Hastane odasında sonunu bekleyen genç bir kız… Onu yapayalnız ölümün soğuk kollarına iten nedenler… Hakikati Handan’ın hayat hikâyesinde bulan ateist bir doktor… Sıradışı konuşmalarıyla ruhani dünyalara pencereler açan İskender… Ve bu insanların manevi yolculuğu…
Ateist kocaya aşkla bağlı inançlı bir kadının hoşgörüsü… Hiçbir engel tanımayan sevginin tılsımı…
Jale, Berrin, Safiye ve diğerlerinin dramatik, bir o kadar da ibret dolu hayat hikâyeleri.. Kısaca rotasını kaybetmiş gençliğin çığlıkları… Ve bütün bu olanların arasında Handan’a sonsuzluk kapılarını açan o ses…
***
1
Yorucu bir günün ardından onkoloji servisinin girişinde bulunan odama çekilmiştim. Koridorlarda gece servisine çıkan hemşirelerin ayak sesleri hastaların iniltilerini bastıramıyordu. Göz kapaklarım tonlarca yükün altında eziliyor fakat bu baskıya bütün gücümle direnmeye çalışıyordum. Hastanenin karşısındaki görkemli alışveriş mabedinin ışıkları, odamın duvarlarında dans etmeye başlamıştı. Nöbeti devraldığım Doktor Serkan,
“Bu gece o kadar yoğun değil sadece Altı numaralı odada yatan Amca’nın ağrıları şiddetlenebilir, ağrı kesiciyle acısını dindirebilirsin. Zaten birkaç günlük ömrü kaldı. Nöbette olağanüstü bir durum olacağını düşünmüyorum.” dedi bilgiçlik taslayan bir tavırla.
Hayatlarının son dakikalarında acılarından azat olmak için servise gelen hastaların çaresizliğe boyun eğmiş bakışları ruhumda derin yaralar bırakmasına rağmen, doktorluk mesleğini severek yaptığımı söyleyebilirim. Kanser illetine yakalanan hastaların son günlerini acısız bir şekilde geçirmelerine vesile olmak mesleğime ayrı bir anlam kazandırmıştı. Ümidin son kırıntılarını barındıran gözlerle minnetlerini sunmaları çaresizliğin en somut halini gözlerinde okuduğum hastalarımın bakışları görmek istemediğim tablolardan biriydi.
Zihnimi meşgul eden bu düşünceleri kovmak için bilgisayarda yeni yetme gençler gibi oyun oynamaya başladım. Oyunun temposu zihnimi dağıtmaya yetse de bilgisayarın gürültüsü ağrıyan başıma tuz biber oldu. Masamın karşısında duran çekyat bütün hünerlerini sergileyen sirk cambazı gibi beni sıcak kollarına çağırıyordu. Kendime fazla işkence etmemek ve yorgunluğumu gidermek için birkaç saatliğine kendime çekyatın şefkatli dünyasına bıraktım.
Gecenin sessizliğini dışarıdan gelen gürültüler bozdu. Yarı uykulu halimle sıcaklığına yeni alıştığım kanepenin koynundan kalktım. Masamın hemen arkasına düşen saatin yelkovanı 03. 15’i gösteriyordu. Bir saatlik uyku vücudumun dinlenmesine yetmişti. Yüzüme çaldığım suyun soğukluğu uyku mahmurluğumun gitmesine yardımcı oldu. Koridordan gelen koşuşturmanın sebebini öğrenmek üzere odamdan dışarı çıkmak üzereyken Selin Hemşire; gir, dememe fırsat vermeden kapıyı çalarak içeri daldı. Nefes alış verişindeki bozukluk, gözlerindeki şaşkınlık, ters giden bir şeylerin habercisiydi.
“Doktor Bey! On dakika önce servise yirmili yaşlarda bir kız getirdiler. Uyuşturucu komasına girmiş, sakinleştiremiyoruz. Gelmeniz gerekiyor.” dedi. Zor taşıdığı vücudunu sandalyeye bıraktı.
“Pardon anlamadım Hemşire Hanım! Uyuşturucu komasına giren hastanın servisimizde ne işi var? Burası onkoloji servisi…”
“Durum başka Doktor Bey! Kız uyuşturucu komasına girdikten sonra acil serviste ilk müdahalesi yapılmış; fakat yapılan tetkikler sonucu kıza akciğer kanseri teşhisi konulunca bizim servise nakletmişler.” dedi. Kontrol edemediği bedeni şaşkınlığın artçılarıyla sallanıyordu. “Bu arada işin daha kötüsü kızın hiçbir yakını yok.” dedi, hasta bilgilerinin olduğu dosyayı masaya bıraktı.
“Pekâlâ, kızı kim getirdi hastaneye?”
“Akşam saatlerinde Eminönü otobüs duraklarından birinde bayılınca vatandaşlardan biri 112’yi arayıp durumu bildirmiş.” dedi Selin Hemşire, çok önemli bilgi sunmanın verdiği gururla…
Üç yıldır bu serviste çalışmama rağmen böyle bir olay ile hiç karşılaşmamıştım. Uyuşturucu bağımlısı bir kanser hastası hem de daha gençliğin baharında. Oysa bu illetli hastalığa yakalananların yaş ortalaması kırktı. Genç bir kızı hem uyuşturucu bataklığına saplayan hem de kanserle yüzleştiren sebepleri şimdiden merak etmeye başladım.
“Selin Hemşire! Hastamızı bir görelim bakalım.” dedim. Masamdan seri bir hareketle meçhul hastanın odasına gitmek için kalktım.
“Hasta, yedi numaralı odada özellikle diğer hastalarımızı rahatsız etmemesi için boş bir odayı tercih ettik.” dedi Selin Hemşire, küçük boyuyla çiftleşme dönemi gelen fok balıklarının telaşını anımsatıyordu.
“İyi bir tercih Hemşire Hanım.”
Meçhul hasta kızın bağırmalarından bütün servis uyanmıştı. Her odadan fısıltı şeklinde konuşmalar koridora taştı. Koridorun loş ışıkları taş zemine gölgemi yansıtmış jan vajlen’in vicdanı gibi beni takip ediyordu. Vücudunu taşımada zorluk çeken Selin Hemşire hızıma yetişmek için yürümüyor adeta koşuyordu. Yedi numaralı odanın kapısına geldiğimde içeride ölüm sessizliğini andıran bir hava vardı. İçeri girdiğimi gören diğer hemşire ve hasta bakıcıları ayağa kalktı. Odanın sessizliğini genç kızın kolundan damarlarına giden serumun sabırlı damlaları böldü.
Odanın ışığı kapalı olduğu için, hastanın yüzünü seçemedim. Selin Hemşire’ye ışığı açmasını işaret ettikten sonra, hastanın yanına yaklaştım. Florsan lambanın parlaklığı hasta kızın yüzüne daha donuk bir hava katmıştı. Yirmili yaşlarda olmasına rağmen yosun gözlerinin altındaki morluklar onu, daha yaşlı gösteriyordu. Kızıla boyanmış saçları, yüz çizgileriyle tezat içindeydi. Baygın yatmasına rağmen gözlerindeki ifade derin kederlerin izlerini taşıyordu. Ne zayıf ne de şişman olan vücudu günlerin yorgunluğunu çıkarırcasına derin bir uykunun rahatlığıyla hareketsizleşmişti.
2
Güneş, taze ışıklarını pencereden içeri akıtmaya başlayınca genç kız kendine gelmeye başladı. Dudaklarından kelimeler dökülüyor; fakat odada bulunan diğer hemşireler dahil hiçbir şey anlamıyorduk. Anlamsız iniltilerle bir şeyler anlatmaya çalıştı genç kız. Gözlerine endişe ve korku oturmuştu. Bakışları ise anlamsızdı. Yerinden doğrulmak istedi; fakat yorgun bedeni bunu başaramadı.
“Korkmana gerek yok, hastanedesin. Biraz daha dinlen sonra konuşuruz” dedim sesime şefkati andıran bir ifade katarak. Göz kapaklarına fazla direnmedi, kendini derin bir uykunun koynuna attı.
Gecenin yorgunluğu omuzlarımda tonlarca baskı oluşturmuştu. Nöbetimin bitmesine daha iki saat vardı. Selin Hemşire’ye hastanın yanında kalmasını söyleyip kendimi dinlendirmek üzere odamdaki kanepenin üzerine bıraktım.
Kalktığımda güneş bütün cömertliğiyle odamı ısıtmıştı. İki saatlik uyku vücudumun dinlenmesine yetmişti. Kendimi dövüş pistine çıkan Amerikalı sporcu gibi zinde hissetsem de aklım yedi numaralı odada yatan genç kızdaydı. Bu kız kimdi? Ailesi neden arayıp sormamıştı. Sorular aklımı kemiriyordu. Bu düşüncelerle yeni güne hazırlanırken Selin Hemşire içeri girdi.
“Doktor Bey! Genç kız uyandı. Konuşmak istersiniz diye düşündüm.” dedi, Selin Hemşire düşüncelerimi okurcasına imdadıma yetişti.
“Elbette Hemşire Hanım!”
“Doktor Bey! Fakat bir sorun var genç kız hiç konuşmadan ağlıyor. Biz konuşturmayı başaramadık belki siz..” Üzüntüsü sesinin çatallaşmasından belli oluyordu.
Yedi numaralı odaya geldiğimde içimde bir heyecan dalgasının bütün bedenimi esir aldığını hissettim. Odanın matemi her yere sinmişti. Adımlarım sanki geriye atıyor; bir güç içeri girmemi engelliyordu.
“Doktor Bey! Odaya geldik, iyi misiniz?” Selin Hemşire’nin seslenişi ile düştüğüm girdaptan boğulmaktan kurtuldum.
“Evet, iyiyim Selin Hanım! Uykusuzluk ve yorgunluk…”
Yedi numaralı odaya girer girmez kederin ağır baskısı hücrelerime kadar yayıldı. Odadaki ölüm sessizliğini genç kızın hıçkırıkları böldü. Sabah kahvaltısı geldiği gibi masada öylece duruyordu. Gözlerimle Selin Hemşire hariç, odadakilerin dışarı çıkmasını işaret ettikten sonra genç kızın yatağının yanına oturmak için bir sandalye çektim. Benim için zor bir durumdu. İsmini dahi bilmediğim hem uyuşturucu müptelası hem de kanser illetinin pençesine yakalanmış bu genç kızı nasıl teselli edecektim. Ne yalan sözcükler söyleyecektim. Sahte bir gülücükle ona üzülme iyileşeceksin mi diyecektim; yoksa kendisinin dahi bilmediği hastalığını söyleyip acısına kezzap mı dökecektim. Bu düşüncelerle zihnimde fırtınalar koparken genç kızın hıçkırıkları dindi. Kızılcık meyvesini andıran gözlerle bana baktı.
“Bana ne oldu? Burası hangi hastan? Siz kimsiniz?” diyebildi. Sesi ağlamaktan boğuklaşmıştı.
“Ben Doktor Cenk ve bu Hemşire Selin” dedim Selin’i göstererek, ” isminiz… Veya size ne diye hitap edelim?”
Yanaklarına akıttığı son damlayı silerek, “Ben Handan.” diyebildi.
“Bak Handan! Önce yemeğini ye! Sonra konuşuruz” dedim. Gözlerimle tabldotu Selin Hemşire’ye göstererek, Handan’a uzatması için işaret ettim.
Selin Hemşire, tabldotu Handan’ın önüne koydu. Handan birkaç lokma aldıktan sonra merhamet dileyen gözlerle omzunun üzerinden “Beni buraya kim getirdi? Neden bu servisteyim?”
“Her şeyi anlatacağım Handan. Ama öncelikle durumunu ailene bildirmek zorundayız. Onlar da dün akşamdan beri meraklanmışlardır. Ailenin adresini veya telefon numarasını bir kâğıda yazsan da arkadaşlar ailene ulaşsalar.”
Sözümü bitirir bitirmez hıçkırıkları boğazında düğümlendi. Ellerini yüzüne kapatarak;
“Hayatta hiç kimsem yok; ne bir annem ne de bir babam…” sözleri hıçkırıklarından zor anlaşılıyordu. Ağlaması daha da şiddetlendi. Yanlış bir soru sorduğumu düşünerek kendimi suçlu hissetmeye başladım.
“Pekala, Handan akrabalarından kim var hayatta? Haber verebileceğimiz bir abin, teyzen, halan…”
Ağlamaktan şişmiş gözlerini elleriyle kapatarak başını dizlerinin üstüne koydu. Zayıf vücudu ağlamasıyla beraber sıtmaya tutulmuş hasta gibi titremeye başladı. Başını dizlerinden hafifçe kaldırarak;
“Ben hayatta yalnız başına kalmış bir kızım hiçbir akrabam yok.” dedi. Ağlamaktan sesi boğuklaşmıştı.
Genç kızın hayatta yalnız başına kalması ve durumunu bildirecek bir yakının olmaması içime kor olup oturdu. Yalnızlığın ve kimsesizliğin en delicesini yaşayan bu kızın başına kim bilir neler gelmişti. Hangi kurtların sofrasına düşmüştü. Nelere kurban edilmişti. Ne düzenbazların elinde oyuncak olmuştu. Anlaşılan kederle ve acılarla yoğrulmuş bir hayatı vardı. Yüzünün her çizgisi bunu haykırıyordu. Utanmasam Handan’la beraber orada ağlayacaktım. Gözyaşlarımı kalbime akıttım. Bu kızın durumu neden bu kadar etkilemişti? Aklımın sorularına cevap veremiyordum. Acaba, Nesrin’le mutluluğumuza perde çeken, o olaydan sonra, vicdanımın çığlıkları bilinç yüzeyine mi çıkıyordu? Bildiğim tek şey, içimden gelen sesin bu kızla yakından ilgilenmemi haykırmasıydı.
