John Lennox Oxford Üniversitesi’nde matematik profesörü ve aynı üniversitede bilim felsefesi dersi de veren bir bilim adamı. Tüm ömrü boyunca din ve bilimin arasındaki ilişkiye kafa yoran birisi olarak Lennox, yeniden saldırıya geçen ateist yazarların ve bu saldırıda başı çeken Richard Dawkins’in eserlerinde kendini gösteren bilgisizliklere, mantıksızlıklara ve çarpıtmalara daha fazla tahammül edemeyeceğini anlayınca, bu kitabı yazmaya karar vermiş. Kitap boyunca Lennox, sadece bilimin yüzlerce farklı delille nasıl Tanrı’yı gösterdiğini okuyucuya aktarmakla kalmıyor, bunca delile rağmen inanmamak ve hatta inançsızlıklarını yaymak için kitaplar yazmak zahmetine katlanan bazı bilim adamlarının da, psikolojilerini analiz ediyor. Kainattaki hassas ayarın etkilediği fizikçilerin, ayrıcalıklı bir gezegende yaşadığımız gerçeğinin şaşırttığı kozmologların, DNA’daki bilginin imana getirdiği felsefecilerin, genetikçilerin, Tanrı dememek için umutsuzca çırpınan Dawkins ve şürekâsının hikayesini bu kitabın sayfaları arasında bulacaksınız. Ayrıca bilim tarihinin size nasıl yanlış öğretildiğini, bilimin kendi taraflarında olduğunu söyleyen ateistlerin nasıl aslında temelsizce konuştuklarını, her şeyi tasarlayan ve her an idare eden bir Tanrı’nın varlığının neden bilimsel açıdan da en tutarlı izah olduğunu öğrenmek istiyorsanız, bu kitabı mutlaka okumalısınız. Bu eser, son dönemde yazılmış ve ünlü bir bilim adamının elinden çıkmış en önemli eser. Yalnız dikkat edin, imanınızı artırabilir… Bu kısa kitap, bir bilimsel polisiye tadında, kanıtları bir bir ortaya çıkarırken okuyucuyu soluksuz bırakıyor. John Lennox sonuç cümlesine dedektif Hercule Poirot edasıyla ulaşıyor ve yol boyunca bir araya getirdiği ipuçlarına göre mümkün olan tek çözümü açıklıyor. -Keith Frayn-İnsan Metabolizması Profesörü, Oxford Üniversitesi Elinizdeki bu kitap, modern bilimin ve felsefenin delillerinin sizi Tanrı’ya götüreceğini ortaya koyuyor. Bunu akıcı bir üslupla, zeka dolu argümanlarla, bilgi seviyenizi yükselterek ve günümüzün ünlü ateistlerinin söylemlerine cevap vererek yapıyor. -Caner Taslaman-Yıldız Teknik Üniversitesi
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ………………………………………………………………1
Dünya Görüşleri Savaşı………………………………………………………………………….19
Bilimin Kapsamı ve Sınırları…………………………………………41
İndirgeme, İndirgeme, İndirgeme………………………………….63
Tasarlanan Evren……………………………………………………79
Tasarlanan Biyosfer……………………………………………………….105
Evrimin Tabiatı ve Kapsamı…………………………………………….135
Hayatın Kökeni ……………………………………………………….167
Genetik Kod ve Kökeni…………………………………………….185
Bilgi Meselesi………………………………………………………….203
Maymun Makine……………………………………………………….223
Bilginin Kaynağı………………………………………………….239
Tabiatı Bozmak? David Hume’un Mirası…………………263
Sonsöz: Aklın Değil Bilimin Ötesinde……………………………….281
Sonnotlar………………………………………………………………….285
İndeks……………………………………………………………………..297
Önsöz
Tüm bunların anlamı ne?
Richard Feynman
Neden hiçbir şey değil de bir şeyler var? Özellikle, evren niçin var? Nereden geldi ve eğer gideceği bir yer varsa nereye gidiyor?
Evren ardında hiçbir şey olmayan nihai gerçekliğin ta kendisi mi, yoksa ‘ötesinde’ bir hakikat mi saklı? Biz de Richard Feynman gibi: “Tüm bunların anlamı ne?” diye sormalı mıyız? Ya da Bertrand Russell “evren işte burada ve hepsi bu” derken haklı mıydı?
Bu sorular hala önemlerinden bir şey kaybetmiş değiller. Bilginin en yüksek zirvelerine tırmanma azminin teşvik ettiği bilim adamları, daha şimdiden bizlere yaşadığımız evrenin doğası hakkında son derece çarpıcı bilgiler kazandırmış bulunuyorlar. Hubble teleskopu, atmosferin üzerindeki yörüngesinden inanılmayacak büyüklükteki ölçeklerde iş görüp, bize uzak göklerin hayret verici görüntülerini iletmekte. Bunun yanı sıra, akıl almaz küçüklükteki ölçeklerde iş gören tarama tünelleme mikroskobu aracılığıyla insanoğlu, canlı dünyasının moleküler biyolojideki olağanüstü kompleksliğini keşfedebiliyor. Bu içinde, bilgice yoğun makro molekülleri ve onların mikro minyatür protein fabrikalarını barındıran bir dünyadır. Sözü geçen protein fabrikalarının karmaşıklığı ve hassaslığı ile karşılaştırıldığında gelişmiş insan teknolojisi bile oldukça kaba kalır.
Biz ve engin galaktik güzelliği ve hassas biyolojik karmaşıklığıyla evren Richard Dawkins’in önderliğini yaptığı “Yeni Ateistlerin iddia ettiği gibi, muhakemesiz bir takım kuvvetlerin etkisiyle başıboş bir şekilde hareket eden akılsız madde ve enerjinin ürünlerinden başka bir şey değil miyiz? En nihayetinde insan hayatı, atomların bir araya gelişlerinden (pek ihtimal dâhilinde olmayan, ama şans eseri oluşan) bir tanesi midir? Uzayın hadsiz boşluğunda dağılmış bulunan milyarlarca galaksinin içinde bir spiral galaksinin kollarında ayırt edilemeyecek kadar küçük bir yıldızın yörüngesinde dönen küçücük bir gezegende yaşadığımızı bildiğimiz halde, gene de özel varlıklar olabilir miyiz?
Hatta bazıları der ki, tıpkı doğanın temel kuvvetlerinin şiddeti ve gözlemlenebilir uzay-zaman boyutlarının sayısı gibi evrenin sahip olduğu bu belirli temel özellikler, kâinatın başlangıcında işleyen tesadüfi etkilerin bir sonucu olduğundan; çok farklı yapılarda başka kâinatlar da elbette ki var olabilirler. Neden evrenimiz ebediyen birbirinden ayrışmış çok sayıda paralel evrenler dizisinden biri olmasın ki? Bu durumda insanın nihai bir anlamı olmasını iddia etmek saçma değil mi? Böyle bir ‘çoklu evren’de insanın değeri tamamen hiçe inmiş olmaz mı?
Bu durum karşısında, modern bilimin ilk dönemlerinden söz etmek; mesela Bacon, Galileo, Kepler, Newton ve Clerk Maxwell gibi bilim adamlarının, kâinatın Yaratıcı bir Tanrı’nın tasarısı olduğuna inandıklarından bahsetmek; entelektüel bir nostaljiden başka bir anlam ifade etmez. Yeni Ateistlerin bizi iknaya çalıştığı anlatıya göre bilim; herkesi ve her şeyi kuşatıcı açıklamalarıyla Tanrı’yı köşeye sıkıştırmış, onu öldürmüş ve sonra da onu gömerek bu tür ilkel anlayışlardan kur tulup yoluna devam etmiştir. Buna göre Tanrı’nın anlamı kozmik bir ‘Cheshire kedisi’nin gülümsemesinden öte bir şey değildir artık. Tanrı, Schrödinger’in kedisinin aksine, hem ölü hem canlı, hayaletimsi bir süperpozisyon değildir; o kesinlikle ölmüştür. Böyle düşünenlere göre ayrıca Tanrı ölüm döşeğindeyken anlaşılmıştır İlk Tanrıyı yeniden diriltmek yönündeki her çaba muhtemelen bilimin gelişimini sekteye uğratacaktır ve artık, doğanın sadece ortada var olan olduğu, ötesinin olmadığı görüşüne sahip natüralizm bir başına hüküm sürmektedir.
Peter Atkins bilimin ortaya çıkış tarihinde dini bir unsurun varlığını kabul ederken; bu yukarıda bahsi geçen görüşü karakteristik bir gayretle şöyle savunuyor: “Herkese açık ve yeniden üretilebilen bilginin üzerine inşa edilen bir inanç sistemi olarak bilim, dinden doğmuştur.
Bir kelebeğe dönüşmek için ise, içinden çıktığı kozasını yırtıp atmıştır. Bilimin, varlığı her yönüyle ele alamayacağını varsaymak için de bir gerekçe yoktur. Fiziksel evrenin veya tecrübe evreninin bilim tarafından asla aydınlatılmayacak bir karanlık köşesi olduğu ümidine ancak dindarlar (ki içlerinde önyargılılar kadar, yeterince bilgi sahibi olmayanlar da bulunur) kendilerini kaptırırlar. Oysaki bilim, şimdiye dek herhangi bir engelle karşılaşmadı ve indirgemeciliğin başarısız olacağı zannının ardındaki tek gerekçe, dindarların zihnindeki korku ile bilim adamlarının karamsarlığıdır.”
2006 yılında California La Jolla da Saik Biyolojik Bilimler Enstitüsü’nde bir konferansta ‘İnancın ötesinde: bilim, din, akıl ve yaşam mücadelesi’ teması tartışıldı. Nobel ödüllü Steven Weinberg bilim dini ortadan kaldırmalı mı sorusuna gönderme yaparak: “Dünyanın uzun süren din kâbusundan uyanmaya ihtiyacı var. Biz bilim adamları dinin elini zayıflatmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız ki bu aslında medeniyetimize yapabileceğimiz en büyük katkı olacaktır” dedi. Hiç de şaşılmayacak bir şekilde Richard Dawkins daha da ileri giderek: “Beynimizin dine saygı göstermemiz yönünde yıkanmasından bana artık gına geldi” diyecekti.
Benzer ifadeleri çoğaltmak mümkün. Ama bu gerçekten de doğru mu? Bütün dindarlar, hatta onlardan bazıları Nobel ödüllü bilim adamı oldukları halde, önyargılı ve yeterince bilgilendirilmemiş yaftasıyla yaftalanmalı mı? Onlar geçekten bütün ümitlerini, bilimin asla aydınlatamadığı evrenin karanlık bir noktası olduğu anlayışına mı bağlamış bulunuyorlar?
Yaratıcı’ya olan inançları sayesinde daha ileri düzeyde bilim yapma gayreti taşımış pek çok bilim adamının varlığı bu iddiaların adilce olmadığının delilidir. Bilimin öncülerine göre de, evrenin bilim tarafından aydınlatılan karanlık köşeleri, Tanrı’nın daha iyi bilinmesini sağlamıştır.
Peki ya canlılar dünyası (biyosfer)? Onun o girift karmaşıklığının ardındaki düzenlilik, Peter Atkins’in müttefiki olan Richard Dawkins’in iddia ettiği gibi sadece görünüşte midir? Akıl dediğimiz şey, gerçekten de evrenin temel maddelerine dair tabiat kanunlarının sınırları içinde tesadüfen ve bilinçsizce vuku bulan doğa olayları neticesinde ortaya çıkmış olabilir mi? Akıl-beden ilişkisine dair problemleri, sözde başıboş ve bilinçsiz süreçlerin meydana getirdiği bilinçsiz bedende ‘ortaya çıkan’ akıllı bilincin çözeceğine mi inanmalıyız?
Neyse ki artık genel eğilim, bu tarz natüralist hikâyelerin sorgulanması yönünde. İnsanlar artık şu soruları soruyorlar: Gerçekten natüralizm bilimin zorunlu bir neticesi midir? Yoksa natüralizm bilimin zorunlu kıldığı bir şey olmaktan çok, bilime yamanmış bir felsefe midir? Hatta dahası, natüralizm, dini inanca benzer bir inanç mıdır? Bu tarz sorular soran birisine, kulak kabartmak yerine, bursunu kesmek, yani bir bakıma eskiden kâfirlere yapılan muameleye benzer şekilde onu yok etmek mi gerekir? Yeni Ateistlere göre evet.
Aristo “başarılı olabilmek için doğru sorular sorulmalıdır” sözüyle ünlüdür. Bazı sorular risklidir, onları cevaplamaya yeltenmek ise daha da çok risk içerir. Bu tarz riskler bilimin ruhuyla da içeriğiyle de çatışmaz. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında bu, kendi içinde tezat bir durum da değildir. Mesela, Ortaçağ’da bilim, harekete geçecek enerjiyi bulmak için öncelikle, kendini Aristocu felsefenin belirli kalıplarından kurtarmak zorunda değil miydi? Nitekim asırlarca hükmünü süren Aristo öğretisine göre Ay ve ay üstü alemler mükemmeldi, mükemmel harekette ancak dairevi olabilirdi. Gezegenler ve yıldızlar böylesi mükemmel dairevi bir yörüngede hareket ederlerdi. Ay altı aletlilerde ise
hareket lineer ve kusurluydu. Durum böyleyken Galileo geldi, teleskopuyla Ay’ın kraterlerinin düzensiz köşelerini gördü. Kâinat dile geldi ve Aristo’nun a priori (deneyle doğrulanmamış teorik bilgi ) olan mükemmellik konseptinin bir kısmını yok etti.
Fakat Galileo’ya göre de “evrenin unsurları arasındaki mükemmel uyumun devam edebilmesi için kütlelerin dairevi hareket etmeleri gerekiyordu. Yani yörüngeler yine olmalıydı. Bu problemin çözümü de Kepler’e kaldı. Kepler’in selefi olan Prag ulusal matematikçisi Tycho Brahe, Mars’ın yörüngesine ilişkin hassas ve doğrudan gözlemler yapmıştı. Analizini bu gözlemlere dayanarak temellendiren Kepler cesaretle, astronomik gözlemlerin kanıt olarak; gezegen hareketlerinin dairesel olması gerektiğini iddia eden teoriden daha değerli olduklarını savundu. Gerisini zaten tarih yazıyor. Kepler öncelikle çığır açan bir önermede bulunarak, gezegenlerin bir odağında Güneş’in bulunduğu gene “mükemmel” eliptik yörüngeler etrafında döndüğünü söyledi. Daha sonra bu çığır açıcı görüşün ayrıntıları, Newton’un kütle çekim kanunları vasıtasıyla tamamen aydınlatıldı ve tüm bu süreç şaşırtıcı derecede kısa ve zarif bir formülle özetlendi. Kepler, bilimi yüzyıllardır sınırlayan bu yetersiz felsefenin elinden kurtarmak suretiyle onu sonsuza dek değiştirdi. Böylesi özgürleştirici adımların bundan sonra bir daha asla atılmayacağını savunmak, sanırım biraz fazla iddialı bir tutum olur.
