Saygı Öztürk’ten çok çok ilginç belgeler…
Saygı Öztürk bu kitabında Abdullah Öcalan’ın yakalanışının sonrasını, Apo olayının bir başka kesitini daha belgelerle anlatıyor. Kürtçülük hareketini hortlatan, ama en büyük zararı Türkiye’deki Kürt kökenli insanlarımıza veren Apo, 1970’li yıllarda da yakalanıp yargılanmıştı. İşte o dosya ve yakalanması sonrasından bir kesiti de bu kitapta bulacaksınız, çok ilginç belgelerle…
Saygı Öztürk araştırmacı gazeteciliğin günümüzdeki önderlerinden biri. Arşivlere giriyor. Belgeler buluyor ve onları bize sunup aydınlatıyor. Bu kitabında Kürtçülük açısından yakın tarihi gözler önüne seriyor, bilinmeyen belgeleri açıklıyor. Saygı’ya ‘Ellerine sağlık arkadaşım’ diyorum ve onu kutluyorum.”
Emin Çölaşan
Emin Çölaşan’m önsözü
Rahmetli Uğur Mumcu 22 ocak 1993 cuma günü telefon etti.
Senden bir ricam olacak. Saygı Öztürk’ün elinde ismet Paşa’nın yazdığı “Kürt Raporu” var. Acaba bir kopyasını bana verir mi?
İkimiz de Hürriyet’te çalışıyoruz. Bu raporun özetini bir süre önce gazetede yayımlamış. Uğur da onun yazılarından alıntılar yapmıştı. Şimdi raporun tamamım istiyordu.
Hemen Saygı’yı aradım. Uğur’un isteğini İlettim. Eksik olmasın, bir fotokopi çıkarıp biraz sonra bana getirdi.
Uğur’u aradım.
Rapor tamamdır. Sen mi aldırırsın ben mi göndereyim? Araba gönderip aldıracağım söyledi. Akşam saat 17.00 dolaylarıydı. Cumhuriyet’in şoförü gelip zarfı benden aldı.
Bu olayın bende acı bir anısı var.
Bunun kaç yıllık arkadaşım Uğur Mumcu’yla yaptığım son konuşma olduğunu nasıl bilebilirdim. Uğur iki gün sonra öldürüldü.
Saygı Öztürk’ün elinde biri 1935 yılında ismet inönü, Öteki 1936 yılında Genel Müfettiş Abidin Özmen tarafından hazırlanmış iki “Kürt Raporu” vardı.
Bunlar Cumhuriyet tarihi açısından çok önemli belgelerdi.
Yıllarca gün ışığına çıkmamış bu Önemli belgeleri Saygı devlet arşivlerinden buldu. Yakın geçmişte ve günümüzde başımıza açılacak belalar o raporlarda anlatılıyor, devletin dikkati çekiliyordu. Bu önemli raporları İsmet Paşa’nın Kürt Raporu adlı kitabında topladı.
Fakat o zaman bile görülüyormuş ki, bela yakındır ve gelmek üzeredir.
Ayrılık kışkırtıcıları harıl harıl çalışıyor. Zaman zaman isyanlar çıkmış. Bölge fakirlik yuvası. İnsanlar aşiret ve tarikatların boyunduruğu altında. İlkel bir yaşam sürüp gidiyor.
Cumhuriyet rejimi bu sorunların üstesinden gelemiyor.
İhmal mi, olanaksızlık mı? Teşhis konuyor ama tedavi yapılamıyor.
Bu belgelerin şimdi mutlaka ibretle okunması gerekir.
Günümüzde ne değişti?
Gerçekten de çok şey değişti. En azından devleti o bölgelere götürdük. Pek çok hizmet yapıldı ama yeterli olmadı…
Ve bu husus, Kürtçü ayrılıkçılara yaradı.
1980’li yıllarda PKK olayı patladı. Bizi çok uğraştırdı.
Saygı bu kitabında işin sonrasını, Apo olayının bir başka kesitini daha belgelerle anlatıyor.
Kürtçülük hareketini hortlatan, ama en büyük zararı Türkiye’deki Kürt kökenli insanlarımıza kendisi veren Apo, 1970’li yıllarda yakalanıp yargılanmıştı.
İşte o dosya ve yakalanması sonrasından bir kesiti de bu kitapta bulacaksınız.
Çok, çok ilginç belgeler.
Saygı Öztürk araştırmacı gazeteciliğin günümüzdeki önderlerinden biri. Arşivlere giriyor. Belgeler buluyor ve onları bize sunup aydınlatıyor.
Bu kitabında Kürtçülük açısından yakın tarihi gözler önüne seriyor, bilinmeyen belgeleri açıklıyor.
