Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arafta Düet
Arafta Düet

Arafta Düet

Selahattin Demirtaş, Yiğit Bener

Denize bakan kayalıklarda bir bungalov… Yoldan fırlayıp yanına düşen bir araba… Bir patlama… Huzur arayışındaki emekli tümgeneral Ayvaz Dere’nin planları ilk günden altüst olmuştur….

Denize bakan kayalıklarda bir bungalov… Yoldan fırlayıp yanına düşen bir araba… Bir patlama…

Huzur arayışındaki emekli tümgeneral Ayvaz Dere’nin planları ilk günden altüst olmuştur. Kazaya karışan gençler de olaya bambaşka bir boyut katar ve işler çetrefilleşir. Bir de 1980’lerde takıştığı solcu bir avukat, Sinan çıkar karşısına. Böylece geçmişe ve geleceğe ışık tutan zorlu bir düet başlar.

Mizahi bir üslup ve sürükleyici bir kurguyla kaleme alınan Arafta Düet, hepimizi barış, vicdan, erdem üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.

Biri yıllardır hapiste olan iki eşyazarın hiç karşılaşmadan beraber kaleme aldıkları roman, bu açıdan dünyada bir ilk.

1

Ayvaz

Gittim. Herkesin yapmayı içten içe isteyip de cesaret edemediği o şeyi yaptım. Altmış bir yıllık hayatımdan geriye kalan ne varsa bıraktım ve gittim.

Bu gibi durumlarda akla gelen ilk yer, sakin bir sahil kasabasıdır. Ben öyle yapmadım, Anamur-Silifke yolu üzerinde, en yakın yerleşim yerine kilometrelerce uzakta, denize sıfır bir kayalığın üstüne kondurduğum bungalova yerleştim. Rahmetli pederden kalma bir araziydi bu, her bakımdan iyi denk düştü. Bungalovun denizi gören cephesini komple cam yaptırdım, arka cephedeki pencereleri ise kapattırdım; içeriye bir yatak, camın kenarına bir koltuk, bir de minder koydurdum. Telefon yok, internet yok, radyo ve televizyon yok. Bundan böyle, küçük mutfağıyla, duş ve tuvaletiyle hepi topu yirmi bir metrekarelik bu evde yaşayacağım.

Burayı aynı zamanda hayatımın son mekânı olarak planlamıştım.

Gel gör ki, kendimi bildim bileli geçirdiğim tek huzurlu günün ve gecenin ertesinde, hem de sabahın köründe dehşet bir gümbürtüyle yatağımdan fırladım. Bungalov kayalıklardan denize yuvarlanıyor sandım ilkin. Fakat en küçük bir sarsıntı yoktu, yuvarlanan bungalov değildi en azından. Kayalığın kendisi denize doğru göçüyor olmalıydı. Nitekim, uçurumdan aşağı yuvarlanan, denize dökülürken de ürkütücü bir sesle camı bile titreten kaya parçalarının gürültüsünden anladığım buydu. Sabahın ilk ışıklarıyla oyunbazlanan derişik lacivert denize bakarken önce “Buraya kadarmış!” diye düşündüm; ama hiç değilse tek bir günü huzur içinde geçirebilmiş olmanın rahatlığını da hissettim. Giderayak gözüm arkada kalmayacaktı.

Yataktan dahi kalkmadan, sakince ölümü bekledim. Kısa bir süre sonra sesler kesildi. “Belki de depremdir,” diye düşündüm, gel gör ki bungalov yerinden bile kıpırdamamıştı. Üstüme bir şey giymeden, baksırımla dışarı fırladım. Gün henüz tam ağarmamıştı, ama o karanlıkta bile kırk elli metre kadar ileride, asfaltın aşağısında bir toz bulutu dikkatimi çekti. Hafif meltemle dağılan tozların arasında kaya olmadığı çok net anlaşılan bir silueti zar zor seçebildim. Ürkmüştüm; tam gerisingeriye yürüyüp bungalova girmek üzereyken aslında bunun bir trafik kazası olabileceği ve o keskin virajı alamayıp yoldan savrulan bir aracın oraya böyle yuvarlanabileceği ihtimali geldi aklıma. Hiç tereddüt etmeden, çıplak ayakla toz bulutuna doğru yel yepelek koştum.

Vardığımda ayak tabanlarım sivri kaya parçalarıyla kesilmişti; ama yanılmamıştım: Ters dönmüş bir arabanın hurdası, kaplumbağa misali önümde yatıyordu… Ki araba da zaten tosbağa denilen açık renk bir Vosvos’tu. Tekerleklerden biri yerinde yoktu, bir diğeri yamulup yana sarkmıştı, arka iki tekerlek ise hâlâ boşlukta dönüyordu. Araç bu haliyle gerçekten de doğrulmaya çalışırken ayaklarını çırpan bir tosbağayı andırıyordu. Arabaları az çok bilirim, sağlamdır bu modeller, yani kaplumbağa kabuğu kadar olmasa bile içindeki canları böyle bir kazadan koruyabilir.