Kendimi toparlayarak;
“Sen iyileş daha sonra konuşuruz.” dedim. Sandalyeden kalkarak Selin Hemşire’ye dışarı gelmesi için işaret gönderdim.
“Hemşire Hanım! Nöbeti devredeceğiniz arkadaşa Handan’ın durumunu mutlaka anlatın, Handan’la ilgilenecek kimsesi yok ne gerekiyorsa yapın.”
“Elbette Doktor Bey, kızın durumu beni de çok etkiledi. Handan artık bize emanet. Gözünüz arkada kalmasın.” dedi. Saklayamadığı gözyaşları kadınlığın verdiği cesaretle akmaya başladı.
“Bugün ve akşam yokum, ama aklım burada olacak, dedim. Sözlerimde ev ödevini hatırlatan öğretmenin otoriter kararlılığı vardı.
3
Güneş, günü ikiye bölünce, dinlenmek üzere evime gittim. Dalgınlığım Nesrin’in gözünden kaçmamıştı. Karnımın aç olmasına rağmen, Nesri’nin hazırladığı yemeklerden bir lokma bile almadım. Handan’ın dramını eşime anlatınca lokmalan boğazında düğümlendi. Gözlerine hüznün gölgesi oturdu. Sözün bittiği yerde yüzüne çöken hüznün gölgesiyle bir damla gözyaşı akıttı yanaklarına.
Günün yorgunluğunu attıktan sonra sabahın ilk ışıkları ile erkenden hastaneye gitmek için evden çıktım. Tek düşüncem bir an önce Handan’ı görmek ve durumu hakkında nöbetçi arkadaşlardan bilgi almaktı. Handan’ın dün akşam derin bir uyku çektiğini ve yemeklerini de düzenli olarak yediğini öğrendikten sonra, Handan’ı görmek üzere odasına gittim.
Solgun yüzüne azıcık kan gelmişti. Yosun gözlerinin kızıllığına mor halkalar daire çizmişti. Odaya girdiğimi görünce yerinden doğrulmak istedi. Elimle kalkmamasını işaret ettim.
“Bugün seni daha iyi gördüm.”
“Ölüme yaklaşan genç kızın iyiliği nasıl olursa öyle kabul edin Doktor Bey.” dedi, “Siz söylemeseniz de ben, hangi serviste yattığımı bilmeyecek kadar aptal biri değilim.” dedi. yakalandığı kanser illetinden haberdar olduğunu anlatan ifadeyle.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAraf'ın Sakinleri
- Sayfa Sayısı248
- YazarFikret Eroğlu
- ISBN9759963828
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviProfil Yayıncılık / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İsa Hanginiz? ~ Selahattin Yusuf
İsa Hanginiz?
Selahattin Yusuf
Hangimiz, zihnimizin şu veya bu sebeple, süngüyle veya çiçekle zorlanıp bozulduğunu en az bir kere hissetmedik hayatımızda? Hangimiz, kendi üzüntümüzün bir tür hacısı olarak,...
- Deney ~ Ayça Kumluca
Deney
Ayça Kumluca
SONUN BAŞINDA Neredeyse normale dönmüştüm. Olanların üzerinden altı ayı aşkın bir süre geçmişti. Geceleri gördüğüm kâbuslar azalmıştı, artık her gece çığlık atarak, ter içinde...
- Düşman ~ Meryem Coşkunoğlu
Düşman
Meryem Coşkunoğlu
Baktığı yeri donduracak kadar vahşi gözlerini etrafta gezdirdi. Avını gözetliyordu, bulduğunda yakasını asla bırakmayacaktı. Aldığı her nefes, ciğerlerini yakıyordu içten içe. Bu duygudan sadece ama sadece aç olan intikam duygusunu beslediğinde kurtulacaktı. Aradığını bulduğu gibi sırtı gerildi. Yaslandığı deri koltuktan çıkan rahatsızlık verici ses, gürültü yüzünden duyulmuyordu bile ama o, bundan dahi rahatsız oluyordu. En ufak aykırı, beklenmeyen ses, savunmaya geçmesine neden oluyordu.