Saygıya “ellerine sağlık arkadaşım” diyorum ve onu kutluyorum.
Emniyet müdürü, toplantı sırasında telefonla Apo’yu arayacaktı
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Dikmen binasındaki genel müdürlük katı hareketliydi. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Kâmil Tecirlioğlu, Terörle Mücadele Dairesi Başkanı Cevdet Saral, istihbarat Dairesi Başkanı Emin Aslan, kendilerini makam odasında bekleyen Emniyet. Genel Müdürü Mehmet Ağar’in yanına girdiler.
Ellerinde az sonra girecekleri toplantıyla ilgili belgeler vardı. Üç ayda bir yapılan toplantının ana konusu hep aynıydı:
Türk tarafı: Terörist başı Abdullah Öcalan, Suriye’de bulunuyor.
Suriye tarafı: “Abdullah Öcalan diye birisi ülkemizde bulunmuyor. Önceki toplantıda da bunu belirttiniz. Biz yeni bir araştırma yaptık. Böyle bir kişinin olmadığı anlaşıldı.”
Türk tarafı: “Siz ‘yok’ diyorsunuz ama işte size Abdullah Öcalan’ın Şam’da bulunduğu evin adresini veriyoruz. İşte bu da telefon numarası.”
Suriye tarafı: “Verdiğiniz adres ve telefon numaralarım araştıracağız. Gelecek toplantıda bu konuda heyetimize ayrıntılı bilgi verilecektir.”
Bu konuşmaların ardından, Türk tarafı yakalananların, gözaltına alınanların ifadeleri ya da elde edilen yeni belgeler ışığında Suriye’nin PKK’ya sağladığı olanakları sıralıyor, bu yaptıklarının komşuluğa sığmadığını da diplomatik bir dille belirtiyordu. Ancak artık bu toplantılar iyice can sıkıcı hal almıştı. “Var”, “yoklarla geçen toplantıları yapmanın da bir anlamı kalmamıştı.
Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Tecirlioğlu, Saral ve Aslan’ı dinledikten sonra, “Haklısınız, görüşmenin bir faydası yok” dedi. Ağar da belirli aralıklarla yapılan toplantılarda benzer cevaplar alındığım biliyor, artık buna bir son verilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Kapı vuruldu. Özel Kalem Müdürü Yüksel Çarhacıoğlu, istihbarat Dairesi Başkanı Emin Aslan “a “Başkanım, daireden uydu telefonu istemişsiniz, onu getirttiler” dedi. Aslan, “Buraya getirsin” dedi. Genel müdür yardımcısı ve iki daire başkanı uydu telefonunun getirileceğini biliyordu. Az sonra Suriye heyetiyle başlayacak görüşmelerinde, yine “Abdullah Öcalan Suriye’de bulunuyor. Telefon numarası da bu” diyeceklerdi. Suriye tarafının yine “yok” demesi halinde, Türk tarafı “işte telefon. Apo’nun koduyla arayalım” diye ısrar edecekti.
Abdullah Öcalan’ın konuşmaları istihbarat Dairesi Başkanlığı tarafından dinleniyordu. Apo’nun kimlerle görüştüğü de biliniyordu. Apo’dan Önce telefona çıkan kişiye kod adı veriliyor, bunun üzerine Apo telefonla konuşuyordu.
Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, “Adamlara yalan söylediklerini anlatmanız için böyle bir yola başvurmanıza gerek yok” dedi. Suriyelilerin yanında Apo’ya telefon edilmiş olsa bile bunun da inkâr edileceğini, “Ne malum o kişinin Abdullah öcalan olduğu” diyeceklerini de tahmin ediyordu. Ağar, “Hiç değilse Apo’nun telefonlarını dinleyerek nerede olduğunu, kimlerle konuştuğunu, ne emirler verdiğini biliyoruz. Yapmayalım böyle bir şey” dedi.
Benzer bir olay Hakkâri’de yaşanmıştı. Türkiye ile Iran heyetleri arasında Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde yapüan görüşmelerde, Türk heyeti, iran’ın PKK’ya yardım ettiğini, yaralı PKK’lıları askeri araçlarla Pastar hastanesine taşıdığını; sınıra yakın yerlere yine askeri araçlarla getirdiğini, onlara her türlü kolaylığı gösterdiğini belirtiyordu. Iran heyeti ise haklarındaki iddiaları kabul etmiyordu.
Tuğgeneral Orhan Ballı, “Getirin içerdeki adamı” dedi. Kısa süre önce güvenlik güçleriyle giriştiği çatışma sırasında teslim olan terörist, odaya getirildi. Teröriste kimliği, İran’da PKK’nın hangi kampında eğitim gördüğü, sözde komutanlarının kim olduğu, girisçıkışlarda Irak güvenlik güçlerinden nasıl yardım gördükleri, iran’da bulunan örgüt evleri konusunda sorular yöneltiliyor, bunlar Iran heyeti tarafından da dinleniyordu.