Bu bilhassa Atkins ve Dawkins gibi bilim adamları tarafından hesaba katılması gereken bir durumdur. Evet, Newton, Kepler ve Galileo’dan beri bilim gittikçe artan bir hızla gelişmektedir. Bazılarına göre, bilimle adeta iç içe geçmiş natüralist felsefenin artık yetersiz kaldığına dair bir kanıt yoktur. Hatta onlara göre natüralizm bilimi daha da ileri götürmeye hizmet etmektedir. Böylece artık bilim, geçmişte kendisini sıklıkla I engelleyen mitolojik hurafelere takılmadan ilerleyebilmektedir.
Onlara göre natüralizm bilimsel metodu en üstün metot olarak görür ve bilimi asla sınırlamaz. Bu onun en büyük erdemidir ve tanım gereği natüralizm bilimle tamamıyla uyumlu tek felsefedir.
Fakat durum gerçekten de bu mudur? Galileo Aristocu felsefeyi, kâinatın nasıl olmak zorunda olduğunu a priori bildiren dar çerçevesinden dolayı, bilimsel açıdan kısıtlayıcı buldu. Oysaki ne Galileo ne Newton ne de o zamanda bilimin ani sıçrayışına katkı yapan tanınmış büyük bilim adamları, bir Yaratıcı Tanrı’ya inanmayı, bilimin gelişimi için engelleyici buluyorlardı. Hatta tam aksine onlar, Tanrı inancını, bilimsel gelişmeyi teşvik eden bir şey olarak gördüler. Gerçekten de onların imanı, onların bilimsel araştırmaları için başlıca motivasyon kaynağı olmuştu. Durum bu iken, bazı çağdaş yazarların ateizm konusundaki ısrarcı tavırları, bir takım soruları da gündeme taşıyor: Ateizmin entelektüel açıdan savunulabilir tek fikir olduğundan nasıl bu kadar eminler? Bilim gerçekten onu bu derecede onaylayacak kadar ateizmin yakın bir dostu mudur?
Hiç de değil diyor, iman etmeden önce yıllardır entelektüel ateizmin bayraktarlığını yapmış seçkin İngiliz filozofu Anthony Flew. Flew BBC’ye verdiği röportajında “üstün bir aklın” varlığının, hayatın menşei ve tabiatın karmaşıklığı ile alakalı getirilebilecek eldeki tek iyi açıklama olduğunu söylemekten de geri durmuyor artık.
Akıllı tasarım tartışması
Bu derece etkili bir düşünür olan Flew’in bu iddiası zaten ateşli olan ‘akıllı tasarım’ tartışmalarına yeni bir boyut kattı. ‘Akıllı tasarım’ tartışmalarının meydana çıkardığı tansiyonun bir sebebi; bu terimin son zamanlarda bir çok insanın kulağında kripto-yaratılışçı, bilim karşıtı, özellikle de evrimsel biyoloji düşmanı bir hareket tınısı bırakıyor olması. Bu, terimin manasında örtük anlam kaymaları olduğu ve bunun neticesinde ciddi tartışmanın sahneden çekilmesi tehlikesinin baş gösterdiği anlamına geliyor.
‘Akıllı tasarım’ tabiri, tuhaf bir tabir olması hasebiyle de, dikkatleri üzerine çekti. Tuhaf zira tasarım zaten bir aklın varlığını gerekli kılıyor, bu açıdan ‘akıllı* kelimesinin kullanımı lüzumsuzlaşıyor. Hâlbuki biz “akıllı tasarım” yerine sadece “tasarım” ya da “akıllı sebep” ifadelerini koysaydık, düşünce tarihinde zaten büyük önem arz eden bir kavramı konuşuyor olacaktık. Gerçekten de evrenin arkasında akıllı bir sebebin olduğunu ifade eden bu kavram, en azından, din ve felsefe kadar eskidir.
Akıllı tasarımın gizli yaratılışçılık olup olmadığı sorusuna değinmeden önce ‘yaratılışçılık teriminin kendi anlamını göz önünde tutarak diğer bir potansiyel yanlış anlamadan kaçınmalıyız. Evet yaratılışçılığın anlamı da değişti. Önceleri ‘yaratılışçılık’ basitçe bir Yaratıcı’nın var olduğu inancına işaret ederdi. Artık ‘yaratılışçılık’ kavramı sadece bir Tanrı’ya inanışın ifadesinden ziyade, bir yığın farklı düşünceye adanmışlığı da ifade ediyor. Bu düşüncelerden genellikle en öne çıkarılanı, Tevrat’taki yaratılışla ilgili bölümün özel bir yorumuna (yani Dünya’nın sadece birkaç bin yıllık ömre sahip olduğuna) inananların fikirleridir.
Yaratılışçılık ya da yaratılışçı kavramının anlamındaki bu kayma çok talihsiz üç sonuç doğurdu. Öncelikle, bu anlam kayması tartışmayı kutuplaştırdı ve kâinatın arkasında bir akıllı sebebin var olduğu anlayışını kökten reddedenler için, ona inananları hedef tahtası haline getirdi. İkinci olarak, Kitab-ı Mukaddes ayetlerini nihai otorite olarak gören Hıristiyan âlimleri arasında bile, yaratılış kıssasının yorumu hakkında çok farklı görüşlerin olduğu gerçeğini göz ardı etti. Son olarak anlam kayması, ‘akıllı tasarım’ teriminin kullanılmasının orijinal gayesi olan düzenin farkına varmak ile tasarımcıyı tanımak arasındaki çok önemli ayrımın yapılmasını engelledi.
Bu üçü farklı meselelerdir. Bunlardan İkincisi aslen ilahiyatın alanına girer ve çoğunluk bunun bilimin sahası dışında olduğu görüşündedir. Ayrımı yapmak, birinci soruya cevap arayışında bilimin yardımcı olabilme ihtimalinin önünü açmak açısından önemlidir. Bu ayrımı yapamayanlarca ‘akıllı tasarım’, ‘gizli-yaratılışçılık’ın bir yeniden sunumu olmakla suçlanagelmiştir. Bu ise birbirinden çok farklı olan bu iki meselenin ikisinin de anlaşılmasını engellediği için büyük bir talihsizliktir. Ayrıca ‘akıllı tasarım’ terimi ori|inal manasıyla değerlendirildiğinde; çokça tekrarlanan ‘akıllı tasarım’ın bilim olup olmadığı sorusu da anlamsızlaşacaktır. Mesela şu sorulan sorduğumuzu düşünelim: Teizm (Tanrı’nın varlığına ve onun insanlara bir din gönderdiğine inanmak -çev.) bilim midir? Ateizm bilim midir? Birçok insan buna hayır yanıtı verecektir. Fakat eğer soruyu sorduğumuz o kişilere biz geçekte, teizmi (ya da ateizmi) destekleyecek bilimsel bir delilin olup olmadığıyla ilgileniyoruz diyecek olsak, durum değişir ve onlardan aşağı yukarı şöyle bir cevap alırız: Neden başta öyle sormadın ki?
(Akıllı) tasarımın bilim olup olmadığı sorusu “tasarım anlayışını destekleyen bir bilimsel delil var mıdır?” olarak yeniden yorumlanırsa bu anlamlı bir soru olur. Elbette soru bu şekilde yorumlanmak ve de Dover mahkemesinde yapılan “Akıllı Tasarım ilginç bir teolojik argümandır fakat bilim değildir”gibisinden yanlış hükümlerden kaçınılıp ‘akıllı tasarım’, uygun tarzda izah edilmelidir.
Gerçekten, Expelled (Nisan 2008) filmini seyrettiğimizde Richard Dawkins’in bizzat kendisinin de, bilimsel olarak hayatın kaynağının sadece doğal süreçlerin bir yansıması mı yoksa dışsal bir akıllı kaynağın müdahalesinin bir sonucu mu olduğu sorusunun araştırılabileceğini kabullendiğini görürüz.
Tanınmış bir ateist ve felsefe profesörü olan New York’tan Thomas Nagel “Public Education and Intelligent Design” adlı büyüleyici makalesinde şöyle yazıyor: “Tanrı’nın amacı ve niyeti, eğer bir tanrı varsa ve tabiat onun iradesi ise, bir bilimsel teorinin ya da bilimsel bir araştırmanın muhtemel konularından biri değildir. Fakat bu, doğal düzen içinde sebepleri idare eden kural koyucu bir gücün varlığına dair lehte ve aleyhte bilimsel bir delil olmadığını da göstermez.”6
Thomas Nagel, Michael Behe’nin (Behe Dover mahkemesinde dinle nen bir şahitti) Edge of Evolution gibi kitaplarına dayanarak yaptığı okumalar neticesinde: “Akıllı Tasarım burada açıklandığı şekliyle, büyük çaplı bir delil saptırmasına dayanmıyor ve içinde iflah olmaz tutarsız tıklar barındırmıyor.” kanaatine varacaktı. NagePin değerli yorumuna göre akıllı tasarım, ampirik delile karşı değildir. Hıristiyanlıkta ise ampirik delile karşı bir körlük oluşmuştur ve Nagel’e göre akıllı tasarım bu noktada, bugünkü anlamıyla yaratılışçılıktan ayrılmaktadır.
Profesör Nagel ayrıca “Çok uzun zamandır, hayatın menşei ve gelişiminin sadece geleneksel evrim teorisinin anlattığından ibaret olduğu iddiasına kuşkuyla yaklaşıyorum” diyor ve sonrasında, bu iddialara “literatürde delil bulmak çok zor” diye ekliyor. Ona göre standart evrimsel mekanizmaların sağladığı “mevcut deliller” bugün hala, tüm yaşamın evrimini açıklamak bir yana, böyle bir açıklamanın “yanına ^ dahi yaklaşamıyor.”10
Hâlbuki biz biliyoruz ki şimdilerde, Peter Atkins, Richard Dawkins ve Daniel Dennett gibi yazarlar, ateizm için güçlü bilimsel deliller olduğunu iddia edip duruyorlar. İlginç bir husus, onların, sonuç itibariyle metafiziksel olan bu duruşlarını desteklemek için bilimi amaçlarına alet etmekten kaçınmamaları. Bu durumda onlar, alternatif bir duruşu, yani teistik tasarımı savunanların, bilimsel delillerle tezlerini desteklemelerine nasıl karşı çıkabiliyorlar, anlamak mümkün değil. Elbette ki bazıları bu soruya, alternatif bir pozisyonun zaten var olmadığı cevabını vereceklerdir. Yine de ben, bunu söylemeden önce iki tarafı da dinlemek gerektiği kanısındayım.
Akıllı tasarımın bilim olup olmadığını değerlendirmenin diğer bir yolu da bu hipotezin bilimsel açıdan test edilebilir hipotezler arasına girip giremeyeceğini saptamaktır. Hipotezi böylesi bir teste tabi tutmabilirliği ve kâinatın başlangıcı konularına ileride değineceğiz.
Akıllı tasarım terimi için diğer bir zorluk da bazı insanların zihninde ‘tasarım’ kelimesinin yaygın bir şekilde; Newton’un saat benzeri kâinat düşüncesiyle ilişkilendirilmesidir. Newton’dan sonra Einstein, bilimi bu anlayışın ötelerine taşımıştı. Akıllı tasarım, bazı insanlara ise, Paley ve onun 19. yüzyıl tasarım argümanını hatırlatıyor ki bu anlayış zamanında David Hume tarafından sorgulanmıştı. Dolayısıyla bu son…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnceleme/Araştırma Popüler Bilim Tüm Kitaplar
- Kitap AdıAramızda Kalsın Tanrı Var (Bilim Tanrı'yı Gösteriyor Ama Bazı Bilimadamları Bunu İtirafa Hazır Değil!)
- Sayfa Sayısı292
- YazarJohn C.Lennox
- ISBN9786055314309
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviUfuk Kitap / 2012