İsteğine uyup seni aramadım. Ölüm haberini bir dostumdan aldım telefonda. Bana haber verilmesini istemişsin, sevdiğin birkaç kişiye daha. Dizlerim çözüldü. Nedense önce öbür sevdiklerini aramam gerektiğini düşündüğümden ağlamaya ara verdim. Uzun sürecek yasın eşiğinde sana telefon etmek geldi içimden: Sen o şeyi çözebilmiş miydin?
Tomris Uyar, ilk olarak 1998’de yayımlanan Aramızdaki Şey’deki öykülerini, günlük hayatın akışı içinden seçilip damıtılmış dupduru, sakin bir dünyanın olaycıklarıyla kuruyor. Her zamanki gibi alabildiğine yalın, süssüz bir anlatım; fazlalıklardan arındırılmış bir öyküleme, sıradanmış gibi gelen ama ustaca becerilmiş bir kurgu.
İçindekiler
Aramızdaki Şey ……………………………………………………….. 11
Tazı Payı …………………………………………………………………. 23
Güz Kızılı ………………………………………………………………. 31
Yavruağzı ………………………………………………………………… 41
Tahin-Pekmez Günleri ……………………………………………… 51
Pıhtı ………………………………………………………………………. 65
Lal …………………………………………………………………………. 73
Akşam Alacası …………………………………………………………. 83
Öykülerin Başı-Sonu ………………………………………………… 93
ARAMIZDAKİ ŞEY
“Olmaz ki ama,” dedim. “Eninde sonunda Duras’ın Mavi Gözler Siyah Saçlar’ını andıracak bir öykü yazmamı istiyorsun benden.” “Ne ilgisi var ki?” diye hırçınlaştı. “Bir kere ilişkiler benzemiyor birbirine…” Böyle hırçınlaştı mı, gözlerinin mavisine lacivert, sivri bir çakıntı yerleşir. O ânı ve o rengi artık ezbere bilsem de yine etkileyici; çünkü sahici. Her keresinde. “Ayrıca ne kadın sana benziyor, yani yazar olması dışında, ne de o delikanlı bana. Bizim birlikteyken o kadar uzun boylu ağlaşıp uyukladığımız oldu mu hiç?” Sivri çakıntı, eski maviliğine döndü; bekliyordum zaten. Yumuşak (bu sıfatı sevmezsin biliyorum ama sen de kendine ya da gülüşüne yakıştırılacak sıfatı bulamamıştın) bir ışıltıyla önce yüzüne yayıldı, sonra bütün bedenine sindi sanki… Yapın öylesine inişli çıkışlı ki hızına ayak uydurmak gerçekten güç. Daha demin… Aradaki “es”leri yakalayabildiğim için bu iç titretici armağana bir kere daha kavuşmuş oldum. Genellikle gülmeyen, bu yüzden içe kapanık sayılabilecek maskenin benim uğruma sıyrılışı az bir ayrıcalık değildi. Bütün bunlar bir yana, sen temaların evrensel olduğunu ancak yazarların becerisiyle özgünleşebileceklerini anlatmamış mıydın derste?
Şimdi gülme sırası bende ama nasıl? Sınıfta anlattıklarımı aklında tutmasına sevineyim mi, yoksa şu anda beni kıstırmasına yerineyim mi ikircikleriyle dolu renksiz bir gülüş belirmiş olmalı dudaklarımdaki, o da benim “es”imi yakaladı, gözünün mavisini sağduyuda durulaştırdı. “Canım tabii ki öyküyü yazmak zorunda değilsin. Yalnız beni bir daha Gündökümü’nde harcama. Ne de olsa ikimiz de iki-üç paragrafla geçiştirilemeyecek kadar zorlu bir çaba gösterdik aramızdaki ‘şey’i anlamak için. Bildik hiçbir şeye benzemiyor ki.” “Bak orada haklısın.” “Haklı çıkmayı hiç sevmem, bilirsin.” “Bilmez miyim? Ama elden ne gelir?”
* * *
Bir kafede konuşuyorduk bunları. Potsdam’da. Berlin Duvarı’nın yıkılmasını izleyen dönemde. Berlin’den çıktığımızda soğuk bir yağmur çiseliyordu, buraya vardığımızda pırıl pırıl bir ikindiye girmiştik. Deminki çisentiyle ıslanmış ağaçlardan yemyeşil bir buğu tütüyordu. İki yanını gür ağaçların tuttuğu sokaklardan geçerken topu topu iki-üç kişiye rastlamamıza şaşırdım. Villamsı evlerin panjurları inikti, küçük bahçeleri bakımsızdı ama kapı önlerinde bütün bu yoksunluğa, ıssızlığa inat, son model arabalar duruyordu.
Beni gün ışığına çapraz düşen bu kafeye getirmesi bir şey demek olsa gerekti. Masa örtüleri tertemizdi, şatafatlı listedeki yiyecek içeceklerin fiyatları oldukça düşüktü ama çoğu bulunamıyordu. Garsonlar, smokin giymeyi sürdürüyorlardı da bir ara uğradığım yukardaki tuvaletin sifonu çalışmıyordu; bidonlarda biriktirilmiş, bekleye bekleye kokusu ve kıvamı ağırlaşmış suyu kullanmam, ellerimi de o suyla yıkadıktan sonra az ötedeki çiviye geçirilmiş ıslak, kirli bir havluyla kurulamam gerekiyordu. Ellerimi pantolonuma silip aşağı indiğimde pusetteki çocuğunu pışpışlarken bir yandan kahvesini içmeye çalışan genç bir kadının, dillerini anlamasam da seslerinden aralarındaki sorunu –her neyse– o gün ne pahasına olursa olsun çözmeye kararlı olduklarını anladığım, metallere bürünmüş iki yırtıcı gencin masalarından geçip yerime oturdum. Ama hemen kalkmalıymışız, gün ışığında bitpazarını gezmeliymişiz!
Alanın sağ yanına düşen eski bitpazarı sokağında hiçbir cıvıltı yoktu: Ne geçmişten ne şimdiden. Tezgâhlara rasgele yığılmış, neye yaradıkları ilk bakışta anlaşılamayan birtakım nesneler –galiba bir pasta kalıbı, galiba bir lamba altlığı, galiba bir pul cımbızı, galiba bir nihale– bir rehinci dükkânının hüznünü çağrıştırıyordu. Sanki bu kentin başına bir felaket gelmişti. Sanki herkes apar topar göçmeye hazırlanmış, o telaş içinde fazla yük olmasın diye başkalarının gözünde hiçbir değer taşımayan, yalnızca kendi geçmişini diri tutan ufak tefeğini alelacele elden çıkarmıştı.
O sırada yanımızdan geçen bisikletli çocuğun bir anlığına kıpırdattığı esintide, dükkânın önündeki askıda duran gece elbisesi dalgalandı. Rüzgârla savrulan kıpkırmızı tül güneş ışığında lime limeydi, altındaki yer yer yırtık astarın kesiminden, bu giysiyi ince bedenli bir kadının giydiği ortaya çıkıyordu. Nasıl biri peki? Ya gençken delişmen bir pavyon kızı, sonraları uslanmış, bunu sıradan gece kılığı olarak görmeye alışmış ya da delişmenliği hiç tanımadan evlenmiş uslu bir ev kadını; ara sıra bunu üstüne geçirip –özellikle tek başınayken– aynada kendini inceliyor, tekdüze yaşamını bu renkle süslüyor, düşlere sürükleniyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAramızdaki Şey
- Sayfa Sayısı96
- YazarTomris Uyar
- ISBN9789750763571
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme ~ Barış Bıçakçı
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
Barış Bıçakçı
“Ben aslında bu okuma grubuna annem için katılmıştım. Annemi yatıştırabilmek için. Annem öleli çok oldu ama ben hâlâ onu yatıştırmaya çalışıyorum. Martın sonlarından kasımın...
- Kuğu Gecesi ~ Ferda İzbudak Akıncı
Kuğu Gecesi
Ferda İzbudak Akıncı
Ferda İzbudak Akıncı, “Kuğu Gecesi”nde duru ve masalsı anlatımıyla sevgiye, yaşama sevincine, meraka, yalnızlığa, hayalperestliğe dair öyküler anlatıyor. Sevgisizlikten kuruyan bir akasya ağacı, köklerine...
- Sazende Şunkin ~ Juniçiro Tanizaki
Sazende Şunkin
Juniçiro Tanizaki
Şunkin şımarık büyütülmüş biriydi. Her zaman emretmiş, başkalarından beklemiş, acı çekmemiş, yorulmamış, ezilmemişti. Onun kibirli burnunu kıracak kimse olmamıştı; ama bu işi kader yaptı....