Teröriste yöneltilen soruları ve alınan cevaplan dinleyen Iran heyeti, “Bu kişinin anlattıkları doğru değil. Biz de böyle bir toplantıda sizin karşınıza bizim Münafıklar Örgütü adım verdiğimiz örgütün elemanlarını çuvaror, Türkiye’de nerede eğitim gördüklerini, güvenlik güçlerinden nasıl yardım aldıklarım anlattırabiliriz. Bu onun doğru söylediği anlamına gelmez. Ne söylemesi işlenmişse onu söyler. Biz bu kişinin söylediklerine inanmıyoruz” dedi.
Türk yetkililer, söyleyecek söz bulmakta zorlandı. Bir yetkili, “Sizin bu yaptıklarınız ne insanlığa, ne Müslümanlığa, ne de komşuluğa sığar” diye isyan etti. Telefonla Apo’yu arayıp onun Suriye’de olduğunu ispat etmek isteseler bile Suriye heyetinin yaklaşımı da Ağar’a göre İranlılardan farklı olmayacaktı.
Özel kalem müdürü odaya geldi, Suriye heyetinin binaya giriş yapmak üzere olduğunu söyledi. Ağar, yardımcısı Kâmil Tecirlioğlu’nun toplantıda yapacağı konuşma metnini okumuş, •’Sanıyorum bu son toplantı olur” demişti. Çünkü ağır ifadeler içeriyordu.
“Her seferinde aynı cevaplan veriyorsunuz”
Suriye heyeti, üçüncü katta bulunan salona alındı. Toplantıdan önce foto muhabirleri ve kameramanlar görüntü aldı. Onların salandan ayrılmasından sonra toplantı başladı.
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Kâmil Tecirlioğlu, “içişleri Bakanlığı” antetli kâğıttaki yazılan toplantının açılışında okumaya başladı:
Sayın Meslektaşım,
Ülkelerimiz arasında güvenlik işbirliğinin geliştirilmesine dönük olarak iki yıla yakın bir zamandır ortak çalışma grubumuz faaliyetlerini sürdürmektedir.
Bu mesainin en yaradı yönü birbirimizi daha yakından tanıma imkânını bulmamız olmuştur.
Belirtmek isterim ki, Türk tarafı olarak samimiyetinize inanarak yaptığımız görüşmelerden arzu ettiğimiz sonuçlara ulaşamadık.
Heyetlerimiz arasında yapılan görüşmelerde, ülkelerimiz açısından gelecekte tehdit olarak düşündüğümüz, ülkemizdeki terörist faaliyetlerin ülkenizdeki uzantıları ve yöneticileri hakkında tarafımızdan detaylı bilgiler verilmiştir.
Bildirilen hususlarla ilgili alman cevaplar tatminkâr olmaktan uzaktır.
Alınan istihbarı bilgiler, ele geçen dokunumlar ve yakalanan örgüt mensuplarının ifadeleri ülkenizdeki terörist faaliyetlerin devam ettiğini
Ülkelerimizi tehdit eden terörist faaliyetlerle ilgili isteklerimize karşılık, her seferinde aynı cevaplarla karşılaşmamız, verdiğimiz ayrıntılı dosyalanıl ciddi bir yaklaşımla ele alınmadığı kanaatim uyandırmaktadır.
Terörist örgüt lideri Abdullah öcalan’ın Şam’da ikamet ettiği ve zaman zaman Lübnan’ın Suriye’nin kontrolünde olduğunu ifade ettiği bölgelerde bulunduğu müteaddit defalar bildirilmiştir.
Ancak, üzülerek bu konudaki hassasiyetimizin gerektiği ölçüde karşılık görmediğini söylemeliyim.
Türk heyeti, bu toplantının sonunun nereye doğru gideceğini, nasıl sonuçlanacağını biliyordu. Suriye heyetinde bulunanların bazdan Türkçe konuşmadan anlıyordu, Suriye heyetine başkanlık eden General Refik Garip, Antakya doğumluydu. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından önce öğrenimini de Antakya’da yapmıştı. Garip, çok iyi tanıştıkları Kâmil Tecirlioğlu’nun sözlerini sessizce dinliyor, bunların bazılarını not ediyordu.
Tecirlioğlu bir yudum su içti. Heyet başkanıyla göz göze geldi. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti:
öyle anlaşılıyor ki Suriyeli yöneticiler haricinde tüm dünya kamuoyu terörist Abdullah Öcalan’ın Suriye’de yaşadığını kabul etmektedir.
Size uluslararası basından birkaç örnek vermek istiyorum.
Avusturya Sosyal Demokrat Partisi Uluslararası ilişkiler Sekreteri Kari Sehramek’in beraberindeki partisine mensup şahıslarla mart 1995 tarihinde Şam’a giderek Abdullah Öcalan’la görüşme yaptığı, kendi beyanından Avusturya basınına yansımıştır.
Haziran 1D95 ayı içerisinde Yunanlı yedi Parlamenter Suriye’nin kontrolünde olduğu herkesçe bilinen LübnanBekaa’da terörist Abdullah Öcalan’la görüşme yapmıştır. Bu görüşme Yunan basınına ve birçok basın organına da yansımıştır.
RusyaMoskova’da yayımlanan Novaya Vremya(Yeni Zaman) isimli derginin 7 ekim tarihli sayısında, bu derginin muhabiri Vadim Makarenko’nun terörist Abdullah Öcalan’la Şam’da bulunan örgüt kampında gerçekleştirdiği dört sayfalık röportaj yer almıştır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu durumda bizini açımızdan ‘Terörist Abdullah Öcalan Suriye’de değildir’ şeklindeki beyanların bir anlam ifade etmediğini vurgulamak isterim.
Avrıca, bugüne kadar yaptığımız görüşmelerde “Terörist Abdullah Öcalan’ın Lübnan topraklarındaki faaliyetleri hakkında, Lübnan’ı bağımsız bir ülke olduğu ve içişlerine müdahale edilemeyeceği’ tarzındaki yaklaşanımızın bizim açımızdan geçerliliği bulunmamaktadır.
Zira TürkiyeSuriyeLübnan ülkeleri arasında üçlü güvenlik işbirliği yapılması yolundaki önerilerini iz Suriye tarafından reddedilmektedir.
Lübnan’la ikili işbirliğine yönelik olarak yaptığımız girişimlerde ise, Lübnanlı yöneticilerin Suriye’nin yaklaşımı ortaya konmadan konuyu cevaplamak istemedikleri izlenimini edinmiş bulunuyoruz.
Güneydoğu’dan şehitler geliyor, eylem emirlerinin Suriye’den verildiği biliniyordu. Bunu bir tek Suriye makamları kabul etmiyordu. Suriye heyeti başkanı Refik Garip, az sonra yapacağı konuşmayı kafasından geçirmeye başladı. Konuşmasında ‘”Tarafınızdan verilecek dosyada yer alan tüm konular yakından incelenecek” diyecekti. Genel Müdür Yardımcısı Tecirlioğlu konuşmasını sürdürdü;
“Sayın Meslektaşım,
önce toplantılarda olduğu üzere size bir dosya takdim etmek istemiyorum.
Ancak elimizdeki teyitli bilgilere göre; terörist Abdullah Öcalan, SuriyeŞam’daki ikametlerini yönetim merkezi, Lübnan Bar Elias’ı ise haberleşme merkezi olarak kullanmaktadır.
Şam yakınındaki kampında PKK terörist örgütünün kadro elemanlarının eğitimi devam etmektedir.
Sınırlarımızdan illegal geçişler sürmektedir.
Hatay’a yönelik terörist faaliyetler, Suriyeli ve Suriye’de özel eğitim gören PKK’lı teröristler tarafından yoğunlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Suriye’de yerleşik Kürt nüfusu İçerisinde PKK’lı teröristler yeni kadrolar temin ermektedir.
Sayın Meslektaşım,
Arzumuz işbirliğinin üst seviyeye çıkarılmasıdır. Bu amaçla somut adımların atılması gerekmektedir. Bu çerçevede sizden öncelikli taleplerimiz şunlardır:
Terörist Abdullah Öcalan Türkiye’ye iade edilmeli veya üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmelidir.
Lübnan’daki faaliyetlerin sona erdirilmesi için, Lübnan’la güvenlik işbirliği tesisine olumlu katkıda bulunulmalı, bu suretle TürkiyeSuriyeLübnan üçlü güvenlik işbirliği görüşmeleri başlatılmalıdır.
Bu isteklerimizin iki üç ay gibi makul olduğunu düşündüğümüz bir sürede karşılanabileceğini umuyoruz.
Ancak bu aşamadan sonra terörist faaliyetlerin tamamıyla ortadan kaldırılmasına dönük çalışmaları başlatabilmemiz mümkün olabilecektir.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Terör-Mafya
- Kitap AdıApo Olayının Perde Arkası
- Sayfa Sayısı190
- YazarSaygı Öztürk
- ISBN6051110899
- Boyutlar, Kapak 14x23 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2009