Yavru kaplumbağaları karınca yuvalarının girişine bırakırlar, karıncaların bu kaplumbağaları yiyip kabuğun içini tamamen kemirmelerini beklerler; günler sonra da gelip boş kabuğu alırlar, iyice temizler ve süs eşyası olarak satarlar. O sırada aklıma gelen ilk şeyin bu olması tuhaftı. Belki de tosbağanın içindeki canları bir an önce kurtarmak için harekete geçmeyi düşündüğüm o telaş anında geldi bu aklıma, bilemiyorum. Tam eğilip arabanın içine bakmak üzereyken aniden arkamdan bir kadın sesi duyunca irkildim. Eğer o korkuyla altıma sıçmadıysam, bunun tek nedeni iki gündür ağzıma tek lokma girmemiş olmasıydı.

“Kulübede soğuk bira var mı?” diye soruyordu o sesin sahibi.

Yeni nesli anlayamayanlardanım… Anlamak da istemiyorum! Değer yargıları, dünyaya bakışları, hal ve hareketleri, konuşma tarzları bizimkinden çok farklı. Konuştukları Türkçe bile değişik. Dinledikleri müzikler, yedikleri, içtikleri, eğlence anlayışları… Bambaşka. Ortak hiçbir yanımız yok neredeyse. İçkiyi ilk kez yirmi bir yaşımda, Kara Harp Okulu’ndan ikincilikle mezun olduğum günün akşamı arkadaşlarla gizlice gittiğimiz bir meyhanede içmiştim. Sonrasında uzun yıllar alkolle aram pek iyi olmadı, ta ki yüzbaşı rütbesiyle Güneydoğu’da görev yaptığım yıllara gelinceye dek. O zamana kadar en fazla üç, hadi bilemedin beş defa içmişimdir. Oysa terörle mücadelede geçirdiğim altı yılda neredeyse alkolik rütbesine ulaşmıştım; aynı zamanda binbaşı rütbesine… Ve de üstün hizmet madalyasına… Ek olarak hayatımın geri kalanını zehreden travmalara… Bir de…

Kadın daha yirmi beşinde bile değil bana kalırsa. Arabadan son anda atlamayı başarmış sanırım. Birkaç sıyrık, çizik ve dizkapağında hafif bir kanama, başka da bir şeyi yok. Siyah mini şortu ve aynı renkteki tişörtü toza bulanmış. Kısa….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. DAD ~ Selahattin DemirtaşDAD

    DAD

    Selahattin Demirtaş

    Başlangıçta koku biraz zorluyordu. Kanıksadım ama. Hatta seviyorum artık bu kokuyu. Yanık gibi. Hayatın gerçek kokusu. Şehir çöplüğü gibi kokuyor diyesim var fakat burası...

  2. İçimizdeki Ermeni ~ Yiğit Benerİçimizdeki Ermeni

    İçimizdeki Ermeni

    Yiğit Bener

    “Ermeni meselesi” nicedir her yılın nisan ayında gündeme gelerek hummalı tartışmalara yol açıyor. Gelgelelim bu tartışmalar genellikle siyasi temelde ve milliyetçi bir söylem içinde gelişiyor, esas olarak da 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlarının tutuklanmasıyla başlayan sürecin “tehcir” olarak mı yoksa “soykırım” olarak mı nitelendirileceği sorununa kilitleniyor. Sonuçta işin insani ve toplumsal boyutu ne yazık ki hep gölgede kalıyor.

  3. Leylan ~ Selahattin DemirtaşLeylan

    Leylan

    Selahattin Demirtaş

    “Bu hayatta her şeyiyle güvenebildiğiniz en az bir kişi olmalı. Yoksa kendinizi hep yalnız hissedersiniz. İnsanların çoğu yalnızdır o yüzden, yapayalnız. Yaşananlar kelepir bir...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Muinar ~ Latife TekinMuinar

    Muinar

    Latife Tekin

    Kim kimin hayatını yaşıyor belli mi bu, adaletiniz adalet olsa yapacağımı bilirdim ya, neyse… Hepinize sahte kimlik davası açardım, düşerdiniz topluca içeri, yeterince iyi...

  2. Hayatımın Aşkı ~ Ekin AtalarHayatımın Aşkı

    Hayatımın Aşkı

    Ekin Atalar

    Meşhur aktör Sinan’a kavuşmak söz konusu oldu mu, Sema’nın sınırı yok. Yok böyle bi sevda. Sema Ioves Sinannn! İŞTE KARŞINIZDA CAMLARDA BEKLEDİĞİMİZ O EKİN...

  3. Arumi’nin Rüzgargülü ~ Handan ÖztürkArumi’nin Rüzgargülü

    Arumi’nin Rüzgargülü

    Handan Öztürk

    Handan Öztürk’ ün son romanı Arumi’nin Rüzgargülü… Mezopotamya’nın köklü bir kentinde, Doğu ve Batı kültürü arasında sıkışmış bir aileden gelen Meryem, geleneksel analık ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur