Hatıratlar, kafileden ayrılıp güzergah dışındaki arasokakları, arkasokakları merak edenler için bulunmaz bir nimet. Yalanlarla, yanlışlarla, kandırmacalarla oynaştırır insanı. Kışkırtıcıdır, iddiacıdır çok kolay ihanet eder bu yüzden. Fakat işvelere aldanmayıp sabırlı olanlar, hemen pes etmeyenler için başarı her zaman mümkün; yeterki bir tek sokakla yetinilmesin, ileriye daha ileriye gitmek için gerekli olan o tecessüs, o merak terk edilmesin.
Hatıratların kaybettirdiğini yine hatıratların kendileri bulduracak, kimsenin kuşkusu olmasın ki bu sefer anacaddelerin ihtişmı arasokaklardan bakıldıkda yolcusuna çok daha başka görünecektir.
ah şu hatıratlar
Gözlerimizi dünyaya açlığımızda, o gözleri verili bir dünyaya, tanımlanmış bir dünyaya açıyoruz. Sevgilerimizin. nefretlerimizin çoğunu ya bilkuvve ya da bilfiil olarak bilincimizin derinliklerinde hazır buluyoruz
Okumaya, dünyayı tanımaya, anlamaya başladığımızda, etrafımızda hazır iyilerle, hazır kötülerle karşılaşıyoruz. Hatta bu iyiler ve kötüler sembolleştiklerinden, kötülerin dünyasından kaçıyor, onlarla hiçbir surette ilgilenmiyor, onları kendi dünyamıza mümkün mertebe yaklaştırmıyoruz, buna karcın yine hazır bulduğumuz iyileri ise idealleştiriyor, onlara ait ne varsa bilmeye çalışıyor, dünyamızı onların sözleriyle, tavırlarıyla inşa ediyoruz Çok genç yaşlardan itibaren dünyamız kesin çizgilerle ayrılıyor, siyahlarımız ve beyazlarımız oluyor ve fakat asla aralarında irtibat alanları bulunmuyor. Özel bir gayret göstermediği mi z sürece. beyazların aralarından dışarı çıkamıyor; siyah bellediğimiz alanın o karanlık köşelerine kısa kaçamaklar bile yapmaya cesaret edemiyoruz.
Sanıyorum iyi ya da kötü bir fikir dünyası olan her gencin yaşadığı, İçinden geçtiği bir süreç bu. Zamanla iyiler kötüler hakkında sahip olduğumuz bu hazır tasavvurat değişmiyor degil; hatta bu değişim öyle noktalara varıyor ki çokları için iyiler kötü, kötüler iyi olabiliyor ve bu sefer aynı süreç farklı insanlar, farklı kimlikler üzerinden işliyor.
Siyasi kanaatlerimizi umumiyetle ailemizin siyasi kanaatlerinden hareketle oluşturduğumuz gibi, fikir dünyamızı da hemen hemen aynı etkiler belirliyor. Bunun tersi de olmuyor değil. Nitekim 12 Eylül öncesinde, ailelerinin siyasi ve fikri eğilimlerinin tam aksi istikametindeki görüşleri savunan nice genç vardı; öyle ki aynı ailede dahi birbirinden çok farklı kanaatler çarpışabiliyor-du. Bugün de böyle. Hem de koca koca adamlar için böyle
Dün siyah dediğine, bugün beyaz diyen; dün beyaz dediğine bugün siyah diyen kimseler yok mu? Elbette var; ve olmaya da devam edecek.
Bir zamanlar bu ülkede gençler hep kendi iyilerini okurlar; kötülerin semtine uğramazlar, onları da semtlerine uğratmazlardı. Sözgelimi Necip Fazıl’ı veya Peyami Safa’yı okuyan, seven, yazdığı her satırı takip eden bir genç, Nazım Hikmeti okumaz, tanımaz, okumaya, tanımaya ihtiyaç da duymazdı. Kemal Tahir’i, Ahmed Hamdi Tanpınar’ı tanımak ise hem güçtü, hem özel gayret istiyordu.
Bu durum Nazım Hikmet’i okuyanlar için de geçerliydi ve Cemil Meriç gibi, İsmet Özel gibi isimler bu ülkede iyilerle kötüler arasındaki irtibat noktaları oldu; bu tür isimler bu nedenle çokları için bir şans idi; farklı dünyalara açılmayı meşru kılan kıyılardı. Sanırım 80 neslinin sınırlarındaki geçişkenliklerin kolaylaşması da yine bu tür isimler aracılığıyla mümkün oldu, olabildi.
Gençliğimde —birçok yaşıtım gibi— benim de ismini duyduğum ve fakat hiçbir eserini okumadığım, hatta kendisini hiç tanımadığım kötülerim vardı. Öyle kötülerdi ki, o kadar kötülerdi ki niçin kötü olduklarını bilmeye ihtiyaç bile duymamıştım.
Mesela Hasan Âli Yücel ile Nurullah Ataç, benim hiç okumadığım, hiç tanımadığım kötüleri indi. Belli belirsiz isimlerine tesadüf ederdim; hatta zaman zaman kendilerine bazı olumsuz atıfların yapıldığı yazılar da okurdum ama bu insanların gerçekte neler yazdıklarını, neler yaptıklarını öğrenmek ihtiyacı hissetmezdim. Acaba hissetseydim bile benim yaşadığım mahallede onların izlerini bulabilir miydim bilemiyorum.
Daha sonra bu isimler arasına (eski Maarif Vekili) Dr Reşit Galip de katılmıştı. Fakat bu sefer şanslıydım; zira yakın tarih okumalarımda karşılaştığım bu ismi tanımak, hakkında ayrıntılı bilgiler bulmak zorundaydım. Fikirlerini hiçbir surette paylaşmadığım halde Dr. Reşit Galip’e saygı duymama, halta bu sırf nedenle hakkında yazarken itina göstermeme yol açan hadise, vefatının hemen ardından çekilmiş olan bir fotoğraftır.
Koca bir kütüphaneden ibaret odasında, mütevazi bir yatağın içinde yorganla örtülü genç cesedi o kadar muhteşem, o kadar azametli görünüyordu ki yıllarca bu sahne gözümün önünden gitmedi. O benim nezdimde, artık iflah olmaz bir idealistti
Nurullah Ataç hakkındaki kanaatlerim ise, yazdıklarım okumaya başlamakla değil; bilakis kızının babası hakkında yazdıklarını okuduğum an değişti. Babam Nurullah Ataç adlı küçük hatırat kitabı, nedense Nurullah Ataç’ı hep hüzünle anmama yol açar. Genç şairler tarafından sokak ortasında tekmelenen ve dua etmeden kapıdan çıkamayan bu dilciyi bana tanıtan muhterem kızıydı desem mübalağa etmiş olmam.
İnsanların bilinmeyen taraflarında hakikaten nice soyluluklar
Hasan Ali Yücel’e gelince, bu küçük mevlevi dervişinin hikayesi uzun. Fakat henüz sonuna gelmiş olduğum —bu yazıyı da yazmama yol açan— Gediğini Günlerden adlı hatıratını herkese öneririm; şayet Maarif Vekili iken yayımlamış olduğu o devasa Şark ve Garp klasikleri, onu takdir etmeniz için yeterli olmuyorsa.
Hasılı, bu isimler tanınmadıkça Cumhuriyetin ne denli trajik bir devre olduğu da anlaşılamaz diye düşünüyorum.
bir varmış, bir yokmuş
Önceki yazımda eski Maarif Vekillerinden Dr. Reşit Galip’ten söz atmış ve özellikle bir fotoğrafının beni çak etkilediğini yazmıştım. Reşit Galip’in ulu bedeni, tavana kadar uzanan büyük bir kitaplığın önünde, fakir bir somyedeydi
Fotoğraftaki görüntü fevkalade soğuk ve ürperti vericiydi; belki ölünün. belki de ölümün soğukluğu idi, tam olarak nedenini kestiremiyorum; ancak görüntünün bütün soğukluğuna rağmen, o ölü bedene karşı içimde bir saygı uyanmıştı; kim bilir belki de kitaplığında yatıp kalkan ve orada canını vermiş bir ölüye duyulan acımayla karışık bir saygıydı benimkisi.
1932 Ramazan’nın da tatbik mevkiine konulan dini inkılapları tedkik ederken yakından tanımak imkanı bulduğum gene Vekil’in bayan da tıpkı ölümü gibi trajikti. Nitekim Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet ideolojisi (İstanbul, 1998) adlı eserimde bu trajedinin önemli bir safhasını ele almıştım.
Hayatının ayrıntıları arasında yaptığım yolculuklar, bir kenara sürekli kaydettiğim bazı ilgine sahneler ve hepsinden önemlisi o trajik fotoğraf, fikirlerine de, dünyayı kavrama biçimine de yakınlık duymadığım bu müfrit ve mutaassıb adamı, ilk izlenimlerimin aksine nezdimde daha sevimli hale getirmişti
İşte sözü geçen o yazımda böylesi duygulara yer vermiştim; üstelik kraldan çok kralcılığını, fikri yetersizliklerini, İstiklal…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Günümüz İslam Düşüncesi Kültür
- Kitap Adı Arasokakların Tarihi
- Sayfa Sayısı220
- YazarDücane Cündioğlu
- ISBN9752694637
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviETKİLEŞİM YAYINLARI / 2008