhtemelen taşıdığı Vend1 kanından dolayı annemden daha hararetli, daha atikti, ihmal edilmiş de olsa sanatsal yeteneklerle doluydu ve kalın sesi ve Güneyli solgunluğuyla kendi ailesinin üyelerine dikkat çekecek kadar benzeyen tek çocuğuna, anlamsız denecek kadar büyük bir sevgiyle yaklaşıyordu. Bana ilk resim derslerimi coşkuyla veren oydu, beni tüm orta sınıf küçük kız meşguliyetlerinden muaf tuttu. İyi yürekli annem arada bir bize bakıp onaylamıyormuş gibi başını sallardı ama ben hararetimin ve arzularımın şiddeti bakımından en çok babama benzediğim için, annem en çok ona en yabancı gelen yönlerimi sever ve her şeye sıcak bakardı. Bu arada ben de kâh birinin kâh diğerinin yanına gider, sevgileri bende birleşen ve ufacık bir baskıda dahi esneyen ısıtılmış balmumundan yapılmışım gibi her şeyimi isteklerine göre şekillendiren bu anne babamın en küçük uyarısını bile mutlulukla dikkate alırdım.

Ben on yedi yaşındayken Galiçya sınırından Silez ya’ya, Brzeg’e tayin edildik, orada nehir kenarındaki villa bölgesinde güzel bir albay lojmanına taşındık. Ben Brzeg’ ten gidecek, sonunda işinin ehli bir öğretmenin rehberliğinde çok istediğim sanat eğitimini alacaktım. Babam ve ben bu planı tüm ciddiyetimizle tasarlıyorduk fakat olaylar tamamen farklı gelişti, çünkü babam hastalanmaya başladı, dolayısıyla onu bırakmam söz konusu olamazdı. Kaldı ki ben de kuzenim Benno Frensdorff’a sırılsıklam âşık olmuştum.

Çocukluğumdan beri evde Benno hakkında konuşulduğunu pek çok kez duymuştum, her seferinde de ondan olağanüstü bir saygıyla söz edilirdi. Küçük yaşta öksüz kalmış, anne babamın yardımıyla eğitim görmüştü, akıl almaz çalışkanlığı daha çocukken bile fark edilmişti, böylece, sürekli ücretli özel dersler almaya da gayret ederek liseyi bitirdi. Sonra tıp okudu, onunla tanıştığımda Brzeg’deki ilçe akıl hastanesinde asistan doktor olarak çalışıyordu.

Övgüyle bahsedilen üstün özellikleri bende ancak belli belirsiz bir etki yaratmıştı. Ama başka bir özelliği beni hemen etkiledi: Benno güzeldi. Güzel insanlar bende her zaman hayranlık uyandırmıştır, sanatsal zevkim bugün o zamankinden epey farklı olsa da, Benno’nun gençlik erkeksiliği, ciddiyeti, sarı saçları ve sık rastlanmayan boyu bosuyla göze çarpacak kadar yakışıklı olduğunu bugün bile kabul etmek zorundayım. En azından buz pateni pistinde ve kafelerde biz genç kızlara kur yapan fiyakalı stajyerler ve teğmenlerin arasından yeterince sıyrılıyordu ve buz pateni yapmaya ya da kahve içmeye hiç zaman bulamaması, sessizce kenarda durup gözlüklerinin ardından herkese, bunun da asıl yeri tımarhane mi acaba diye düşünüyormuş gibi bakması ona ayrı bir hava veriyordu. Benno’nun yol açtığı erotik ve estetik bir sarhoşluk içinde, kadınlığım uyandı. Ona olan eğilimim aynı anda hem öyle uysal hem de öyle tutkuluydu ki Benno bana pek ilgi göstermese de, yalnızca sevgiyi tanıdığım için duygularımın onda karşılığı olduğundan en ufak bir şüphe duymadım. Daha sonra, geleceğe yönelik sınırlı beklentileri ve anne babama duyduğu mahcup minnettarlık göz önüne alınınca bana talip olmanın ona hep çılgınca ve düşünülemez bir şey gibi göründüğünü söyledi. Böylece aslına bakılırsa ben ona talip oldum; ona esrik bir güvenle yaklaştım, gitgide daha fazla ve kısa sürede nişanlısı oldum.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıArayışlar
  • Sayfa Sayısı64
  • YazarLou Andreas-Salomé
  • ISBN9789750763960
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Feniçka ~ Lou Andreas-SaloméFeniçka

    Feniçka

    Lou Andreas-Salomé

    Ufkumuzu genişleten, hayatta önümüzü açan, bizi özgürleştiren bir şey neden angarya olsun ki? Hayır, bu dünyada kurtuluşa benzer bir şey varsa o da zihinsel...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kadınsız Erkekler ~ Ernest HemingwayKadınsız Erkekler

    Kadınsız Erkekler

    Ernest Hemingway

    Nobel Edebiyat Ödüllü Hemingway‘in romanları kadar başarılı ve en az onlar kadar ünlü 14 öyküsünün yer aldığı Kadınsız Erkekler, yazarın gençlik yapıtlarından biridir. Savaştan kaynaklanan ilişkiler,...

  2. Mavi Köpeğin Gözleri ~ Gabriel Garcia MarquezMavi Köpeğin Gözleri

    Mavi Köpeğin Gözleri

    Gabriel Garcia Marquez

    Görünmez bir güneş omuzlarımızı ısıtmaya başladı. Ama güneşin varlığı bile ilgimizi çekmiyordu. Mesafe, zaman ve yön kavramımızı kaybetmiş halde orada, nerede olduğunu bilmedi ğimiz...

  3. Güneş Sepeti ~ Muzaffer KaleGüneş Sepeti

    Güneş Sepeti

    Muzaffer Kale

    Yankılanarak dönüyor sesim. Deniz serin ve berrak. Yalnızca başım suyun dışında, bedenim suyun oyunlarına uyarak, dağılıp toplanıyor. Kalbimin pompaladığı kanın sesi kulaklarımda kabarıyor. Nereye...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur